Tablo 1 – 1921 Yılında Görev Alan Yunanistan Yöneticileri10
Saltanat Makamı
|
Kral Konstantin
(4 Ocak 1921)
|
Veliaht Nikola ve Prens Andre de harekâtta görev almıştır.
|
Başbakan
|
Dimitrios Rallis
(18 Kasım 1920-4 Şubat 1921)
Nikolaos Kalogeropoulos
(6 Şubat 1921-8 Nisan 1921)
Dimitri Gunaris
(8 Nisan 1921)
|
Nikolaos Kalogeropoulos, Rallis’in ölümünün ardından Başbakan olmuş; Başbakan olduktan kısa bir süre sonra Yunan Heyeti Başkanı olarak Londra Konferansına katılmıştır. Birinci İnönü yenilgisinden sonra Gunaris, 8 Nisan 1921’de yeni Hükümeti kurmuştur. Sakarya yenilgisinin ardından 15 Ekim 1921’de Gunaris Hükümeti güvenoyu alarak yola devam etmiştir.
|
Dışişleri Bakanı
|
Georgios Baltacis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Savaş Bakanı
|
Nikolaos Teodokis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Maliye Bakanı
|
Petros Protopapadakis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Genelkurmay Başkanı
|
Victor Dusmanis
(13 Nisan 1921-12 Ekim 1921)
|
Kral'ın Genel Yaveri Victor Dusmanis, General Meteksas'ın bu görevi iki kez reddetmesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı'na atanmıştır. Başkanlık yeniden örgütlenmiştir. Dusmanis’in 12 Ekim 1921’de görevden alınmasına neden olan olay ise, 10 Ekim 1921 tarihinde Anadolu’daki işgal ordusunun başına buyruk hareketlerini önlemek için bütün ordu teşkilâtının kendine bağlı olduğunu bildirmesi olmuştur.
|
Genelkurmay Başkan Yardımcısı
|
Ksenofon Stratigos (13 Nisan 1921)
|
|
Küçük Asya Ordusu Başkumandanı
|
Anastasios Papulas
|
|
Küçük Asya Ordusu Kurmay Başkanı
|
Albay A. Pallis
|
|
İzmir Yüksek Komiseri
|
Aristidis Stergiadis
(21 Mayıs 1919)
|
|
İngiltere, Yunanistan’la ilişkilerini doğrudan Başbakan Gunaris’le yaptığı görüşmelerin yanı sıra resmi olarak Atina Elçisi Lord Granville aracılığıyla yürütmüştür.
Yunanistan, her ne kadar askeri gücü İtilâf Devletleriyle kurduğu ittifaka dayanan ve mali açıdan onların desteğine muhtaç bir ülke olsa da, Yunanistan’ın işgal bölgesinde kurmaya çalıştığı yeni yönetsel mekanizma, Yunanistan’ı Anadolu’daki iktidar mücadelesinin bir bileşeni ve yönetsel alanın belirleyeni haline getirmiştir. 1919 yılındaki işgalin ardından İzmir’in yönetimini eline geçiren Yunanistan’ın İzmir Yüksek Komiseri Aristidis Stergiadis’e, “1914 ilkbaharında doğu Ege adalarına sevk edilmiş Osmanlı Rumlarını evlerine yerleştirmek için gerekenleri yapması ve barış anlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nden devralınacak arazide kurulacak Yunan yönetiminin zeminini hazırlaması” görevi verilmiştir.11 1921 yılı boyunca Batı Anadolu’ya yayılan Yunanistan “İzmir’deki sivil yönetime bağlı olması dışında sürekli değişen ve büyüyen, bu nedenle oldukça karmaşık bir örgütsel yapı kurmuştur.”12 İdari olarak İzmir’deki Yüksek Komisere bağlı genişleyen örgütün yanı sıra, askeri harekâtın bir parçası olarak Batı Anadolu’da askeri bir yönetim tesis edilmiştir. Bu yapının çatısını Küçük Asya Ordusu Kumandanlığı oluşturmuştur.13 [Nasıl bir ikili yapı?] Örneğin, 26 Ağustos’ta Yunan Ordusu, Eski Gömeç Bucak Müdürü Kara Vehbi’yi Edremit’e Kaymakam olarak atamıştır. Bursa’da da bir yüksek komiser görevlendiren Yunanistan, 12 Kasım’da Yunan Yüksek Komiseri (Yunan Bursa Askeri Bölge Kumandanı Hacıkoyanis, 18 Kasım) aracılığıyla Yunan Askeri Mahkemesinin haftada üç kez toplanacağını duyurmuştur. Yunanistan, Batı Anadolu’ya yerleşeceğine kesin gözüyle baktığı ve yönetimin asker eliyle tesis edilmesi nedeniyle orduya yük haline geldiğini düşündüğü için 1921 yılında sivil bir idarenin kurulmasını gündeme getirmiştir. Yunanistan Başbakanı Gunaris, 17 Eylül’de, Savaş Bakanı Theodakis’e çektiği telgrafla “Anadolu’da idare örgütünün kurularak ordunun yükünün azaltılmasını” istemiştir. Gunaris, ayrıca, Anadolu’da işgalleri altında bulunan bölgede 3 milyon nüfuslu 100.000 m²lik alanda sivil bir idare kurmak istediklerini, 27 Ekim günkü görüşmelerinde İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanına iletmiştir.
Yunanistan işgali altındaki bölgede başlıca politika, göç ve iskan politikası olmuştur. Bu durum, karşı göçü ve Yunan zulmünü gündeme getirmiştir. 7 Ekim tarihli Vakit Gazetesi, İzmir ve Trakya’nın işgalinden beri 367.000 Müslümanın hicret ettiğini gösteren bir istatistik yayımlamıştır. Yunan zulmüne karşı artan protestolar üzerine, Beynelmilel Kızılhaç Örgütü (Uluslararası Kızılhaç Örgütü) Temsilcisi Mr.Maurice Gehri, Yunan zulmünü incelemek üzere 12 Mayıs’ta Gemlik'e, 25 Mayıs’ta Yalova’ya, 10 Temmuz’da İzmit’e gitmek zorunda kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile İlişkiler
Büyük Millet Meclisi ile ilişkiler 1921 yılı başında dolaylı olarak, İstanbul Hükümeti vasıtasıyla yürütülmektedir. Müttefik Ülkeler, Ankara Hükümeti’nin Londra Konferansı’na katılabileceğini Sadrazam Tevfik Paşa kanalıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iletmişlerdir. İtilâf Devletleri, 26 Ocak’ta Fransa Başbakanı Briand imzalı nota ile Sadrazam Tevfik Paşa'ya İstanbul Hükümetini temsilen, istendiği taktirde “Mustafa Kemal veya Anadolu Hükümetince tasdik olunan murahhaslar” da dahil olmak üzere Londra Barış Konferansı'na delege gönderebileceklerini bildirmişlerdir. 27 Ocak’ta Tevfik Paşa Büyük Millet Meclisi’nden heyete katılacak bir üye istemiştir. Ancak, Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti ve İtilâf Devletlerince Türkiye’nin tek meşru hükümeti olarak tanınma isteğini ilişkilerin kuruluş tarzını değiştirme yönünde irade koyarak gösterecektir. 30 Ocak’ta İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa Sadrazam Tevfik Paşa'ya çektiği telgrafta Londra Konferansı'na gidecek Türkiye Heyeti'nin yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından seçilebileceğini bildirmiştir. Büyük Millet Meclisi, 5 Şubat’ta Ankara Hükümeti’ni temsilen Londra Konferansı’na gidecek Heyeti Murahhasa üyelerini seçerek, ilişkilerin ancak kendi seçtiği temsilciler kanalıyla kurulabileceğini kararlaştırmış ve ilan etmiştir. 21 Şubat-12 Mart 1921 tarihlerinde gerçekleştirilen İkinci Londra Konferansı’nda Müttefik Ülkeleri Ankara Hükümeti’ni doğrudan muhatap almak zorunda kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi ile ilişkiler, işgal koşullarının İtilâf Devletlerinin kendi ülkelerinde yaşadıkları sorunlar ve 1921 yılında şiddetlenen savaşlar nedeniyle yıl içinde değişmesiyle dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşüm, sadece İtilâf Devletleri ile Büyük Millet Meclisi arasındaki ilişkileri değil, İtilâf Devletlerinin doğrudan Büyük Millet Meclisi’ni muhatap almak zorunda kalmasıyla İtilâf Devletleri-İstanbul Hükümeti ilişkilerini, İtilâf Devletleri-Yunanistan ve Müttefik Devletlerin kendi arasındaki ilişkileri de etkilemiş ve dönüştürmüştür. İlişkilerin kuruluş tarzındaki dönüşüm politikalardaki dönüşümle paraleldir.
En önemli işgal gücü olan İngiltere ile kurulacak ilişkiler konusunda görüş ayrılıkları mevcuttur. Bekir Sami Bey, Londra Konferansı sırasında yürüttüğü temaslarda ve Hariciye Vekâletinden istifa ettikten sonra 21 Mayıs’ta çıktığı Avrupa seyahatinde itidal yanlısı olduğunu göstermiştir.14 İnebolu Görüşmelerini yürüten Refet Paşa da, 27 Kasım-5 Aralık 1921 tarihlerini kapsayan görüşme tutanaklarında görüldüğü üzere, geleneksel Türk-İngiliz dostluğuna dönmek gerektiğini belirtmiştir. Anlaşma halinde, Türkiye’nin İngiliz sermayesine geniş ölçüde açılağını söylemiştir.
İkinci Londra Konferansı (21 Şubat – 12 Mart 1921)
Londra Konferansı, İtilâf Devletlerinin 24 Ocak – 30 Ocak 1921 tarihlerinde Almanya ve Türkiye sorununu çözmek için topladıkları Paris Konferansı’nda Doğu Sorununun çözümünde Türk ve Yunan temsilcilerinin dillenmesine karar verilmesi üzerine toplanmıştır. Aristide Briand’ın 16 Ocak’ta iktidara gelmesi sonrası Fransa’nın acil barış için daha uzlaşmacı bir tutum sergilenebileceğine ilişkin dış politikada yönelimi konferans çağrısının yapılmasında belirleyicidir. Konferansın zamanlamasında artan Ankara Hükümeti-Sovyetler Birliği ilişkileri etkili olmuştur. 3 Ocak’ta Belçika temsilcisi Michotte de Welle, Ankara Hükümeti’ne Sovyet yardımının başladığını haber vererek, Ankara Hükümeti’nin “Sovyetlerin hâkimiyeti altına düşece”ğini rapor etmiştir. Türk Elçilik Kurulu, 16 Ocak’ta hareket ederek 18 Şubat’ta Moskova’ya varmış ve 19 Şubat’ta Dışişleri Komiseri Çiçerin’le görüşerek güven mektubunu vermiştir. Sovyetler Birliği’nin Şubat ayında Kafkas ülkelerindeki askeri harekâtı yoğunlaştırması, Türkiye-Sovyetler Birliği sınırının çizilmesini ve ilişkileri doğrudan etkileyecek bir diğer faktör olarak görülmüştür. İtilâf Devletleri, bir yandan Kafkas ülkelerinde Bolşeviklerin iktidara gelmesini engellemeye çalışırken bir taraftan da Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin Kafkas sınırı konusunda anlaşmalarını önlemek istemektedir. Büyük Millet Meclisi gündemine de gelen Kafkas Federasyonu bunun bir örneğidir. 20 Ocak’ta İngiliz yanlısı Menşevik Gürcistan Hükümeti ile görüşen Türk Elçilik Kurulu üyesi Yusuf Kemal Bey, Gürcistan Hükümetinin, Türkiye’nin de üyesi olduğu Kafkas Federasyonundan yana olduğunu iletmiştir. 19 ve 20 Şubat tarihlerinde iki ayrı İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin ilettiğine göre, Azerbaycan, Dağıstan, Ermenistan ve Kafkas ülkelerinin diğer temsilcileri Paris’te bir araya gelerek ancak İngilizlerin izin vermesiyle yaşayabileceğine inandıkları Ankara Hükümeti ile anlaşma yapmaya karar vermişlerdir.
Hemen Londra Konferansı öncesinde gündeme gelen Kafkas Konfederasyonunun İtilâf Devletleri çıkarına bir proje olduğunu gören Kâzım Karabekir’in konferansa ilişkin yorumu da, İtilâf Devletlerinin Kafkas ülkelerini olduğu gibi Türkiye’yi de kendi kaderini tayinden uzaklaştırmak istediklerini göstermektedir: “Türkiye’yi ateş çemberi içinde eritmek ve hiç değilse Ruslarla bizim ittifak etme imkânını kaldırarak Şark cephesi kıtaatını garbe nakil imkânından mahrum etmek ve bu suretle Yunanlıların istilâsını kolaylaştırmak (?) için mi Londra Konferansı açıldı?”15 Ancak, konferansın İtilâf Devletleri açısından planladıkları gibi geçmeyeceği konferansın başladığı gün Meclis gizli oturumunda konuşan Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerinden anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, 21 Şubat’taki gizli oturumda Kafkaslarda Bolşevik hâkimiyetinin İngiliz hâkimiyetine tercih edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Fransa Başbakanının barış yanlısı görüşlerine karşı, Fransa, Londra Konferansı öncesinde de Türkiye üzerindeki pazarlık gücünü arttırmak istediğini gösteren adımlar atmıştır. 1921 yılı 1 Ocak’ta Fransız İşgal Komutanı Gouraud’ın, Antep halkına teslim ol çağrısı ile başlamıştır. Antep, şiddetli bir Fransız kuşatması ve ablukası altındadır. Ancak, Antep halkı çağrıyı 2 Ocak’ta reddetmiştir. Antep, Kuvayı Milliye Kumandanı Özdemir Bey’in başkanlığında bir Merkez Kurulu tarafından yönetilmekte ve Selâhattin Arif Bey’in kumandanlığındaki İkinci Ordunun harekâtına kadar açlığa direnmeye çalışmaktadır. Antep Kuvayı Milliyesi 30-31 Ocak’ta giriştiği kuşatmayı içerden yarma harekâtını kaybetmiştir ve 11 ay 8 günlük Fransız kuşatması altındaki açlığa daha fazla dayanamayan Antep 8 Şubat’ta düşmüştür. 9 Şubat’ta Fransız Albay Andrea ile Antep halkı temsilcileri arasında şehrin teslimi hakkında 11 maddelik bir anlaşma imzalanmıştır. Protokol Antep'in Fransız mandası altına girdiği şeklinde yorumlanmış ve 12 Şubat’ta Büyük Millet Meclisindeki Antep mebusları manda haberlerini protesto etmişlerdir. Protokole göre, Fransızların kontrolünde yeni bir Hükümet kurulacak, ordu birlikleri savaş esiri sayılacak, silahlar teslim edilecek, Ermenilerle Türklere eşit işlem uygulanacaktır.
Londra Konferansı’na İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Almanya, Yunanistan ile Ankara ve İstanbul delegeleri katılmıştır. [bkz. Türk Dış Politikası] Amerika Birleşik Devletleri, iki defa davet edilmesine rağmen Konferansa katılmamıştır.16 Büyük Millet Meclisi’nde, konferansa doğrudan çağrılmadan katılmanın yanlış olduğu ve İngiltere’nin er ya da geç Ankara Hükümeti’ni tanıyacağı ve İstanbul Hükümeti’nin meşru bir temsilci olmadığı yönündeki tartışmalara rağmen 5 Şubat’taki gizli oturumda delege gönderilmesine karar verilmiştir. Büyük Millet Meclisi adına Sulh Murahhas Heyeti için, İcra Vekilleri Heyeti, mebuslardan Hariciye Vekili Bekir Sami Bey (Amasya), Yusuf İzzet Paşa (Bolu), Ahmet Muhtar Bey (Trabzon), Cami Bey (Aydın), Mahmud Esat Bey (İzmir) ile eski Nafıa Müsteşarı Muhtar Bey, Muvaffak Bey, Adanalı Niyazi Bey, Düyunu Umumiye Müfettişi Rıza Bey, Münir Bey'i seçmiştir. Düyunu Umumiye Müfettişi Rıza Bey ve Muhtar Bey gibi isimler 4 Şubat’taki gizli birleşimde tartışma yaratmış; Meclis'in daha önce mandacılık taraftarı olan kişilerce temsil edilmemesi gerektiği söylenmiştir. Bunun üzerine 5 Şubat’taki oturumda, Heyetin sadece mebuslardan oluşmasına karar verilmiştir. Hariciye Vekili Bekir Sami Bey'in yanı sıra heyette, Roma'da bulunan Cami Bey (Aydın), Yunus Nadi Bey (İzmir), Hüsrev Bey (Trabzon) ve Zekâi Bey (Adana) yer almaktadır. İstanbul Hükümeti delegeleri ise, 9 Şubat’ta belirlendiği üzere Sadrazam Tevfik Paşa, Osman Nizami Paşa ve Mustafa Reşit Paşa’dır.
Sevr Anlaşmasının tadili amacıyla toplanan Konferansta asıl görüşülen Yunanistan’ın askeri harekât isteği ve Ankara Hükümeti’nin gücü olmuştur. İngiltere, Mustafa Kemal önderliğindeki hareketin gücünün abartılmaması gerektiğini ve Yunanlıların başarılı olacağını söylerken; Fransa, İngiltere ile aynı görüşü paylaşmadığını belirtmiş. İtalya ise, Türklere ve Yunanlılara uzlaşma empoze edilmesini istemiştir. Fransa ne olursa olsun İtilâf Devletlerinin birlikte bir görüntü vermeye devam etmelerini önermiştir. Konferans’tan bir sonuç alınamıyacak; ancak, Konferans Ankara Hükümeti’nin kendini kabul ettirmeye başladığının bir göstergesi olarak tarihe geçecektir.
Ankara Hükümeti, konferans vesilesiyle sadece İtilâf Devletlerine değil İstanbul Hükümeti’ne de kendini kabul ettirme yönünde önemli adımlar atmıştır. Londra Konferansına İstanbul Hükümeti’nin mi Ankara Hükümeti’nin mi heyet gönderebileceği tartışılırken, Ankara Hükümeti’nce 5 Aralık 1920’de alıkonulan ve hala Ankara’da bulunan Dahiliye Nâzırı İzzet Paşa, Sadrazam Tevfik Paşa’dan Ankara Hükümeti’nin tanınmasını istemiştir. 31 Ocak’ta Tevfik Paşa, Ankara Hükümeti’nin yaptığı Anayasanın geçersiz olduğunu ve Anayasaya dayanarak tek meşru temsilcinin Ankara Hükümeti olduğunun söylenemeyeceğini dile getirmiş olmasına rağmen, 23 Şubat’ta konferansta söz hakkını Ankara Hükümeti Murahhas Heyeti’ne bırakmıştır. [Tevfik Paşa’nın konferansı bitmeden önce terk ettiğine ilişkin tarih?]
İzmir ve Trakya’nın Yönetimi
Londra Konferansı’nda tartışılan önemli konulardan ikisi, İzmir ve Trakya’nın yönetimi konusudur. İzmir ve Trakya’nın yönetimi sorunu öncelikle egemenlik yani yönetim hakkının hangi ülkeye verileceği ile ilgilidir. Ancak, İzmir’in yönetimi başta olmak üzere bu iki sorunlu alan aynı zamanda egemenlik haklarıyla bağlantılı bir yönetim tarzı sorununu da ifade etmektedir. Yeni Türkiye’nin sınırları çizilirken hangi hattın benimseneceği bir egemenlik sorunu olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, İngiltere’nin İzmir için planladığı “özerk yönetim” modeli, hem İzmir’in yönetim tarzını belirleyecek hem de söz konusu yönetim tarzı altında İzmir’in emperyalist ülkeler tarafından yönetilmesine meşru bir zemin sunacak niteliktedir. Padişah Vahdettin’in de desteklediği ve Fransa’nın sınırların çizilmesi konusunda anlaşılamaması halinde taraftar olduğu Trakya Tampon Bölgesi / Devleti modeli de İzmir özerk yönetimiyle eşdeğerde düşünülebilir.
İzmir, 15 Mayıs 1919 tarihinden beri Yunanistan’ın işgali altındadır. 21 Mayıs 1919 tarihinde Aristidis Steryadis İzmir’e Yunan Yüksek Komiseri sıfatıyla atanmış ve İzmir Yunanistan’ın bir vilayeti olarak yönetilmeye başlanmıştır. 1921 yılında İzmir’in yönetiminin özerk hale getirilmesi gündeme getirilmiştir. 25 Ocak’ta Düyunu Umumiye İtalya Temsilciliğini de yapan Binbaşı Nogara, eski Maliye Nâzırı Cavit Bey'e İzmir'in Şanghay'a benzer bir statüde yönetilmesini önermiştir. 18 Şubat’ta İngiltere Başbakanı Lyold George, Yunanistan Başbakanı Nikolaos Kalogeropoulos’a Doğu Trakya gibi İzmir’in de ileride Yunanistan’a bağlanmak üzere özerk bölge statüsüne kavuşturulmasının düşünüldüğünü söylemiştir.
İtilâf Devletleri, Türkiye ve Yunanistan’a İzmir’in özerk yönetimi mevzuunu açmakla birlikte, Londra Konferansında İzmir ve Trakya konusunu öncelikle Türkiye’nin sınırlarının çizilmesi boyutuyla gündeme getirmişlerdir. İtilâf Devletlerinin taviz olarak adlandırdığı bu konu, İzmir ve Doğu Trakya’da nüfus araştırması yapılması ve bu bölgelerin yönetiminin kimde kalacağına araştırma sonunda karar verilmesidir. Yunan Meclisi, Trakya ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’dan koparılamayacağını ve İstanbul’un gelecekteki Yunan İmparatorluğu’nun başkenti olduğunu söyleyerek oybirliği ile değişiklik önerilerini reddetmiş ve 6 Mart’ta Yunanistan Başbakanı Kalogeropoulos önerilerin reddedildiğini açıklamıştır. Mustafa Kemal Paşa da, 1 Mart’ta Bekir Sami Bey’e çektiği telgrafta İzmir ve Trakya’da yapılması önerilen nüfus sayımının ancak Yunan işgalinin kaldırılması ile mümkün olabileceğini söylemiştir. İtilâf Devletleri, 12 Mart’ta Londra Konferansı kapanırken nüfus sayımı önerisini geri çekmiştir. İzmir üzerindeki egemenlik sorununu çözmek için İngiltere, Londra Konferansı öncesi gündeme getirdiği “özerk yönetim” modelini 10 Mart’ta Yunan Heyeti’ne sunmuştur. İngiltere’nin önerisi, İzmir’in başında Hristiyan bir vali bulunması, egemenliğinin Türkiye’de kalmak kaydıyla kontrolünün Yunanistan’a verilmesi ve statüsünün 5 yıl sonra değiştirilmesi şeklindedir. Yunan kontrolünün ne olduğu, 11 Mart’ta İtilâf Devletlerinin Sevr Anlaşmasında yapılacak değişiklikleri kesinleştirdiğinde netleşmiştir. İzmir, Türkiye’nin egemenliğinde kalmakla birlikte şehrin güvenliği bir Yunan garnizonu tarafından sağlanacaktır. İstanbul Heyeti, 12 Mart’ta İzmir’de Yunan askeri bulundurulmasının kabul edilemeyeceğini söylemiştir.
İzmir ve Trakya’yı bırakmak istemeyen Yunanistan, Londra Konferansı daha kapanmadan askeri harekât kararı almış ve masa üzerinde kendini zorlayan konuları cephede çözmeye çalışmıştır. Ancak, ileri harekâtın İkinci İnönü Zaferi ile sonuçlanması üzerine 22 Nisan’da yapılan değerlendirmede Yunan Generali İoannis Metaksas, İzmir’de özerkliğin kurulmasını ve Sevr Anlaşmasında belirtilen sınırların kabul edilmesini istemiş; Sevr sınırında savunmaya geçilerek savaşın sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yenilgiye rağmen, Yunanistan Hükümeti, bu görüşü benimsememiştir.
Londra Konferansı’nda İstanbul Heyeti 25 Şubat’ta 1913 sınırlarının korunmasını istemiş ve Damad Ferid Paşa, 5 Ocak’ta “Her zaman Müttefiklerden İzmir ve Trakya’yı istedim” demiş olsa da, Padişah Vahdettin 23 Mayıs’ta İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’la yaptığı görüşmede İtilâf Devletlerinden de bir adım öteye giderek Trakya’da bir tampon devlet kurulmasına izin verilebileceğini söylemiştir. Vahdettin, Batı ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye bağlı olmakla birlikte, düşman komşular karşısında buranın elde bulundurulmasının mümkün görünmediğini söyleyerek, bölgenin İtilaf Devletlerinin garantörlüğü altında tarafsız bölge ilan edilerek Asya ile Avrupa arasında tampon bir bölge durumuna getirilmesini istemiştir. İngiliz Gizli Haberalma Örgütü’nün 1 Kasım’da hazırladığı rapora göre, Padişah İzmir ve Trakya’nın verilmesine ilişkin görüşünü sürdürmektedir. Vahdettin, arabuluculuk görüşmelerinin başlaması için, İzmir'in boşaltılması ve Trakya'nın Yunanistan'a bırakılmasına razıdır.
İkinci İnönü Zaferinden sonra da Yunanistan, İzmir ve Trakya’daki taleplerinden vazgeçmemiştir. İngiltere’nin Yunan talepleri karşısındaki tavrı, bir orta yol bulunabileceği görüntüsünü verme isteğiyle gündemde tuttuğu İzmir’in özerk yönetimi olmuştur. 30 Mayıs’ta hazırladığı muhtıra ile İngiltere Dışişleri Bakan Yardımcısı Sir E.Crowe, Yunanistan’ın İzmir’den çekilmek istemeyeceğini, çekilmeye ikna edilse bile Doğu Trakya ve İstanbul’da asker bulundurmayı isteyeceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine, 9 Haziran’da İngiltere Kabinesi Türkiye’ye bir kez daha İzmir’in özerk bir yönetime bağlanmasının önerilmesine karar vermiş; önerinin kabul edilmemesi halinde Yunanistan’ın tarafında olarak, Yunanistan’ın ileri harekâtının desteklenmesi ve Türkiye’nin ablukaya alınması görüşünü benimsemiştir. 18-19 Haziran 1921 tarihlerinde İtilâf Devletleri arasında gerçekleşen Paris Görüşmelerinde, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Yunanistan ve Türkiye’ye arabuluculuk teklif edilmesini önerdiğinde, İtilâf Devletlerine İzmir ve Trakya’nın yönetimine ilişkin de öneriler getirmiştir. İngiltere, İzmir'in özerk bölge olarak yönetilmesi ve Trakya sınırının Çatalca'dan geçmesini önermiştir. Curzon, Türklere baskı yapılmasını teklif etmiş; Fransa Başbakanı Briand ise, öncelikle Türkiye'ye baskı yapılmasına karşı olduğunu belirtmiş ve Trakya'nın uluslararası statüde bir bölge olarak yönetilmesini, bölgeye araştırma komisyonu gönderilmesini önermiştir. Fransa’nın Trakya konusundaki bu tavrı, Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasındansa özel statüye kavuşturulmasının tercih edildiğini göstermektedir.
22 Eylül’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmayan ülkelerin kurduğu Hukuk-ı Akvam Cemiyeti, İsviçre Kızılhaç Başkanı'nın önerisi ile, Trakya ve İzmir'in Yunanistan tarafından boşaltılarak Türklere teslim edilmesini ve Batı Trakya'da genel oya başvurulmasını büyük bir çoğunlukla kabul etmiştir.
Sakarya Zaferinden sonra İzmir ve Trakya konusunda İngiltere ve Yunanistan’ın elinin zayıflamaya başladığı görülmektedir. Ekim ayında özellikle Fransa’nın görüşünün İngiltere ve Yunanistan’dan farklılaşmaya başlaması İngiltere ve Yunanistan’ı sıkıştıran bir konu haline gelmiştir. İngiltere, işgal altındaki mevcut sınırların korunabilmesi için Yunanistan’ı İzmir’in özerk yönetimi ve Trakya sınırında Fransa’nın da mutabık olduğu bir revizyona gidilmesi konusunda ikna etmeye çalışmıştır. 27 Ekim’de Yunanistan Başbakanı Gunaris’in, İngiltere Başbakanı Lyold George ve Lord Curzon’la yaptığı görüşmede Anadolu'da işgalleri altında bulunan bölgede 3 milyon nüfuslu 100.000 m²lik alanda sivil bir idare kurmak isteklerine karşı Lord Curzon’un, "Kendinizi Müttefiklerin ellerine bırakın. İzmir konusunda yeni şartları kabul edin. Sevr Anlaşması temelleri üzerinde yeni bir anlaşmaya ihtiyaç var." demesi bunun en belirgin göstergesi olmuştur. 2 Kasım’da Gunaris, İngiltere’nin arabuluculuk teklifini kabul etmek zorunda kalmış ve Lyold George’un İzmir'de özel bir yönetim kurulmasına ilişkin önerilerini dinlemekle yetinmiştir.
Ermenistan ve Kürdistan Meselesi
Londra Konferansı’nda gündeme gelen bir diğer mevzu da Ermenistan meselesi olmuştur. Ermenistan meselesinin bir boyutunu, bir Kafkas Ülkesi olarak Bağımsız Ermenistan’ın kurulması oluştururken, diğer boyutunu Kilikya (Çukurova) Ermenileri oluşturmaktadır. 21 Şubat – 12 Mart tarihleri arasında gerçekleşen Londra Konferansı’nda Ermenistan meselesi konuşulmaya başlandığında 18 Şubat’ta iktidarı bir kez daha ele geçiren İngiliz yanlısı Taşnak Partisi Ermenistan’ın başındaydı; 24 Şubat’ta Ankara Hükümeti, 2 Aralık 1920 tarihinde imzaladığı Gümrü Anlaşması’na sadık kalacağını düşündüğü Taşnak Partisi aleyhtarı Milli Birlik Komitesi’ni destekleyeceğini açıklamıştı ve Gümrü Anlaşmasındaki sınırı korumak için Ermenistan topraklarının bir kısmını işgal altında tutuyordu. Kafkas Federasyonuyla birlikte gündeme gelen Taşnak Partisi’nin desteklenmesi politikasını Kâzım Karabekir Paşa, Ankara Hükümeti’nin Londra Konferansına giderken İtilâf Devletlerinin baskısı altında Şark politikasında değişikliğe gitmeyi tercih etmesi olarak yorumlamıştır.17 26 Şubat’ta Ermenistan meselesi Konferans gündemine geldiğinde bu durum siyasi atmosferi belirlemiştir. Konferans’ta Ermenistan adına konuşan M.Aharonian, Sevr Anlaşması'nın yürürlükte olduğunun ilan edilmesini istemiş; Kemalistlerin Ermenistan'a saldırmakla İtilâf Devletleri'ne saldırmış olduklarını belirtmiştir. Aharonian’ın bu sözleri Gümrü Anlaşmasıyla kaybedildiği tescillenen topraklar üzerinde hak iddiası olarak anlaşılabilir. Bekir Sami Bey’in, Aharonian’ın bu sözlerine cevabı, bu görüşü desteklercesine, Bağımsız bir Ermenistan’a karşı olmadıkları; ancak, Kars ve Ardahan’ı bırakmayacakları ve buralar için halkoylamasına hazır oldukları şeklinde olmuştur. Türkiye Ermenileri adına konuşan Bogos Nubar Paşa ise, Kilikya'da Ermenilere özerklik verilmesini istemiştir.
Ermenistan Devleti ve Türkiye Ermenilerinin talepleri Konferans’ta çözülemeyecek ve 1921 yılında gerçekleşen diğer olaylarla birlikte yeniden gündeme gelecektir. Ermenistan Devleti ile kurulan ilişkilerin normalleşmesi, İtilâf Devletlerinin desteklediği Taşnak Partisi’nin 2 Nisan’da iktidardan indirilmesi, Bolşevik Ermenistan’ın kurulması, 16 Mart’ta Sovyetler Birliği ile imzalanan Moskova Anlaşması’na uygun olarak sınırların çizilmesi ve buna uygun olarak Ankara Hükümeti’nin 25 Nisan’da Gümrü’deki (Ermenistan) kuvvetlerini geri çekmesi ile mümkün olmuştur. 13 Ekim’de Ermenistan’ın da dahil olduğu Kars Anlaşması’nın imzalanması sadece 25 Nisan’daki durumu teyit eder niteliktedir. Gelişmelerin seyri, Ermenistan Devleti ile sorunların çözümünün, İtilâf Devletlerinin körüklediği yayılmacı politikalardan vazgeçilmesi ve ülkelerin kendi kaderini tayin ilkesinin benimsenmesi ile mümkün olabileceğini göstermiştir. Moskova Anlaşması ile Misak-ı Milli sınırları kabul edilmiş ve Ermenistan Hükümeti ile Ankara Hükümeti toprak talebinde bulunmayacaklarını teyit etmişlerdir.
Ermeni sorununun bir boyutu olan Kilikya sorunu ise, Türkiye sınırları içinde çözülememiş ve Kilikya Ermenilerinin toplu göçü ile son bulmuştur. Bu sorunu çözümsüzlüğe götüren 1905 Ermeni Tehcirinin yarattığı korku olmuştur. Çukurova Ermenileri sorununa ilişkin Ankara Hükümeti’nin ilk kararı Zeytin Ermenileri konusunda aldığı karardır. 1915 yılında tehcir edilen Ermeniler'den 1500'ü ateşkesten sonra buraya dönmüş ve oturulacak yer olmadığı için askeri kışlaya yerleştirilmişti. 23 Mayıs ve 19 Haziran’daki iki emir ile Erkânı Harbiye Riyaseti, önce kışlanın boşaltılmasını sonra da buradaki Ermenilerin silahtan arındırılarak zorla da olsa kışladan çıkarılmalarını emretmiştir. Bu emirler doğrultusunda, kışlayı boşaltmakta direnen Ermenilere karşı 27 Haziran’da askeri harekât başlatılmıştır. Askeri harekât sonunda kışla boşaltılmış; ancak, kışlada yaşayan bir kısım Ermeni ölmüş ve bir kısmı da Kilis üzerinden ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Sorunun Çukurova boyutu 1921 yılı 20 Ekim gününe kadar Fransız işgali altında perdelenmiştir. Ancak, işgalin kaldırılacağına ilişkin söylentilerden başlayarak sorun su yüzüne çıkmaya başlamıştır. 19 Mart’ta Çukurova Ermeni Cemaati Dini Lideri, Fransız Dışişleri Bakanlığına bir mektup yollayarak, Fransızların bölgeyi boşaltacağı söylentileri üzerine Ermenilerin paniğe kapıldığını belirtmiş; Kilikya'daki Ermeni ve diğer Hristiyan unsurlar adına işgalin devam ettirilmesi istenmiştir. 5 Kasım’da Ermeni Delegeler Kurulu, Fransa Dışişleri Bakanlığı'na Ankara Anlaşmasından duydukları üzüntüyü ve Ankara Hükümeti’nin de azınlık haklarının korunması konusuna sadık kalmayacağına ilişkin düşüncelerini iletmişlerdir. 14 Kasım’da Türkiye Ermenilerinin Protestan, Katolik ruhanî liderleri ve Ermeni Patriği, Ankara Anlaşmasıyla ilgili Yüksek Komiserlere başvurmuşlardır. Ankara Anlaşması'nın Ermenilerin durumunu garanti etmediği belirtildikten sonra, Çukurova'daki Ermenilerin toplu bulunduğu yerlerden Fransız askerlerinin çekilmemesi, bu mümkün değilse Ermenilerin Müttefiklerden birinin uyrukluğuna kabul edilmesi, bu da mümkün değilse, Çukurova'ya dönmüş bir milyon Ermeninin tekrar göç edebilmesi için araç sağlanması konusunun Müttefik Ülke Hükümetlerine bildirilmesi istenmiştir.
Aynı gün, 26 Şubat’ta Londra Konferansı gündemine gelen bir diğer konu da Kürdistan meselesi olmuştur. Bekir Sami Bey, Kürdistan halkının Büyük Millet Meclisi'nde temsil edildiğini, kendisinin aynı zamanda Kürtlerin de temsilcisi olduğunu söylemiştir. Kürdistan'da bir halkoylaması yapmayı kabul ettiklerini ve Kürdistan halkı istediği takdirde kendilerine muhtariyet vermeye hazır olduklarını dile getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa 1 Mart’ta Bekir Sami Bey’e çektiği telgrafta Kürdistan meselesinin kabul edilemeyeceğini bildirmiştir. Konferansın hemen ardından, Kürdistan meselesi diye bir mesele olmadığına ve Büyük Millet Meclisi’nin Kürtleri de temsil ettiğine ilişkin Şark vilâyetlerinden çekilen telgraflar 17 Mart, 19 Mart ve 31 Mart’ta Meclis’te okunmuştur. Bu telgrafların bir kısmı, Londra Konferansı’nda bulunan Ankara Hükümeti Heyeti Murahhasasının Kürtlerin de temsilcisi olduğunu göstermek için telgrafı çekenler tarafından doğrudan Londra’daki Düveli Muazzama Murahhasalarına da çekilmiştir. Çoğu Kürt aşiret reisleri tarafından çekilen bu telgraflarda, Kürtlerin hiçbir zaman Türkiye'den ayrı bir hükümet ve istilâl arayışları olmadığı, Ermenistan gibi ayrı bir devlet talepleri olmadığı belirtilmiştir. 7 Nisan’da Meclis’te okunan Mirliva Hacim Paşa’nın mektubu ise, "Sulh Konferansının Memaliki Osmaniye'yi parçalamak maksadiyle dermeyan edip vasıta kullandığı Arap, Kürt anasırın istiklâli fikrini protesto eder ve anasırı islâmiyeyi daha ziyade ittihada davet ederim." sözleriyle Kürtlerin din bağıyla Türkiye’ye bağlı oldukları düşüncesini Meclis’e taşımıştır.
Kürdistan meselesi diye bir mesele olmadığına dair Meclis’te okunan telgraflara karşın, Londra Konferansı daha kapanmadan 5/6 Mart’ta gündeme gelen Koçgiri Aşireti isyanı, meselenin tam da böyle tek boyutlu olmadığını göstermiştir. 6 Mart’ta Sivas’ın Ümraniye kasabasına girerek buradaki Hükümet kuvvetlerini teslim alan ve kasabaya Kürt bayrağı çeken bin kişilik aşiret kuvvetleri, 11 Mart’ta Meclise çektikleri telgrafta belirttikleri üzere, bölgede mümtaz bir vilayet kurulmasını ve vali olarak da yerli Kürtlerden birinin atanmasını istemektedirler. 26 Mart’ta Koçgiri Aşireti Reisi Alişir Bey, diğer aşiret reislerini isyanın devamı konusunda ikna etmek için “Kürtlerin bağımsızlığının Avrupa devletleri tarafından bile tanınmış olduğunu” söylediği bir mektup yollamıştır. 8 Nisan’da bölgenin idari statüsüyle ilgili Meclis’e bir başvuru daha yapılmıştır. Yedi Kürt aşireti, Koçgiri bölgesinde başında bir Kürt'ün ve yardımcılığında bir Türk'ün bulunduğu bir vilayet kurulmasını istemektedirler. Arzuhalde, "Eğer bu mesele böyle kapatılmazsa, Dersim'den başka Erzincan, Van, Diyarbakır, Erzurum'a kadar ayaklanma yayılacak, iki Müslüman millet arasında kan dökülmesinden Müslüman düşmanlarının yüzü gülecektir." denmiştir. İsyan, daha sonradan Meclis’te şiddetli tartışmalara konu olacak şekilde Merkez Ordusunca 14 Mart-17 Haziran tarihleri arasında bastırılmaya çalışılacaktır. Bu da, isyanın önemli bir güce tekabül ettiğini göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |