Blok Deneyleri ve Geleceği Üzerine Düşünceler (1)
Erken seçim vesilesiyle oluşan Blok, seçim sonuçlarının gösterdiği gibi, kendi dışını pek etkileyememiş olsa da, en azından kendini oluşturanlar arasında büyük bir coşkuyu harekete geçirdi ve umutların yeşermesine yol açtı. Aşağı yukarı bloğu oluşturan bütün temel eğilimler onun devamından ve güçlendirilmesinden yana niyetlerini belirtmiş bulunuyorlar.
Blok seçimlere ön gelen dönemde, alelacele oluştu ve hemen seçim mitingleri, örgütlenmeleri üzerinde yoğunlaştı. Tıpkı alelacele toplanıp doğru dürüst bir eğitimden bile geçmeden savaşın en ön saflarına sürülen birlikler gibiydi. Kendisinden beklenemeyecek, mucizevi denebilecek işler başardı. İki aydan kısa bir zaman içinde, aşağı yukarı iki milyon insanla mitingler yaptı, yüzlerce, binlerce yeni bağlar, küçük toplantılar ve ziyaretler, yıkılan ön yargılar. Ne yazık ki, bu çok önemli ve büyük başarılar, seçimlerde beklenen oyun alınamamasının yarattığı hayal kırıklığının gölgesinde kalıp görünmez oluyorlar.
Oluşturanların öyle olmadığı veya daha ötesini hedefledikleri yönündeki beyanlara rağmen, Blok her şeyden önce bir seçim bloğuydu. Onun oluşmasına yol açan da seçimlerdi. Seçimler yapıldı ve bu anlamda işlevini bitirdi. Şimdi onun dersleri, anlamı ve geleceği hakkındaki görüşleri ortaya koyup tartışmanın tam zamanı.
Bloğun kendi deneyleri, kendi zaaf ve yanlışlıkları karşısındaki tavrı onun geleceğini de belirleyecektir. Blok deneyini küçümseyenlere, heyecanımızı hor, hakir ve küçük görenlere sözümüzü söyledik. Ama bu bizleri, kendi eksik ve yanlışlarımız karşısında hoş görülü olmaya yöneltmemeli. Kendimize karşı düşmanlarımızdan bile daha gaddar ve acımasız olmamız gerekir. Bırakalım bizim olumluluklarımızı başkaları söylesin, biz kendi olumsuzluklarımızı söylemekte birinciliği kimseye bırakmamalıyız.
“Kol kırılır yen içinde” stiline prim vermemeliyiz. Aslında bu stil, kapitalizm öncesinin cemaat kültürünün sosyalist politikaya sinmesinin bir ifadesidir. Modern işçi hareketine dayanan Marksist gelenekler, hata ve yanlışlarını ortaya serme ve onlarla korkusuzca alay etme konusunda öncülüğü kimseye bırakmazlar. Bu unutulmuş gelenekleri yeniden canlandırmak, aynı zamanda modern toplum sınıflarının stiline, meşrebine bir dönüş anlamına geleceği için, bloğun geleceğini de belirleyecektir. Bu nedenle, bloğun kendi deneyini ve geleceğini tartışacağı biçimler, stiller aynı zamanda onun geleceğini de belirleyecektir.
“Kol kırılır yen içinde” stili, eksiklik ve hataların ortaya koyulmasının karşı güçler tarafından kullanılabileceği korkusundan kaynaklanırsa, bunlardan hiç söz etmeme; onları arızi ve teknik sorunlar düzeyine indirgeme de kendi taraftarlarının moralinin bozulacağı korkularına dayanır. Ama her ikisi de son duruşmada, kendine ve taraftarlarına karşı derin ve gizli bir güvensizliğin dışa vurumundan başka bir anlam taşımaz.
Bu nedenle, biz Blok deneyini ve derslerini, yok karşı taraf kullanır mıymış, yok bizim tarafta moral bozukluğuna mı yol açarmış korkularını bir kenara bırakarak ve onlara zerrece prim vermeyerek ele almaya çalışacağız.
*
Blok her şeyden önce, onunla ittifak yapan ve/veya ittifak görüşmeleri yapan Türk sosyalistlerinin Kürt Ulusal Hareketi ve onun Demokratik Cumhuriyet programına ilişkin değerlendirmelerinin yanlışlığının fiili bir kabulüdür.
Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın ne alemi var. Ya da eğri oturup doğru konuşalım. HADEP’le Türk Sosyalistlerinin oluşturduğu bir seçim ittifakı olan Blok; Kürt Ulusal Hareketi ile Türk sosyalistlerinin ittifakıdır.
Kürt Ulusal Hareketi ise hem PKK-KADEK’in yaratığıdır hem PKK-KADEK’i yaratmıştır. Yani bu ulusal hareketin esasını, Kürdistan’daki en modern, en etkili ve güçlü örgüt olan PKK-KADEK oluşturur. Bu Örgütün ve Ulusal Hareketin Önderi ve Bayrağı da Abdullah Öcalan’dır.
Elbette Kürt Ulusal hareketi, PKK-KADEK’in destekleyicileri dışında başka toplumsal katmanları ve politik eğilimleri de taşır, ama bu hareketin gövdesi, onun politikalarına yön veren en büyük ve örgütlü güç PKK-KADEK’dir.
Ne var ki, sosyolojik, örgütsel ve politik olarak Kürt Ulusal Hareketinin büyük bölümünü ve özünü oluşturan örgüt, hukuki olarak Türkiye’nin legal politika alanında faaliyet gösteremez. Bu idari ve hukuki engellerle olanaksız kılınmıştır.
Bu engellerin, o ulusal hareketin içinde toplandığı bir legal parti aracılığıyla kendini ifadesi, ek komplikasyonlara yol açmaktadır. Legal alanda örneğin Kürt burjuvazisi daha etkilidir ve ağırlığı daha fazladır. Zaten devlet tarafından bu yolun açık tutulmasının nedeni de, Kürt Burjuvazisini, PKK-KADEK çizgisinde ifadesini bulan yoksul tabakaların eğilimlerine karşı bir güç ve denge unsuru olarak kullanma niyeti, onu bölme çabasıdır. Ama her zaman olduğu gibi, bu da iki yüzü keskin bir kılıçtır, aynı zamanda bu, PKK-KADEK’in de kendini legal politik alanda ifade olanağı bulması demektir.
PKK-KADEK bu örgütü elbette bir kukla gibi kullanamaz, ama aslında büyük bölümüyle kendi taraftarlarından oluşan tabanı aracılığıyla o örgütte kendi politikalarını etkili kılmaya çalışır. Bunu yaparken de elbette boşlukta hareket etmez ve o partinin ve o partinin dayandığı güçlerin dengelerini de gözetip, onlarla sürekli uzlaşmalar ve çatışmalar içinde bulunur. Ama son duruşmada, politik yönelişi belirleyen PKK-HADEP çizgisidir. Yani bu örgütün, karşı çıktığı her hangi bir çizginin bu legal partilerin çizgisi olması olanaksızdır. En azından bu günkü güç ilişkilerinde bu böyledir.
Keza, benzer bir durum PKK-KADEK ile Öcalan arasında da bulunmaktadır. Nasıl, PKK-KADEK Kürt Ulusal Hareketinin esasını oluşturan, ona damgasını vuran; onun ifadesi olan örgütse, PKK-KADEK’in politikalarına damgasını vuran, onu yaratan ve onun tarafından yaratılmış olan önder, teorisyen ve stratej Abdullah Öcalan’dır. PKK-KADEK nasıl, Hukuki engeller nedeniyle Türkiye Politikasında doğrudan rol alamıyor, HADEP gibi partiler dolayımıyla kendini ifade etme yolları buluyorsa, Öcalan da PKK’nın başında doğrudan bulunamıyor ve yazdığı kitaplar ya da dolaylı mesajlar aracılığıyla bu örgütün politikasını, teorisini, stratejisini belirliyor. Nasıl PKK’nın politikası, HADEP kanallarından geçerken belli bir kırılmaya uğrar ve çarpılırsa, benzer durumlar Öcalan’ın politika ve taktikleriyle KADEK’in uygulamaları arasında da vardır. (Esir olmanın yarattığı ek sorunlara girmiyoruz bile.)
Ama her iki durumda da, nasıl, PKK-KADEK’e rağmen ve ona zıt politik anlayışların HADEP tarafından izlenmesi mümkün değilse, aynı şekilde, Abdullah Öcalan’a rağmen ve ona zıt politik anlayışların PKK-KADEK tarafından uygulanması mümkün değildir.
Ne Öcalan’ın PKK’ya kendi teorik görüşlerini, politika ve stratejilerini kabul ettirmek; ne de PKK-KADEK’in legal Kürt partilerine kendi politika ve stratejilerini kabul ettirmek için, idari yaptırımlar yapma ve politikaların onlara zorla dikte ettirme olanakları yoktur. Bu politika ve stratejilerin kabulü bütünüyle Kürt Ulusal hareketi ve Kür Kitleleri üzerindeki manevi otoriteye, güvene dayanmaktadır.
O halde, dolaylı bir yol izlese, Öcalan ve PKK-KADEK’in manevi gücü, öncülüğü ve prestiji aracılığıyla fiiliyata geçme olanağı bulsa da, Kürt Ulusal hareketinin ve onun legal biçimi olan HADEP’in politikaları Öcalan’ın politikalarıdır. Öcalan’ın politikaları PKK-KADEK tarafından benimsenmekte, PKK-KADEK’in politikaları da tabanının baskısı aracılığıyla son duruşmada HADEP’in politikalarını belirlemektedir. O halde, Blok, eğer örgütler diliyle ifade edersek, hukuki engellerinden soyulduğunda EMEP, SDP gibi partiler ve diğer gruplarla KADEK arasında bir ittifaktır. Kişileri sembol olarak alırsak, Akın Birdal, Levent Tüzel ve Abdullah Öcalan arasında bir ittifaktır.
Sadece onlar için değil, ittifaka katılmayan ama onunla görüşmeler yapan SHP veya ÖDP için de böyledir. Görüşmeler özünde bu örgütlerle PKK-KADEK veya kişiler sembol olarak alınırsa, Ufuk Uras, Murat Karayalçın ve Abdullah Öcalan arsındadır. Yani hukuki engeller olmasa, gerçek muhataplar bunlar olacaklardır. Ve herkes de bunun böyle olduğunu bilmektedir.
Şimdi, eşyaları adıyla anarsak, legal ve idari engellerden soyup saf politik ve sosyolojik nitelikleri ile ele alırsak, gerek ittifak görüşmeleri, gerek kurulan ittifak, Öcalan’ın formüle ettiği PKK-KADEK çizgisi ile bir ittifaktır. Ama gerçeği, deve kuşu gibi kafayı kuma gömmeden böyle tanımladığımızda bu ittifakı veya görüşmeleri yapanlar bakımından çok önemli çelişkiler ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, ÖDP’lilerin çoğunun gözünde, Öcalan bir Pol Pot’dur, “bebek katili”dir. HADEP ile ittifak görüşmeleri yapmak, fiilen PKK-KADEK ile ittifak görüşmesi yapmaktır, yine fiilen Öcalan ile ittifak görüşmesi yapmaktır. Yani onun savunduğu ve dile getirdiği strateji ile, politika ile, o politikayı ve stratejiyi onaylayan örgütler ile.
Burada ortaya şöyle bir soru çıkar: Eğer görüşte ısrar ediliyor ve Öcalan bir Pol pot, bir “bebek katili” olarak görülüyorsa, ÖDP “Bebek katilleri”, Pol Pot’lar ile ittifak aramakta, hatta onları sadece seçim değil daha ileri ittifaklara gelmediği için eleştirmektedir. Yok ÖDP ittifak aradıklarının böyle olmadığını söylüyorsa, o takdirde, ÖDP’nin PKK-KADEK ve Öcalan hakkında söyledikleri yanlıştır ve İttifak görüşmeleri eski görüşlerin fiili bir reddidir. O takdirde de bu fiili reddin nedenlerinin açıklanması gerekir. Yani, ya PKK-KADEK’in niteliğinde ve Öcalan’da bir değişme vardır, bunların nitelikleri değiştiği için bir ittifak yapılmaya çalışılmaktadır. Bu takdirde hangi olayların ve toplumsal değişimlerin bu değişime yol açtığının açıklanması gerekir. Diğer olasılık, onların niteliğinde bir değişme değil, ÖDP’nin görüşlerinde bir değişme vardır. ÖDP’nin görüşlerindeki değişmenin de iki nedeni olabilir. Ya bu hareket, örgüt ve lider hakkındaki hükümler yanlış verilere dayanmaktadır, örneğin Özel Savaş dairesinin propagandası gerçek olarak kabul edilip böyle bir hüküm verilmiştir. Ya da örneğin, bu hükümler yanlış değildir de, bu hükümlerden çıkarılan sonuçler yanlıştır. Yani Pol-Pot’lar ve “Bebek Katilleri” ile ittifaklar yapılabilir.
Bunlardan hangisi geçerli olursa olsun, bu çelişkiler, ittifak görüşmelerine girişende, eğer bir parça teorik iç tutarlılık kaygısı ve çabası varsa, çok ciddi teorik ve metodolojik bir tartışma ve özeleştiriyi zorunlu kılar. ÖDP’nin hala bu anlamda en küçük bir kımıldama bile göstermemiş olması, teorik tutarlılığın o semtlerde pek esamesinin okunmadığını gösterir.
Evet, ÖDP açısından durum böyle de, diğer ittifak yapıp Emek, Barış ve Demokrasi Bloğunu oluşturan ve destekleyen güçlerin çoğu açısından durum farklı mı? Hayır.
Emek, Barış ve Demokrasi Bloğunu oluşturan ve destekleyen güçlerin çoğu, elbette, PKK-KADEK veya Öcalan hakkında ÖDP gibi düşünmezler. Ama onların büyük bölümünün yakın zamana kadar söylediği, Öcalan’ın yakalanmasından sonra ortaya koyduğu yeni stratejinin, PKK’yı Genel Kurmayın reorganizasyon planının bir parçası yaptığı yolundadır. Öcalan canını kurtarmak için, ihanet etmiş, PKK-KADEK de buna ortak olmuş ve Genel Kurmay böylece Kürt Ulusal Hareketini kontrol altına almıştır.
Bu görüş ister diplomatik ve dolaylı, ister doğrudan ifadelerle, Bloğu oluşturan ve destekleyen bir çok eğilim, parti ve kişi tarafından çeşitli vesilelerle dile getirilmiş, hatta PKK-KADEK’in en radikal destekleyicileri bile bu gerekçelerle, İmralı’dan sonra ondan uzak durmuşlardır.
Bu durumda yine aynı çelişkiyle başka bir düzeyde karşılaşıyoruz: Eğer önceden söylendiği gibi, Öcalan, dolayısıyla PKK-KADEK çizgisi, özellikle yeni strateji, Genel Kurmayın Kürt hareketini kontrol altına alma ve ehlileştirme stratejisinin bir aracıysa, onunla ittifak yapan sosyalist parti, örgüt, eğilim ve kişiler, Genel Kurmayın bu stratejisiyle ittifak yapmaktadırlar, kendileri de bu stratejinin birer aracı haline gelmişlerdir.
Ya da seçimler öncesi günlerde aniden bu hareketin değiştiğini, niteliğinin değiştiğini kanıtlamaları gerekir ki, bunun delili olarak kabul edilebilecek bir tek olgu yoktur.
Ya da tersi doğrudur. Öcalan, PKK-KADEK çizgisi hakkında şimdiye kadar söylenenler yanlıştır. Blok kurularak, şimdiye kadar Öcalan, PKK-KADEK çizgisi hakkında söylenenlerin yanlışlığı itiraf edilmekte, bu yanlışlığı bizzat ayaklarıyla oy vererek tasdik etmiş bulunmaktadırlar.
Bu durumda da yine aynı sorun ortaya çıkar: eğer ortada gerçekten ciddi bir teorik tutarlılık çabası varsa, bu yargıya nasıl ulaşıldığı, hangi metodolojik ve olgusal hataların bu yanlış yargıya yol açtığını tartışmak ve ortaya koymak gerekir. Bloğa katılan ve destekleyen hiçbir eğilimde bu yönde bu güne kadar en küçük bir değinmenin bile görülmemesi anlamlıdır.
Bu durumda son bir kaçamak noktası vardır. Bu ittifak görüşmelerini yapanlar veya bizzat bu ittifakı yapıp onu destekleyenler, şunu iddia edebilirler. Evet Öcalan ve PKK-KADEK’in politikası ve stratejisi son duruşmada HADEP’in politikasını belirlerse de bu özgül durumda HADEP içindeki güçler bu çizginin dışına çıkmışlardır ve biz onlarla ittifak yapmışızdır. Öcalan, PKK-KADEK’e kalsaydı onlar bizlerle bir bloğu istemezlerdi.
Ama bu kaçamak noktası da yoktur. Çünkü, herkes bilmektedir ki, HADEP içinde sosyalistlerle ittifakı istemeyenler, bağımsız adaylar veya diğer partilerle ittifakı savunanlar PKK-KADEK çizgisine uzak olanlardır. Gerek Öcalan, gerek PKK-KADEK sosyalistlerle ittifaktan yana açıkça tavırlarını belirttikleri için HADEP’e bu ittifak çizgisi damgasını vurabilmiştir.
Özetlersek, gerek ÖDP gibi ittifak görüşmeleri yapanların Öcalan, PKK-KADEK’e ilişkin sosyolojik değerlendirmeleri; gerek Blok kuranların ve onu destekleyenlerin Öcalan ve PKK-KADEK’in çizgisi ve yeni stratejisine ilişkin değerlendirmeleri arasında bir çelişki vardır. Eğer eski yargıları doğruysa yaptıklarının yanlış olduğunu söylemeleri, blok görüşmeleri yaptıkları için veya blok kurdukları ve onu destekledikleri için özeleştiri yapmaları gerekir. Yok eğer Bu görüşmeler ve Blok kuruluşu doğru ise, eski yargıları yanlıştır. İç tutarlılık bunu gerektirir. Ne var ki, iç tutarlılığın, teorik tutarlılığın gerektirdiğinin olmaması, suskunluk çok anlamlıdır ve bu anlam üzerinde durmaya değer.
*
Lenin, Din üzerine yazdığı bir makalesinde, “Bir papaz” der “Bolşevik partisine üye olabilir mi?” ve cevabını yine kendisi verir: “Evet”der. “Eğer Partinin programını ve tüzüğünü kabul ediyorsa olabilir. Program insanların inançları konusunu ele almaz. Yani kimseden ateist olmasını istemez. Programımız için çalışır ama akşamları kilisede de insanları dua etmeye çağırabilir. Bunda bir çelişki yok mudur? Elbette vardır. Ama bu onun kendi iç çelişkisidir. Parti açısından bir sorun oluşturmaz.” Dedikleri aşağı yukarı böyledir. (Ve bu yaklaşım bütün modern toplumsal parti ve ittifakların temelidir. Modern toplumda milyonlarca insanın iradesi ancak böyle bir yöntemle bir araya getirilebilir. Bu nedenle, ilkeler, ideolojiler üzerine modern örgütler kurulamaz, somut yapılacak işler planı olan programlar ve biçimsel kuralları düzenleyen tüzükler ve yasalar biricik araçlardır. Küçük burjuva sosyalizmlerinin hiçbir zaman anlayamadığı ve anlayamayacağı da tam budur.)
HADEP ile blok kuran veya kurma görüşmesi yapanlar aşağı yukarı tam da Bolşevik Partisine üye olmuş hayali papazın durumundadırlar. Yaptıklarıyla dedikleri arasında bir çelişki vardır. Ama bu çelişki onların kendi iç çelişkisidir. Politik olarak ilişkileri belirlemez ve belirlememelidir. Bu ancak ideolojik mücadelenin konusu olabilir.
Bu bakımdan, örneğin PKK-KADEK çizgisinin, “siz bizim hakkımızda şimdiye kadar böyle diyordunuz ama şimdi de bizimle böyle ilişkiler kuruyorsunuz, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Önce bu çelişkinizi çözün ya da bu tavrınızın gerektirdiği otokritiği yapın” gibi bir tavır içinde olmaması ve soruna bütünüyle politik olarak bakması, son derece doğrudur ve yerindedir. Keza biz de, bütün bu çelişkileri görmemize rağmen, bunu hiçbir zaman blok görüşmelerinin ve bloğun bir sorunu olarak görmedik. Çelişkili ya da çelişkisiz bu tavırları selamladık. Politik olarak bizi, kişi ya da örgütlerin öznel çelişkileri ve tutarsızlıkları değil somut politik tavırları ilgilendirir. Bu çelişkileri ortaya koymak ve onlara karşı mücadele etmek, politik değil ideolojik mücadelenin konusudur. Zaten burada bu çelişkiye dikkati çekerek bunun gereği yapılmaktadır.
Politik tavırla ideoloji arasındaki bu çelişki başka bir şeyi kanıtlar, PKK-KADEK’in stratejisinin doğruluğunu. Yani Demokratik Cumhuriyet stratejisinin, yani Kürt Ulusu Üzerindeki ulusal baskıya son vererek bunun yan ürünü olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi değil, Türkiye’nin demokratikleşmesinin yan ürünü olarak Kürt Ulusu üzerindeki ulusal baskının son bulması. Bu Strateji, Türk ezilenlerini kazanmayı gerektiriyordu. Türk sosyalistlerinin bu ittifaka bütün bu çelişkilere rağmen ve yüzde on barajının baskısı altında gelmesi, aslında tarihsel ve sosyolojik olarak bakıldığında, bu çağrıya Türkiye’nin ezilenlerinin bir cevap verdiği anlamına gelir. Elbette bu cevap şimdilik kendine sosyalist diyen akımlarla sınırlıdır, ama burada önemli olan bunun mümkün olduğunun kanıtlanmasıdır.
Gerek ittifak görüşmeleri yapanlar, gerek ittifak kuranlar ayaklarıyla bu stratejinin doğruluğuna oy vermişlerdir. Stratejinin kendisi doğru olmasa, Türk sosyalistlerini kendisiyle ittifaka zorlayamaz ve onlarda bir çelişki de ortaya çıkmazdı.
(devam edecek)
demir@comlink.de
http://www.comlink.de/demir/
10 Kasım 2002 Pazar
Dostları ilə paylaş: |