Öngörüler ve Yanılgılar
Seçim yapıldığı gün son saatlerde bir yazı yazdım (“Seçim Sonuçları Üzerine Öngörüler”) ve seçimlere ilişkin kimi öngörülerde bulundum. Hem de özellikle, bu öngörülerin her hangi bir gelişmeyi etkilemesinin artık olanağı bulunmadığı saatlerde. Bunu açıkça belirtmek için yazının son noktasını koyduğum saati de oraya kaydettim. Politik bakımdan anlamsız bir iş gibi görülebilir. Ama benim açımdan, pratik ve eğitici bir anlamı vardı bu yazının ve bu şu an okuduğunuz yazı için pratik bir deney anlamı taşıyordu. Bunu da yazının son satırında ima ediyor ve şunları yazıyordum:
“İşte bizim dolaylı ipuçlarından çıkardığımız bir seçim tahmini. Muhtemelen yanlıştır. Çünkü hayatımızda yaptığımız hiçbir tahmin tutmadı. Bu niye tutsun ki?”
Bu yazıyı yazmamın amacı her şeyden önce, hata yapmaktan korkmamak gerektiğinin somut bir örneğini vermekti. Kimileri vardır, hata yapmaktan korkarlar ve hiçbir zaman yanlış bir şey söylememiş olmak için hiçbir şey söylememeyi tercih ederler. Sanki yanlış bir ön görünün, sizin bakışınızın, kararlarınızın da yanlış olduğu anlamına geleceği türünden bir varsayımın geçerli olduğunu düşünürler. Bu evde kalmış bakirelere karşı somut bir örnekle bundan pek de korkmamak gerektiğini gösterme çabasıydı bu yazı. Yani bunu bizzat kendi üzerimdeki bir deneyle kanıtlama çabası. Yoksa, artık seçimlerin son saatinin geldiği, her hangi bir şeyi etkileme olanağının bulunmadığı, birkaç saat sonra sonuçların belli olacağı bir zaman diliminde işi gücü bırakıp böyle bir riske girmenin bir anlamı olamaz. Yanlış bir öngörüde bulunmamak için birkaç saat hiçbir şey yapmamak yeterdi.
Zaten, yazılarımı ve onlardaki düşünce çizgisini biraz izlemiş bir kişi bunu kolaylıkla görebilir. Ön görüler ve yanılgılar konusu, çeşitli yazılarımda defalarca tekrar tekrar dönerek ele aldığım bir konudur. Birkaç örnek vereyim.
Örneğin 21 Aralık 1999 tarihinde yazdığım “Bir Dönemin Eşiğinde” başlıklı yazımda aynen şunları yazarım:
“Meteorologlar, hava durumuna ilişkin bir öngörüde bulunabilmek için, dünyanın dört bir yanına yayılmış ölçerlerden gelen nem, sıcaklık, basınç, rüzgar vs. durumu hakkındaki verilere; uzaydan çekilmiş fotoğraflara; her iklimde görülen kendini tekrarlamalara; önceki tecrübelerden çıkarılmış ve mükemmelleştirilmiş bilgisayar modellerine dayanıyorlar ve buna rağmen yine de çoğu kez yanlış öngörülerde bulunabiliyorlar.
Toplumda ise, ne bu ölçerler var, ne mevsimlerin kendilerini tekrarlayışları, ne de matematik modeller. Dolayısıyla topluma ilişkin her ön görü, daha baştan büyük bir yanılgı tehlikesini içinde taşır. Bu nedenle topluma ilişkin bir öngörüde bulunmak, bir öngörüden ziyade; bir eğilime; bir sürece dikkati çekmek gibi bir anlam taşır. Belirtilmemiş bile olsa, daima koşullu bir nitelikleri vardır. Çünkü hiç bir zaman bütün etkenleri içermeleri söz konusu olamaz. Bu nedenle, daha çok da sezgiseldirler.
Koşullu önermeler ve ön görüler ise, gerçekleşmemeleri durumunda bile doğru olabilirler. Yani onlar olgulara ilişkin yanılmış ama yöntemsel düzeyde doğrulanmış olabilirler. Toplumsal ön görülerde önemli olan da, olgusal değil yöntemsel doğruluktur.
Bunun en tipik örneği, Marksistlerin devrim beklentilerinde veya bu devrimlerin izleyeceği yolu ilişkin ön görülerinde görülebilir. Bu ön görülerin hemen hemen hiç birisi olgusal düzeyde gerçekleşmemiştir; tam da bu gerçekleşmeyişin somut tarihte izlediği yollar o ön görülerin ardındaki sağlam metodolojiyi doğrular. O öngörüler gerçekleşmediği için, tersinden doğrulanırlar ve insanlık azaplar içinde kıvranmaya devam eder. Özetlersek, toplumsal bir ön görüde önemli olan, eğilimdir; yöntemdir; onun gerçekleşip gerçekleşmemesi değil; olgusal değil, yöntemsel doğruluk önemlidir.
Kaldı ki, tıpkı kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesine benzer bir ilişki söz konusudur toplumsal öngörülerde. Öngörünün kendisi, bir toplumsal fenomen olarak, öngördüğü toplumsal olay üzerinde onu saptırıcı ve belirsizleştirici bir etkide bulunur. Hava durumu üzerine bir öngörü meteorolojik bir olay değildir, dolayısıyla bir düşüncenin, bir sözün hava durumu üzerinde bir etkide bulunması düşünülemez, ama toplum söz konusu olduğunda, her söz, her düşünce; ne kadar doğru ya da yanlış olursa olsun, toplumsal süreçler üzerinde bir etkidir ve onlardan bir etkilenmedir; öngörünün kendisi de bizzat bir toplumsal olaydır ve bizzat öngördüğü üzerinde bir etkide bulunur. Bu ise belirsizliği daha da arttırır.”
Açık ki, toplumsal olaylarda ön görülerin nasıl muazzam bir yanılma payı taşıdığı hakkında böyle satırlar yazan birinin, niye böyle son saatte hiç gereği yokken bir öngörü yapması, hem de çok iyimser bir öngörü gariptir. Aslında bu iki sorunun cevabı da bu yazı içinde bulunmaktadır. Artık hiçbir şeyi etkileme olanağının olmadığı seçimlerin bittiği ama henüz neticelerinin bilinmediği saatlerde yazıp okuyucuya ileterek, tabiri caiz ise, son paragrafta belirtilen öngörünün toplumsal süreç üzerindeki etkisi, yani Kuantum fiziğindeki belirsizlik etkisine benzetilen duruma olanak verilmemek, sıfırlanmak istenmektedir.
Bu işlemin didaktik bir deney olduğunun ip ucu da bizzat yine yukarıdaki alıntıda açıkça ifade edilmektedir: yani olgusal yanılgılar ve yöntemsel yanılgılar sorunu.
Yazılarımızı kendi iç sistematikleri içinde izlemiş biri bu soruna da defalarca değindiğimizi, bu konuyu tekrar tekrar ele aldığımızı kolaylıkla görebilir. Yapılmak istenen şey çok açıktır, bu öngörülerin hepsi yanlış olabilir ama onların yanlışlığına rağmen tavır doğrudur, yaklaşım doğrudur diyebilmek için bizzat kendimizi bir denek olarak ortaya koyuyoruz. Bunun böyle olduğunu ima için de, yazıyı çok sınırlı, artık hiçbir anlamının olmadığı bir sürede yazıp, asıyoruz. İkinci bir ima da, yukarıda alıntı yaptığımız, “Bir Dönemin Eşiğinde” başlıklı yazıyı, birkaç saat önce, tekrar Yazılar ve Yankıları Forumuna asıyoruz. Okuyucuya bir ip ucu veriyoruz.
Öngörüler hakkında başka yazdıklarımız da var. Örneğin şu an nerede olduğunu hatırlayamadığımız için adını verip doğrudan aktarma yapamadığımız bir yazımızda okuyuculara biraz alayla, kötümser tahminlerde bulunmaları, dünyada her şey kötüye gittiği için, hep haklı çıkacakları ve isabetli tahminlerde bulunmuş olacakları, bunun avantajları, örneğin kötü bir şey beklendiği için moral bozukluğu olmayacağı, bu bakımdan ekonomik olduğu. Eğer kötü ön görüler gerçekleşmezse de, bu sefer iyi bir şey gerçekleşmesinin, gerçekleşmemiş kötü öngörünün burukluğunu fazlasıyla telafi edeceğini yazarız.
Ya da bizzat bu seçim döneminin başlarında yazdığımız, “İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine” başlıklı yazıda, kötümserliğin sadece devrimci bir erden değil, devrimci olmanın olmazsa olmaz şartı olduğunu yazarız.
Şimdi, kötümser öngörüler hakkında hep doğru çıkarlar diyen; kötümserliğin devrimci bir erdem olmaktan öte günümüzde devrimci olmanın koşulu olduğunu söyleyen; toplumsal süreçlerde ön görü yapmanın neredeyse imkansız olduğunu söyleyen biri niçin otursun da iyimser bir ön görüde bulunsun, hem de bu öngörünün artık hiç kimseye moral verip etkileme olanağının bulunmadığı bir zamanda? Bu soru, o yazının bizzat kendini bir denek olarak ortaya koyarak bir deney yapma olanağı, bir tür tuzak olduğunu her halde kanıtlar.
Tuzak kendi içinde kimlere yönelik olduğunu da ima eder aslında: Gerçekçilere.
İşte bu gerçekçilerden birkaç alıntı:
“KİM OLDUĞUNU BİLMİYORUM KARDEŞİM AMA RESMEN SAÇMALAMIŞSIN SAÇMALAMAKLA DA KALMAMIŞ UÇMUŞSUN. HAYALLERİNİN CAMDAN GEMİSİ GERÇEĞİN KAYALIKLARINA TOSLADI BİLE. KURTULUŞ DEVRİMDE SOSYALİZMDE” (1 Mayıs - grubundan bir eleştirmen)
Yeni Toplum e-Grubunda kazete adlı biri alayla şöyle yazıyor örneğin: “demir arkadas, ne olcek simdi?” diye alay ediyor. Daha böyle niceleri var.
Bu yazıyı yazarken gelen bir diğeri:
“Degrli demir arkadas,
secimler bitti.Senin tahminlerin ne yazik bir iyiniyetten öteye gitmedi.Politik konulari isleyen uzun yillar coskuyla plitik yazilar yazan biri olarak tahminlerin tutmasinin artik zamani gelmedimi? Bunlari söylemeye sunun icin karar verdim:Enazindan bir yildan fazla bir zamandir sürekli yazilarini okuyorum.Son yazilar sanki baska birinin
elinden cikmis gibi toplumdan, realiteden uzak.
Benim önerim yazilar geneli ilgilendirmeli daha cok.Zordur ama
kalicidir.Selamlar“
*
Şimdi, bu deney yazıda yazılan şeyler bizdeki gerçek düşünce ve umutları yansıtmamıştır demek istemiyoruz. Yazı tamamen bizin düşüncelerimiz ve ön görülerimizdir; yanlış yapmaktan, isabetsiz bir şeyler söylemekten korkulmadığı için de sere serpe yazılmışlardır. Ve açıkça ön görülerin hiç biri gerçekleşmemiştir. Ama gerçekleşseydi de daha doğru olmazdı orada söylenenler. Sadece bir tahmin tutmuş olurdu. Ama bu bir tavrın, analiz araçlarının doğru olduğu anlamına gelmezdi. Doğru bir öngörü veya tahminle doğru bir tavır ve davranış arasında hiçbir ilişki yoktur. Hele ki bu gün, bu ilişki tamamen kopmuş bulunmaktadır. Ama en iyisi baştan başlamak.
Bir forumda, Oktay adlı bir forum katılımcısı, muhtemelen bizler gibileri kast ederek şunları yazıyor:
“'Eski tufekler' artik iyi dusunmeli, 60-70'lerin ajitasyonu, yarin devrim olacak hayalleri ile, avci palavrasi ucurmasiyla iktidara geliyoruz, yeniden sohret olacaz, meshur olacak havalarina girmek yerine, su ise en bastan baslayip, kenara cekilin, genclere savundugunuzu iddia ettiginiz seylerin temellerini ogretmeye, bildiginiz diliniz dondugunce bu tur seyler yapmaya bakin. Onumuzde uzun yillar yok, yas 20 degil, fasist darbe uzerinden 25 yil gecti, sizin birak isminizi, partinizin, orgutunuzun ismini bilmeyen kusak dogdu, o bile coluga cocuga karis(iyor)(ti).”
Biz de bu genç eleştirmenimizin tavsiyesine uyup savunduğumuzu “iddia ettiğimiz şeylerin temellerini öğretmeye, bildiğimiz, dilimiz döndüğünce bir şeyler yapmaya” bakalım. Ne var ki, kötü bir rastlantı, öncelikle, “yarın devrim olacak hayalleri”nin hiç de yanlış bir şeyler yapmak anlamına gelmeyeceği de öğretmemiz gereken temellere dahil.
*
Konu aslında hiç de yeni değildir. Lenin, şu an adını hatırlamadığım ve bu nedenle kaynağı zikredemeyeceğim bir makalesinde, gerçekçilere karşı Marks’ın hayalciliğini kastederek, Marks, Engels der, hayatları boyunca devrim beklediler ve hep yanıldılar, muhatabımız ise çok gerçekçi, ama Marks ve Engels’in yanılgıları çok daha devrimciydi anlamında sözler eder. Tam kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama aşağı yukarı böyleydi.
Gerçekten de Marks Engels’in mektuplaşmalarını okuyan, onların en küçük bir işçi hareketi kıpırdanmasında, her ekonomik krizde, bir devrim beklentisi ile dolduklarını ve heyecanlandıklarını görür. Biri diğerine, “son kriz ağrılarıma ilaç gibi geldi” der. Diğeri, “eğer şöyle olur da böyle olursa, Hurraa!” diye savaş naraları atar.
Ama bu beklentilerin hiç biri gerçekleşmez. Buna karşılık, Paris Komünü gibi gerçek bir toplumsal hareket, kitlelerin tarihsel inisiyatifi ortaya çıktığında, bir yandan bilim adamı olarak onu bir tarihsel deney derinliğine analiz ederler, diğer yandan başarısı için ellerinden geleni yaparlar. Bu hiçbir zaman, şöyle yapmamalıydılar tavrı olmaz. Onları öyle yapmamaları yönünde uyarırlar ama olay bir kere gerçekleşince de yığınların tarihsel inisiyatifini selamlamaktan kaçınmazlar.
Bu eylem adamlığı ve bilim adamlığını birleştiren klasik Marksist geleneğin son büyük halkası Ernest Mandel’de bile böyleydi. Her krizde bir devrimci kabarış beklentisiyle dolar tükenmez bir enerjiyle oradan oraya koşardı. En son Doğu Almanya’da duvarın yıkılışı ile sonuçlanan gösteriler başladığında, o sıralar Gorbaçow’un deneyini analiz ettiği kitabının tanıtımı için Hamburg’a gelmişti. Her zaman olduğu gibi yine bine yakın kişi dinleyici olarak oradaydı. Önce “Biraz önce Doğu Almanya’dan geldim, orada işçi hareketi tarihinin en büyük olayları oluyor, şimdi böyle bir ortamda yazdığım kitabın pek bir önemi kalmıyor. Ama sizler bu kitap için buraya geldiniz. Toplantının yarısında DDR’deki gelişmeleri, diğer yarısında Kitabı ele alarak bir uzlaşma noktası bulalım” demiş ve ardından DDR’deki gelişmelerin, Batı Almanya’nın varlığı nedeniyle bürokrasiye karşı bir sosyalist devrimle sonuçlanmasının yüzde bir ihtimal olduğunu söyledikten sonra bu yüzde biri öyle bir coşkuyla anlatmıştı ki, geri kalan yüzde doksan dokuz, bu heyecan ve coşkunun parlaklığı karşısında göze görünmez olmuştu. İstatistikler veriyordu. Şu birkaç gün içinde şu kadar insan yürüdü, şu kadar plakat vardı, insan başına şu kadar pankart düşüyor. Bu şöyle bir örgütlülük düzeyidir, bu kadar kısa zamanda bunu başarmak ancak işçi Sınıfına özgüdür diyordu. Sonra bunları işçi hareketi tarihinin büyük olaylarıyla karşılaştırıyordu.
Bu hayalcilerin yanılgıları, gerçekçilerinkinden bin kat daha gerçekçi ve devrimcidir.
Biz de sadece bu geleneğin şekillendirdiği bir insan olarak öyle davrandık.
Bir yandan onun başarısı için, tıpkı Marks’ın Paris Komünarları için “İsyan etmeyin, bu çılgınlık olur” demesi gibi, SHP ve ÖDP ile bir blok oluşabilmesi için, her şeyi yaptık.
Ama isyan bir kere başladıktan sonra, Marks çok bilmiş bir eda ile, kızgınlıkla, yenilgiye mahkum olduğunu söylediği bir işe giriştikleri için onlara küsüp, köşesine çekilmez; yığınların bu tarihsel inisiyatifini selamlar ve bu sefer o isyanın başarıya ulaşması için elinden geleni yapmaya çalışır. Biz de, önerilerimiz gerçekleşmese de onlara küsmedik, ortaya çıkan küçük bloğun bile harekete geçirdiği coşku ve inisiyatifi selamladık, onun başarıya ulaşması için elimizden geleni ardımıza koymadık.
Şimdi, bunların hiç birini yapmayan, bu Marksist tavırla zerrece ilişkisi olmayanlar, karşımıza çıkıp “işte yenildiniz, işte aldığınız yüzde altı oy, hani nerede barajı aşıyordunuz, konuşmayın, konuşmaya hakkınız yok!” diyorlar. Tıpkı birer Plekhanov gibi davranıyorlar. Şunu hiçbir zaman anlayamadılar ve anlayamayacaklar, bizlerin yanılgıları, onların isabetli ön görülerinden bin kez daha doğru ve gerçekçidir.
*
Doğru ve gerçekçidir, çünkü, bizlerin ön görüleri şu veya bu nedenle gerçekleşmediyse, bu bizlerin tavrının ve yaptıklarının yanlış olduğu anlamına gelmez. Seçimleri doğru ya da doğruya yakın tahmin eden yığınla anket şirketi ve oralarda çalışanlar var. Diğer partilere oy veren, onları destekleyen nice insan, gazeteci DEHAP’ın böyle aşağılarda kalacağını söylediler, bu onların daha doğru ve gerçekçi olduğunu mu gösterir? Hayır. Bu gerçekçilerin tavırları onların en büyük yanılgısını örter sadece: bu sistem içinde insanların mutlu olacağı.
Bloğun yüzde altıyı geçmeyeceği ön görüleri yapılsaydı, tavrın farklı mı olması gerekirdi? Yine hayır? Çünkü tek doğru davranış ancak bloğu desteklemekti bu seçimde. Hiç bir zaman hiçbir mücadelenin sonucu kesinkes önceden belli değildir. Bloğun yüzde altı alacağının da hiçbir zaman garantisi olamaz.
Zaten, bizim Marks, Engels, Lenin, Mandel’lerin ilerleyen ve aydınlanmacı tarih anlayışının kuşaklarının zincirinden farklı olarak getirdiğimiz de budur. Hiçbir umut olmaması halinde bile yapılacak iş değişmemektedir, aksine daha gerekli olmaktadır demekteyiz. Yani bir angajman ile bir beklenti ve umut arasındaki bağı bile koparıyoruz. Sadece hiçbir şeyin yüzde yüz önceden bilinemeyeceği noktasından hareketle insanları sosyalizme çağırıyoruz. Büyük bir olasılıkla diyoruz, insanlığın yaşama şansı yok. Ama bu hiçbir zaman yüzde yüz de değildir, tıpkı insanın doğanın bir tesadüfü olması gibi, sosyalizm de olabilir. Bu küçücük olasılık için, aksi olacağının yüzdü yüz kesinliği olmadığı için insanları bu uğurda ahlaki bir seçim olarak mücadeleye çağırıyoruz.
Aynı şey, bu seçimler veya başka bir durum için de geçerlidir. Bloğun barajı aşamayacağı, milyonda dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz olsaydı da tavrımız değişmezdi, o milyonda bir için aynı şeyleri yapmaya değirdi.
Kaldı ki, bizler için seçim de önemli değildi. Seçimle bir şeyin değişeceğine de inanmıyorduk. Seçimdeki başarı ezilenlerin, özellikle de Kürt ulusal hareketinin mücadelesini güçlendireceği için onu istiyorduk. Bu seçim dönemi kampanyasının kendisi bizzat muazzam bir kazanım olmadı mı? İlk kez, Kürt hareketi ile, Türk sosyalistlerinin elde kalan en iyileri bir araya gelip birlikte bir şeyler yaparak birbirlerini etkileme, tanıma ve anlama olanakları bulabildiler bir parça da olsa. Bu daha birkaç ay önce bile tasavvur edilebilecek bir durum değildi.
O halde, seçime ilişkin beklentilerimiz ve yanılgılarımız konusuna önce metodolojik olarak böyle bakmak ve onlardan dolayı zerrece utanmamak gerekiyor. Bu politik bir tavırdır çünkü ve tavrımız politik olarak doğrudur her şeyden önce. Tahminlerde doğru olmak nasıl doğru bir politikanın kanıtı olamaz ise, yanılış tahminler yapmak ta yanlış bir politikanın kanıtı olamaz. Hatta aksine, insan aynı zamanda bir moral makinesi olduğu için, doğru politikayı izleyenlerin daha coşkulu ve dolayısıyla yanılgılı olması arasında ilişki bile vardır.
*
Kürt hareketi içinde şimdi bu sonuca bakıp, ANAP, SP ile ittifakın doğruluğunun veya bağımsız adaylar göstererek en azından mecliste bir grup kuracak kadar millet vekili seçtirmenin, veya Karayalçın’ın aşağılayıcı koşullarını her şeye rağmen kabul etmenin doğru olduğunun bu sonuçlarla görüldüğünü söyleyenler çıkacaktır.
Hayır, bütün bunlar yüzde on barajı aşılsaydı yanlış olacağı gibi, şimdi de yanlıştır. Çünkü, bloğun sağladığı ve harekete geçirdikleri, ortaya koyduğu tarihsel deney bunların karşısında gerçek bir kazanımdır. Çünkü, Kürt ulusu ancak Türk ezilenleri ile ittifak kurarak; Türk ezilenleri de Kürt ulusunun üzerindeki baskıyı kaldırmayı kendi temel hedef ve görevlerinden biri yaparak bu günkü duruma son verebilirler. Blok bunun tohumudur. Bu tohum büyüyüp serpilmedikçe hiç biri gerçekleşemez.
Özetle, tahminlerdeki yanılgılar politik olarak yapılanların ve tavırların yanlışlığı anlamına gelmez. Hatta tam da doğruluk beklentilerdeki yanılgıları besler. Tıpkı, Marks, Engels’lerde olduğu gibi.
Bu yanılgı ve nedenleri elbette tartışılmalıdır. Ama bu olgulara ve yönteme ilişkin bir tartışma olmalıdır. Tahminlere ilişkin yanılgılarımızdan tavrımızın yanlışlığı sonucunu çıkaranlarla değil, onlara söylenmesi gerekenler burada söylenmiştir.
04 Kasım 2002 Pazartesi
demir@comlink.de
http://www.comlink.de/demir/
Dostları ilə paylaş: |