Sembolik bir dille bunun eksik bir keşif olduğunu, fakat yine de ilâhî hakikate bir tercüman gibi kabul edilmesi gerektiğini b



Yüklə 1,61 Mb.
səhifə36/48
tarix09.01.2019
ölçüsü1,61 Mb.
#94518
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   48

b) Nübüvvet.

İbn Rüşd nübüvvet me­selesini Allah'ın bir fiili olarak ele alır ve bunun aklen mümkün olduğunu söyler. Peygamberliğin ispatı sadedinde özellik­le mucizeleri ele alan filozof hiçbir düşü­nürün mucizeleri inkâr etmediğini, esa­sen filozofların bu gibi inanç alanına gi­ren konularda kendi yöntemlerine göre hüküm vermemeleri gerektiğini belirtir.829 Ona göre bu meseleyi mucizelerin kabulü veya in­kârı bağlamında ele almaktan çok, pey­gamberlik iddiasında bulunan her şahsın gösterdiği bazı fevkalâde olayların muci­ze sayılıp sayılmayacağının araştırılması gerekir. Eş'arîler tarafından savunulan, peygamberlerin varlığının akılla kavranı-labileceği ve bunun aklen mümkün ol­duğu iddiası tabiat olaylarındaki imkân anlamına gelmez; zira tabiattaki imkân gözlem sonucunda bir şeyin olabilirliği­nin kabulü esasına dayanır. Vacip terimi ise bunun aksine daima olması zorunlu olan şeyler için kullanılır.830 İbn Rüşd'e göre bu fevkalâde olay­ların zuhuru peygamberliğin ispatı için yeterli bir kanıt oluşturmaz. Nitekim Hz. Muhammed. karşıtlarına meydan oku­yarak peygamber olduğunu ispat etmek amacıyla kendiliğinden olan şeylerin dı­şında, herhangi bir nesneyi başka bir nes­neye çevirme şeklinde harikulade göste­rilere tevessül etmemiştir ve mucize ola­rak sadece ilâhî kelâm olan Kur'ân-ı Ke-rim'i getirmiştir. Kur'an'ın Allah kelâmı olduğu, ancak onun muhtevasına bakı­larak ve diğer ilâhî kitaplarla mukayese edilerek anlaşılabilir. Bu çerçevede Kur-'an'ın mahlûk olup olmadığı tartışmala­rına yer veren filozof Kur'an'ın lafzının da mânasının da kesin olarak Allah kelâmı olduğunu söyler.

Ölümden sonraki hayata gelince bu bü­tün dinlerde var olan bir inançtır. Dolayı­sıyla âhiret inancından ziyade bunun ne şekilde olacağı konusu tartışılmıştır. Ba­zıları öldükten sonra yalnızca ruhun diri­leceğine inanırken bazıları hem beden hem de ruhun birlikte dirileceğini savun­muştur. Bu konuda vahiyden başka hiç­bir kaynak güvenilir bilgi aktaramadığın­dan vahyin açıkladığı bilgileri kabul etmek gerekir. Vahyin ışığında Öldükten sonra dirilmeyi kabul ettikten sonra ko­nuyla ilgili ayrıntılarda farklı görüşler öne sürmek din bakımından ciddi bir sakınca teşkil etmez.831

Ahlâk ve Siyaset. Ahlâk ve siyaset ko­nularında müstakil bir eser kaleme alma­yan İbn Rüşd'ün Eflâtun'un Cumhuri­yet (Devlet), Aristo'nun Retorika ve Nikomakhos Ahlakı adlı eserlerine yazdı­ğı şerhlerdeki değerlendirmelerinden ve kendi zamanına ait göndermelerden bu konudaki görüşleriyle ilgili bazı ipuçları elde etmek mümkündür. Aristo'nun Po-Htikasıyerine Eflâtun'un Cumhûriyet'i-ne şerh yazmayı tercih etmesinin sebe­bi Poliüka'nm Arapça'ya tercüme edil­memiş olmasıdır. Cumhûriyet'e yazdığı şerhin Arapça aslı kaybolmuş ve sadece Samuel ben Yehuda tarafından yapılan İbrânîce çevirisi günümüze ulaşmıştır. Diğer taraftan Aristo'nun Nikomakhos Ahlâkı adlı eserine yazmış olduğu şerhin Arapça orijinali de kaybolmuş, İbrânîce tercümesinden bazı bölümler zamanımı­za İntikal etmiş ve Lavvrence V. Berman tarafından yayımlanmıştır.

İbn Rüşd'e göre insanî yetkinlikler {kemâlât) nazarî erdemler, sanatlar, ahlâkî erdemler ve iradî fiiller olmak üzere dör­de ayrılır. Aslında insanlığın en son hede­fi nazarî erdemleri kazanmak olduğun­dan öteki erdemlerin hepsi sadece naza­rî erdemlerin gerçekleştirilmesi için var­dır. Tabiatı gereği medenî bir varlık olan insan hemcinslerinin yardımı olmadan bu erdemleri elde edemez. Bunun için insan hayatı başkalarıyla paylaşmak zorunda­dır. Ahlâk ilminin amacı erdemlerin ma­hiyetinin bilinmesi değil yaşanmasıdır. Aristo'dan beri klasikleşmiş olan "altın orta" teorisine göre hikmet, iffet, şecaat ve adaletten oluşan erdemlerin orta nok­tasını eksiği ve fazlası bulunmayan nor­mal davranışlar teşkil eder.

Toplumda yönetenlerin ve yönetilenle­rin bulunması tabii bir kural olduğundan bu farklılık ayrı sınıfların oluşmasına yol açmış ve böylece devlet ortaya çıkmıştır.832 Diğer müslüman dü­şünürler gibi İbn Rüşd de devletle insan ruhu arasında paralellikler kurarak kişi­nin erdemli olabilmesi için nefsin diğer bölümlerinin nazarî hikmetin hâkimiyeti altına girmesi gerektiği gibi devletin de ideal bir devlet olabilmesi için yönetimin hikmete dayalı olması gerektiğini belir­tir. Devletin asıl görevi vatandaşları ara­sında erdemlerin yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bunun İçin devlet biri ikna (eği­tim), diğeri de zorlama olmak üzere iki yol takip edebilir. İkna yollan Aristo gibi İbn Rüşd'e göre de halkın büyük çoğunluğu için retorik ve şiirsel söylem, seçkinler ve bilgeler içinse aklî istidlal yöntemleridir. Gerçekçi ve akılcı olmayı sürekli ön plan­da tutan filozofa göre ikna yöntemiyle başarı sağlanamazsa zorlama yoluna baş­vurulabilir. Aslında bu olumlu bir metot değildir; çünkü zorlama ancak bir fikri kendi isteğiyle kabul etmeyenler için baş­vurulan bir yöntemdir, dolayısıyla erdemli bir devlette buna ihtiyaç duyulmaz.

Savaş kaçınılmaz olduğundan devlet, vatandaşları arasında savaşın gereği olan kahramanlıkları teşvik etmelidir. Kahra­manlık erdemiyle ilgili olarak bölgeden bölgeye, toplumdan topluma farklılıklar görülür. Bir erdem olarak kahramanlı­ğın elde edilmesi konusunda Eflâtun'un CumhûriyeCindeki görüşlerini tekrarla­yan İbn Rüşd. aklî yöntemlerin insanlar tarafından daha iyi anlaşılması için onla­rın duyuları aracılığıyla doğrulayabilecek-leri örneklerden yararlanmak gerekir. Ay­nı şekilde kaza ve kader, âhiretteki mü­kâfat ve ceza gibi konularda da bu yön­temi kullanmak uygun olur, aksi takdir­de toplumda yanlış inanışlar yaygınlaşabîlir.

Bir devlette doktorların ve hukukçula­rın bulunması zorunludur. Ancak hukuk­çulara ve doktorlara fazla gerek duyul­ması sistemin bozukluğunun göstergesi­dir. Buradan devletin organlarına geçen filozof, Eflâtun'un Cumftûriyefindeki görüşlerini açıklayarak devlet başkanı­nın doğuştan ne gibi meziyetlere sahip bulunması gerektiğini, sonradan hangi özellikleri kazanması icap ettiğini ve han­gi usullerle seçilmesinin daha uygun ola­cağını tartışır.833 Ona göre insan olarak kadınlarla erkek­ler eşit olmakla beraber cinsiyet bakımın­dan kabiliyet ve yetenekleri farklıdır. An­cak bu farklılıklar kadınların devlette gö­rev almalarına, felsefe ile uğraşmaları­na engel teşkil etmez.834 Er­demli devletin bozularak sapık devlet ha­line nasıl dönüştüğünü araştıran filozof yine Eflâtun'un görüşleri doğrultusunda monarşi, timokrasi. oligarşi, demokrasi ve tiranlık şeklinde beş farklı devlet mo­delinden söz eder ve bunlarla erdemli devlet arasında karşılaştırmalar yapar. Hikmet, iyi anlayış, hayal gücü ve savaş­ma yeteneği gibi karakteristik özellikle­re sahip yöneticinin başkanı olduğu dev­letin erdemli devlet sayılacağını belirtir.

Hz. Peygamber ve dört halife devrinde müslümanların erdemi esas alan bir hu­kuk devleti kurduklarını ve bu devletin örnek alınması gerektiğini söyleyen İbn Rüşd'e göre Muâviye b. Ebû Süfyân döne­minde bu devlet şan ve şerefi ön plana çıkaran timokrasiye dönüşmüştür. İslâm dünyasında bu geleneğin Murâbıtlar dev­rine kadar böyle devam edegeldiğini söy­leyen düşünür, bu devlet şeklinin kendi­sinin yaşadığı dönemde hazcı bir tiranlık biçimini aldığını belirtir.835 Erdemli devletin karşısında yer alan bozuk devlet şekillerinin en iyisi seçkin­lerin yönetime hâkim olduğu oligarşiler­dir. Monarşilerde ise yönetim bir aileden gelen fertlerin elinde bulunur. Devletin malî ve iktisadî imkânları daha çok bu aileye mensup veya yakın kişilerce kulla­nıldığından askerler bunların ödedikleri vergilerle beslenir. Savaş durumu ortaya çıkınca krallar asker temin etmek için za­man zaman zenginlerin mallarına el ko­yar ve böylece monarşiler istibdat şeklini alır. Demokrasilerde İse hürriyet sevgisi hâkimdir ve halkın farklı kesimlerinin gö­rüşleri ön plana çıkar. İbn Rüşd, kendi za­manındaki yönetimlerin nisbeten buna benzediğini düşünmektedir.836 Eserin sonunda Eflâ-tun'un görüşlerini eleştirici bir gözle değerlendiren düşünür, onun adaletle ilgili fikirlerinin kesinlikten uzak diyalektik bir söylem, öteki dünya ile ilgili görüşlerinin ise edebî, retorik söylem olduğunu belir­terek bu görüşlerin yetersiz ve geçersiz olduğunu belirtir.

Tıp ve Astronomi. Ebû Mervân b. cür-yûl ve Ebû Ca'fer et-Tercâlî gibi bilginler­den tıp öğrenimi gören, İbn Tufeyl gibi devrin önde gelen hekimleriyle birlikte ça­lışan ve Murâbıtlar sarayında özel hekim olarak görev yapan İbn Rüşd aynı zaman­da döneminin önde gelen hekimlerinden-di. İbnü'l-Ebbâr'ın bildirdiğine göre Endü­lüs'te onun dinî fetvaları kadar tıbbî re­çetelerine de değer verilirdi.837 Tıp alanında telif ve tercüme olarak yirmi üç kitap kaleme alan filozofun bu eserlerin­den on sekizi günümüze ulaşmıştır. Bun­ların en önemlisi el-Külliyyât fi't-tıb'Öir. İbn Rüşd, burada tıbbın genel konularını incelemiş, özel konular hakkında ayrı bir eser yazmayı planlamışsa da vakit bula­madığı için bu hususu Ebû Mervân İbn Zühr'ün Kitâbü't-Teysîr'me havale et­miştir. Anatomi, fizyoloji, pataloji, semi-yoloji. terapati. hijyen ve tedavi konula­rının ele alındığı yedi ana bölümden oluşan el-KüHiyyât'in tıp sanatı için bir giriş, bu sanatı uygulayanlar için bir el kitabı olarak yazıldığı bildirilmektedir. Ona gö­re tıbbın amacı hastalıkları iyileştirmek değil yapılması gerekeni vaktinde yap­maktır. Dolayısıyla tıp. doğru ilkelerden hareketle insan bedeninin korunması ve hastalıkların ortadan kaldırılmasını amaç­layan bir sanattır.

Francisco Rodrigez Molero, el-Külliy-yâf'ın Rönesans döneminde yazılmış tıp kitaplarının özelliğini taşıdığını, bu bakım­dan Câlînûs'un eserlerinden çok Andreas Vesalius'un eserlerine benzediğini söyle­mektedir. Ona göre İbn Rüşd, el-Külliy-yât'ta eskiden beri tıp otoritelerinin koy­duğu kuralları tekrarlamaktan ziyade yeni bir yöntem geliştirmeyi denemiştir.838 İbn Rüşd'e göre her tabip kendi zamanındaki bilgileri uygu­lar; halbuki eskilerin birtakım görüşleri bugün değişmiş ve geçerliliğini yitirmiş olabilir. Öyleyse, "Biz ancak bugün için bildiklerimizi söyleyebiliriz, kesin olarak bilemediğimiz birçok şeyi ise gelecekte bilmemiz mümkündür.839

İbn Rüşd, gerek el-Kültiyyât'ta gerek­se öteki eserlerinde insanın tabii, biyolo­jik ve psikolojik güçleri üzerinde durur. Kan dolaşımı konusunda kalbin fonksi­yonlarıyla ilgili olarak verdiği bilgiler do­layısıyla onu Harvey ve Sorvetius'un Ön­cüsü gibi görenler olmuştur.840 Filozofun, organ­ların görevlerini yerine getirmesi ve iradî hareketleri sağlaması konusunda eî-Kül-liyyât'ta yaptığı açıklamalar, Allah'ın var­lığını ispat amacıyla kullandığı inayet de-lilindeki açıklamalarıyla örtüşmekte ve bu durum onuntıbbı ile teolojisi arasın­daki paralelliğin güzel bir örneğini teşkil etmektedir.

XX. yüzyılın başında İspanyol araştır­macı Vincenz Fukala, İbn Rüşd"ün Felix Platter ve Johannes Kepler'den çok ön­ce, Câlînûs'tan beri kabul edilen gözün ışığa duyarlı bölümünün göz bebeği ol­duğu fikrini reddederek bunun ağ taba­kası (retina) olduğunu tesbit ettiğini bil­dirmiş ve bu tesbitin modern oftalmolo­jinin oluşumunda önemli bir yer tuttuğu­nu belirtmiştir.841 Tıpta tecrübenin önemine temas eden İbn Rüşd daha çok tıbbın teorikyö-nüyle ilgilendiğini, ancak zaman zaman kendisinin ve yakın akrabalarının tedavi­siyle uğraştığını, bu konuda gözlemler ve deneyler yaptığını kaydetmektedir.842 Bu arada doktorların konsültasyon yapmaları­nın faydalı olacağını bildirmektedir ki bu yöntemin modern tıbbın gelişmesinde önemli bir merhale oluşturduğu kabul edilir. İbn Rüşd, hem kadı hem de bir he­kim olduğu için daima fıkıhla tıp arasında bağıntı kurmaya çalışır. Ona göre eğer bazı haram şeylerin tıpta kullanılmasına lüzum görülürse hekimle fakihin istişare etmesi gerekir. Hekim, alkol ve domuz eti gibi dinen haram olan şeylerin tedavi için kullanılması durumunda ne kadarı­nın helâl sayılabileceğini fakihe danış-malı, fakih de zaruret miktarının tayinini tabibe bırakmalıdır. Dinle tıbbın birbiriy­le çelişir yanının bulunmadığını savunan İbn Rüşd tıbbî konularda bilim dışı yolla­ra başvurulmasına, gökcisimlerinin dün­ya ve insan bedeni üzerinde etkili olduğu­nu Öne süren ve buna göre tedavi usulle­ri öneren astrolojiye, fala. büyüye ve her türden olağan üstü şifa arama yöntem­lerine karşı çıkar. Aristo'yu daha az olmak üzere onun Helenistik dönem yorumcu­larını, eserlerini şerhettiği Câlînûs'u, Fâ-râbî ve İbn Sînâ gibi İslâm filozoflarını eleştirir; özellikle bir hekim olarak çok iti­bar ettiği Câlînûs'un anatomiyle ilgili gö­rüşlerinin daha sonra gelen tabiplerin çoğunluğu tarafından benimsenmiş ol­duğunu, kendisinin ise bu konuda birta­kım kuşkulan bulunduğunu belirtir.843

İbn Rüşd. astronomi alanındaki görüş­leriyle de kendinden sonra gelen bilgin­ler üzerinde etkili olmuştur. Bu konuda­ki dört eserinden sadece birinin İbranî harfleriyle yazılmış Arapça aslı günümü­ze intikal etmiş, diğerinin de Latince ter­cümesi gelmiştir. Özellikle Aristo'nun De Caelo et mundo (gök ve yeryüzü) adlı eserine yazdığı şerhiyle kendisinin ka­leme aldığı De Substentia orbis fele­ğin cevher oluşu isimli eserinde Batlam-yus'un yer merkezli (geocentrique) siste­mine karşı geliştirdiği fikirleri Rönesans döneminde çok itibar görmüştür. Nite­kim İspanyol bilim tarihçisi Juan Vernet, İbn Rüşd'ün Aristo'nun gök ve yeryüzü­ne dair eserine yazmış olduğu şerhin La­tince'ye çevrilmesiyle birlikte Batı dünya­sında yeni bir ilmî reformun gerçekleşti­ğini ileri sürer.844 Bu çevirilerin özellikle, XV. yüzyılda İbn Rüşdcüler'in hâkim olduğu İtalya üniver­sitelerinde eğitim görmüş ve hayatı bo­yunca İbn Rüşdcü bilgin ve filozoflarla yakın ilişki içerisinde bulunmuş olan Copernicus'in Batlamyus teorisini red­dedip güneş merkezli (heliocentrique) sistemi kurmasında önemli tesirler icra et­tiği sanılmaktadır.845




Yüklə 1,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin