Etkileri,
a) Genel Olarak İslâm ve Ortaçağ Felsefesine Etkileri. İbn Rüşd'ün İslâm dünyasındaki etkileri konusunda fazla bir çalışma göze çarpmaz. Abdül-mecîd es-Sagir, Fas'ta yapılan milletlerarası İbn Rüşd sempozyumuna sunduğu tebliğde 1101 onun yönteminin Mağrib'deki yankılarını ele almakta ve bunun çok canlı olmadığını vurgulayarak sebeplerini araştırmaktadır. Salvador Gomez Nogales ise Milletlerarası V. Felsefe Kongresi'nde sunduğu tebliğde 1102 İbn Rüşd'ün kültürler arası karşılaşmadaki önemini vurgulamıştır. Zeyneb Mahmûd el-Hudayrî, Eşeru İbn Rüşd fî felsefeti'l-cuşûri'I-vüstâ adlı doktora tezinde (1983, Kahire) İbn Rüşd, Albert le Grand. Saint Thomas, Siger de Brabant, İbn Meymûn ve Isaac Albalag gibi XIII. yüzyıl düşünürlerinin din-felsefe ilişkisi, kozmoloji ve akıllar teorisi hakkındaki görüşlerini karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Albert Nasrî Nâdir ise bir makalesinde 1103Ortaçağ'daçokçatartışılanveİbn Rüşdcüler'in İbn Rüşd'e mal ettikleri çifte gerçeklik konusunu ele almakta, Corc Zeynâtî de "İbn Rüşd beyneVArab ve'l-Garb" adlı makalesinde 1104 İbn Rüşd'ün Arap dünyasında ve Batı'daki algılanışını araştırmaktadır.
b) İbn Rüşdcülük. İbn Rüşd'ün Orta-çağ'da bazı hıristiyan ve yahudi filozoflarına etkileri ve İbn Rüşdcülük diye bir akımın doğuşu konusundaki tartışmalar hâlâ devam etmektedir. Nitekim Ernest Renan'ın çalışmasından sonra bu hususta pek çok eser ve makale yayımlanmıştır. P. Doncoeur'ün "La religion et les maîtres de 1'AvĞrroTsme" başlıklı makale-siyle 1105 M. Grabmann'ın, Der Latein-ische Averroismus des XIII Jahrhun-derts und seine Stellung zur christti-chen VVeJfanschaung (München 1931) adlı çalışmasında ele aldıkları Latin İbn Rüşdcülüğü'yle ilgili olarak P. Roland Gu-erin de Vaux, "La premiere entree d'Aver-roes chez les latins" isimli makalesinde 1106 İbn Rüşd'ün eserlerinin ilk defa Latin dünyasına girişi, kimler tarafından ne zaman tercüme edildiği. Pariste ortaya çıkışı ve skolastik düşünürler tarafından kullanılışı gibi konuları araştırmaktadır. G. Brunİ de iki makalesinde 1107 İbn Rüşd karşıtı polemikleri ve özellikle Egidio Romano'nun reddiyesini incelemektedir. Müellif daha sonra Latin İbn Rüşdcüler'in merkezini konu alan makalesini neşret-miştir.1108
DominiqueSalman'ın yayımladığı iki makaleden birincisinde 1109 Paris Üniversitesi öğretim üyelerinden Jean de Rochelle'in İbn Rüşd'ün eserleriyle tanışmasını ve Latin İbn Rüşdcü-lüğü'nün başlangıcını araştırmakta, ikincisinde de 1110 İbn Rüşd'ün Roger Bacon, Albert le Grand ve Adam de Buckfield üzerindeki tesirlerini incelemektedir. Aynı konuyu Bruno Nardi "Note per una storia dell'Averroismo Latino" 1111 Charles B. Schmitt, "Renaissance Averroism studied throught the Venetien editions of Aris-totle-Averroes 1112 Mahmûd Kasım, "La phüos-ophie d'Averroes et ses rapports avec la scolastique latine 1113 Muhammed Züneybir, "İbn Rüşd ve'r-Rüşdiyye fî itâ-rîhima't-târihî 1114 başlıklı makalelerinde ele alıp değerlendirmişlerdir. İbn Rüşd-cülüğün Batı dünyasına girişini yeniden inceleyen Rene-Antoine Gauthier. "Notes sur les debuts du premiere Averrolsme" başlıklı araştırmasında 1115 P-Roland Guerin de Vaux'nun yukarıda zikredilen makalesini eleştirmektedir. Albert Zimmermann da İspanya'nın Bic şehrinde düzenlenen (1993) milletlerarası Ortaçağ Felsefesi Sempozyumu'na sunduğu "A propos sur I'AverroTsme latin" başlıklı tebliğinde İbn Rüşdcülük üzerinde Batı dünyasındaki çağdaş değerlendirmeleri tartışmaktadır.
c) Yahudi İbn Rüşdcülüğü. Ortaçağ'da Latin dünyasında olduğu kadar İbrânîler arasında da İbn Rüşdcülük akımının etkili olduğu bilinmektedir. Ernest Renan. Averroes et l'Averroisme'in ikinci bölümünü ayırdığı İbn Rüşdcülük konusunda önce yahudi İbn Rüşdcülüğü akımını incelemiş ve başlıca temsilcileri hakkında bilgi vermiştir. Konunun uzmanı olan Georges Vajda "A propos de l'Averro-îsmejuif" başlıklı makalesinde 1116 İbn Rüşd'ün İspanya, İtalya, Fransa ve Fas'ta mevcut yahudi-ler arasındaki etkisini incelemektedir. Ru-ben Maurice Hayoun veAlain De Libera'-nın ortaklaşa kaleme aldıkları Averroes et l'Averroisme adlı kitapta 1117 yahudi İbn Rüşdcülüğü konusuna oldukça geniş yer ayrılmıştır. Bu hususta ayrıca James Brodrick "Averroes and Maimonides Helen Tunik Goldestein "Dator Formarum: İbn Rushd, Levİ ben Gerson and Moses ben Joshua of Narbon-ne 1118 ve Herbert A. Davidson, ''Averroes and Narboni on the Material Intel-lect" 1119 başlıklı araştırmaları yayımlamışlardır.
d) İtalyan İbn Rüşdcülüğü. Rönesans'a kadar olan dönemde İtalya'da yaygın bir İbn Rüşdcülük akımı bulunmaktaydı. Renan, çalışmasında özellikle Padova şehrindeki İbn Rüşdcülük hareketine genişçe bir bölüm ayırmış, bu akımın temsilcilerini tanıtmıştı. Francesco Lucchet-ta, Roma'da yapılan milletlerarası İbn Rüşd Sempozyumu'na sunduğu bildiride 1120 Padova Üniversitesi'ndeki İbn Rüşdcü hareketle ilgili olarak tesbit ettiği yeni verileri açıklamış ve Cezayir'de yapılan milletlerarası İbn Rüşd Sempozyumu'na sunduğu bildiride de 1121 aynı konuyu tartışmıştır. Öte yandan Dante'nin İbn Rüşd'ün düşüncesiyle yakından ilgilendiği ve hatta bazı yazarlar tarafından İbn Rüşdcü olarak takdim edildiği görülmektedir. Bruno Nardi, İlâhî Komedya'nm ışığında Siger de Bra-bant'ı inceleyen ve buradan Dante'nin felsefî görüşlerini tesbit etmeyi amaçlayan makalesinden sonra 1122 "L'Averroismo di Sigeri e Dante" başlıklı yazısını yayımlamıştır.1123 Rafa-ello Morghen, Roma'da yapılan İbn Rüşdcülük konulu toplantıda Dante'nin İbn Rüşd ile ilgili değerlendirmelerini inceleyerek İbn Rüşdcülük hakkındaki görüşlerini belirlemeye çalışmaktadır.1124
e) İbn Rüşd, Albert le Grand ve Saint Thomas d'Aquina. İbn Rüşd ve İbn Rüşd-cüler ile Albert le Grand ve onun öğrencisi Saint Thomas arasındaki fikrî bağlantı ve etki, adı geçen düşünürlerden bahseden bütün kitaplarda uzun uzadı-ya anlatılmaktadır. Ernest Renan, çalışmasında bu konuya kısaca temas ederken A. Masnovo, 1924 ve 1932 yıllarında yazdığı üç makalede konuyu ilk defa etraflıca araştırmıştır.1125 M.-M. Gorce "La lutte contra gentiles â Paris au Xlllöne siecle" başlıklı makalesinde 1126 daha çok İbn Rüşd'ün Aristo şerhlerinin yayılmasıyla XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Latin dünyasında ortaya çıkan "kâfirler"in (gentües) ve cahillerin görüşlerine karşı tepki hareketini ve bununla ilgili papalık yasaklamalarını incelemektedir. Etienne Gilson, daha Önce kaleme aldığı Saint Thomas ile ilgili çalışmalarında düşünürün İbn Rüşd hakkındaki değerlendirmelerine kısaca temas ederken Ortaçağ felsefesine dair eserinde Albertus Magnus ve Saint Thomas'-nın yanı sıra İbn Rüşd ve İbn Rüşdcülük konusuna özel bir bölüm ayırmıştır.1127
Çalışmalarını daha çok XIII. yüzyıl düşüncesi üzerine yoğunlaştırmış olan Ortaçağ felsefesi uzmanı Fernand van Sten-berghen. La philosophie au XIll siecle adlı eserinde [Paris 1966) Batı düşüncesinde bir dönüm noktası mesabe-sindeki XIII. yüzyılı hazırlayan fikir hareketlerinden, İbn Rüşd'ün şerhleriyle birlikte Aristo felsefesinin Latin dünyasına intikalinden sonra ortaya çıkan fikir akımlarından ve Albertus Magnus ile öğrencisi Saint Thomas'nın bunlara karşı mücadelesinden söz etmektedir. Bu konuda yapılan pek çok araştırmadan bazıları şunlardır : Augustin Mansion. "La theorie aristotelicienne du temps chez les pe-ripateticiens medieveaux: Averroes-Al-bert le Grand - Thomas d'Aquin 1128 Dominique Salman, "Albert le Grand et i'Averroîsme latin" Reuue des sciences philosophiques et theoioglques, XXIV 1129 Bruno Nardi, S. Tommoso d'Aquino, Trattato sull'unita deîl'Intelletto con-tro gli Averroisti. Tradzione, commen-to e introduczion storica (Florence 1938); U. S. Pucci,
Maimonides and Aquinas 1130 S. F. Rug-giero. "Intorno all'influsso di Averroe su S. Alberto Magno"1131 James C. Doig, "Towards Understanding Aquinas' Com-mentarie in De Anima. A Comparative Study of Aquinas and Averroes on the
Diğer taraftan Albert le Grand ve Saint Thomas'nın görüşlerini benimseyen Dominikenler, İbn Rüşd ile ilgili araştırmalar yaptıkları gibi Fransiskenler de bazı çalışmalarda bulunmuşlardır. Fran-siskenler'in çalışmalarını inceleyen C. Kır-zanic, "La Scuola Francescana e l'Aver-roismo" başlıktı makalesinde 1132 bu tarikat mensuplarının İbn Rüşdcüler'le olan ilişkisini araştırmıştır. Antonnino Poppi ise "L'Averroismo neila filosofıa Francescana" adlı makalesinde 1133 Saint Bona-venture, Duns Scott. VViHiam d'Occam başta olmak üzere belli başlı Fransisken düşünürlerinin İbn Rüşd ile ilgili görüşlerini değerlendirmiştir.
f) Siger de Brabant. İbn Rüşd'ün fikirlerinin Ortaçağ'daki en ünlü savunucusu Belçikalı filozof Siger de Brabant'tır. Ernest Renan'ın izinden giderek Latin İbn Rüşdcülüğü ile ilgili çalışmalarını yürüten Pierre Mandonnet Siger de Brabant et I'Averro'isme latin au XIWme siecle adlı eserini yayımlamıştır.1134 Konunun uzmanı olan Fernand van Stenberghen, Siger Brabant d'apres ses oeuvres inedite isimli önemli araştırmasında 1135 Renan ve Mandonnet'nun görüşlerine karşı çıkarak Siger'in bir İbn Rüşdcü olarak takdim edilmesinin doğru olmadığını ileri sürmüştür. Onun XIII. yüzyılda İbn Rüşdcülük adı verilen bir akımın bulunmadığını, bazı küçük grupların kendilerine bu adı verdiklerini iddia eden tezi birçok Ortaçağ uzmanı tarafından eleştirilmiştir. Nitekim Dominique Salman, "Les oeuvres et la doctrine de Siger de Brabant" başlıklı makalesinde 1136 Stenberghen'in tezinin geçersiz ve tutarsız olduğunu göstermeye çalışmıştır. Daha sonra da Ortaçağ felsefesi uzmanlarından Etienne GİI-son Stenberghen'in görüşlerini eleştiren bir yazı 1137 ve İbn Rüşdcüler'in ana temalarından biri olan çift gerçeklik konusuyla ilgili bir makale yayımlamış 1138 ardından QuantinP.Mic-haud, Boece de Dacie'nin yeni bir metnine dayanarak "La double -verite des Averroîstes. Un texte nouveau de Boece de Dacie" başlıklı makalesini neşretmiştir. Rene-Antoine Gauthier de yazdığı İki makalede 1139 1265 Paris Üniversitesi krizinde Siger de Brabant'in rolünü inceleyerek onun İbn Rüşdcü görüşlerini araştırmış ve düşünürün 1272'den sonraki hayatı ve düşüncesi hakkında bilgi vermiştir.
İbn Rüşd'ün günümüz İslâm dünyasındaki algılanışını doktora tezi olarak ele alan Anke von Kügelgen, Averroes und die arabische moderne Ansatze zu einer Neubegründung des Ratio-nalismus im islam {Leiden 1994) başlıklı çalışmasının birinci bölümünde İbn Rüşd ile ilgili bilgi vermekte, ikinci bölümde günümüz Arap entelektüellerinden Muhammed Amâre, Hasan Hanefî, Tayyib Tizînî, Muhammed Âbid el-Câbi-rî. Zekî Necîb Mahmûd ve Muhammed Atıf el-lrâki'nin görüşlerini incelemekte, üçüncü bölümde de genel olarak İbn Rüşd felsefesini ele almaktadır. J. Vhaix-Ruy ise "L'Averroes d'Ernest Renan" başlıklı makalesinde 1140 Reinhart Dozy, Papaz Valantinelli, Emilio Tera ve A. Fa-varo'ya yazdığı yayımlanmamış mektuplarından hareketle Renan'ın Averroes et I'Averro'isme adlı eseri üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır.
İbn Rüşd ile İlgili Milletlerararası Bilimsel Toplantı Metinleri.
1. Fransa Kültür Bakanlığı tarafından 20-23 Eylül 1976'da Paris'te, İbn Rüşd'ün doğumunun 850. yılı münasebetiyle Daniel Gima-ret ve Jean Jolivet'nin başkanlığında düzenlenen milletlerarası toplantının tutanakları : Multiple Averroes, actes de colloque international organise â î'occasion du 850inıe anniversaire de la naissance d'Averroes (Paris 1978).
2. Enrico Cerulli'nin başkanlığında Aca-demia Nacionale dei Lincei tarafından 18-20 Nisan 1977'de Roma'da düzenlenen toplantının tutanakları: Convegne Intemazionale: L'Averroismo in Italia (Roma 1979).
3. Hicrî tarihe göre İbn Rüşd'ün ölümünün 800. yılı münasebetiyle 21-23 Nisan 1978'de Fas V. Muham-med Üniversitesi Edebiyat ve Beşerî Bilimler Fakültesi tarafından düzenlenen milletlerarası toplantının tutanakları: İbn Rüşd ve medresetühû îi'l-ğarbi'l-İslâmî: Acmâlü nedve bi-münâsebeti mürûri şemâniyete kurûnin caiâ veîâ-ti İbn Rüşd (Beyrut 1981).
4. Arap Birliği Eğitim, Kültür ve Bilim Dairesi"nin 4-9 Kasım 1978'de Cezayir'de İbn Rüşd'ün ölümünün 800. yılı münasebetiyle düzenlediği toplantının tutanakları: MüJ-temeru İbn Rüşd, zikra'l-mi'eviyye'ş-şâmine li-vefâtih. 1141
5. Asya-Afrika Felsefe Birliği tarafından 5-9 Aralık 1994'te Kahire'de düzenlenen toplantının tutanakları: The First Spe-cial International Philosophy Confer-ance on ibn Rushd Averroes and En-lightenment (New York 1996). Bunun dışında Almanya'da Saint Thomas Enstitüsü tarafından 7-10 Eylül 1996 tarihinde "İbn Rüşd'ün Aristo şerhi ve Grek geleneği" konusunda Köln'de IV. İbn Rüşd Sempozyumu ve milâdî tarihe göre İbn Rüşd'ün ölümünün 800. yılı münasebetiyle Aralık 1998'de dünyanın çeşitli ülkelerinde toplantılar düzenlenmiştir. Bunlardan ilki, 11-13 Aralık 1998 tarihinde İstanbul'da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi, Alman Kültür Merkezi, Alman Goethe Enstitüsü ve Fransız Küftür Merkezi'nin iştirakiyle düzenlenmiş, aynı tarihlerde Merakeş, Kahire. Tunus ve İspanya'da da benzer toplantılar tertip edilmiş, ancak bunların tutanakları henüz yayımlanmamıştır.
Bibliyografya :
İbn Rüşd, Telhîşu Kitâbi'n-Nefs (nşr. Ahmed Fuâd et-Ehvânî). Kahire 1950, neşredenin girişi, s. 15;a.mlf., Tefsİru Mâ Ba'de't-tabî'a (nşr. Maurice Bouyges), Beyrut 1973; a.mlf.. Tehâ-fütü't-Tehâfüt (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1972; a.mlf.. el-Keşfcan menâhici'l-edille(nşr. Mahmûd Kasım], Kahire 1964; a.mlf.. el-Hâs ue'l-mahsûs (nşr. Helmut Gatje), Wiesbaden 1961, s. 193-202, 208-209; a.mlf., Kitâbü'n-Nefs {nşr. Alfred L. Ivry), Kahire 1994, s. 124-125, 129-130. 135-136; a.mlf.. el-Külliyyât [nşr Ammâr Tâlibî), Kahire 1989, neşredenin girişi, s. 6; a.mlf.. Faşlû'l-makâi (nşr. Albert Nasrî Nâdir], Beyrut 1961, s. 64-68, 72-73, 76-77, 85-88; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 13-14; a.mlf., Bidâyetü'l-müctehid, Kahire 1960, 1, 102; a.mlf., Telhîşu Ma Bacde't-(abica (nşr. Osman Emîn), Kahire 1958, s. 2-3, 11-18, 35-40, 124;a.mlf., Telhîşü'l-Kiyâs {Telhîşu Mantıki Aristo içinde, nşr. Cîrâr Cihâmî), Beyrut 1982, s. 137, 269;a.mlf.. Telhişü'l-Cedel{a.e. içinde), s. 509-510; a.mlf., The Epistle on the Possibility of Conjuncüon ıvith the Actiue !n-tellect{Uc. ve nşr. Kalman R Bland], New York 1982, s. 23, 27-28, 40-41, 46, 52-53, 69, 85-86. 103-105, 109; İbn Bâcce. Resâ'iiü İbn Bâc-ce ei-ilâhiyye (nşr. Mâcid Fahrî], Beyrut 1991, s. 180; İbn Ebû Usaybia, 'Uyûnü'l-enbâ', s. 530-537; İbn Abdülmelik, ez-Zeyl oe't-tekmile li-kitâbeyi'l-Meuşül ve'ş-Ştta (nşr. İhsan Abbas). Beyrut 1973, VI, 21-31; İbn Teymiyye. Der'ü te'â-ruziVaki ve'n-nakl, Riyad 1979, VI, 248; Şâtı-bî, el-Muuâfakât, II, 199; Makkari, Nefhu't-tıb, X, 251; Keşfü'z-zunün, I, 513; Abdülvâhİd el-Merrâküşî. el-Muccib fi telhisi ahbâri'l-Mağrib (nşr. R. Dozy), Leİden 1881, s. 209-216, 224; S. Munk. "ibn Rushd", Dictionnaire des sciences philosophtques, Paris 1847, III, 157-175;a.mlf.. Meiange de phitosophiejuiue et arabe, Paris 1859, s. 418-458; Ernest Renan, Auerroeset l'Averroisme, Paris 1852, s. 15, 29-36, 59, 205, 301-319, 436, 439, 444, 456-460, 462-465; a.mlf.. ibn Rüşd oe'r-Rüşdiyye (trc. Âdil Zuaytır], Kahire 1957, tür.yer.; Pierre Duhem, Le systeme du monde, Paris 1915, IV, 97, 100; Miguel Asin Palacios, "el Averroismo teologico de Santo Tomas d'Aquino", Homenaje a D. Francisco Codera, Saragossa 1940, s. 271-331; Muhammed Yûsuf Mûsâ. İbn Rüşd el-fey-iesûf, Kahire 1945; a.mlf.. Beyne'd-d'tn ve'l-felsefe fî re'yi İbn Rüşd ve felâsifeü'l-''aşri'l-uaşit, Beyrut 1988; P. Manuel Alonso. Teologia deAuerroes, Madrid-Granada 1947, s. 51-98; Leon Gauthier, İbn Rochd (Averroes), Paris 1948; a.mlf.. La theorie d'İbn Rochd (Auerroes) sur ies rapports de la religion et de ta philosophie, Parisl983; Mahmûd Kasım, Fı'n-Hefs ve'l-'akl, Kahire1949; a.mlf.. La theorie de ia connaissance d'apres Averroes et son interpretation chez Thomas d'Aquin, Alger 1978, s. 85; a.mlf., "La philosophie d'Averroes et ses rapports avec la scolastique latine", Actas del V. congreso internactonal defıloso-fia medieval, Madrid 1979, I, 207-217; a.mlf., "İbn Rüşd", Mu'cemü aciâmi'l-ftkri'i-ınsânt. Kahire 1984,1, 139-Î47; a.mlf., el-Feylesüfü'l-müfterâ caleyh ibn Rüşd, Kahire, ts.; 0. Ha-melin, La theorie de l'intellect d'apres d'Aris-tote et ses commentateurs, Paris 1953, s. 58-72; E. J. Rosenthal, Auerroes' Commentary on Ptato's Repubtic, Cambridge 1956, s. 65, 127, 129, 146, 164, 168; Mâcid Fahrî, isiamic Oc-cas'ıonalisme and Its Critiçue by Auerroes and Açuinas, London 1958; a.mlf.. ibn Rüşd fey-lesüfü Kurtuba, Beyrut 1982; a.mlf.. "Felse-fetü İbn Rüşd el-ahlâkıyye", Mü'temeru İbn Rüşd, ztkra'l-mi'euiyye'ş-şâmine ti-vefâüh, Cezayir 1983,1, 199-233; a.mlf.. "Platonic and Aristotelian Elements in the Ethics of Averroes", el-Ebhâş, XXXVI, Beyrut 1988, s. 11-26; George F. Hourani, "ibn Rushd's Defence of Philosophy", The World o{ islam Studies in Honour of Philip K. Hitti (ed. I. Kritzeck- R. B. Winder], NewYork 1959, s. 145-158; a.mlf., Auerroes, London 1976;Georges Vajda. Isaac Albalag, Averro'istejuif, traducteur et anno-tateur d'AI-Ghazali, Paris 1960, s. 7; Muhsin Mahdi, "Averroes on Dİvine Law and Human Wisdom", Ancients and Modern Essays in the Tradition of Political Philosophy in Honour of Leo Sîrauss, London 1964, s. 114-131; a.mlf., "Alfarabi et Averroes: Remarques sur le commentaire d'Averroes sur la Republique de Platon", Multiple Auerroes: Actes du cot-loque internationale (ed. lean Jolivet). Paris 1978, s. 91-103; a.mlf.. "Remarks on Averroes' Decisive Treatise", İsiamic Theology and Philosophy : Studies in Honor of George F. Houra-ni (ed. Michael E. Marmura], New York 1984, s. 188-202; a.mlf.. "Approaches to the History of Arabic Science", Encyclopedia oftheHis-tory of Arabic Science (ed. Roshdi Rashed), London 1996,111,1026-1044; Jacques Berque, "Averroes et İes contrair.es", l'Ambivelence dansla culturearabe, Paris 1967, s. 133-141; Abdurrahman Badavvi. Histoire de la philosophie en islam, Paris 1972, II, 737-870;a.mlf.. "Averroes face au texte qu'il commente", Mui-tiple Auerroes: Actes du colloque Internationale (ed. lean jolivet). Paris 1978, s. 59-89; De Lacy 0'leary. İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri (trc. Hüseyin Yurdaydın - Yaşar Kutluay), Ankara 1971, s. 154-156; Muhammed Abdurrahman Bişâr, e/-Vücûd ve'l-hulûd ft felsefeti İbn Rüşd, Beyrut 1974; C. Kırzanic, L'Averroismo in Italia (Convegno Intemazionale), Roma 1977; G. C.Anawati, Mü'etlefâtü İbn Rüşd, Cezayir 1978; a.mlf., "Bİbliographie de la philosophie medievale en terre d'lsiam pour İes an-nees 1982-1987", Bulletin de philosophie medievale, X-XI1, Louvain-la-Neuve 1968-70, s. 316-369; a.mlf., "Bİbliographie de la philosophie medievale en terre d'Islam pour İes annees 1959-1969", a.e., XXIX (1987), s. 24-47; Hasan Hanefi, "İbn Rüşd şârihan Aristo", Mihricânü İbn Rüşd, Cezayir 1978, s. 1-61; Abdülmerid el-Gannüşî. "La problematique de la haecceite et de l'alterite chez Avicenne et Averroes", Multiple Averroes: Actes du cot-loque internationale (ed. lean Jolivet), Paris 1978, s. 175-188; Edouard H. Weber, "Les ap-ports positifs de la noetique d'ibn Rushd a cclle de Thomas d'Aquin", a.e., s. 211 -248; Salvador Gomez Nogales. "Bİbliografie sobre las obras de Averros", a.e., s. 352-387; Zdsis-law Kuksewicz. "Influence d'Averroes sur des universites en Europe centrale", a.e., s. 275-279; Sholmo Pines. "La philosophie dans l'ec-onomie du genre humain selon Averroes", a.e., s. 189-207; a.mlf., "Recherches sur la doctrine politique d'Averroes", iyyun, Vlll, Jerusalem 1957, s. 65-84; Miguel Cruz Hernandez, "Los limites del Aristotelismo d'Ibn Rusd", Multiple Averroes: Actes du colloçue internationaie (ed. lean lolivet), Paris 1978, s. 129-155; a.mlf., Abu'!-WalldİbnRukd (Averroes) vida, obra, pensaminto, influencia, Cordoba 1986; a.mlf., "Etica e politica na filosofîa de Averrois", Re-vista Portuguesa de /îtoso/îa, XVII, Braga 1961, s. 127-150; Ahmed Şahlan. "Telhîşu Kitabi1 n-Nefs li-Aristo, li'bn Rüşd mahlutun bi-hurûf 'İberiyye", A'mâiü nedveü İbn Rüşd, Beyrut 1981, s. 166-181; Muhammed Miftâhî. "İbn Rüşd ve medresetühü fi'1-ğarbi'l-İslâmî", a.e., s. 87-101; Ahmed Fuâd Kâmil, "Mâ Bacde't-ta- bî'a 'İnde İbn Rüşd", a.e., s. 209-240; Nebîl eş-Şihâbî, "en-Nizâmü'1-felekiyyü'r-Rüşdî ve'l-bPetü'l-fikriyye fî devleti'l-Muvahhidîn", a.e., s. 287-313; Muhammed Züneybir. "İbn Rüşd ve'r-Rüşdiyye fî itârihime't-târîhî", a.e., s. 7-61; Abdülmecîd es-Sagir. "el-Menhecü'r-Rüşdî ve eserühû fi'1-hükm 'alâ tbn Rüşd'inde Me-ğâribeti'l-kameyni's-sâdis ve'ş.-ş.âli§e 'aşer li'1-hicre", a.e., s. 336; Zeyneb Mahmûd el-Hu-darî. Eşeru İbn Rüşd fî felsefeti'l-'uşüri'l-uüs-fâ, Kahire 1983; Muhammed Amâre, el-Mâd-diyye ue'l-mişaityye fi felsefeti İbn Rüşd, Kahire 1983; Abdülkerîm Halîfe. "Edebü İbn Rüşd", Mü'temeru ibn Rüşd, zikra'l-mi'eviyye'ş-şâ-mine U-uefâtih, Cezayir 1983, I, 121-164; Zekî Necîb Mahmûd. "İbn Rüşd fi teyyâri'l-fikri'l-cArabî", a.e.,1, 177-197; Ammâr et-Talibi, "en-Nazariyyetü's-siyâsİyye cinde İbn Rüşd", a.e., [, 215-250; Louis Gardet, "L'originalite d'lbn Rushd", a.e., 1, 361-370; Albert Nasrî Nâdir, "Mezhebü'l-hakikateyn cinde İbn Rüşd ve'r-Rüşdiyyetü'l-Lâtîniyye", a.e., II, 1 -9; Muhammed Emân e!-Câmî. "el-'Akl ve'n-nak-1 'inde İbn Rüşd", a.e., 11, 139-180; Abdülhamîd Sabra. "İbn Rüşd ve mevkıfüh min feleki Batlam-yûs", a.e., 1, 327-340; a.mlf., "The Andalusian Revolt Against Ptolemaic Astronomy Averroes and al-Bitrüji", Transformation and Tradiüon in the Sciences. Essays in Honourofl. Bernard Corıen, Cambridge 1984, s. 133-153; Atıf el-lrâ-ki. en-Nezıatü'l-caktiyyefî fetsefeü İbn Rüşd, Kahirel984; a.mlf., el-Menhecü'n-nakdî/î felsefeti İbn Rüşd, Kahire 1984; N. Mohammed Ovey. Averroes' Doctrine of Immortality, Lon-don 1984; B. Sherman Kogan, Averroes and the Metaphysics ofCausation, New York 1985; Juan Vernet. Ce que la culture doit aux arabes d'Espagne (trc. Gabriel Martinez Gros), Paris 1985, s. 199. 200, 239. 266-267; Cîrâr Cihâ-mî, Mefhümü's-sebebiyye beyne'l-mütekelli-mîn oe'l-felâsife beyne'l-öazzâlî ve İbn Rüşd, Beyrut 1985; Cemâleddin el-Alevî, et-Metnü'r-Rüşdî, Mağrib 1986, tür.yer.; D. Urvoy. ibn Rushd, Paris 1986; a.mlf., "ibn Rushd", His-toryofIsiamicPhilosophy(eö. Seyyed Hossein Nasr- Oliver Leaman). London 1996, l/l, s. 330-345; a.mlf., Auerroes, tes ambltions d'un intellectuel musulman, Paris 1998; Muhammed Âbid el-Câbirî, riahnü ve't-tûrâş, Magrib 1986, s. 211-260; Muhammed el-Misbâhî. İş-kâtiyyetü'l-'akl inde İbn Rüşd, Beyrut 1988; Muhammed Arabi el-Hattâbî, et-Jıb ve't-e(ıb-bâ\' ft'l-Endeiüsi'i-İslâmiyye, Beyrut 1988, s. 346; Oliver Leaman, Auerroes and his Phİlo-sophy, Oxford 1988; Ahmed Fuâd el-Ehvânî, "İbn Rüşd" (trc. İlhan Kutiuer). İslâm Düşüncesi Tarihi (eâ. M. M. Şerif). İstanbul 1990, II, 163-186; Maıtrice Ruben Hayoun - Alalın de Libera. Auerroes et Aoenöisme, Paris 1991, s. 110-112; Hüseyin Sanoğlu, ibn Rüşd ve Felsefesi (doktora tezi, 1993). İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Paul Kurtz, "Intellectual Freedom, Ratio-nality and Enlightnement the Contributions of Averroes", Auerroes and Enlightnement, New York 1996, s. 29, 31; Catherine Wilson. "Modern Western Philosophy", History ofls-lamic Philosophy (nşr. Seyyed Hossein Nasr -Oliver Leaman). London 1996,1/2, s. 1013-1029; Hans Daiber, "Political Philosophy", a.e., II, 857-858; R. Arnaldez. ibn Rushd, Paris 1998; a.mlf.. "La pensee religieuse d'Averroes". SU, VII (1957). s. 99-114;VHI (1957), s. 15-28;a.mlf.. "ibn Rushd71. £/2fİng ), 111, 909-920; P. Doncoeur. "Notes sur les averroist.es latins: Bodce le Dace", Revue des sciences philosophiqu.es et theologiques, IV, Paris 1910, s. 500-511; a.mlf., "La religion et les maîtres de l'Aver-roisme", a.e., V (1911), s. 267-299,486-506; Franz Rosenthal. "Averroes paraphrase on Pla-to's Politeia", JRAS(1934), s. 736-744; a.mlf.. "Spinoza et la pensee arabe", Revue de syn-these, sy. 89-91, Paris 1978, s. 151-174; Davİd C. Lindberg. "Dİd Averroes Discover Retinal Sensitivity", Butletin of the History ofMedi-cine, XL1X, Baltimore 1975, s. 273-278; Corc Zeynâtî, "İbn Rüşd beyne'l-'Arab ve'1-Garb". el-Bâhiş, I, Paris 1978, s. 37-54; a.mlf., "er-Rüşdiyyetü'I-Lâtîniyye", el-Mevsücatü'l-Felse-ftyyetü'l-'Arabiyye, Beyrut 1938, 11/1, s. 618; Muhammed Kâmil Ayâd, "Te'şîru İbn Rüşdcalâ merri'l-'uşûr", MMLA, LİV (1979). s. 24-44; Daniel J. Lasker. "Averroistic Trends in Jewish-Christian Polemics in the Late Mİddle Ages", Speculum, LV/2, Cambridge 1980, s. 294-304; İbrahim Madkour, "Les oeuvres d'Averroes et la comission arabe du Caire", MİDEO, XVI (1983), s. 237-246; Camilo Alvarez De Morales. "El Ki-tab al-Kulliyyât de ibn Rusd problemâtica de su edicion", Gtuadernİ di Studi Arabi, sy. 5-6, Venezia 1987-88, s. 11-19; Philipp W. Rose-mann, "Averroes: A Catalogue of editions and scholarly writings from 1821 onwards", Bul-letin de phitosophie medievale, XXX, Lou-vain-la-heuve 1988, s. 153-221; Charles E. Butterworth, "The Political Teaching of Averroes", Arabic Sciences and Philosophy, 11/2, Cambridge 1992, s. 187-202; Josep Puig Mon-tada, "ibn Rushd Versus al-Ghazâli, Reconsi-deration of a Polemic", MW, LXXXIl/l-2 (1992). s. 113-131; a.mlf.."Lesstadesdela philosophie naturelle d'Averroes", Arabic Sciences and Phi-losophy, Vll/l, Cambridge 1997, s. 115-137; Mustafa Çağrıcı, "İbn Teymiyye"nin Bakışıyla Gazzâİî-İbn Rüşd Tartışması"1, İTED, IX (1995). s. 77-126; Steel Carlos - Guy Guldentops, "An Unknown Treatise of Averroes Against the Avicennîans on the First Cause, Edition and Translations", Recherches de theoiogie et philosophie medieuales (1997). s. 86-135; Ja-cob Leib Teicher, "Averroe". Encyclopedia filo-sofıca, Florence 1967, I, 646-660; Hilmi Ziya Ülken. "İbn Rüşd", İA, V/2, s. 781-798; Refik el-Acem, "er-Rüşdiyye", ei-Meusû'atü'1-felsertyye-tü't-'Arabiyye, Beyrut 1988, H/1, s. 594-613; Şerefeddin Horâsânî. "İbn Rüşd", DMBİ, lif, 556
Fıkhî Görüşleri.
İbn Rüşd fıkıhla da ilgilenmiş. İşbîliye ve Kurtuba gibi dönemin ilim ve kültür merkezlerinde kadılık yapmış, fıkıh alanında oldukça seviyeli iki eseri günümüze ulaşmıştır. Ancak çağdaşları ve sonrakiler tarafından bir fakih olarak hak ettiği ilgiyi görememiştir. Bu durum onun felsefeci kimliğinin fıkıhçı yönünü gölgelediği, felsefeyle içlidışlı olmasının ve fıkhî konuları da felsefenin kazandırdığı bir rahatlıkla ele almasının, görüş ve fetvalarına güven konusunda açıkça telaffuz edilmeyen bir tereddüde yol açtığı şeklinde açıklanabilir. Nübâhî'nin, bilgilerinin çoğunun eski ilimlere dayandığı yönünde bir şayia çıkıncaya kadar İbn Rüşd'ün güvenilir ve bilgisine başvurulur bir kişi olduğunu nakletmesi 1142 bu kanaati teyit eder mahiyettedir.
İbn Rüşd'ün fıkıh alanındaki en meşhur eseri, üzerinde yirmi yılı aşkın bir süre çalıştığını belirttiği, tamamlanması ölümünden yaklaşık on yıl önceye(584/l 188) tesadüf eden Bidâyetü'I-müctehid'dAr. Bu kitapta el-Kelâmü'l~hkhî diye nitelediği (1,56,80) fıkıh usulü alanındaki eseri ise Gazzâlî'nin el-Müstaşfâ'sma yazdığı bir özettir. 582 (1157) yılında kaleme alınan bu özet ez-Zarûrî fî uşûü'l-hkh adıyla yayımlanmıştır.1143 Bidâyetü'l-müctehid'de İsim vermeksizin atıfta bulunduğu eser de (1, 80) muhtemelen bu kitaptır. İbn Rüşd, bu iki eserin girişinde gayet mütevazi bir üslûp kullanarak bunları kendisi için bir hatırlatma olması kabilinden yazdığını ifade eder. Her ne kadar kendi şahsî görüşlerini içerse de başka bir eserin özeti olan, genç sayılabilecek bir yaşta yazdığı ez-Zarûrî'deki fikirlerinde bazı değişmeler gözlenmektedir. Bu eserler dışında İbn Rüşd, özellikle Mâlikî fıkhına dair ve okuyucuyu bu mezhep hususunda müctehid mertebesine yükseltecek nitelikte birkaç eser daha yazmayı düşündüğünü haber vermektey-se de 1144 bunları yazıp yazmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
Mezheplerin fıkıh mantığı ve tekniklerini ana hatlarıyla ortaya koyması bakımından dikkati çeken Bidâyetü'l-müc-tehid, fıkıh sistematiğine göre yazılmış olmakla birlikte İbn Rüşd bunun bir fürû kitabı değil usul kitabı olduğunu, fıkhın ayrıntılarını değil fürûun usulle ilişkisini ve fıkhî İhtilâfların usulî temellerini göstermeyi amaçladığını vurgular.1145 Ayrıca eserinde, fakihin zihninde fürû ile usulü irtibatlandırabilmesi için öncelikle hükmü doğrudan bildirilmiş konulara ve bunlara ilişkin görüşlere, ardından böyle olmadığı halde hakkında yaygın tartışma bulunan meselelere yer vermeye özen gösterdiğini hatırlatır.1146 Hatta eserinin başında kısa da olsa temel usul kurallarını, tanım ve ayırımlarını vermesi 1147 bir bakıma eserin geri kalan kısmının bu usulün açılımı ve örneklendirmesi amacıyla kaleme alındığı İzlenimini vermektedir. Bundan dolayı eserin, fakihlerin görüş ayrılığını konu edinen hilâfiyat literatürünün sıradan bir örneği olarak tanıtılması doğru değildir.
İbn Rüşd bu kitabın daha önceden nahiv, lügat ve fıkıh usulü gibi bilgileri edinmiş kimseleri ictihad mertebesine yükseltme potansiyeline sahip olduğunu ve esasen onu bu maksatla yazdığını belirtir.1148 Bidâye-tü'1-müctehid'in dikkatle incelenmesi de müellifin bu sözünde bir abartma bulunmadığını gösterir. İnsanların ittibâ ve taklide yatkınlıklarının bilincinde olan İbn Rüşd'ün kendi zamanındaki bir grup fa-kihin sadece mesele ezberlemekle meşgul olup bunu fakihlik sanmalarından yakınması, Bidâyetü'S-müctehid'i bu anlayışa bir cevap olması amacıyla yazdığını teyit etmektedir.
Konu başlıkları ve bunların tertibi bakımından geleneksel fıkıh yazım tarzına bağlı kalan İbn Rüşd, Irak ekolünde sıkça görüldüğü üzere farazî fıkhî meseleleri tartışmak yerine sosyal gerçekliği bulunan meseleleri ele aldığı bu eserinde 1149 ağırlıklı olarak fakihler arasındaki görüş ayrılıklarının sebepleri üzerinde durmaktadır. Fakihlerin hareket noktalarını ve görüşlerini takdim ederken olabildiğince objektif bir tavır sergilemiş. Mâliki mezhebine mensup olmasına rağmen bu mezhebin görüşlerini aktarırken kendini dışarıda tutarak "Mâlikîler'e göre" ifadesini kullanmıştır. Bu arada görüş ayrılıklarını verirken dört Sünnî mezheple sınırlı kalmamış, Süfyân es-Sevrî, Evzâî ve Ebû Sevr gibi bağımsız müctehidlerin ve özellikle Zahirî mezhebinin kurucusu Dâvûd ez-Zâhirî ile onun takipçisi İbn Hazm'ın kanaatlerine de yer vermiştir. İbn Rüşd'ün Zahirî mezhebinin görüşlerine yer vermesi. Endülüs'te İbn Hazm'ın öncülüğünü yaptığı bir Zahirî fıkıh geleneğinin bulunmasıyla açıklanabileceği gibi müellifin bu mezhebe sıcak baktığı ve değer verdiği şeklinde de yorumlanabilir.1150 Görüşleri ve gerekçeleri aktardıktan sonra çok defa bunlar arasında tercih yapmakta, bazı yerlerde İmam Mâlik'in görüşlerini zayıf, diğer mezhep imamlarınınkini isabetli bulduğunu açıkça belirtmekte 1151 ve yer yer kendisi de farklı görüşler ileri sürmektedir.1152
İbn Rüşd'ün eseri için seçtiği isimden hareketle kitabın muhtevasına ve yazarın düşüncesine ilişkin değerlendirme yapan bazı Batılı araştırmacılar 1153 matbu nüshanın üzerindeki Bidâ-yetü'î-müctehid ve nihâyetü'î-mukte-şıd adını dikkate alarak bu ifadeyi, şahsî bir hükme ulaşmaya çabalayan için başlangıç noktası ve kabul edilmiş bilgiyle yetinen için bitiş noktası şeklinde anlama eğilimindedir. Ancak İbn Rüşd'ün kendi adlandırması olan Bidâyetü'l-müctehid ve kifâyetü'I-mukteşıd isminin 1154 kitabın muhtevasını daha iyi yansıttığı söylenebilir. Burada kullanılan "muktesıd" kelimesiyle kastedilen şeyin Brunschvig'in de dikkat çektiği gibi "müctehid"in karşıtı olmadığı açıktır. Müctehidin karşıtının usul terminolojisinde "mukallid" olduğu göz önünde tutulursa İbn Rüşd'ün bu adlandırmayı yaparken müctehid tabiriyle mutlak ictihadda bulunacak kimseyi, muktesıd tabiriyle de süregelen mezheplerden birinin sistematiği içinde kalarak ictihad etmeyi tercih eden kişiyi kastettiği anlaşılmaktadır.
Müellifin ilişki içinde bulunduğu Mu-vahhidler iktidarı, Selef akidesini yerleştirmeye çatışan Murâbıtlar'dan farklı olarak Eş'arî inanç doktrinini ön plana çıkarmış, genel tutumları itibariyle aklî ilimlere ve mantığa önem vermiş, bu tutumun bir devamı olarak fıkıh alanında taklide karşı çıkıp ictihad çabasını desteklemişti. Hatta taklid karşıtlığı onları Endülüs'te yerleşik mezhep olan Mâliki mezhebinin fakihlerini eleştirmeye ve kitaplarını yakmaya kadar da götürmüştü. Bu tutumun onlarda Zâhirci bir eğilimin mevcudiyetini gösterdiği söylenebilir. İbn Hazm'ın düşüncelerinin de etkisiyle Emîr Ebû Yûsuf Ya'küb el-Mansûr'un ihtilâfları gereksiz bularak mezheplere karşı bir tutum takındığı hatırlanacak olursa mevcut mezheplerin görüşlerinin dayandığı ilke ve kuralların ve objektif bir yaklaşımla ele alınmasının aralarındaki İhtilâfın büyük ölçüde haklı gerekçelere dayandığını ve görüş ayrılığının pek de kötü bir durum olmadığını gösterme, böylece büyük halk kitlelerinin uyacağı mezheplere yeniden saygınlık kazandırma yönünden ne kadar faydalı olduğu anlaşılır.
İbn Rüşd, yazdığı fıkıh kitaplarında niçin Mâliki mezhebini esas aldığını açıklarken birçok mezhep müntesibinin yaptığı gibi kendi mezhebinin diğerlerinden üstünlüğünden bahsetmek yerine Endülüs'te Mâliki mezhebine göre amel edilmekte olduğunu söylemesi 1155 şeriatın zahirî olarak gördüğü bu tür pratik düzenlemelerin onun düşüncesinde ikinci derecede bir yer işgal ettiğini ve bunda halkın tasvip ve tercihlerine itibar edilmesinde bir sakınca görmediğini ima etmektedir. Buna göre şeriatın zahiri hükümlerine ilişkin olarak şu veya bu mezhebe göre davranmak pek de önemli değildir. Öte yandan İbn Rüşd, fıkıh ve fıkıh usulünün uzunca bir süreç içerisinde belli bir düzeye geldiğini, dolayısıyla hiç kimsenin geçmiş birikimden faydalanmaksızın kendiliğinden bir fıkıh ve fıkıh usulü ortaya koyamayacağını belirtir.1156 Endülüs'te Mâliki mezhebine taassup derecesinde bağlılık bulunması ve aykırı fetva verenlerin sıkıntılara mâruz kalması da onun bu tercihinde rol oynamış olabilir. Fıkıhla ilgili görüşlerinden dolayı İbn Rüşd'ün gerek sağlığında gerekse ölümünden sonra herhangi bir tenkit veya ithama maruz kalmaması gerekçesi ne olursa olsun onun fıkıhta geleneksel çizgiye büyük ölçüde bağlı kalması ile açıklanabilir. Kendi mezhep mensupları da dahil olmak üzere sonraki fakihler tarafından fıkhî ve usulî görüşlerine atıf yapılmaması ise önemsizliğine değil belki felsefe ile fazlaca meşgul olmasına, Gaz-zâlî'yi ve onun şahsında Eş'arî kelâmını eleştirmesine bağlanabilir.
İbn Hazm'ın daha önce yaptığı gibi felsefe ile şeriatı uzlaştırmaya, bu ikisi arasında bir çatışma ve aykırılık bulunmadığını göstermeye özel bir çaba sarfeden İbn Rüşd. şeriatın amacının gerçek bilgiyi ve gerçek ameli öğretmek olduğunu belirtir. İbn Rüşd'e göre gerçek bilgi Allah'ı, mevcudatı ve onların âhiret ahvâlini bitmek olup buna ulaşmak için felsefe ve mantıkla uğraşmak şer'an vaciptir.1157 Gerçek amel ise âhiret mutluluğuna vesile olan davranışta bulunmak, aksi davranışlardan kaçınmaktır. Bu türden fiillere ilişkin bilgi "amelî bilgi" olarak adlandırılır. Amelî bilginin zahir bedenî fiillere dair kısmına fıkıh; şükür, sabır gibi huylar cinsinden nefsânî fiillere dair kısmına ise zühd ve "ulûmü'l-âhire" denilir.1158 Amelî bilgi kapsamında değerlendirilen fıkıh. İbn Rüşd'ün şeriatın bir zahiri ve bir de bâtını bulunduğu şeklindeki bölümlemesinde 1159 muhtemelen şeriatın zahir kısmında yer alır.
İbn Rüşd, fıkhı sadece maddî yaptırımı olan formel hukuk kuralları olarak görmediği için sık sık insaf ve adalet kavramlarına, şâriin amaçlarına atıfta bulunur, Eidâyetü'l-müctehid'ı. fıkhın ahlâkla ve insanlığın ortak tecrübesiyle yakın bağına dikkat çekip onun bu tecrübe birikiminin ürünü temel insanî değer ve hedeflerle olan uyumundan söz ederek tamamlar. Brunschvig, antik Yunan filozoflarının siyaset ahlâkı konusundaki görüşlerini yakından bilen İbn Rüşd'ün, Bidâye-tü'1-müctehid'in sonunda uygulama alanına sokmak amacıyla şeriat kurallarını bir etiğe bağlamaya çalıştığını belirtir ve onun mezheplerin şer! tavsiyelerine ilişkin olarak kullandığı kavramların ahlâkî, ferdî veya fertler arası terimlerle tahlil edilmesi mümkün olmakla birlikte yine de kolektif bir muhteva ile ele alındığını öne sürer.1160
Usul Görüşleri. Delil anlayışı bakımından İbn Rüşd'ün geleneksel çizgiyi devam ettirdiği söylenebilir. Müctehid imamların ortaya koyduğu bazı delil ve yöntemler, konuya bir mezhep zaviyesinden bakmanın bir gereği olarak usul kitaplarında genellikle kesin çizgilerle birbirinden ayrı ve farklı olarak takdim edilmekte ve müellifin mezhebine göre savunma veya tenkitler ortaya konulmaktadır. Bir Şafiî usul kitabında şiddetle reddedilen istih-san. Hanefî usulcülerinin kitaplarında bir yöntem olarak temellendirilip savunulur. Medine ehlinin ameli, istislâh gibi yöntem ve anlayışlara yaklaşımlar da benzer şekilde ele alınır. İbn Rüşd'ün bu delillere ilişkin yaklaşımı ise savunma veya red endişesinden uzak olarak onları hukuk mantığı açısından değerlendirme yönündedir. Meselâ Hanefîler'in istihsanı ile Mâlikî-ler'in istislâhının 1161 veya Hanefîler'in umûmü'l-belvâ anlayışıyla Mâlikîler'in Medine ehlinin ameli konusundaki görüşlerinin birçok noktada örtüştüğünü belirtir.1162 Ona göre önemli olan isimler değil isimlerin altında yatan hukuk mantığıdır. İbn Rüşd'ün bu tutumunun gerisinde, mezhepleri birbirine yakınlaştırmak endişesinden ziyade bu delilleri şâ-riin maksatları ışığında değerlendirme düşüncesinin yattığını söylemek mümkündür. Bu yönüyle İbn Rüşd. sıradan bir fakih olarak değil bir hukuk filozofu olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. Bir filozof da hukukta şu veya bu mezhebe bağlanmayı reddedebilir ve buna karşılık mutlak içtihadı önerebilir.
İbn Rüşd'ün hüküm teorisi aynı denecek ölçüde Gazzâlfnin ei-Müsfaş/d'daki çizgisine benzer. Hükmün şâriin hitabından ibaret olduğu, hitabın da ya peygamberden duymakla ya da onun fiil veya ikrarıyla bilineceği şeklindeki yerleşik anlayışı sürdüren İbn Rüşd ağırlıklı olarak lafız üzerinde durur. Buna göre lafızlar ilk üçü ittifak halinde, sonuncusu ihtilaflı olmak üzere dört kısımdır,
a) Genelliği üzerine hamledilen genel anlamlı (âm) veya özelliği üzerine hamledilen özel anlamlı (hâs) lafız;
b) Kendisiyle özellik kastedilen genel anlamlı lafız;
c) Kendisiyle genellik kastedilen özel anlamlı lafız;
d) Delîlü'l-hitâb. İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid -de lafızların bu delâlet biçimleriyle yakın ilgisi bulunan konulara ağırlık vermiştir. Hakkında hitap söz konusu olmayan meseleler ise şâriin sükût geçtiği konulardır. Bu tür konuların hükmü kıyas yoluyla bilinir. İbn Rüşd, Gazzâlî'yi takip ederek kıyası hukukun kaynakları arasında değil şâriin sözlü veya fiilî olarak yaptığı belirlemelerin açılım yolu ve yöntemi olarak görmektedir.
İcmâın bağımsız bir delil kabul edilmesinin Hz. Peygamber'den sonra ilâve bir şeriat koymak anlamına geleceği yönündeki kanaati paylaşan İbn Rüşd'e göre İcmâ kendi başına bir asıl olmayıp bir dayanak üzerinde gerçekleşir ve dayandığı şey eğer kesin değilse onu zan ifade ediyor olmaktan çıkarıp kesinlik derecesine yükseltir. Şeriatta hükmü doğrudan bildirilmiş olan bir şeyin zahiriyle burhanın götürdüğü sonuç arasında bir çelişki bulunması halinde şeriatın zahirinin te'vil edileceğini savunan İbn Rüşd aynı mantığı burhan-icmâ çatışmasında da devam ettirir. Ona göre şeriatta zahiri üzerine hamledilmesi gerektiğinde icmâ edilen konularla te'vil edilmesi gerektiğinde icmâ edilen konular yanında bir de zahirine mi hamledileceği yoksa te'vil mi edileceği ihtilaflı olan konular bulunmaktadır. Zahirine hamledileceğinde icmâ edilmiş bir konunun burhanın götürdüğü sonuç esas alınarak te'vil edilmesini icmâın zannî olması durumunda mümkün görür: fakat ardından nazarî konularda yakinî bir icmâın gerçekleşmesinin neredeyse imkânsız olduğunu da ekler.
İbn Rüşd'ün kıyas konusundaki görüş ve tesbitleri oldukça ilgi çekicidir. Fakih-lerin fıkıh alanında kullandıkları, kendisinin de bazan şer'î kıyas, bazan fıkhî kıyas olarak ifade ettiği kıyasın aklî kıyasla bir ilişkisi olmadığını belirten İbn Rüşd bu ikisini kategorik olarak ayrı değerlendirir. Dikkat edilecek bir husus da fıkıh eserlerindeki kıyası mantık terminolojisine göre anlamaktan kaçınmanın gerektiğidir. İbn Rüşd'e göre şer'î kıyas, aralarındaki benzerliğe veya birleştirici illete dayanarak herhangi bir şey için şer'an sabit olmuş bir hükmü, hükmü belirtilmemiş olaya vermek demek olup "kıyâs-ı şebeh" ve "kıyâs-ı illet" olmak üzere iki çeşittir. Kıyas, ancak kendisiyle özel bir anlam (husus) kastedilmiş özel anlamlı (hâs) lafız üzerine yapılabileceğinden umum kastedilen hâs lafızdan farklıdır. İkisinde de hükmü belirtilmemiş olan şeylerin hükmü doğrudan belirtilmiş olana ilhak edilmesi söz konusu olsa bile bu işlem birincide iki durum arasındaki benzerlik, ikincide ise lafzın delâleti sebebiyledir.1163 Usulcülerin, "birleştirici bir illet veya nitelik sebebiyle İki şeyden birini diğerine hamletmek" şeklindeki kıyas tanımlarını değerlendiren İbn Rüşd, bunun kıyas olmayıp cüzi olanın küllînin kapsamına sokulması türünden bir işlem olduğu, fıkıh usulünde kıyas tabiriyle de çoğunlukla lafızların mefhumlarıyla gerektirdiği şeylerin kastedildiği görüşündedir. Lafızlar mânayı kendilerini kuşatan karineler sayesinde gerektirir ve bu karinelerin çeşitli dereceleri vardır. Bunlar "fehva'l-hitâb". "el-kıyâs fî ma'-ne'l-asl", "el-kıyâsü'l-muhîl ve'l-münâ-sib" ve "kıyâsü'ş-şebeh"tir. Birinci mertebede yer alan fehva'l-hitâb. hükmün sübutu açısından söylenmeyenin söylenenden daha öncelikli olması durumudur ki usulcülerin çoğu bunu kıyas olarak adlandırmaz. İkinci mertebedeki el-kıyâs fî ma'ne'l-asl. söylenmeyenin söylenen anlamında olması durumunu ifade eder. Üçüncü mertebe ise söylenmeyenin söylenene şer'in onayladığı türde bir maslahat sebebiyle ilhak edilmesidir. Maslahat çokyakm ise "münâsib-i mülâim", orta derecede İse "münâsib ve muhil" adını alır. Eğer maslahat uzak ve genel olursa kıyası benimseyenlerin çoğu bunu kabul etmez. İbn Rüşd, maslahatların zamandan zamana ve durumdan duruma değişip farklılaşacağı gerekçesiyle bu sonuncu türden kıyasın reddedilmesi gerektiğini söyler. Ona göre bu tür maslahatları benimseyen kimseler, gerçekte şeriattan istinbat yapmayıp kendileri sâri' konumuna geçmiş olmaktadır. İmam Mâlik de bu tür maslahatları dikkate aldığı gerekçesiyle tenkit edilmiştir. Dördüncü mertebede yer alan kıyâsü'ş-şebeh, hükme daha uygun olduğu veya aynı anlamı ifade ettiği yahut aralarında uygun illet bağı bulunduğu için değil, sırf aralarında ortak illet bağı bulunduğu izlenimi veren benzerlikten dolayı söylenmeyenin söylenmiş olana ilhak edilmesidir. İbn Rüşd kıyâsü'ş-şebehe örnek olarak fakihlerin ribânın illeti konusundaki tartışmalarını verir.1164
Birçok durumda istihsanın anlamının maslahatı ve adaleti dikkate almak olduğunu belirten İbn Rüşd 1165 istihsan ile istislâhı birbirine yaklaştırma ve her ikisini de bir tür kıyas olarak görerek kıyas kapsamına da-hü etme eğilimindedir. Ona göre şeriat maslahata riayeti teşvik etmiştir, fakat maslahatla amel sınırsız ve gelişigüzel bir şekilde değildir.1166 "İstinat edeceği muayyen bir asıl bulunmayan kıyas", "doğrudan belirtilmemiş (gayri mansûs) bir asıla istinat eden kıyas 1167 ve "maslahatın gerektirdiği kıyas 1168 diye nitelediği "mürsel kıyas" (maslahat kıyası) konusunda İbn Rüşd'ün hangi kanaatte olduğu yeterince açık değildir. Âlimlerin büyük çoğunluğunun bu tür kıyası benimsemediğini, görünüşe göre sadece İmam Mâlikin kabul ettiğini, yine bu tür kıyasa göre davranmanın yeni bir şeriat koymak anlamına geleceğini sık sık tekrarlaması, onun âdeta Zâhirci bir tutum sergileyerek bu tür kıyası tasvip etmediği izlenimini uyandırmaktadır. Buna karşılık bazı fıkhı konularda takındığı tavır ve açıkladığı görüşler dikkate alınınca şer'î hükümlerin hikmetlerini bilen erdemli kişiler için bu tür kıyası kullanma yolunu açık tuttuğu görülmektedir. Nas-ların sadece zahiriyle yetinip maslahat kıyasına gitmemenin bazı durumlarda adalet ve hakkaniyet ölçülerine aykırı sonuçlara götürebileceğine dikkat çeken İbn Rüşd, şâriin genel maksatlarının yeri geldiğinde ön plana çıkarılabileceğini kabul etmekte, fakat bunun kötüye kullanılmasını engellemek için maslahatları tesbit işinin şeriatların hikmetini bilen ve maslahata göre verdikleri hüküm sebebiyle itham edilmeyen erdemli âlimlere bırakılmasını tavsiye etmektedir.1169 Her ne kadar bazı konularda bir öl-Çüde Zâhirîlik eğilimleri taşıdığı gözlen-mekteyse de şâriin maksadına yaptığı atıflar dikkate alındığında, teorik çerçevesini Cüveynrnin oluşturduğu ve Gazzâ-lî'nin de bazı düzenlemelerle geliştirdiği istislâh teorisi konusunda İbn Rüşd'ün önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.
İbn Rüşd, ibadetlerin duyularla kavra-nabilen mâkul bir maslahata dayanmaksızın varit olduğunu kabul etmekle birlikte hukukî hükümlerin mâkul bir anlama dayandığım söylemektedir. Gerek bu düşüncesi gerekse bir kısım görüşleri sebebiyle bazı araştırmacılar onun hukuku rasyonelleştirme çabası içinde olduğunu öne sürmüşlerdir.1170 İbn Rüşd'ün, yerleşik anlayış ve düzenlemelerin Kur'an'da gözetilen hikmete aykırı düştüğünü de ifade ederek hikmet ve maslahatı dikkate aldığına dair birçok örnek bulunmaktadır. Ona göre fakihlerin çoğunluğunun, sedd-i zerîa düşüncesiyle ve katı bir tavır sergileyerek bir lafızla ifade edilen üç talâkı aynen vâki ve geçerli kabul etmesi, bu husustaki şer'î ruhsatı ve amaçlanan yumuşaklığı iptal etmektedir.1171 Yine hangi mesafedeki yolculukta namazın kısalttlabilece-ği tartışmasında İbn Rüşd, kısaltma ruhsatının kullanılabilmesi için belli bir mesafe önerenlerin ve bir mesafe belirlemesi yapmaksızın her türlü yolculukta namazın kısaltılabileceğini savunanların kanaatine katılmayarak oldukça farklı bir görüş ileri sürmektedir. Ona göre mademki kısaltmanın amacı seferde meşakkat olduğu gerekçesiyle bir kolaylık sağlamaktır o halde önemli olan mesafenin miktarı değil meşakkatin bulunmasıdır; bu bakımdan meşakkatin olduğu durumlarda mesafe dikkate alınmaksızın namazlar kısaltılabilir 1172 Böylece İbn Rüşd, birbirinden farklı durumlar ve kişiler için aynı hükmü önermek yerine kişilerin kendi durumlarını dikkate alarak kendilerinin karar vermesinin daha isabetli olacağını düşünmekte ve mükellefe inisiyatif kullanma imkânı tanıyan daha esnek bir görüş önermektedir. Kinayeli lafızla gerçekleşen kazif durumunda had cezasının gerekip gerekmeyeceği konusundaki görüşü de aynı şekilde bir esneklik içermektedir.1173
Medine ehlinin ameli hususunda Mâli-kîler'in görüşlerinin Hanefîler'in umû-mü'l-belvâ anlayışıyla birçok noktada ör-tüştüğünü ifade eden İbn Rüşd 1174 Medine ehlinin ameli konusunda cedelci değil gerçekçi bir anlayış ortaya koymuştur. Medine ehlinin amelinin nasıl şer'î bir delil olabileceği hususunun tahlil edilmesi gerektiğini söyleyerek önceki Mâliki âlimlerinin bunun bir tür ic-mâ olduğu yönündeki görüşünü savunulamaz bir tez olarak değerlendirir. Çünkü bir kısım âlimlerin görüş birliği İcmâ mesabesinde tutulup hüccet yapılamaz. Sonraki Mâlikîler'in de sâ' ölçüsü ve Medine ehlinin nesilden nesile naklettiği şeyleri gerekçe göstererek Medine ehlinin amelinin tevâtüren nakil hükmünde olduğunu ileri sürdüklerini belirtir ve bu yaklaşımı da eleştirir. Zira amel bir fiildir ve fiil bir söze bitişmedikçe tevatür ifade etmez. Tevatürün yolu amel değil haberdir. Ayrıca fiillerin tevatür ifade eder hale gelmesi zor, hatta imkânsızdır. İbn Rüşd. Mâlikîler'in Medine ehlinin ameli konusundaki görüşlerini bu şekilde tenkit ettikten sonra Medine ehlinin amelinin, Ebû Hanîfe'nin savunduğu umûmü'l-belvâ türünden bir şey sayılmasının daha uygun olacağını söyler. Fakat Medine ehlinin ameli umûmü'l-beivâdan daha kuvvetlidir ve bu amelin bir karine sayılacağında şüphe yoktur. Nakledilen bir şeye bitişmesi ve ona uygun düşmesi halinde bu karîne söz konusu nakle birlikte zann-ı gâlib ifade eder; nakle aykırı düşmesi durumunda ise zayıf bir zan olarak kalır. Bu karinenin sabit âhâd haberlerin reddedileceği bir dereceye yükselip yükselemeyeceği meselesinin iyi araştırılması gerektiğine dikkat çeken İbn Rüşd, bunun haberlerin durumuna göre değerlendirilmeye tâbi tutulacağını belirtir ve bazı haberler açısından bu mertebeye yükseleceğini, bazıları açısından yükselemeyeceğini söyler.1175
İctihad Teorisi. İbn Rüşd'e göre müc-tehid istinbatın kaynakları olan kitap, sünnet ve icmâı bilen ve istinbata yarayacak kuralları kendinde toplayan kişidir. Fakat bunlardan önce kişinin Allah'ın kitabını ve resulünün sünnetini hatasız şekilde anlayacak ölçüde lügat ve lisan bilmesi gerekir. İbn Rüşd'ün ictihad şartlarına ilişkin görüşleri Gazzâlî'nin el-Müs-taşlâ'üa getirdiği ölçülere hemen tamamıyla uymaktadır.
İçtihadın şartları, bölünebilirliği gibi konularda Gazzâlî'nin görüşlerini büyük ölçüde paylaşmakla birlikte İbn Rüşd, icti-hadda hata-isabet meselesinde ondan farklı olarak her müctehidin değil içlerinden sadece birinin doğruyu bulmuş olacağını savunur. Ancak yasak illetiyle cevaz illetinin yakınlığı gibi sebeplerden dolayı objektif tercih imkânının mevcut olmayıp tercihin müctehidin görüşüne kaldığı konularda her müctehidin isabet ettiğini söylemenin mümkün olabileceğini belirtir.1176 Hakkında kesin delil bulunmayan her şer'î hüküm ictihad konusudur. Hata-isabet meselesinin teorik temelini, ictihad yoluyla bulmaya çalışılacak bu şer'î hükmün önceden belirlenmiş olup olmadığı tartışması teşkil etmektedir. Buna göre ortada muayyen ve isabet edilmesiyle yükümlü bulunulan bir hüküm varsa her müctehid değil sadece bu muayyen hükme ulaşan müctehid doğruya İsabet etmiş olur. Eğer ortada talebin yöneleceği belli bir hüküm yoksa mükellefiyetin dayanağı İlgili konuda zann-ı gâlib oluşturmaktan ibaret olur ve aynı konuda birbirinden farklı görüşte de bulunsalar bütün müctehidler doğruyu bulmuş olur. İbn Rüşd'egöre şer'î hükümlerin kaynağının şâriin hitabı olduğu ve bu hitabın, hükmü ya sigası ya da mefhumu ile gerektireceği hususu sabit görüldükten sonra her müctehidin isabet edeceğini söylemeye imkân kalmaz. Çünkü bir şeyin bilinme yolunun hitap olması o şey hakkında belli bir hükmün bulunması anlamına gelir. Mevcut hitabın içermediği ve kendisine bir karinenin delâlet etmediği konular ise berâet-i asliyye üzere kalır. Bu konuda Gazzâlî'nin, ictihadda kullanılan delillerin zannîliği sebebiyle iki karşıt sonuca ulaşılmasının mümkün olduğunu ve bunlar arasındaki tercihin kişilerin karakterine ve olayın durumuna göre olacağı şeklindeki görüşünü zikrederek böyle bir görüşün şeriatta keyfî hüküm vermek anlamına geleceğini belirtir. İbn Rüşd'e göre şeriata en büyük zararı verecek olan bu sof istik görüşten uzak durmak gerekir,
İctihad açısından insanlar, taklit etmek durumunda olan sıradan kimseler (avam) ve ictihad şartlarını kendinde toplamış kişiler {müctehid) olmak üzere iki gruptur. Zaruret gerekçesiyle avamın müctehidleri taklit etmesi gerektiği konusunda Gazzâlî'nin görüşünü benimseyen İbn Rüşd. müctehidin kendisinden daha âlim olan başka bir müctehidi taklit edebileceğini kabul etmekle Gazzâlf-den ayrılır. İbn Rüşd, kendi zamanında fukaha diye adlandırılan ve bir yönden müctehidlere, bir yönden avama benzeyen üçüncü bir grubun daha bulunduğundan bahseder ve bunların anılan iki gruptan hangisinden sayılması gerektiğini tartışır. Mertebeleri avamdan daha yüksek olmakla birlikte bunlar yine de mukallittir. Bu kişilerin avamdan farkı, ictihad şartlarını taşımaksızın müctehid-lerin görüşlerini ezberleyip halka haber vermektir. Bunlar âdeta müctehidlerin görüşlerini aktaran nakilcilerdir. Ancak bu sınırda da kalmamış, daha ileri giderek taklit ettikleri kimselerden bir hüküm nakledilmemiş olan konuları onlardan nakledilmiş hükümlere kıyas etmişler ve böylece müctehidlerin görüşlerini kendi ictihadlannın temeli yapmak suretiyle hüküm kaynağı olmayan bir şeyi hüküm kaynağı haline getirmişlerdir ki bu bir sapıklık ve bid'attır. Fakihlerin öncekilerin çözümlerine kıyas yapmayarak sadece nakilde bulunmaları da caiz değildir. Çünkü her dönemde farz-ı kifâyeleri yerine getirecekbirilerinin bulunması gerektiği konusunda âlimlerin icmâı bulunmaktadır. Meydana gelen hadiseler sınırsız olduğuna göre ve önceki müctehidlerden bu hadiselerin her birine ayrı ayrı hüküm yetiştirmek mümkün olmadığına göre günümüzde sadece nakille yetinmek de imkânsızdır. Şu halde geriye tek bir ihtimal kalıyor ki o da her devirde müctehid bulunmasının gerektiğidir.
Bibliyografya :
EbÛ Dâvûd. "Taharet", 38; İbn Rüşd. Bidâ-yetü'l-müctehid, tür.yer.; a.mlf., ei-Zarûrî fi uşûli'l-fıkh (nşr. Cemâleddin el-Alevî), Beyrut 1994, tür.yer.;a.mlf.. Faşiü'i-makât{nşr. Mu-hammed Amâre). Kahire 1983, s. 22-55; a.mlf.. Felsefetü ibn Rüşd, Beyrut 1982; Şâtıbî. eİ-Mu-vafakat, 1)1, 376; Nübâhî. Târihti kudâtİ'l-En-detüs (nşr. Meryem Kasım Tavîl), Beyrut 1415/ 1995, s. 144;R. Brunschvig,"Averr.oes juriste", Etudes d'orientalisme dediees a la memoire de Leui-Provençal, Paris 1962, I, 35-68; Abdel Magid Turki. Theologiens etjuristes de t'Es-pagne musulmane, Paris 1982, s. 283-293; Hammâdî el-Ubeydî, İbn Rüşd ve culûmü'ş-şe-rVaü'l-İsiâmiyye, Beyrut 1991; H. Yunus Apaydın, "İbn Rüşd'ün Hukuk Anlayışı", Ibnİ Rüşd, Kayseri 1993, s. 147-163; Abdullah Kennün. "İbn Rüşd el-fakih", ed-Dirâsâtü'l-!slâmiyye, IV/l.İslâmâbâd 1969, s. 97-109; J. Langhade-D. Mallet. "Droit et philosophie au XII. siecle dansal-Andalus: Averroesfjbn Ruşd|", Reuue de l'occident musulman et de la mediterranee, sy. 40, Aix-en-Provence 1985, s. 103-121.
Dostları ilə paylaş: |