Şevki Koca
Değerli okurlarım, bu araştırmamızda çoğumuzun son derece hassas olduğu ve fakiyre sürekli sordukları Babagan Bektaşiliğin en üst kurumu olan Dedebaba’lık mertebesinin, içinde bulunduğu bugünkü konuma, hangi sübjektif koşullardan etkilenerek ulaştığını irdelemek arzusundayım. Üzerinde sürekli spekülasyon üretilen ve tarihsel gelişmelerden oldukça uzak düşmüş ön yargılı, karından konuşma formatına’da dönüşmüş yorum ve analizlere de bir cevap olacağı kanaatindeyim.
Esasen, peşinen göze aldığım müspet ve menfi tepkilere marüz kalabileceğim bu çalışmamızın, özellikle analitik düşünebilen değerli aydın ve araştırmacılarımızın hassaten yararlanabilecekleri perspektiflere ulaşması halinde, kendimi bahtiyar addedeceğim.
Günümüzde neredeyse, tasavvufi ve tasarrufi özü boşaltılarak, bir dernek başkanlığına idendifike edilen, bu ıtlak teslikinin karşılığı olan “İbn-ü Vakt” sırrının batini (exsotorigue) donanımını bir başka yazımızda arz etmek üzere (saklı tutarak) bu kurumu tarihi inkişafı boyutunda yansıtmak dileğindeyiz. (Bu makamın Tasavvufi kimliği hakkında, Tarikat Kültürüne dayalı bir araştırmamız, Turgut Koca Baba Divanı adlı derlememizin, 301-365 sahifelerinde detaylı olarak neşrolmuştur. İsteyen araştırmacılar bakabilirler. İst.1999)
Bilindiği üzere, Babagan (Nazenin) Bektaşilik kurumunda en üst makam olarak bilinen Dedebaba’, Bektaşiyye kültür ve teşkilatının mutlak egemen otoritesidir. 1499 yılında Balım Sultan tarafından organize edilen bu makama Dedebaba’ sıfatı ile ilk nasbedilen aziz, Sersem Ali Dedebaba’dır. Görev yılları (922-977 H.) yılları arasıdır. Sersem Ali Dedebaba’dan başlayarak, son Hacı Bektaş postnişini olan Salih Niyazi, Niyazi Dedebaba’ya kadar gelen yirmi altı Dedebaba’nın tümü mücerret olup, genellikle bu makama oy birliği ile seçilerek gelmişlerdir.
Esasen bu araştırmamız, Salih Niyazi Dedebaba’nın, Cumhuriyet Hükümetince çıkarılan “Tekke ve zaviyelerin ılgası”na dair yasa gereği, 1927 yılından itibaren yurtdışına sürgün edilmesiyle başlayan yakın tarihimizle ilgili süreçle yakından ilintili olacaktır.
Salih Niyazi Dedebaba’, 1927 yılında yurt dışına çıkarılması sonrasında, Mısır’a hareket eder ve ilk icraat olarak, elan burada icra-yı faaliyet eden önemli mücerret Bektaşi Dergahlarından olan Kahire yakınlarında Mukattam Dağında bulunan “Kasr-ül Ayn” veya bilinen isimleri ile El-Mağaravi veya Kaygusuz Abdal Tekyesine uğrar. O dönemde bu dergahın postnişinliğini, Mehmet Ali Baba yapmaktaydı. Bu dergahta ünlü Bestekar Şekerci Cemil beyin mahdumu, Hafız Tahsin Başpehlivan Babaya ve Ahmet Sırrı Babaya Halifelik verir. Daha sonra deniz yolu ile Girid’e uğrar ve oradan Arnavutluk’un başkenti Tiran’a gelir. Dönemin Arnavutluk kralı Zogo kendisini hoşnutluk ile karşılar ancak Dedebaba’lık yapmama koşulu ile kendisine Tiran’ın Ali Demi semtinde arazi vakfeder. İlerleyen yıllarda 1935 yılında Salih Niyazi Dedebaba’ buraya bir Dergah inşa eder. Salih Niyazi Dedebaba’, yurtdışına çıkmadan önce Hacı Bektaş’taki pir evinin emanet-i vekaletini ihtiva eden bir mektübu Halifelerinden, Adana P.T.T. Başmüdürlüğü görevinde bulunan Ali Naci Baykal Babaya emanet eder. Söz konusu bu mektubun suretleri halen birçok Bektaşi Babasının arşivlerinde mevcuttur.
Dedebaba’lar serüveni de Salih Niyazi Dedebaba’nın yurtdışına çıkışıyla başlar. Bu konuyu kategorik olarak incelemek gerekirse 1927 tarihi ile başlayan süreçte, bir adedi Arnavutluk da, bir adedi Mısır’da ve bir adedi de ülkemizde olmak üzere üç adet Dedebaba’lık müessesesi oluşmuştur. Şimdi yüksek izinleriniz ile bu üç oluşumu birbirinden münferit olarak arz etmek istiyorum.
Arnavutluk’ta Dedebaba’lar
Esasen kökleri tarihte yatan bir Arnavut milliyetçiliği söz konusu olup, özellikle II. Abdülhamit dönemi artan ölçülerde anti Osmanlı mücadeleye dönüşmüştür. Bu konu yazımızın çok dışında ve özel bir tarihsel analiz kapsamı içermesi nedeni ile, tarihi boyutunu saklı tutarak, konumuzla ilişkilendirmek istiyorum. Kısaca Arnavut’ların tüm din ve ilahiyat işlerini, Arnavut milliyetçiliğinden soyutlayarak izah etmek mümkün değildir. Özellikle 1920’lerde Fuji Martinensi ile başlayan bir Dedebaba’lık arayışları olup, merkezinin Tiran olması doğrultusunda baskın bir eğilim taşımaktaydılar.
1929 yılına gelindiğinde Salih Niyazi Dedebaba’yı devre dışı bırakan Arnavut Bektaşileri, dönemin ulusçu akımlarının rüzgarını da arkalarına alarak, Salih Niyazi Dedebaba’nın yüksek sesli muhalefetine rağmen, Arnavutluğun önemli bir Bektaşi merkezi olan Korça (Görice) kentinde; Priştine, Kruja, Elbasan, Tetova, Fraşeri, Koutche (kuş veya kuç), Timor, Melcan, Jirokastro ve Turan gibi önemli merkezlerde bulunan Bektaşi Tekyelerinden gelen delege Babalar ile bir kongre düzenlemişler ve gizli oy kullanılarak yapılan bir seçimle “Kutsal Dedeler meclisi” adı altında, bir Dedebaba’ ve 12 Babadan oluşan bir kurum oluşturmuşlardır. Kurumun fahri başkanlığına Salih Niyazi Dedebaba’yı getirmişler ve Dedebaba’ makamına, daha önce Pirevinde Atevi Babalığı yapan Görice’li Ahmet Feyzi Muhtar Babayı nasbetmişlerdir. Bu tarihten itibaren Arnavutlukta kurumsal olarak merkezi Tiran kabul edilen bir Dedebaba’lık mekanizması kurulmuş olup, aşağıda arz edeceğim Lahika’ya uygun olarak (zaman, zaman siyasi müdahaleler ile kesintiye uğrasa da) düzenli işleyen seçimler ile Dedebaba’lar seçmişlerdir.
Lahika’ya değinmeden önce bugün dahi dünya Bektaşileri arasında tartışılmakta olan Salih Niyazi Dedebaba’nın şüpheli ölümünden de konu ile doğrudan ilişkisi nedeniyle birkaç cümleyle bahsetmek istiyorum. Arnavutluk 1942 yılına kadar Mussolini İtalya’sının ve 1943 yılına kadar Hitler Almanya’sının işgali altında kalmıştır. 1943 yılından sonra kendisi de bir Bektaşi çocuğu olan Enver Hocanın Emek Partisi öncülüğünde örgütlenen Sosyalistler 1945 yılında Sosyalistler Arnavutluk devletini kurmuşlardır. Bu savaşta bazı Arnavut Bektaşiler, Enver Hocanın partizan örgütünün saflarında yer almalarına karşılık, bazı Bektaşilerse karşı milliyetçi kral Zogo’nun taraf olduğu cephede yer almışlardır.
Salih Niyazi Dedebaba’ böyle bir ortamda, Tiran’daki dergahında, Dervişi olan Aziz Niyazi Triandafil derviş ile birlikte 28 Kasım 1941 tarihinde kurşunlanarak öldürülmüş olarak bulunmuştur.
Salih Niyazi Dedebaba’nın öldürülme anına şehit olan bir tek fert bulunmamıştır. Ölümü üzerindeki sis perdesi hala kaldırılamamıştır. Klasik Arnavut söylemine göre, faşist İtalyan birlikleri tarafından öldürüldüğüdür. Öte yandan yakın zamanda bulunabilen İtalyan belgelerinde Arnavut Partizan birlikleri tarafından katledildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Ancak, eski ittihatçı bir gelenekten gelen Salih Niyazi Dedebaba’nın kral Zogo’ya olan yakınlığı bilinmekteydi. Özellikle 1929 yılı sonrası muhalefet ettiği Arnavut milliyetçiliğine dayalı Dedebaba’lık kurumunu onaylamadığı göz önüne alınırsa, İtalyanlar ile ittifak eden kral Zogo’ya ve anti, komünist İtalyan’lara daha yakın durabileceği savı’da göz ardı edilmemelidir. Kısaca ancak Arnavutluk Emek Partisi arşivlerinde uzman bir tarihçinin gerçekleştirebileceği bir çalışma ile gerçek ortaya çıkarılabilecektir kanaatindeyim.
Salih Niyazi Dedebaba’; 5 Nisan 1876’da dünyaya gelmiş ve 28 Kasım 1941’de Hak’ka yürümüştür. 1967 tarihinde Tiran’daki kabirlerinin Sosyalist Hükümetçe tahrip edilebileceği kuşkusuyla, naaşları taliplerince mezarlarından çıkarılmış ve Tiran yakınlarındaki Tufina kentine kaçırılmış ve 1991 yılında yeniden Tiran’daki dergahına defnolunmuştur. Hemen yanı başında Cafer Sadık Baba ve Ali Rıza Babanın kabirleri bulunmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |