Şevki koca


Cem Radyo, 30.10.2001 Dosttan Dostta Programı



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə29/29
tarix23.10.2017
ölçüsü1,17 Mb.
#12022
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29

Cem Radyo, 30.10.2001

Dosttan Dostta Programı


DÖRDÜNCÜ SÖYLEŞİ
Sevgili Cem Radyo dinleyicileri merhaba. Bir Dosttan Dosta programında daha sizlerle beraber olmanın mutluluğunu ve kıvancını yaşıyorum.

Sesimizin ulaştığı Anadolu’da, Balkanlar’da, Avrupa’da bizi dinleyen milyonlarca dost, can merhabalar.

Cem Radyo Hakk Muhammed Ali sevgisini dünyanın her tarafına deyişlerle ulaştırıyor, insan sevgisini türkülerle ulaştırıyor aynı zamanda söyleşilerle, güzel programları ile bilgili insanları araştırmacıları, yazarları, dedeleri, babaları sizin evlerinize, arabalarınıza konuk etmeye gayret ediyor.

Biz de dosttan dosta programı olarak yine ülkemizin değerlerini, güzel insanlarını sizlere tanıştırıyoruz, aktarıyoruz onların güzel fikirlerinden yararlanmanıza olanak sağlamaya gayret ediyoruz. Bugün yine çok önemli bir konuğum var, Şevki Koca erenler bizimle beraber olacak. Hoş geldiniz programımıza.

Hoş bulduk.



Alevi-Bektaşi-Mevlevi inanç ve kültürü içerisinde kendisine ayrıcalıklı bir yer edinmiş araştırmacı yazar. Özellikle Bektaşilik tarihi üzerindeki incelemeleri ve araştırmalarıyla tanınıyor, araştırmaları son derece önemli, Bektaşi dergahları, Bektaşi uluları önde gelenleriyle ilgili, yaşam öyküleri, fotoğrafları, derlemeleri bu toplum belleği için çok önemli.
Anadolu’da ve Anadolu dışında bulunan dergahlar üzerinde duracağız, çok güncel bir konuydu biliyorsunuz Suudi Arabistan’da bir Türk kalesi yıkılmıştı onlar Türk eserlerine karşı gösterdikleri olumsuz tutumu sürdürme gayretindeydiler bu konuya değineceğiz ve Mimar Sinan diyeceğiz yine bu kültür içinden çıkmış, Suüdi Arabistan’daki yetkililerin yıkmaya çalıştığını yüzyıllar öncesinden kuran bir Bektaşi öncüsü, ulusu olan Mimar Sinan’ın çalışmaları üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Sizin kitaplara yansıyan birçok çalışmanız var, sayısız makalelerin yanı sıra Yeniçerilikle ilgili güzel çalışmalarınız var, Alevi edebiyatı ile ilgili güzel çalışmalarınız var.

Rahmetli babanızdan, çok değerli Turgut Koca’dan büyük bir miras devraldınız ona layık olarak da bu mirası yaşatıyorsunuz, gelecek kuşaklara aktarmak için de faaliyetlerde bulunuyorsunuz.

Sevgili Şevki Koca kaç kitabınız yayınlandı?
Şu anda dört tane bitti.
Potansiyel kitaplarımız var ama yayında değil.
Yayımlanmak üzere Edib Harabi Baba Divanı var onu da Dursun Gümüşoğlu ile hazırlıyoruz. 578 sayfalık orijinal Süleymaniye nüshasını aldık, zaten Harabi Baba’nın 1937’lerde Hüseyin Erdekut Baba tarafından İzmir’de çıkartılmış dar bir kopyası vardı, bu bulduğumuzda aslında orijinal değildir. Harabi Babanın taslağıdır, orijinali kayıp.

Fakat çevirebildiğimiz kadarıyla bu metni hazırladık o da yakında Can Yayınları’nda basıma girecek.

Odman Baba Velayetnamesi’ni, Göçek Abdal’ı 1473 orijinal versiyonundan çevirdik, Çağatay Türkçe’si ile ve bugünün otantik Türk diline çok çarpıcı örnekler getirecek bir güzellikte bir tadı var, inşallah yayınlama alanı bulabilirsek hem tarihsel açıdan bir bilgiyi yerine ikmal etmiş olacağız bir de genetik kültürümüze, toplumsal kültürümüze katkıda bulunmuş olacağız.
Çok daha geniş boyutlu ve ileriye dönük çalışmalarınız da var, Bektaşilik tarihi ile ilgili.
Bütün Bektaşi dergahlarının, 600 yıllık Osmanlı sürecinden cumhuriyete sarkmış olanlarda dahil, Balkanlar’dan Mısır’a kadar, Danzink’ten Cezayir’e kadar olan geniş yelpazedeki Bektaşi Dergahları ve Bektaşi dergahlarının postnişinleri, diye ve mümkün olduğunca resim ve belgelerle, fotoğraflarla donanmış bir şekilde tanıtmaya amaçlayan bir potansiyel çalışmamız var. Ama bu vadeli bir çalışma sanırım.
Ansiklopedik bir çalışma ve bütün kütüphanelerde bulunması gereken bir eser olacak Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilikle ilgili.

Dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır desek yeridir Bektaşilik, Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanına yayılmıştır.
Nasıl oluyor da sınırlar aşan Hıristiyan dünyasındaki azizlerin gönüllerini fetheden ve Türk düşünce dünyasının derinliklerinde Türk dilini ve edebiyatını da İslam çerçevesinde yaşatan Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilik bu büyük inanç ve kültür Balkanlardan Avrupa’ya kadar yayılmış?
Nasıl bir yol ki insanların gönlünü fethetmiş?
Tarihsel olarak Selçukluların son dönemi yani III. Alaeddin Keykubat dönemlerinin içinde bulunduğu mobilizasyona adil topraklar içinde çok iyi bilmek gerekiyor.
Hacı Bektaş Veli Hazretleri 1242 yılında Horasan-Nişabur’da dünyaya gelmiştir. Tarih üzerinde üç aşağı beş yukarı tartışmalar varsa da an-ı daim denilen bir şey vardır zaten büyük evliyaların bu kadar yıl aradan sonra santim santim doğum tarihlerini söylemek mümkün değildir ama bilinen bir gerçek bilinen bir teyit vardır müverrihler(tarihçi) tarafından o da 1242 yılında Horasan’dan geliyor, neyle geliyor?
Bir kültürle geliyor ortada Selçukluların son döneminde merkezi birlikte kalmamıştı eyalet reisliği yapan Nurettin Caca gibi yada Karamanoğlunun beylikleri gibi parçalanmış bir milli birlik vardı, bir de Moğol saldırıları vardı. Bu arada bir büyük düşüncenin gelmesi lazım, birleştirici bir düşüncenin gelmesi lazım menakıblarda Hz. Pir güvercin donunda gelir yani güvercinden daha masum bir don olsaydı onunla gelirdik der kitaplarda.

Bu mürşit köklü bir Yesevi ekolünden tasavvuf eğitimi almıştır. Yani bir başka ifade ile anti radikal bir düşünce bir din anlayışı getirmiştir, keskinliklere agresif yapılara karşı mütemeyyin olan daha liberal dini daha objektif tanımlayan ve daima dostluk ve insanlık mesajlarını içeren bir yapı getirmiştir Hz. Pir.

1299 yılında bir kurultay toplanır, Türkmen geleneğine göre bir kurultaydır bu. O kurultayda menakıblara göre Osman Gazi’nin hanlığa atandığı dönem olarak geçer ve bu atama sırasında Hacı Bektaş Veli’nin kendisini kutsadığı anlatılır, hatta burada Kumral Baba, Şeyh Süleyman-i Türkmani, Sarı İsmail, Ahi Evran, Taptuk Sultan gibi azizlerinde bulunduğu rivayet edilir.

Bu büyük insanlık düşüncesi çok kısa zamanda gerek Hıristiyan dünyasının kendi iç çelişkilerindeki feodal baskılara maruz kalmış halk arasında ve gerekse büyük Moğol baskıları altında kalmış Anadolu halkı arasında bir birleştirici meşale olur, topluma zaten felsefe yapabilme gücü vardır.

Anadolu toplumu felsefe yapabilen bir toplumdur, yapabildiği için bugün ayaktayız. Yunus Emre’yi çıkartabilmiştir, Mevlana Celaleddin’i çıkarmıştır, Hacı Bayram Veli’yi çıkarmıştır.

Genetik bir felsefe bilinci vardır toplumsal katmanların her yerinde o bakımdan bir Acem yada bir Arap tasavvufu hiçbir zaman emperyalist bir şekilde Anadolu insanına yansımamıştır.

Bu kadar baskıya, bu kadar darbeye karşın Anadolu halkı direniş gösterebiliyorsa bu 700 yıllık geleneksel felsefe yapabilme gücünden gelebilmektedir.

Hacı Bektaş din kadim anlamında bir felsefe değildir ama düşünerek akıl ve aşkın dengesini bularak yaklaşmıştır. Keskinliklerden yani Kuran-ı Kerim ve ayetlerinin egzotorik yoğunluğu ile gelmiştir, batıni yoğunluğu ile gelmiştir yani insana gelen yorumları ile gelmiştir.

İnsanın dışında bir merkez tanımadığı için özellikle Ortodoks dünyasında gerekse Anadolu toprakları içindeki gayri kabil dini akımlar karşısında Bektaşilik yıkmaya bir orta yol bulmuştur Ahilik gibi, bir orta denge bulmuştur, keskinlikleri ortadan atmıştır, aşıladıkları taassubu ortadan atmıştır.

Hz. Pir’in geniş felsefesi de üç temele dayanır; taassuptan kurtulmak, cehaletten kurtulmak, sefaletten kurtulmak.

Bizim Allah-Muhammed-Ali dediğimiz tevhid-i sıfat, tevhid-i efal, tevhid-i zat dediğimiz bütün üçlemelerimizin temelinde büyük insanlığa yaklaşmak vardır.

Çünkü Cenab-ı Hakk “bilinmek istedim halkı yarattım” diyor, ben kulumun gören gözü konuşan ağzı duyan kulağıyım diyor.

İnsan Cenab-ı Hakk’ın mahzarında tecellisinden başka bir şey değildir, bütün şerefleri üzerinde toplayarak yaratılmış bir canlıyı nefsi-i emmare batağında yanlış yollara sürükleyen dini akımlar karşısında bir süspansiyon rolü oynamıştır ve Osmanlının kuruluş felsefesi temelinde de bu barışçı ve devşirme gelenek vardır. Bir başka ifade ile söylersem zürriyeten Müslüman değil fıtren Müslüman yapmaya çalışan bir zihniyet vardır, dolayısıyla bakarsanız sadrazamların birçoğu Sırp’tır. Sokullu Paşa Osmanlının günümüze kadar yansıyan birçok yasalarınız yapan değerli bir sadrazam olursanız Sırp prensidir. Mimar Sinan Hz. Ağırnaslı bir Ermeni çocuğudur.

Yeniçeri teşkilatı kurulacağı sırada bir Pençik Kanunu yapıldı. Daha sonra da Yeniçeri antlaşmasına döndürüldü, devşirme kanunu yapıldı.

Bu devşirme kanununda da temel fikri mefküre birliği arandı, büyük insanlık düşüncesine intisap edenlerin dinleri, imanları sorgulanmaksızın sadece insanlığa yapacakları katkılar düzeyinde büyük bir barış ortamı yaratıldı ve burada yapılan bir anlaşmaya göre Acemler, Araplar ve Yahudiler dışındaki kalan kesimlerden devşirme asker toplandı. Bunlar 40 yaşına kadar evlenmezlerdi. Müslüman olurlardı ve Bektaşi tarikatına girerlerdi.

Giderek zamanla bu yapıların içinde de bozulmalar oldu. Ama kuruluş felsefesi büyük insanlığı taşımakta hangi dinden, hangi niyetten olursan ol, Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri’nin dediği gibi yüz bin defa tövbeni kırsan yine gel, umutsuzluk kapısı değil burası, zaten din umut kapısı olmalı maalesef umutsuzluk kapısı haline getirenler yüzünden çekiyoruz günümüzdeki çileleri de.

Hz. Pir bu büyük düşünceyi koyduğu zaman insanoğlunun genetiğinde yatan, genlerinde yatan o büyük saygın ruh yeniden canlandı ve çok süratli bir şekilde gerek Balkanlarda gerek Karadeniz’in kuzeyinde, gerek Doğuda gerekse Akdeniz’in kıyısında yüksek ölçekli bir tasavvuf bilinci ve dostluk köprüsü oluştu ve onların çoğu da Bektaşi oldular, birçok dergahımız da oldu.

Söz gelimi Bulgaristan’ın Pazarcık İlçesi’nde Ballı Baba vardır. Ballı Baba Tetova’ya gelmiş bir azizdir ama Sersem Ali Dedebaba’yı Kanuni Sultan Süleyman sürgüne yollamışlardı o da kendisine biat etti ve gitti Ballı Baba’ya.


Bizim Osmanlı Tarihine bakış açımız nasıl olursa doğru olur?
Fakire göre şöyle olursa doğru olur; hepsi kötüdür dersem doğru olmaz. Onun iyi tarafları da vardır, kötü tarafları da vardır. Her siyasi mekanizma gibi, bunun neresinden baktığınıza bağlı.

Hiçbir evliya, ulular siyasete bulaşmamıştır ama siyasetçiler daima bulaşmışlardır.

O bakımdan Osmanlının iyi tarafına baktığımız zaman bizim genetik Anadolu kültürünü folkunu ve bütün jeneriğini eski Friglerden gelen, Etilerden gelen 1200 yıllık Bizans üzerine kurulmuş olan bütün o batı medeniyetlerinin bir tümü latif ortamı olarak geldiği için bütün güzel değerlerle bezenmişti dolayısıyla güzel değerler Ehlulullah yolunda büyük bir tasavvuf ülküsü yaratarak bir barışçı ruh yarattı.
Balkanlar ve oradan da ileriye giderek Mısır’dan Arabistan içlerine kadar birçok diyar fethedildi, gönül fethiydi bu.

Alevi, Bektaşi, Mevlevi inancı dört kıtada yayıldı.

Osmanlının kuruluşundan bahsettik, Bektaşiliğin de Balkanlar’da yayılma gerekçelerinden söz ederken çok geniş bir coğrafyada, geniş bir alanda sayısız dergahın kurulduğunu söylediniz.

Anadolu dışında en büyük dergahlarımız hangileridir?
Dimetoka’da Seyit Ali Sultan, Mısır’da Kaygusuz Abdal Dergahı. Yalnız Mısır Kaygusuz Abdal Dergahı’nda müverrihler bir hata yaparlar bir postnişinlik silsilesi ile tek bir dergahtan, bir koyundan altı post çıkartırlar, altı dergah sayarlar.

Halbuki onların hepsi meşrutadır, asıl dergah Kasr-ül Ayn Dergahı’dır, Nil Nehri’nin kıyısındadır, bu temel kuruluş buradadır.

Bu dergah Abdal Musa döneminde Kaygusuz Abdal tarafından kurulmuş bir dergahtır. Fakat zaman içinde bu dergahın meşrutaları oluşmuştur, bir başka Kaygusuz oluşmuştur, El Mukattam Dergahı, Abdullah Ensari Dergahı oluşmuştur ama bir tek postnişinlik silsilesine bağlıdır önemli bir dergahtır.

Önemli Bektaşi dergahlarında Harabati Baba Dergahı vardır; Tetova’dadır. Makedonya’da olan Çiçevo Dergahı yada Karacaoğlan Dergahı vardır.

Bunların bugün yaşayan postnişinleri vardır.

Mesela Tahir Emini Baba hazretleri şu anda son postnişin olarak Tetova Dergahı’nda postnişinlik yapmaktadır. Ziya Paşoli Baba da Çiçevo Dergahı’nın postnişinliğini yapmakta.

Bunlar tarihi dergahlardır. Bunların dışında yakın zamanlarda özellikle 1990’dan sonra yeni yapılanan Avrupa içinde mesela Çiçevo yakınında Nininova Köyü’nde bir dini dergah daha yapmışlardır. Bir anlamda cemevi dergah birleşimi bir kapsamdır, daha geniş mahiyette bir kültürü vardır ve yapısı vardır. Bunun dışında Danzingde var, Rusya’da var, Filibe’de var, Yunanistan’ın Katerin ve Reni Dergahı vardır, Reni Dergahının eski ismi Durbaali Baba Dergahıdır. Hz. Pir’in postnişinliğine kısa bir dönem bakmıştır, Durbalı Baba da derler.

Gazi Paşa’nın annesi buranın son postnişinlerinden Tayyar Baba’dan Bektaşi intisabı almıştır, Reni Dergahından.

Yunan hükümeti de onun bilincine vardı, bir dönem metruk kalmasına rağmen şu anda onarmaya başlamışlar ama içleri kuru dergah postnişin yok.

Girit’in Resmo, Kandiye, Hanya gibi bölgelerinde Bektaşi dergahları vardır. Şimdi Girit hükümeti tarafından onarıldı, ziyarete açıldı.

Yine modern çağımızda açılan 1954 yılında Recep Ferdi Baba tarafından Amerika Birleşik Devletleri tarafından Detroit’te büyük bir dergah açıldı, Taylor Bektaşi Dergahı ismi altında.

Şu anda hatırlayamıyorum ama yüzlerce dergahımız var.


Çok güzel anlatıyorsunuz.

Alevilik, Bektaşilik İslam dışıdır, diyen fakat aynı zamanda Aleviliğin meyvelerini yiyen, Aleviliği sömürmeye gayret eden kişilerin de iştahları kabarıyor, siz anlattıkça.

Bu dergahlar var Avrupa’da ve Balkanlar’da buna olanak sağlanıyor bir de gidip oraları görsek oralardan yararlansak diyen sinsiler de var.

Bu kutsal yol oralardaki çerağlarını yüzyıllar boyunca yakmış, hiç sönmemiş ve postnişin olmasa bile o ulu dergahlar yerli yerinde Türk kültürü Alevi, Bektaşi inancı Balkanlar’da da sadece Bulgaristan’da değil ki bizim programlarımızı yoğun bir şekilde dinleyen Deliorman’daki canları da selamlıyoruz, Yunanistan’da var, Arnavutluk’ta, Kosova’da var buralarda da milyonlarca Türk, yüzbinlerce Alevi, Bektaşi, Mevlevi inancına sahip insan var. Yani tasavvufi yoruma sahip insanlar gidip ibadetlerini yapıyorlar.

Sizler anlattıkça gözümüzün önünde bir inanç ve kültür canlanıyor.

Birçok dergahımız var saymakla bitmiyor fakat sadece dergahlarımız yok Türk milleti vefakar bir millet, Türk ulusu kadirşinas bir millet gittiği bütün topraklarda güzel eserler meydana getirmiş göz yaşartıcı gönül kabartıcı güzel çalışmalara imza atmış.

Tarihler boyunca ulusal gurur kaynaklarımızdan birisi de Mimar Sinan ölümsüz eserler yaratmış bir mimar.

Sinanlar ölmez, eserleri de ölmez, mimarlar şahı Mimar Sinan bir Bektaşi mimari değil mi?

Mimar Sinan’a dahi diyorlar, tarihlerin içinden çıkmış bir dahi, gerçekten dahi değil mi?
Mimari açıdan eserlerini değerlendirmeden önce kendisini tanımak lazım.

Kendisi bahsettiğim gibi Bektaşiliğin engin, fikri kültürel potasında erimiş bir insan. Kendisi 1490 yılında Kayseri’nin Ağırnas İlçesi’nde doğuyor ve Yeniçeri teşkilatına giriyor, kabiliyetli de bir genç, bunu kısa zamanda kışla mektebinde alıyorlar mimar olarak yetiştirmeye başlıyorlar 1512’lerde.

Kısaca anılarını şöyle anlatıyor;

“Kendimi elimden düşmeyen pergele benzetirdim, pergel nasıl bir ayağı bir noktaya saptamıştır ve öbür ayağı ile gezer dolaşırsa, bende hem mesleğime canı gönülden sarılıp mesleğimde yükselmek hem de gaza yollarının verdiği fırsatla memleketler dolaşıp görmek isterdim.”

Yaşamından 40 yıl sonra yazılmış bir nefes vardır, uzundur ama kısaca okumak istiyorum:
Olup Yeniçeri çektim cefayı

Piyade eyledim nice gazayı

Yolumla, san’atımla, hizmetimle

Day-ı akran içinde gayretimle

Vuruştum taa tıfriyet çağında

Yetiştim Hacı Bektaş Ocağında


Rodos’uyla, Belgrat’ta azimet

İdip geldik sağ-u selamet

Yoluma eylediler altı sedvan

Seffer kıldı fuatça şahi devran

Adım Agop idi Sinan eylediler

Hacı Bektaş Ocağına kul eylediler


Bu şair ve yazar anlatırken onun ruh halini de anlatmış. İşte bu mühtedi dedikleri, dönme dedikleri ama dostluk noktasında gerçek anlamda Müslüman olmuş olan insan kırk yıllık ömrüne 81 cami, 65 tekke, 51 mescit, 55 medrese, 26 okuma odası, 18 imaret, 3 tane hastane, 7 büyük su kemeri, 8 büyük köprü, 18 kervansaray, 6 mahzen, 33 saray, 35 hamam, 17 türbe ve sayısız sebil ve çeşme yapmıştır.

Hatta İstanbul’un suyunu getirten Büyük Çekmece ve Terkos’tan bu zatın evine su çekti diye ceza vermişlerdir. Osmanlı son döneminde maaşını kesmiştir. Burada bir kadir bilmemezlik yapılmıştır kendisine.


Suüdi Arabistan büyükelçisi diyor ki; siz kalenin yıkımı ile uğraşıyorsunuz Anadolu’daki bazı kiliseler yıkılıyor, bazı eserler tahrip ediliyor onlara neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Bizi yönetme gayretinde olan beceriksiz hükümet yöneticilerine böyle anlamlı sorular yöneltiyorlar.

Yine gelelim Mimar Sinan’a. Şaheserler yaratmış, gerçekten gönüller fethetmiş aynı zamanda, o ne aşk, o ne heyecan, o ne sevgi?
Süleymaniye Camii’nin, Selimiye’ye göre bir özelliği vardır. Süleymaniye Camii’ne kuşbakışı bakıldığında çekilen fotoğrafları ile yandan kubbeye aldığımızda Osmanlıca, Ya Ali Hü! yazar.

Sizin geçen seneki oturumlarda topladığınız yazılardan bir yazar tarafından bir mimardan alıntı olarak yansıtılmış.

Güzel olan Süleymaniye ve büyük olan Selimiye’dir.

Çünkü dönemin padişahı Ya Süleyman seni yendim dedi, Süleyman Peygamber’e bir nazire yapıldığını söyledi. Bütün bunların inşaatlarında mekanik işçilik yapmamıştır Mimar Sinan, ama mimarlık çizimlerini yapmıştır.

O 1200 yılı Bizans’ın heybetli binalarının karşısında rekabet unsuru olarak hep Mimar Sinan dönemi onun açtığı çığırla gidilmiştir.

Bugün Arap kültüründe sabah akşam camiden bahsederler ama cami yapmasını dahi bilmiyorlar.

Kabe-i mutaharanın dışındaki revaklara kadar bizim mimarlarımız yapmıştır.

Mısır’da, Kahire’de bütün büyük camileri de Osmanlı mimarları tarafından yapılmıştır. Yani teknik anlamda yine Balkanlar’da o güzel köprüleri Mimar Sinan’ın açmış olduğu o şevkle yapılabilecek, o günkü mimarlar bugünkü mimarları görseler intihar ederler.

Mimar Sinan’ın bir estetiği vardır,
Mimar Sinan’la kimlik bulan Bektaşiliğin ulaştığı sınıfsal dokudur önemli olan.

Yeniçerilik dediğimiz o sistemin içinden çıkan öyle dahiler, öyle güzel insanlar var ki, bunlar tarihin kayıtlarına geçiyor. Nice ozanlar ve şairler değil mi Bektaşi?
Öyle bir kültür ki, hicri 749’da Hz. Pir’in Hakk’a yürüdüğü varsayılır, 750’de I. Murat iktidara gelmiştir, 20 sene sonra Odman Baba diye bir zat geliyor.

Hz. Pir’in Hakk’a yürümesinden, Bulgaristan’ın Hoskova Kasabası’na geliyor orada dergah kuruyor ve irşada başlıyor. Mümkün müdür bir inşaat yapıp içine girmek? Onun sanatı var, estetiği var. O münevver bilincin yansıması var ve kabir taşında da, kısaca okuyabilir miyim Odman Baba’nın


Hanigah-ı dergahında aşk-ı can-ı baş’ıla

Hizmetirde bendelerdim nice ala vü geda

Horasan’da yediyüzdoksanda uruc eyleyip

Nice abd-i al ile geçti Rumeli’ye haliye

Hem sekizyüzseksenüçte göçtü şol Od’man Baba
Demek ki o kadar eskilerden gelen bir Odman Baba bir kültürel dokunun mahsulü bu yaşadığımız kültür yani bir kul himmet, hatta çağımızda bir Aşık Veysel çıkabiliyorsa gökten zembille inmiş değil, onun alt yapısında var, toplumun yüreğinde var, bilincinde var.
Kardan kaleler değil, külden kaleler değil, gönül kaleleri yapmışlar erenler diyoruz. Büyük dergahlar yüzden yıkılmaz. Onlar sonsuza kadar ölümsüz eserler yaratılmış Anadolu’da ve Balkanlar’da.
Bizim bir ecdat kalemiz vardı kalenin ismi cedten de gelir, fakat temelde Osmanlı’nın kurduğu bir kale bu. Mesele buranın yıkımı değil biz neler yaptık Araplar yıkıyor, bir öz eleştiri yapmamız lazım.

Bugün bakınız Şehitlik Dergahı perişan halde, Karyağdı Baba Dergahı perişan halde.

Bırakın insanımız perişan halde.

Biz gönül kabelerini kırmışız, en başında eleştiriyi kendimize dönerek yapmamız lazım.

Neyimizi koruyabildik? 1964 yılında Pir Evi müze oldu. 1964’e kadar mezbeleydi özel kanunla oldu.

Düşünün Hacı Bektaşi Veli gibi dünyayı etkilemiş bir şahsiyetin evine sahip çıkamadık biz.

Şahkulu Sultan Dergahı 3 defa yakıldı, hırsızlandı. 1980’lerden sonra Alevi canların biraraya gelip gayretiyle ayakta durdu, bugüne kadar devletten hiçbir şey görmediler.

Bütün mesele şuradadır: dışarıdakini eleştirmek kolaydır, kendin evini temizlemişsen dışarıdakini eleştirme hakkın vardır.

Bugün bütün Balkanlardan, Balkan hükümetleri tarafından sosyalizmden çıkıldı bütün vakıf arazilerine kadar dergahlar bulundu Bektaşilere verildi. Sadece Bektaşilere değil halvetiyi buldu verdi, celvetiyi buldu verdi, kadriyi buldu verdi.

Bu genetik kültür onları da etkilemiştir çünkü bu insanlığın ortak malıdır. Afganistan’da talibanlar eski tarihi eserleri tahrif ettiler, onun ortak değer olduğunun farkında değil, onların kafasının içinde putlar var, o putu kendi kafasının içinde kıramadığı için Ecyad Kalesini Arap yıkar, buradaki Karyağdı Baba Dergahı’nı da biz yıkarız. Onlar oradan, biz buradan bu işi çok güzel başarıyoruz.

Çocuklarımıza anlatacak yol kalmadı.

Eskiden tarihi çeşmeden çık, tarihi fırınının yanından geç, tarihi çam ağacının altındaki evdir, dersin. Şimdi böyle bir tarifi yok ki, kendim semt değiştirirsem kendim kaybolurum, 700 yıllık İstanbul çocuğuyum.


Siz 700 yıllık İstanbul çocuğu olmaya devam edin.

Anadolu’ya ve Balkanlar’a mührünü vuran Türk kültürü sonsuza kadar yaşayacak, sizin gibi araştırmacılar bunları toparlıyor dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar gönül kalelerini yapmışlar dergahları ölümsüzleştirmişler. Basiretsiz yöneticiler tarafından hırpalanmak, hiç de hak etmediği yönetim tarzına maruz kalmak... ama bir gün onlarda silinecek tabii, Yunusça, Mevlanaca, Hacı Bektaşça sevgi yerleşecek bu topraklara sonsuza dek. Gönlümüz el vermiyor Suüdi Arabistan’da yıkılan kaleyede. Maalesef tabii televizyonumuz olmadığı için ben bakıyorum inşallah bir gün bizi dinleyenler bize de izleyecek aynı zamanda, şaheser bir muazzam kalemiz ki Atlas Dergisi’nin son sayısında da yazılmış, şimdi önümde bunları umarım sizlere canlı canlı gösterek aktarırız.

Suriye’de var, başka yerlerde de var. Onlarca yerde eserlerimiz var hepsi yağmalanıyor, yıkılıyor.
Kültür Bakanlıklarının ne iş yaptıklarını anlayabilmiş değilim.

Bu işten başka ne iş varsa onu yapıyorlar yani asli işlerin eğer siz o taş binayı ortadan kaldırırsanız zannetmeyin ki mimari bir binayı ortadan kaldırıyorsunuz, geleceğimizi ortadan kaldırıyorsunuz, torunlarımızı ortadan kaldırıyorsunuz.



Bir atasözü vardır; “Biz bu dünyayı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan miras aldık”. Meyve çağındaki ağacı anlatamazsam çocuğa, eriğin nasıl yetiştiğini anlatamazsam bu çocuk geleceği yönetecek hayatı idame ettirecek maalesef bu titizlik içinde değiller.
Gerek hükümetin aymazlığı, bakanlıkların çalışmaması ülkenin de dışişlerini yöneten tabii dışişleri bakanımız başarılı ona bir şey demiyoruz ama bir kişinin çalışması yetmiyor, ciddi bir politika yok.
26.02.2002
FOTOĞRAFLAR


Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin