Şevki Koca
Kadim İslam’da ikame olunan ve Natüralist felsefeye rakip rasyonel (bilinen anlamda olmamasına rağmen pozitivimsi) felsefe akımlarından birisidir. Mantık dayanaklar araması nedeni ile giderek Ortodoks bir İslam’i doktrin formatına dönüşmüştür. Esasen Şark Orientalizminde Meşşai denilince Aristo ve Eflatun akla gelir...Ebu İshak Yakub ibn Zekeriya El-Kindi, ilk İslam’i Meşşai filozofudur. Hatta ilk rasyonalist Arap düşünürü olarak tersim edilmiştir. Vefatı 872. Bir çok eseri mevcuttur.
El-Kindi’ye göre; Felsefesinin usul ve esası Bürhan’dır. (demonatration) ve yine felsefenin amacı Tanrı’ya yaklaşmaktadır. Rüh maddeden münezzeh ve manevi şekilleri tasavvur gayesi ile kuvvetlendirilebilir ve giderek kendisi kuvvet halinde manevi surete bürünür. El-Kindi, bir şeyin mevcudiyeti kesinlenmeden ve mahiyeti bilinmeden, onun ispatına (bürhana) girişilmemelidir, görüşündedir. Şimdi özellikle Öklides Hendesesini referans ederek gerçekleştirmiş olduğu analizlere değinelim.
-
İlk aşamada istidlal (raisonnement) daha çok bilinen hassa’lardan (propriete’lerden) daha az bilinen hassa’lara, yani Araz’dan (accident’ten) Zat’a (essence’ye) doğru yönelir.
-
İkinci aşamada, klasik Öklides Bürhanındaki tanımlara iktida eder. Bu iki Gnostic (uzlaşmaz) istidlal arasında tanakus (çelişki-contradistion) mevcuttur. Eğer mahiyetlere ulaşmak için Bürhan’dan ayrı bir Vetire (procedür) kabul (a-priori) edilmemiş ise, bu çelişkinin kaldırılması olanaklı değildir.
Öte yandan El-Kindi’ye göre Mantık’ın kullileri gerçeklik içermez. Mevcudiyet (varlık) duyularla tanıtıldığı gibi, mahiyet (essence) kapsamlı ihtiva alanları da, Tefekkür-Murakabe-Teemmül (refleks) unsurlar ile elde edilebilir. Ona göre, tüm maküller (olasılık içerenler) Elan, (actuellement) ve ezeli olarak düşünen saltık bir akla tekabül eder ve bu aklı, bilfiil akıl olarak ifade eder. Ve bunun insan rühunda oluşamayacağını iddia eder. Yine ona göre; Rühta, Kuvve halinde bir akıl mevcuttur ki, kendi kendisi ile değil, ancak fiil halinde (eylem esnasında) aklın, tesiri altındaki fiile geçmeye elverişlidir ve giderek rühta iki derece arasında kazanılmış, müktesep akıl doğar ve o da tüm makülleri (probıliteyi) saklar. El-Kindi, burada mahsus (spesifik) nizam ile makül nizam arasında köprü arayışı gösterir. Ona göre, Alemde boşlukta yoktur. Rüh, uzvi eylemin doğrudan illetidir. Bu çıkarsama ile, Alemin sonlu olduğunu iddia eder. Madem ki göğün ve feleğin doğrudan eylemini, felekten gayrı bir muharrik (hareket ettirici) oluşturmuyor veya üretmiyor, o halde, o bitebilir karakterdedir ve bitecektir, buyurur.
El-Kindi’nin, en şöhretli talebeleri, Ahmet Serahsi ve Eb’u Ma’şer Belhi’dir. Ahmet Serahsi Mantıkçı ve Belhi ise Doğa Bilimci idi. Özellikle Ahmet Serahsi, Arap Nahvi (syntaxe) ile Yunan Mantık ilmini ilk kez mukayese eden bilimcidir.
Yine o dönemde yaşamış olan, ünlü Meşşai önderlerinden birisi de Yahya bin A’di’dir. İslam Rasyonalist tefekküründe önemli bir isimdir. Aristo’nun tüm eserlerini tercüme etmiştir. Teslis (üçleme-trinite) ve teessüt (Incarnation) ilkelerinin önde gelen savunucularından olmuştur. Bir diğer ünlü Meşşaiye kuramcısı da ünlü Farabi’dir. 870 yılında Buhara civarında dünyaya gelmiştir. İlahi Hikmeti, şeriatla (yasa ile) uzlaştırmaya gayret etmiştir. Giderek Rasyonalizm ile Eklektik Rühçuluk arasında bir yer aramıştır. Kendisinde mevcut olan Tasavvuf anlayışı da bir sistematik değil, tamamen rühi (psikolojik) tandans’lıdır. Ona göre Alemin esası manevi saha’dır. Tüm maddi hadiseleri manevi ve rühi çözümlemeler üzerine bina etmek gerekir. Mantık ise Rühi disiplin ve inisiyatifin vazgeçilmez elamanıdır...
Farabi’nin mantık anlayışı Bürhan’ı esas alır. Ancak Bürhan onun nazariyesinde iki temel aks gösterir.
-
Tasavvurat (imgeleyim)
-
Onay (Tasdik)
Ayrıca mantığında sezgiye önem verir. Ve sezginin iki duyumda algılanabileceği kurgusunu önerir.
-
Duyuya ve akla aittir ki dış alemi, yani eşyayı kavramamızı sağlar.
-
Nazariyata aittir ki o da bir tür sezgidir ve eşyanın prensiplerini içerir. Ancak nazari sezgi yolu ile soyut ve somut (mütehayyiz) biçimleri kavrayabiliriz.
Bu görüşleri nedeniyle, klasik kelamcılardan ayrılarak, Dialectigue (eytişim) yolunu tercih ederek mukayeseli (Analitik) hükme inanır. Ve yine madde ve suret birleşerek Cevheri oluştururlar. Bu birleşme (ittihad) sonradan değildir. Eğer Suret Ferdi meydana getiriyorsa cismi suret denilir. Yok eğer tür’ü (nev’i) meydana getiriyor ise nevv-i suret denilir. Bu nedenle madde, keyfiyyet değişimlerinden bağımsız olarak sürekli olarak kalır. Ancak, herhalikarda üç-boyut bitimlidir. (Na-mütenahi değildir) bundan dolayı alem sonlu’dur. Dolayısı ile Farabi Meşşaiyesinde Madde telakkisinin dışında mücerret bir mekan kabulü bulunmaz! Yeni Eflatun’cuların Feleği (kozmozu) tamamıyla manevi varlık saymalarına karşılık Farabi Feleğin maddi karakterinde ısrar eder. Ancak, bilinen Meşşai filozoflarının tersine, Farabi Teslis (trinite) konusunda Kudret-i Külliye (Gayr-ı mevcut’tan, mevcuda geçişin zorunluluğu) kavramanı geliştirerek kendine özgü ve Batı’da Sait-thomas’çılığın temelini teşkil eden Dynamic-metafizik kavramı ve teolojisi geliştirmiş olup bir anlamda kadim rasyonalist düşünce ile bir neviden tenakusa düşmüştür. Hatta, bir adım daha ileri giderek, Vacib-ül Vücut’ta bir Tanrının olabileceği ve mevcudiyet ile Zat’ın bir bütünlük içerdiğini iddia ederek Panteist yaklaşımlar ile de uzlaşmıştır. Ancak, bu kez bu alanda da Pozitif bir determinete’den yana görünür. O ilahi varlığın zarureti fikri üzerinde ısrarlıdır. Bu anlamda kelamcıların Agnosticisme’si yerine metafizik bir determinizm önermektedir. Farabi felsefesinde, Tanrı Akl-ı Evveldir bununla beraber ilk varlıkta Aristo’dan farklı (Aristo; birden bir çıkar, der) olarak çokluk telakki eder; zira ona göre iki tür bilgi mevcuttur. Biri aklın kendisini bilmesi, diğeri aklın kendisini külli akıldan bir parça olarak bilmesidir.
Farabi Meşaiyesinin Teolojisi, fizik bir zorunluluğun illeti olarak Metafizik zaruret görüşüne ağırlık vermektedir. Ona göre, madde zaruretini Tanrıdan almaktadır. Tanrı bilerek hareket eder. Ancak olması zorunlu olanı bilir. Ve yine Tanrı küllileri bilse dahi, cüzileri bilmez. (Yani doğal yasaları bilir, teferruat ile iştigal etmez) Aristo’dan farklı olarak (Aristo’da ilk muharrik Akl-ı küll veya Tanrıdır) Tanrının ilk yarattığı ondan sadır olan şeydir. (Bu görüş Harran kökenli Sabii dinin’in esasları ile yakın benzeşmeler gösterir.)
Farabi’nin Klasik Kelamcılardan ayrıldığı noktalar şunlardır:
-
Vacib’te, yani Tanrıda varlık ve zat aynıdır. Ancak mümkünde, yani eşyada (vücutta) ayrılır.
-
Rüh ebedi değildir ve haşr mümkün değildir.
Metafiziği altı mülhem ihtiva eder.
İlk illet (Tanrı), Tali illetler veya mertebeler, Faal Akıl, Nefis, Suret, Madde
Ve yine insani aklın dört mertebesi mevcuttur.
-
Bil-kuvve akıl (Suret maddeden ayrılmamıştır.)
-
Bil-fiil akıl (İstidatın zuhuru-Suret maddeden ayrılmıştır)
-
Müstefat akıl (kazanılmış akıl-deneyim)
-
Faal akıl (insani akıl, ilahi alem arasında köprüdür.)
Bir tür Tasavvuf olan bu görüşlerine banaen, Farabi’ye göre; Tanrı, Gayb’dadır. Ancak gizli değildir. Zuhurunun şiddetinden dolayı Batındır (gizlidir). Sözgelimi ışığının şiddeti gözümüze indiği vakit nasıl güneşi göremez isek, Tanrıya da zuhurundaki şiddet fiilleri nedeniyle göremeyiz. Ünlü mutasavvıf ve Vahdet-i mevcut’çu Muhiddin Arabi hazreterine bu tanım diasporasında önderlik etmiştir. Ancak daha öncede belirttiğim gibi Farabi’de Tasavvuf bir sistem değil, spekülatif olmayan bir rüh halidir...
Din felsefesi bakımından, Farabi; maddeyi ezeli olarak kabul eder. Bu bakımdan Tenasuh (metempsychose) fikrini reddeder. Rühun bedenden sonra geldiği düşüncesindedir. Ölümden sonra ferdi rühun devamını reddeder. Ancak, beşeri (toplam) rühu onaylar. (Bu fikir İbn-i Ruşd’de de mevcuttur) ona göre Peygamberlik vahyi değil, maküllere (istidat ve proboblite bakımından) ait hakikatleri, cahil halka bir takım semboller (ilhamlar) ile anlatan kazanılmış meleke’dir. Buna aklın Kutsal Kuvve derecesi demektir. Peygamberler ona göre, metafizik ve nazari hikmetten bihaberdir. Ancak sezgi gücü ile pratik hikmet ve ahlakta (etik) deha sahibidirler. Oysa filozof, Ameli (clinic) bilgilere sahip olması nedeniyle, peygamberlerden daha ileridedir.
Farabinin etkileri:
Meşşaiye’den İbn-i Sina, Ebu Bekr Razi ve Farabi’yi birleştirerek özgün bir felsefe geliştirmiştir.
Yine, Endülüslü Meşşaiye filozofu, İbn-i Bacce ünlü kitabı Tedbir’ül-Mütevahhid adlı eserinde, faal-akıl nazariyesini Farabi’den alarak geliştirmiş ve şu ünlü hükme varmıştı. İnsanı Terakkiye sevkeden amil, daima ideal bir hedef tasavvur etmesidir. Farabi’inin kelamcılar üzerine tesiri büyük olmuştur. Sözgelimi Gazali’nin ilahiyatında referans teşkil etmiştir. Ayrıca Ampirik (deneysel) rasyonalizm ile bağlantılı olarak, Nasıreddin Tusi üzerinde, ilim felsefesi olarak etkileri olmuştur, ve yine, Vahdet-i Mevcutçuların iki önemli şahsiyeti;
-
Muhiddin Arabi’nin (Fusus-ül Hikem adlı ünlü eseri)
-
Şeyh Bedreddin Simavi’nin (Varidat isimli ünlü eseri)
Üzerlerinde madde ve rüh telakkileri bakımından etkileri oldu. Ve yine işrakiyyun’un kurucularından, Vahdet-i Küsud’çu Şeyh Şehabettin Suhreverdi (Ünlü eseri Heyakil-ün Nur) ve kutbettin Şirazi, Celalettin Divani ve İbn–i Tufeyl üzerinde büyük etkileri oldu.
Bir başka Meşşaiye Filozofu da ünlü İbn-i Sina’dır. 980 yılında Buhara da dünyaya gelmiştir. Görüşlerinin teorik kimliği şu dört eserindedir.
-
Şifa, 2. Necat, 3. İşaret-i vettenbihat (işaret diye anılır), 4. Hikmet-i Meşrikkiyye
Ampirist-rationalist görüşleri, giderek, Meşaiyye’den, işrakiyye’ye doğru bir yönelim gösterir.
İbn-i Sina Meşşaiyye’sinde ilimler tasnifi şöyledir.
-
Tabiat ilimleridir ki (El-ilm-ül Esfel-Aşağı ilimler)
-
Metafizik ilimlerdir ki (El-mülal-i-yukarı ilimler)
-
Riyaziyat ilimleridir ki (El-ilm-ül evsat-orta yada köprü ilimler)
Riyaziyata verdiği önemle Leibniz’i andırır bir mantık ve metafizik önermesi söz konusudur.
Ona göre felsefe ikiye ayrılır.
-
Hikmet-i Nazari (Teorik), 2. Hikmet-i Pratik (Ameli)
Nazari Hikmet yolu: Naturalizm, riyaziye, riyaziye felsefesi, metafizik
Amel-i Hikmet yolu: Siyaset, iktisat ve ahlak (etic)
Bu tasnifi ile Aristo’dan farklı olarak; Cem’iyyetten ferde doğru (obligational) bir sekans izler. Buna mantık ilmi içinde ve mekanik cevap arar. İşaret adlı eserinde Mantığın hedefi, hatadan arınmak olmalıdır der. Bu bakımdan, onun meşşaiyesinde; Descartes ve Bacın’da ifadesini bulan, mantığı felsefenin bir aleti gibi görmek düşüncesi yatar. Ancak, İbn-i Sina, Mantığı psikolojinin bir alanı olarak öngörmez. Ona göre, Tasavvur ve tasdik için delil ve hüccet (Argüman) zorunluluğu olmalıdır. Bunu da iki kategorik ayrışma ile ifade eder.
-
Mantık-ı delalet, 2. Mefhum-u delalet
Yine ona göre üç nev’i küll (salt akil) olasıdır.
-
Akl-i küll (Tanrı mutlak varlıktadır)
-
Tabi-i Küll (Tanrı, eşyanın her zerresinde mündemiçtir)
-
Mantık-ı Küll (Tanrı, zihinle kaim’dir)
Bu anlamda, İbn-i Sina bir tür Dogmatik sayılabilir. Bu nedenle rasyonalisttir. Çelişki yasası ve varlık prensiplerini her türlü reel deneyip üzerinde bir müstakil (mücerred değil) akıl da kabul eder. Ancak bilgiyi his ve idrake dayandırmasına karşılık bu görüşü ampirik (deneysel) değildir. Ve hatta tüm bilgileri zihni suretlerden ibaret görür ve bu bağlamda mantıki rasyonalizmin idealizmini öngörür. Filozofa göre: Tasavvur ve varlık birbirinin aynısıdır. Tasavvur durumu dışında varlık mümkün değildir. Tüm düşündüklerimiz mevcuttur ve tüm mevcutlar düşünülebilir.
İbn-i Sina’ya göre, tüm cisimler bir madde ve suretten mürekkeptir. Suretler ise; nerede, nasıl ve niçin sorularına cevap olmak üzere muhtelif türdendir. Şu halde her cisim madde ile muhtelif nev’ide suretlerden mürekkeptir. Suret, maddeden önce gelir. Maddeye cevher niteliğini kazandıran surettir.
Ona göre;
-
Kemalat-ı Evvel (Birincil kemaller-perfeçtion) (ön olgunluklar)
-
Kemalat-ı Sani (ikincil kemaller) (son olgunluklar)
-
Kemalat-ı Evvel: Cisimle kaimdirler, cisim kaybolunca onlarda kaybolur. Söz gelimi, renk, koku, lezzet vs. gibi...
-
Kemalat-ı Sani: Cisimden ayrı devam ederler. Sözgelimi; Kuvvet, Hareket, meleke vs. gibi...
Filozofa göre; Mevcut cisimlerden hiçbiri kendiliğinden sükündan veya eylemde değillerdir. Veyahut kendiliğinden oluşan bir iş veya eylem de değillerdir. Ancak bunlar, ona başka bir cisimden veya bir cismin vereceği kuvvetten de (Erk’ten de) gelmez. Ancak ve ancak, salt zatında gizli bir güçten doğar. Bu güç üçe ayrılır ve eylemin pratik prensibini oluşturur.
-
Cazibe (Çekim), Ağırlık vs. benzerleri (Doğal güçler)
-
Hareket ve süküneti koruyan ve vasıflarını (niteliklerini) bilinçli veya bilinçsiz olarak organlar aracılığı ile saklayan güçlerdir ki nefsini kuvvetler denilir. Bu da Hayvan-i Nefs (insani nefis-nefs-i natık’a) ve vebat-i nefs’tir.
-
Bir organ yardımı olmaksızın sürekli bir irade ile eylemde bulunan güçlerdir ki, bunlar tabiat üstü varlıkların rühi kuvvetleri, yani feleklerin nefisleri (Nüfuz-u felekiyye’dir.)
İbn-i Sina’da Zaman: Filozof’a göre; Zamanın tasavvuru ancak hareket ile kaimdir. Hareketin hissedilmediği (sezisel) an yoktur. Bunun için ünlü Eshab-ı Kehf (Mağara eshabı-Yedi uyurlar) rivayetini örnek gösterir. Mağarada uyuyanlar, hareket etmedikleri için zamanın geçtiğini duymuyorlar. Bu nedenle başkaları için mevcut olan zaman onlar için yoktur. O halde zamanın, sükün ile ilgisi yoktur ve o halde zaman, ancak eylemin ölçü ve tarifi için söz konusu olabilir. İşte bu anlamda, feleklerin devri sürekli olduğuna göre, zamanda süreklidir. Zamanda mevcut olan şeyin kısımları mazi ve istikbal iledir. Ulaştığı yer An (ıstan) dır.
İbn-i Sina’da Boşluk: Atomculara muhalefeten, boşluğu reddeder. Eğer bir boşluk kabul edilirse, o salt yokluk olmaz, olamaz. Ancak, onun kendisi için (mahsus) bir zatı, kemiyyeti ve cevheri olabilir. O halde muayyen her boşluk için daha küçük ve daha büyük boşluk mevcut demektir. O halde boşluk varid olamaz. Ayrıca boşluğun bölünmeye elverir olması da gerekmektedir. Oysa, sırf boşluk için bölünebilen her şeyin kemiyyeti vardır. O halde boşluğun kemiyyeti bulunmaktadır. Her kemiyyet sürekli ve süreksizdir. Halbuki boşluk süreksiz değildir. Netice de süreksiz olan her şey, ya arızi ya da zati olarak süreksizdir. Arızi olarak süreksiz olan, mahiyetçe süreklidir. Zat bakımından süreksiz olan şeyin cüzileri arasında müşterek sanır olamaz. O halde, her cüzi bölünemez. Ve her cüz’i bölünemeyen şeyde, zat bakımından sürekli olamaz...
Bu sebeple, boşluk zat bakımından sınırsız değildir...
O halde sonsuzluk bilfiil yoktur, bil-kuvve vardır...
O halde, tüm felekler (kozmogoni) sonludur, ve ortasında ne doluluk ve ne de boşluk mevcuttur. Şayet bil-fiil mevcut iseler, bilfiil mevcut olan her şeyin sonlu olması gerektiğinden, sonludurlar...
İbn-i Sina’da Rüh: Filozofa göre rüh, düzen verdiği bedenin kemalatıdır. (Yetkinliğidir) Rüh bedenin kemali olması nedeniyledir ki, bedeni mevcut kılmaya mahkum kılan şeydir. O halde, rüh bedenden ayrıldığında, canlılar neviine ait olmaktan çıkar ve artık türünü değiştirir. O halde insan uzviyetine ait faaliyetin bağlı olduğu asıl cevher Rühtur.
İbn-i Sina’da Tanrı: Filozofa göre: İptida’da sadece Allah vardır. o tek, ilk ve zorunlu varlıktır. İlk illet Hakikattir. Tanrıdan zuhur eden ilk varlığa Malul-u Evvel denilir ve ondan, Alemin bütün nefsi ve bedeni (Akl-ı faal) ve bu Akl-ı Faal’den de Semavi Alemlerin nefisleri doğar. İlk malul kendi kendisini ve zorunlu varlığı biliyordu; burada ikilik doğdu. Aynı zamanda ilk malul kendine göre mümkün, fakat ilk varlık için zaruridir. Kendi kendisini bilmesi dolayısıyla, kendine ait bu iki tavır (mode) u’da biliyor demektir. O halde Teslis (trinite) zorunludur. Bu teslis (trinite)şu şekildedir.
1. Akl-ı evel’in, vücud-u evvel’i tanıma fili.
(Bu eylem kendisinden aşağıda aklı doğurur.
2.Vücud-u evvel’e göre onun kendi kendisini zorunlu olarak tanıması da Küre’nin nefsini teşkil eder.
3.Kendi, kendisini mümkün olarak tanıması fiili’de semavi kürelerin nefsini meydana getirir.
Teslis fikri, felsefi sistematik bakımından, ilk kez, İbn-i Sina tarafından İslam içine intibak eylemiştir.
Cem Dergisi, Kasım-Aralık 2001
Odman Baba Velayetnamesi Velayetname-i Şahi Gö’çek Abdal
Şevki Koca
Bu çalışmamıza referans tekil eden eser;
GÖÇEK ABDAL (Köğçek Abdal, Küçük Abdal, Göğçek Abdal gibi isim ve mahlaslar ile de anılır) ismiyle ma’ruf, Od’man Baba’ya muti bir derviş’in yine Velayetname’de bizzat kendisinin bildirdiğine göre, Od’man Baba’nın vefatından altı yıl sonra Hicri takvim ile 888 (Miladi 1484) yılında, kaleme alınmıştır. Mevcut esere, “Velayetname-i Şahi” veya “Velayetname-i Sultan Baba” isimleri de denilmektedir. Söz konusu eser’in dominant kimliği olan Od’man Baba; Hacı Bektaş Veli kültür organizasyonuna dahil, Yesevi inanç sistematiğinin tasavvufi ve sosyal diaspora’sının Anadolu ve Balkan toprakları içindeki misyoner tipolojisinin, özgün bir örneğidir. Bir diğer bilinen ismi ise, Hüsam (keskin kılıç) olup, yine kendisine, kerem-mürüvvet ve bereket anlamlarına gelen Gani mahlas’ı da verilmiş olup, Od’man Baba dışında Hüsam Şah Gani olarak da anılmaktadır. Tarihsel verilere göre, Şücaaddin Veli ismiyle bilinen Şüca Sultan’ın çağdaşı olarak kabul edilmektedir. Öte yandan Cenab-ı Hakk’ın Celal esmasının müteradifi olan ateş’e benzetilerek, kendisine; Od’man (Ateş-adam) denmesi, kısaca “Vahdet-i mevcud” olarak anılan irade’nin yekliği düşüncesinin pratike edilme postülatıdır.
Velayetname’den (Vilayetname de denilir) elde edilen bilgilenmeye göre, Od’man Baba’nın vefat tarihi, Hicri 882 yılının, Recep ayının sekizinci günü olup, miladi takvim ile 13 ağustos 1478 tarihinde denk gelmektedir. Ve yine Velayetname’deki ifadeye göre, Fatih Sultan Mehmet’te, Od’man Baba’nın ardından iki yıl, sekiz ay sonra, miladi takvim ile 3 Mayıs 1481 tarihinde Hakk’a yürümüştür. Od’man Baba’nın, Rum’a geliş tarihi, Hicri 833 olarak tesbit edilmiştir.
Od’man Baba’dan sonra, yerine Kutub olarak Hacı Bektaş Veli Dergahı Halife Baba’larından Akyazılı Sultan’ın (Akyazı’lı İbrahim Sani Baba) geçtiğine dair bilgilere de, Miladi 1519 yılında (Hicri 952) Akyazılı Sultan ardalarından Yemini tarafından kaleme alınan “Faziletname” isimli eserde, manzum cümleler ile yer verilmektedir. (Yemini’nin Bektaşiy’ye tarikatı kültür argümanlarındaki bilinen ismi de, Hafız Kelam Yemini’dir) Söz konusu şiir (nefes) şu şekildedir;
Sekizyüzseksensekiz olunca hicret
Dem-i fani’dir o şah etti rihlet
Hüsam Şah idi ismiyle o sultan
Gani Baba der idi bazı insan
Nişan-ü kısveti seb-ül mesani
Yerine kutb oldu İbrahim Sani
Resul’ün hicret’inden anla ahir
Dokuzyüz bir içinde oldu zahir
Ki şimdi aleme ol candır kutub
Adı Akyazılı Sultan’dır kutub
Şiir’deki tarihe göre, Hicri 901 (M. 1495) yılında, Akyazılı Sultan’ın Kutub olarak atandığı belirtilmektedir. Ancak, diğer taraftan Yemini’ye göre Od’man Baba’nın vefatı Hicri 888 gösterilmesine karşın, Göçek Abdal Hicri 882 tarihini esas almaktadır. 1997 yılı, Kasım ayında Hakk’a yürüyen, Bedri Noyan Dedebaba Demir Baba Velayetnamesinde adı geçen Od’man Baba’nın soy zincirini, şu şekilde tesbit etmiştir:
“El-Hüsameddin bin İbrahim; bin İmam Musa Kazım, bin İmam Ca’fer Sadık, bin İmam Muhammed Bakır, bin İmam Zeynel Abidin, bin İmam Hüseyin, bin İmam Ali ve Od’man Baba’nın ismi, Hüsam’dır ve atası, Seyyid Ali’dir. (Bkz. Demir Baba Velayetnamesi. Doç. Dr. Bedri Noyan. Can Yay. S. 53 İST.) Yine aynı eseri karine alan, Bedri Noyan Dedebaba, Od’man Baba’nın yedi terk’li tac ile gezinmesini, soyunun 7’nci İmam olan İmam Musa-i Kazım’a çıkmasına, bağlamaktadır.
Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün, “İlk Mutasavvuflar” isimli ünlü eserinde, Muhiddin Abdal (Kaligralı) isimli bir derviş’in bir dörtlüğünde, Od’man Baba’yı Pir olarak, mürşidi gösterdiğine değinmektedir. Söz konusu kıt’a şu şekildedir;
Şahım da rehberim oldu
Heman kıble’m nur’um oldu
Gani Od’man Pirim oldu
Anın eteğin tuttum ben
Söz konusu Derviş Muhiddin’in Hicri 880 (Miladi 1475) tarihinde kaleme aldığı “Hızırname” isimli manzum eserinde, Od’man Baba ve Akyazılı Sultan hakkında bilgiler mevcut’tur.
16’ncı yüzyıl’da yaşamış olan Feyzi Hasan Baba; kendisi, Od’man Baba Dergahı Postnişini Zati Baba’dan nasib almıştır. (Bkz. Bektaşi Şairleri ve Nefesleri. Turgut Koca Baba İst. Saatli Maarif Kitaphanesi. 1990 Shf. 143) Od’man Baba’nın bir isminin de, Sultan Baba olduğunu belirtmektedir. Konu ile ilgili şiir, şu şekildedir;
Nur-ı Ahmed seyr-i Hayder Hazret-i Od’man Baba
Namı Hüsam Şah Gani’dir bir adı Sultan Baba
Diğer yandan, Rüstem Abdal isimli bir Bektaşi dervişi tarafından (H. 1155-M.1742) tarihinde kopya edilen Onbeşinci yüzyılda yaşamış olan Sadık Abdal’ın divanında (Divan-ı Sadık Abdal. Ankara Genel Kütüphanesi. A 15/35 No’da mahfuz) Odman Baba’dan aşağıdaki beyitler ile söz edilir. (Bkz. Bektaşi Şairleri ve Nefesleri. Turgut Koca. İst. Maarif Kitaphanesi. 1990. Shf. 44)
“Dahi mahlas dediler ana Od’man
Anın sen batın ismin anla talib
Ki arifler dediler bil Gani Şah
Gani’dir bi-zeval ol kutb-i galib
Serapa nur idi ol şah-ı zinnur
Hakk’ı buldu erişen ana talib”
Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde Od’man Baba hakkında şu bilgileri kaydetmektedir:
“Od’man Baba, Hacı Bektaş-i Veli tarikatındandır. Musa’yı Kazım’ın soyundan Seyyid Ali’nin oğlu Hüsameddin’in çocuğudur.
Adı Hüsam Od’man’dır. Madendere’sinin kenarında, Edirne’ye giden yolun sağ tarafındaki, ormanlık ve yeşillik yeri yurt edinmiştir. Tekye’deki Kış meydanını ikinci Bayazıd, Yaz meydanını Yahya Paşa oğlu Mehmed Bey yaptırmıştır. Türbesinde; hırkası, seccadesi, tabl ve nakkaresi ve yedi terk’li tac’ı bulunup, korunmuştur.” (Turgut Koca, Bektaşi Tetkikleri, Ş. K.’da mahfuz)
Muhtar Yahya Dağlı, “Bektaşi Tomarı” isimli çalışmasında Od’man Baba’ya ilişkin şu bilgileri vermektedir:
“Mezarı, Edirne, Hasköy (Haskova) ılıcaları yanındadır. Üzerinde Malkoçoğulları tarafından kubbeli bir bina yapılmıştır. Evvelce Edirne halkı her yıl, arabalar ile gelip ılıcalarda eğlenir ve daha sonra asitane’yi ziyaret ederlermiş.”
Ahmet Yaşar Ocak, “Bektaşi Menkıbelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri” isimli eserinde, (Bkz. Enderun Kitabevi-İst. 1983 Shf. 16) Od’man Baba’nın doğum tarihini, Velayetname-i Şah-i’ye dayanarak, Hicri 780 (M.1379) olarak zikretmektedir.
Ayrıca, Noyan Dedebaba, “Demir Baba Velayetnamesi” önsözünde, Emirçin Od’man Baba’dan söz etmektedir. Tesbiti şu şekildedir;
“Ana, babası bu çocuğu Yesevi Dergahı’na adamış; çocuk kışın şeyhine taze üzüm getirir, keramet gösterirmiş. Çin’den gelen tüccarlar, oradaki bir ejderhanın öldürülmesini rica etmişler. Ahmed Yesevi, bir küçük Od’man’ın beline tahta kılıç kuşatarak Çin’e yollamış. Od’man ejderi öldürmüş. Bu yüzden Emirçin takma adı verilmiş. Sonradan Rum diyarına yollanmış. Hicri 600 (Miladi 1203) tarihlerinde Rum’a (ya’ni Anadolu’ya) gelip, Bozok Sancağı civarında Od’man Baba Tekkesi adında bir tekke kurmuştur.”
Velayetname-i kaleme alan Göçek Abdal hakkında Velayetname kapsamı içinde kendisi hakkında verdiği bilgiler dışında, bir malumat tesbit edilememiştir.
Turgut Koca Baba, daha önce adı geçen “Bektaşi Nefesleri ve Şairleri” adlı eserinde, kendisinin Ku’ran ve Hadis kültürüne hakim bir zat olduğundan söz etmektedir. Şiirlerinde genellikle, mesnevi tarzı ön plandadır. Yazmış olduğu Velayetname’nin, kendi türündeki eserlerin ilki olduğu iddiası varsa da, doğru değildir. Söz gelimi, Bedri Noyan Dedebaba’nın dilimize kazandırdığı bir Hacı Bektaş Veli Velayetname’sinin tarihsel muhtevası hakkında, yine Bedri Noyan Dedebaba’nın verdiği bilgiler, şu şekildedir:
“Bir yazısında, Hasan Fehmi Bey, Od’man Baba Velayetname’lerinden, te’lif itibariyle daha ziyade kıdemli olduğunu söylüyor ki, bunu anlamadım. Fakir’de bulunan güzel bir ta’lik yazı ve sonunda 24 Mart 1304, 28 Şevval 1305 (1887 M.) tarihinde “Derviş Abd-ün Nebi ez keza-yı Berat” cümlesi ile, yazarın adı ve kopye ediliş tarihi gösterilmiş olan bir Velayetname-i Hacı Bektaş Veli vardı. Bu Velayetname’nin, 380 ile 381’nci sahifesinde, şu tarihi kayıt yazılıydı:
Türbesinin üstünü kurşunlayan
Şah-ı Sultan Bayazıd’dır bi-güman
Ömr-ü baht-ın eylesin Allah Ziyad
Ta kıyamet devletiyle baki bad
Hak’ka minnet ahir oldu bu kitab
Var ümidin akıbet ola sevab
Resul’ün hicreti altı yüz kırk dörtte
İrişmişdi meşanım bu dertte
Yazub nakleyledik bu yadigarı
Cihanda kala bizden sonra bari
Okuyanlar, hayrile yad eylesin
Hakk anı korkudan azad eylesin
Halep şehrinde Baba Bayram
Ravzasında bu kitab oldu tamam
Kaydı vardır. Fakir’deki diğer yazma Velayetnamelerde bu tarih, Yedi yüz kırk dört olarak kayıtlıdır. Od’man Baba Velayetname’si H. 888’de yazıldığına göre, Hacı Bektaş Velayetnamesi, ondan daha eskidir. Esasen Od’man Baba’da, Hacı Bektaş’tan yüzelli-ikiyüz yıl daha sonra yaşamıştır.” (Bkz. Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, adı geçen, Demir Baba Velayetname’si.)
Yukarıda, Bedri Noyan Dedebaba’dan alıntıladığımız şiir’in yazarı olan Baba Bayram ile ilgili olarak, Abdülbaki Gölpınarlı, 1958 yılında yayınladığı, Hacı Bektaş Velayetnamesi önsözünde; “16. yüzyılda Divane Mehmet Çelebi ile Horasan’a giden ve dönüşte Halep’te kalan Bektaşi Baba Bayram’dır” demektedir.
Yine Od’man Baba Velayetnamesi’nin, Saru Saltuk ile ilgili bölümlerinde, Hacı Bektaş Veli Velayetname’lerinde geçen bir rivayet’ten söz edilir. Öyküye göre kaynar kazana giren Saru Saltuk, çok uzaklarda olan Hacı Bektaş’a malum olur ve Sulucakarahöyük’de bir mermer üzerine eliyle su serper ve soranlara “Saru Saltuk’un kazanı” soğuttuğunu söyler,
Bu durumda, Gö’çek Abdal’ın daha önce muhakkak ki bir Hacı Bektaş Veli Menakıbnamesi okuduğu ortaya çıkmaktadır.
Od’man Baba, (1490 sonrası, Balım Sultan tarafından kurumlaştırılan Mücerred “hiç evlenmemiş-kudsal Bekar” Derviş’lik sisteminin, Balım Sultan öncesi de mevcud olduğunun belgesi olmak bakımından ilginçtir) hiç evlenmemiş ve hatta, Velayetnamenin bir yerinde, mücerred (kutsal bekar) olmayan mürşid’lerin, kutup olmayacağını beyan etmiştir.
Bugün özellikle Balkanlar’da (Deliorman, Dobruca, Tuzluk, Gerlova) adına yolu sürdüren Kızılbaş Sürekleri olduğu gibi (Bkz. Trakya Sürekleri, Şevki Koca. Cem Dergisi. Ağustos 2000 Shf. 54) İstanbul, Firüzköy ve Zeytinburnu semtlerinde, ve Eskişehir yöresinde Seyyid Battal Gazi Türbesi civarında Od’man Baba (Hüsam Şah Gani) süreklerine tesadüf edilmektedir.
Od’man Baba Velayetnamesi dil özellikleri bakımından, halka inmiş halisane bir Türkçe’nin özgün nitelikleri ile bezenmiştir. Betimlemelerdeki, devrik gibi görünen cümleler dahi, tamamıyla halk kokmaktadır. Burgazi’nin “Fütüvvetname”si veyahut Kaygusuz Abdal’ın “Budalaname”si gibi, mensur risalelerde, hep bu türden bir lisan sıcaklığı ile başbaşa kalırız. Ayrıca terim ve kelime zenginliği bakımından da hayli ilgi çekicidir. Gerçek ve otantik bir Türk nesri için örnek teşkil edebilecek, orijinal mahiyette bir çok deyim içermektedir. Öte yandan, az dikkat ile, günümüz insanının dahi rahatlıkla anlayacağı söz konusu cümle ve kelimelere zorunlu olmadıkça, müdahale etmemeye özen gösterdim. Ve giderek bu anlatımdaki görkem’e ancak kendi hususiyeti içinde ulaşabileceği kaygısı ile, müdahale hakkını kendimde göremedim. Öte yandan, Gö’çek Abdal, Od’man Baba’nın irşad lisanının da, Oğuz dili ve lehçesi olduğunu, Velayetname içinde belirtmiş ve yer, yer Oğuz dilinin senkronatif özelliklerine de yer vermiştir.
Doç. Dr. Bedri Noyan Baba; Od’man Baba Velayetnamelerinden bir nüshanın, dergahlar kapatılmadan önce, Hacıbektaş İlçesi Merkez Dergahı Kütüphanesi’nde olduğunu belirtmektedir. (Demir Baba Velayetnamesi, Can Yay.) Dergahtaki bu nüshanın H. 1173 (M.1759) yılında, kopya edildiğini belirterek, yirmişer satırlı sahifeler halinde, toplam iki yüz altmış sahife olduğunu ifade etmektedir.
Ahmet Yaşar Ocak ise, Od’man Baba Velayetnamesi’ne ilişkin tek nüshanın, Cebeci Halk kütüphanesi, No:495’te kayıtlı olduğunu belirtse de, 16’ncı yüzyıla ait bir başka nüshanın da, A.Sadık Erzi’de bulunduğunu ancak kaybolduğunu zikretmektedir.
Diğer taraftan, fakir kulunuzun bizzat tanıdığı, halen İstanbul, Zeytinburnu muhitinde mukim sayın Taki Coşkun Bey’de bir adet orijinal yazma nüshanın olduğunu biliyorum. Hatta, Sayın Hakkı Saygı, 1996 yılında yayınladığı oldukça özet olan “Otman Baba Velayetnamesi”nde, bu nüshayı esas aldığını belirtmektedir.
Velayetname’ye ilişkin kısa ve özet alıntılar, daha önce başta Abdülbaki Gölpınarlı olmak üzere birçok yazar tarafından kamuoyuna sunulmuştur. Yine Hasan Fehmi Bey, 1927 yılında yayınladığı “Otman Baba Velayetnamesi”nde, oldukça özet bir çalışmaya başvurmuştur. Yine Tarihçi Cemal Kutay 1965 yılı, “Tarih Konuşuyor” adlı derginin değişik sayılarında, söz konusu Velayetname’den alıntılara başvurmuştur. Hazırlamış olduğumuz bu çalışmaya mesned teşkil eden yazma ise; Ünlü Mücerred Ahmet Sırrı Dedebaba’nın (Kahire, Magaravi yada Kaygusuz Abdal Dergahı, son postnişinidir. Mehmet Lütfi Baba’dan sonra postnişin olmuş ve 30 Ocak 1949 tarihinde, bir araya gelen Mücerred Halife Babalarca Hacı Bektaş Postnişini-Dedebaba, seçilmiş olup, 1965 yılında Hakk’a yürümüştür.) 1950 yılında, İstanbul Erenköy’e geldiği sıralarda, merhum Pederim Turgut Koca Baba’ya sunmuş olduğu bir yazma nüshadan, Turgut Baba’nın kendi el yazısı ile istinsah ettiği kopya’dan, alıntılanmış ve tam tekmil Tek Od’man Baba Velayetnamesi’dir. Eldeki yazma belgede, Turgut Baba yer-yer Osmanlıca’ya yer vermiş, ancak “esere-ötere” kullanmaksızın kaydetmiştir. Yine zamanın getirdiği tahribat ile Latin harfleriyle yazdığı bölümler de, oldukça zor çözümlenmiştir.
Ahmed Sırrı Baba’nın, Turgut Koca’ya verdiği orijinal yazma Velayetname suretinin, yine Velayetname sonunda verilen bilgiden anlaşılacağı üzre; Omar Kara Kürklü (M.1759) ve Muharrem ayının ilk Pazartesi günü olduğunu belirttiği nüsha’dır. Öte yandan, Bedri Noyan Dedebaba’nın daha önce bahsettiği, Pirevi kütüphanesinde olup ta bugün için kayıp görünen suret olma ihtimali, yüksektir. Yine bilindiği, Ahmed Sırrı Baba’nın vefatı sonrası, birçok doküman Leiden Üniversitesi kitaplığına, kayıt ile devrolunmuştur.
Velayetname, altmışaltı Farsça başlık altındaki öykü örgüsü içinde dizayn edilmiş ve almışaltı sayısı ile de huruf-u ebced tekniği gözetilerek, Cenab-ı Hak’kın huruf-u ebced’deki yazılım mazharına denk düşürülmek istenmiştir.
Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre, Od’man Baba Velayetnamesi, bilinen Velayetnamelerden en hacimli olanaklarından biri olmaktan maada, Kitab-ı Dede Korkut ile başlayan ve Battalname, Danişmendname ve Saltıkname ile devam eden zincirin bir parçasıdır. (Bkz. A. Gölpınarlı, Hacı Bektaş Veli Menakıbnamesi) söz konusu Velayetname, gayr-ı resmi tarih araştırmacılarının dikkatini çekebilecek, tarihi ve coğrafi öğe ve unsurlar ile doludur. Eserde, Zağra, Kaliğra (Balçıkhisar), Tetova, Tırnova, Eski Edirne, Ağaçdenizi (Deliorman), Akkadınlar (Dulova), Karalar, Selanik, Vardar, Vidin, Yanbolu, Samandra gibi dönemin Osmanlı Balkan’ına ilişkin yöresel bilgiler mevcuttur. Öte yandan, anlatımda öyküler kronolojik bir sıralamaya değil, daha çok olay örgüsüne dayandırılarak ifade edilmiştir.
Velayetnamede yine, Vahdet-i Mevcud adı ile bilinen, ‘İstidatlar yasası’nın, teknik terkipleri olan; hulul, ittihad, tecessüd, tenasuh gibi devri kavramların, özellikle Od’man Baba’nın şahsında oldukça sık kullanıldığına tesadüf edilmektedir.
Velayetname; Vahdet-i Vücud ile Vahdet-i Mevcud arasındaki telesofik farkı göstermesi açısından oldukça ilginç imgeleyim ve betimlemeler içermektedir.
Kısaca, yayın yaşamımızdaki önemli bir boşluğu dolduracağına inandığımız bu çalışmayı, Kültür Bakanlığımızın katkılarıyla, arzetmiş bulunmaktayım.
Sehvi kusur ve hatalarımız olmuş ise, okuyanlar onaralar ve yüzbin dua ile analar.
Şevki KOCA,
‘Odman Baba Velayetnamesi Velayetname-İ Şahi Gö’çek Abdal’,
T.C. Kültür Bakanlığı Katkılarıyla, 2002
Cumhuriyet Tarihi Sürecinde Bektaşi Kültüründe Dedebaba’lar (Ülkemizde Ve Dünyada)*
Dostları ilə paylaş: |