Sistematik kelâM


I. İnsanın İrâde Hürriyeti İle Kader Arasında Çelişki Var Mıdır?



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə15/35
tarix15.01.2019
ölçüsü1,32 Mb.
#97179
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   35

I. İnsanın İrâde Hürriyeti İle Kader Arasında Çelişki Var Mıdır?

Hiç şüphe yoktur ki Cenâb-ı Hak, mutlak adalet ve hikmet sıfatlarıyla muttasıf olduğu için insanlara kudret, irâde ve ihtiyar kabiliyeti vermiştir. Bir insan sahip olduğu bu yeteneği hayra kullanırsa Cenâb-ı Hak onun için hayrı yaratır; tersine şerre kullanırsa Allah da onun hakkında şerri icad eder. Binaenaleyh insan için bir cebir ve baskı söz konusu olamaz. İnsanlar da kendilerini bu irâde hürriyetlerinden mazeretli, kaza ve kaderin pençesine mahkum göremezler.

Hiç şüphesiz insanın bütün fiil ve hareketleri Cenâb-ı Hakk'ın yaratması ve var bununla beraber insan, seçme hürriyetine sahiptir. Saadet ve bedbahtlık yolunu insan kendi irâde hürriyeti ile seçer. Kaza ve kader de insanın bu honudaki seçeneğine uygun olarak ortaya çıkar. Çünkü Allah Teâlâ, insanan yöne kullanacağını ezeli ilmi ile bilir ve ona göre takdir eder. Cenâb-ıHakk’ın takdiri ilâhî ilimine tabidir. İlim de bilinene, olanlara (vakâyı'a) tabidir. Bu yüzden mü'minlerin kaza ve kadere iman etmeleri, çalışıp kazanmaları da, mubah olan vasıtaları kullanmalarına kesinlikle engel değildir. İnsan, irâde hürriyetini kullanma sebebiyle fiilinden sorumludur. Bir kimse hakkında küfrün mukadder olması, o kimsenin kötü haline cüz'i irâdesini kötüye kullanmasıdan dolayıdır. Bu yüzden fiil sahibi mazur değildir. Kur'ân-ı Kerim deki şu âyet, insanın kendi irâdesinin çok önemli olduğunu göstermektedir:

"De ki, hakikat Allah dilediği kimseyi şaşırtıyor, kim de gönül verirse kendine hidâyet buyuruyor.” 204

Âyet-i kerimede sapıklığın sebebi, sapıklığa düşenin Allah'a inâbe etmemesi, yani günahları terk ederek hakka dönmemesidir. "Halbuki' o, her hakka gönül vereni (inâbe edeni) kendisine hidayet eder. 205

Âyette geçen "inâbe", hakka yönelmek ve Hakk'ın âyetlerini (alâmetlerini) dikkatli tefekkür ile tevbedir ki asıl anlamı hayır nöbetine girmektir. Demek ki hidâyetin şartı nefsânî irâdeden çıkıp Cenâb-ı Hakk'ın irâdesine yönelmeyi ifade eden cüz'î irâdedir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, yukarıdaki âyet-i kerimenin tefsirinde "... Her şahsın ömründe -yekdiğerine müsavi olmasa bile az çok- bir müddet vardır ki o müddet zarfında hidâyeti ihtiyara bir imkân bahşedilmiştir. Bu müddette hidâyet ve dalâlet ihtiyarıdır. Fakat o müddet içinde ihtiyarını hüsn-i isti'mal ile hakka inâbe etmeyenler için dalâlet cebrî bir tabiat olur ki ondan sonra arzu da etse muvaffak olamaz 206 işte âyet-i kerimenin sonunda getirilen bu cümle, akla gelebilecek cebr itirazını gidermek üzere, saptırma (idlâl)nın vaktinde "hakka yönelme" (inâbe)nin yapılmaması sebebini hatırlatmak içindir.

Özetle Cenâb-ı Hakk'ın ezeli ilmi, insanların gelecekteki hür irâdelerini ve hadiselerini kuşattığından, ezeli irâdesi insanların bu seçeneklerine, bu fiilerine göre dünyada (lâyezâl'de) ortaya çıkmaktadır. Cenâb-ı Hakk'ın insanlara yaptığı emir ve nehiy teklifleri bunu gerektirmektedir. Bu yüzden bu konuda her hangi bir cebir ve baskı söz konusu değildir. Hiçbir kimse kendi fiillerinden dolayı kendisini mecbur ve mazeretli gösteremez. Kur'ân-ı Kerim'deki, "işlediklerinin karşılığı olarak orada daim kalırlar.” 207

"Ey insan, işte bu, senin ellerinin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir208gibi âyetler buna şahittirler. Daha önce söylediğimiz gibi Cenâb-ı Hak, dünyadaki hadiseleri, sebeplerle birbirine bağlamıştır. Neticeleri de sebepleri de koyan ve yaratan Allah Teâlâ'dır. İnsan, bu sebeplere tutununca Cenâb-ı Hak, onların neticelerini varlığa getirmektedir. Biz bir şeye "Allah'tandır" dediğimizde bunun manası, yaratma ve takdir etme yönünden o'na aittir demektir. "Bizdendir" demek, kazanma (kesb) ve seçme (ihtiyar) açısından bize aittir demektir.

İslâm'ın düşmanları île onu anlayamayan cebir taraftarları, Kur'ân'daki bazı âyetlerin "kaderciliği" ifade ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Ancak bunlar yanıltıcı iddialardır. Meselâ;

"Hayır bütün işler Allah'a aittir209

"Kâfirlere ok attığın zaman, aslında sen atmadın. Fakat Allah attı,” 210 âyetlerinde "kader" söz konusu olmamaktadır. Burada söz konusu edilen her şeye maddi ve manevi gücü ve tesirliliği veren aslında Allah'tır anlamındadır. Her şeyin varlığı ve fiili üzerinde tesir eden Allah, bütün sebeplerin, etkenlerin çeşitli bağlantılarının ve sonuçlarının meydana gelmesine tesir ve onlara yardım yapan, tabii kanunlarını koyan yine Allah'tır. İnsana düşen görev, Allah'ın koyduğu ve kanunları ve sebepleri Peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip ederek neticeyi Allah'tan istemektir.

Dikkat edecek olursak Cenâb-ı Hak, Fatiha Suresinin "Ve yalnız Sen'den yardım dileriz" âyet-i kerimesiyle bize gösteriyor ki bütün yardım Allah'ındır. Ancak insana düşen istemektir. İşte bu "istemeye" kelâm'da kesb ve cüz'î irâde denir. Şu halde "güç yetme" (istitâ'a), insanda bu "isteme" ile "yardım ın bir arada olması sırasında bulunmaktadır. Âyetten, bize Allah tarafından bir "isteme" (dileme) yetkisi verdiği açıkça anlaşılmaktadır. Böylece birisi bizden istememizle, diğeri istememiz olmayarak iki fiil meydana gelmektedir. Her iki fiil de bizimle beraber bulunduğu için bizim fiilimiz sayılır ve bize nisbet edilir. Meselâ, elimiz ile irâdemiz arasında gerçek bir bağlantıyı Allah kurmamış olsaydı, istediğimiz zaman elimizi hareket ettiremezdik. Maamafih bazı organlarımızı istediğimiz gibi öyle hareket ettirmekten yoksunuz. 211

Şu halde fiilerimiz, hür irâdemizle istemek suretiyle Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmektedir. Bu durumda İslâmiyeti, ne cebrîlik ile ne de kaderîlik ile suçlamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Yalnız cüz'î irâdemizi her kullandığımız zaman bir fiilin meydana geleceğini zannetmek, Cenâb-ı Allah'ın hiçbir zaman müdahale etmeyeceğini düşünmek yanlıştır. Şu kadar var ki Allah Teâlâ, insanları kendi irâdelerinin ve güçlerinin bulunmadığı bir fiilden dolayı sorumlu tutmaz. Çünkü böyle bir teklif boş (abes) olup, Hakîm olan Allah hakkıda aklen muhal olmakla beraber naklen de vuku' bulmamıştır. Nitekim, "Allah bir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez212 âyet-i kerimesi de bunu ifadeetmektedir.

Diğer taraftan bazıları da Kur'ân-ı Kerim'de alın yazısının bulunduğunu göstermek için, "Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. âyetlerini ileri sürerler. Halbuki Kur'ân-ı Kerim, insanın günahsız yaratıldığını ve şahsının iyi olduğunu belirtir:

"Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak, doğruca dine çevir. Allah insanları yaratılıştan, bu din üzere yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur.” 213

Şu halde Allah insanları doğuşlarında hakkı idrak ve kabul etmeye kabiliyetli ve yatkın yaratmıştır. Ancak sapmış insanlar, Allah'ın irâdesine yönelmemiş, tercihlerini hevâ ve heveslerine göre yaptıklarından, irâde hürriyetlerini kötüye kullandıklarından dolayı sorumludur. Bu kalbî fiil ve tercihleri sebebiyle Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Allah ezelî ilmiyle, kâfirlerin cüz'i irâdelerini hangi yöne kullanacağını önceden bildiği için bildirmiştir. Bugün astronomi bilim adamlarının önceden filan gün, filan saatte güneş ve ay tutulmasını haber vermeleri, hiçbir şekilde güneş ve ayın tutulmasını zorlamış olmuyorlar. Bilakis güneş ve ayın filan gün ve filan saatte tutulacağından dolayı bilgileri öyle tecelli ediyor ve bunu bildirmiş oluyorlar.

Öyleyse Allah, kâfirlerin kalbini, kalbî kâfirliklerinden dolayı mühürlemiştir. Çünkü Allah, insanları inanmasınlar ve kötü davransınlar diye yaratmamıştır. Bilakis Allah, onları kendine ibadet etmeleri ve iyi davranışlarda bulunmaları için yaratmıştır. Bunu âyet-i kerimelerde açıkça görmekteyiz:

Ben cinleri de insanları da, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 214

Ölümü, dirimi, hanginizin en güzel işleri işleyeceğini denemek için yaratan O'dur.” 215

Demek ki "mühür", cüz'î irâdenin kötüye kullanmasının bir yaptırımıdır, Yoksa kötü davranmasına bir sebep olsun diye vuku bulmamıştır. 216 Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in şu âyetleri bize bunu açıklamaktadır:

Hak Teâlâ, her kibirli zorbanın kalbini böylece mühürler.217

"Bunlar o kimselerdir ki, Allah onların kalbine mühür basmıştır. Bunlar, heva ve heveslerine uymuş kimselerdir.” 218

İslâm inancına göre her insan fiilinde irâde hürriyetine sahiptir. İnsan saadetine, irâdesini ve kudretini kullanmak suretiyle ulaşabilir. O, hür fiillerinin hiç birinde mecbur kılınmamıştır. Bu yüzden o, yaptığı işlere göre, mükafatlandırılır veya cezalandırılır. Şimdi aşağıda zikredeceğimiz bazı âyetler bunun en açık kanıtıdır:

"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” 219

Her kim zerre miktarı hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı şer işlerse onu görecek.220

Her kim doğru dürüst iş işlerse kendi için işler, her kim kendine kötülük yaparsa kendine eder.” 221

De ki: Hak, Rabbiniz tarafındadır. Dileyen inansın, dileyen inkar etsin, kâfir.222

Her kim doğru dürüst işler işlerse, kendi öz canı için işlemiş olur. Her kim kötülük ederse vebali kendinedir. Sonra hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz.” 223

Netice olarak bir müslüman, kaderi ileri sürerek sorumluluktan kaçamaz, işlerinde hür olduğuna ve yaptığından dolayı sorumlu tutulacağına inanır. Eğer her şey ezelde belirlenip insanın elinden bir şey gelmeyecekse, Allah'ın insanlara peygamber ve kitap göndermesinin manası olmazdı. Hem de bu, ilâhî adaletle bağdaşmazdı. Allah, hiç kimseye zulmetmez.



Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin