Sistematik kelâM



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə11/35
tarix15.01.2019
ölçüsü1,32 Mb.
#97179
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   35

d. Haberi Sıfatlar

Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde Cenâb-ı Allah'a bazı sıfatlar isnat olmuştur ki, bunların kelime anlamları akla yaratıklara benzemeyi çağrıştırmaktadırlar. Ancak bu manaların kasdedilmesine naklî ve aklî deliller engel faktadır. Selef âlimleri, bu konuda yorumdan çekinmişler, haberî sıfatları aslarda geldiği gibi kabul etmişler, gerçek manalarının neden ibaret olduğunu Allah bilir demişlerdir. Ama sonraki âlimler, doğru bir şekilde yorum yapmayan tazı bidat ve cehalet sahibi kimselerin girişimlerini dikkate alarak, bu sıfatlardan birini Arapça lügate uygun, aklî delillere ters düşmeyecek biçimde yorum ve açıklamalarda bulunmuşlardır. 121

Haberî sıfatların bulunduğu âyetler ve hadisler mana yönünden müteşâbihtir. Bunların içerdikleri lâfızların lügat manaları bilinmekte ise de, o manaların Cenâb-ı Hakk'a isnadı muhal (gayr-i mümkin) olduğundan onların neye delâlet ettiğini selef alimleri, Allah'a bırakmışlar ve yorum yapmaktan çekinmişlerdir.

Öte yandan müteahhirin (halef) âlimlerinin ilim anlayışlan, bu müteşâbih ayet hadislerin, herhangi bir fitneye ve yanlış yorumlara meydan vermemek için beşer ve zekâsını kullanarak, âyette geçen "ve'r-râsihûn" (ilimde derinleşenler) daki âtıfa olduğunu kabul etmek suretiyle müteşâbih sıfatları, dilin kullanım kurallarına ve akim mantıkî açıklamalarına uygun biçimde tevil etmişlerdir, dayandığı ayet-i kerime şöyledir:

"Kitab'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitab'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşabihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitab'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar (rasihûn). Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır" derler. “Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez" 122 âyette geçen muhkemâtın tekili olan muhkem sözlükte sağlam anlamında olup, ıstılahta lâfız ve kelimelerin belli ve açık bir manaya delâlet ettiğinde şüphe olmayan âyet demektir. Müteşâbih ise çeşitli yönlere delâlet etmesi şüphe ve ihtimâl dahilinde bulunan âyet anlamındadır. Bazı sûrelerin başında bulunan (kâf, yasin, tâhâ, elif lâm mîm) gibi harfler müteşabihe misâldir. Bunların lafızları ve manaları insan için belli değildir. Bir de mana yönünden müteşâbih naslar (âyet ve hadisler) vardır. Allah'ın eli", "seher vakti" "Allah'ın dünya göğüne inmesi" gibi.

İşte müteşâbihler konusunda bir bakımdan iki ilmî yol izleyen bilim adamları ortaya çıkmıştır. Bu bilginlerden selef âlimleri Cenâb-ı Hakk'ı bir takım organ sahibi olmaktan tenzih ederek Allah için, yaratıklardan hiç birine benzemeyen el, parmak gibi sıfatları kabul ile beraber, bunların gerçek manalarının ne olduğunu Allah'a bırakmışlardır. Tevil yolunu benimseyen halef yani müteahhirin (sonraki) âlimler ise bu çeşit müteşâbih lafızlara yorum getirmek suretiyle açıklamışlardır. Meselâ "eli", kudretle, "inme"yi rahmeâe tevil etmişlerdir.

Bu haberî sıfatlardan meşhurlarını görmeye çalışacağız:

1- Vech" sıfatı Allah'a mahsus bir sıfattır. Vech kelime manasıyla "yüz" demektir. Kur'an-ı Kerim'de bu sıfat şöyle geçmektedir:

"Yalnız Rabbinin celâl ve ikram sahibi yüzü (zâtı) baki kalacaktır" 123.

Selefe göre evet Allah'ın yüzü vardır. Ancak bu yüz, bizim yüzümüz gibi değildir. Allah âyet-i kerimede "yüz" sıfatını kendine nisbet ettiğine göre bu sıfatın varlığını kabul ederiz. Şu kadar ki onun mahiyetini, hakikatini insan aklıyla idrak edemez, ancak Allah'ın kendisi bilir. Özetle selef âlimlerinin, haberî sıfatlar konusundaki tutumları:

"Biz onların varlığına inanırız, yorumuna gidemeyiz manasını Allah'a havale ederiz'" biçimindedir.

Ebu'l-Hasan el-Eş'arî bir görüşünde, Üstad Ebû İshak el-İsferâînî ile selef gibi düşünürken başka bir görüşünde Kadı Ebû Bekr el- Bâkillâni ve başka kelâmcılarla "Allah'ın yüzü"nün anlamının "Allah'ın varlığı" demek olduğunu söylemiştir. Böylece yorumda bulunarak seleften ayrı bir yol izlemiş oluyor. Ebu'l-Meali el-Cüveynî de aynı şekilde "yüz" kelimesini "varlık" anlamında yorumlamıştır. Âmidî'de de "yüz" sıfatını "zât" anlamında yorumlayanlardandır.

2- Yed" sıfatı da Allah'a mahsus bir sıfattır. Nitekim şu âyet-i kerimelerde geçmektedir:

"Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir." 124;

"Rabbim ona dedi ki: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?”

Bu ve benzeri âyetlerde geçen "el" kelimesini; selef, evet, "Allah'ın eli vardır. Fakat bizim elimize benzemez" demişler, "kudret" ile yorumlamamışlardır. Bunun manasını Allah'a havale ederler. Nas'da geldiği gibi kabul edip varlığına iman ederler. İnsan aklının bu haberî sıfatları yorumlamaktan aciz olduklarını söylerler. Ehl-i sünnetten birçok kelâmcı "yed" i "kudret" (güç) anlamında yorumlamışlardır. Lügat bakımından diğer sıfatların çeşitli anlamlarda kullanıldığı görüldüğü gibi "el" kelimesinin de "kudret" anlamında söylendiği olmuştur. Bu anlamlar nitekim kendi dilimizde de vardır: "Falan zat, koskoca şehri elinde oynatıyor" denir. Oysa bir kişinin bir şehri eline sığdırması, onu oynatması fiilen mümkün değildir. Bundan açıkça anlaşılan, o zatın o şehre etkili olduğu, sözünü geçirdiği, istediği gibi yönlendirdiği demek olur. Âmidî, "iki el" sıfatını "kudret" anlamında kullanmıştır. 125



3- Ayn", göz demektir. Âyetlerde göz ve gözler yani tekil ve çoğul olarak Allah için sıfatlar geçmektedir. Selef âlimleri Allah'ın gözü olduğunu naslarda geçtiği gibi kabul ederler, ancak bizim gözlerimiz gibi değildir, derler ve yorum yapmaya girişmezler. Bu âyetlerden bazılarına örnekler:

"Gözlerimizin önünde akıp gidiyordu126

"Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum.” 127

Âmidî, "Ebkâru'l-Efkâr" ında bu konuda Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'ye ait iki görüşün olduğunu haber vermektedir. Onlardan birinde: Seleften bir toplulukla birlikte "iki göz", "iki elde" olduğu gibi Allah'ın nefsi sıfatlarıdır, görüşüdür. Diğer görüşünde "iki göz", görmek (basar) anlamındadır.

Amidî "iki göz" kabul etmenin bizdeki iki organ anlamında olması mümkün değildir, der. "Gözlerimiz önünde" demenin "Bizim korumamızda", "gözetimimizde" anlamında olduğunu ifade ettiğini kabul etmektedir. Bu yüzden Arap toplumu "Falan, falanın gözü önünde" der. Bu da "Onun korumasında", "onun gözetiminde" demektir.

4- Cenb" yan manasına gelir Cenb yaratıkların cenbi gibi olmayıp, Allah'a mahsus bir sıfattır. Cenbi uzuv manasında yorumlamak mümkün değildir. Şu halde

Cenb" (yan), "emr" anlamında yorumlanabilir. Bu durumda "Allah'ın cenbi" demek, "Allah'ın emri" anlamındadır. Âyet-i kerimede bu sıfat şöyle geçmektedir:

O zaman her nefis, Allah yanında yaptığım eksikliklerden dolayı bana yazıklar olsun demesin.” 128

5- "Nûr" aydınlık, parıltı, ışık parlaklık anlamındadır. Kur'an-ı Kerim'de:

"Allah, göklerin ve yerin nurudur,” 129 denilmektedir. Elbette bu insanın zihnine taraf" cinsinden bir nitelik değildir. Fahreddin er-Râzî ve Âmidî yarat onunla kasdedi'enin "göklerin ve yerin aydınlatıcısı, onların aydınlıklarını aydınlıklarını yaratan" anlamında yorumlanmasının akla yatkın olduğu belirtilmiştir. 130



6- "İstiva" kelimesi yükseklik, yükseğe çıkmak, yükselmek manasındadır. Bu, Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir yüksekliktir.

"Rahman, arş üzerine' egemenlik kurmuştur. Allah, yaratıklardan ayrıdır, yaratıklar da Allah'tan ayrıdır, Allah yaratıklara hulul etmemiş, yaratıklar ile karışma; ve birleşme olmamıştır. Cenâb-ı Hak, hakikati üzerine arşın üstündedir, ona hâkimdir. Arşa yerleşmesi (mekân tutması) söz konusu değildir. Bununla beraber Allah yaratıklara çok yakındır. "O, yücedir, uludur.” 131

"O'na benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” 132

"O Rahman Arş'a istiva etmiş (kurulmuş) tur" âyet-i kerimesi hakkında İmam Mâlik b. Enes'in görüşü sorulduğunda, İmam Mâlik şöyle demiştir:

"İstiva, bilinmektedir, niteliği ise bizce bilinmemektedir, ona iman vaciptir, niteliğini sormak ise bid'attır. 133

Allah Tealâ, âlem yok iken, hiçbir mekân yok iken ezelde vardı. O, şu anda ezelde olduğu gibi varlığını sürdürmektedir. O'nun için değişme, yokluk ve başkalaşma söz konusu olamaz. Yaratıklar nerede ise Allah onlarla beraberdir. Yaratıklar her zaman O'nun denetimindedir. Allah daima onların durumlarını bilir, hiçbir zaman onların durumlarından bilgisiz kalmaz.

"Nerede olsanız, O sizinle beraberdir, Allah yaptıklarınızı görmektedir." 134

"Kullarım, sana benden sorarlarsa söyle: "Ben onlara yakınım" 135



"Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz göremezsiniz" 136

"Biz ona şah damarından daha yakınız137 gibi âyet-i kerimeler, Allah'ın bütün mekânlardan yüce olduğunu, O'nun hükümranlığının bütün mekânları kapladığını, O'nun üstünlüğünü, her şeye sahip olduğunu beyan etmektedirler.

7- İtyân ve Mecî" gelmek manasına olan bu sıfatlar, Allah'a mahsus olup yaratıkların gelmesi gibi değildir. Yorumda bulunan bilginlere göre Allah'ın emrinin veya âyetinin gelmesi demektir. Şu âyetlerde olduğu gibi: "Melekler sıra sıra dizili durumda Rabb'in geldiği zaman" 138

"Onlar, ille buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar?” 139



8- Kurb" , Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir yakınlık olup yaratıkların yakınlığı gibi değildir.

"Biz ona şah damarından daha yakınız" 140

"Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.” 141

Yorum yapan bilginlere göre "kurb", "rahmetin yakınlığı" demektir. "Maiyet" (beraberlik) de aynı manaya gelmektedir.



9- Rahmet" ve "Gazab", bu iki sıfat da Allah'a mahsus sıfatlardan olup yaratıkların sıfatları gibi değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.” 142



"Allah'ın gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu (yoksulluk içinde ezildiler)” 143

Burada söz konusu olan "Rahmet ve Gazab" sıfatları, yorumcu bilginlere göre değişikliklerden uzak olan Allah Teâlâ'ya mahsustur. Bu sıfatlar yaratıklarda bulunan "Rahmet" (sevgi) ve "Gazab" (öfke) gibi değişikliğe uğrayan nitelikler türünden değildir. İyi kimselere iyilikleri sonunda ihsanı, nankör kimselere de kötülükleri sonunda zararı eriştiren Allah'ın nitelikleri anlamındadır.

Şiî-İmâmiyye inancına göre, "Allah'ın gazabı", O'nun cezası; O'nun rızâsı da sevâb ve mükâfaatı anlamına gelmektedir.

10- Gabza", sözlük açısından avuç, pençe, sap gibi anlamlara gelmektedir. Ancak "gabza" Allah'a mahsus bir sıfat olup, yaratıkların gabzası gibi değildir. Kur’an-ı Kerim'de şöyle duyurulmuştur:

"Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'nun avucu içindedir?” 144

Bu sıfatı yorumlayanlara göre "gabza" kudret, tasarruf ve mülk anlamındadır.

11- Yemin", sağ ele denir. "Yed" sıfatı gibi Allah'a mahsus bir sıfat olup yaratıkların sıfatı gibi değildir. Kur'an'da şöyle buyurulmuştur: "Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'nfin avucu içindedir, gökler de sağ elinde durulmuştur. 145 Yemin, yorumda bulunan bilginlere göre, kudret ve tam kuvvet demektir.

12- İstihyâ", Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir "istihyâ" olup, yaratıkların istihyâsi gibi değildir. İstihyâ, kelime anlamıyla utanmak demektir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

"Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) bir sivrisineği hatta onunda ötesinde bir varlığı misâl getirmekten utanmaz.” 146

Yorumda bulunan bilginlere göre, bu sıfat terk etmek, vazgeçmek manasındadır.

13- Nüzul" inmek manasına gelen "nüzul" Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir sıfat olup yaratıkların inmesi gibi değildir. Bu sıfat, hadis-i şeriflerde geçmektedir. Yorumda bulunan müteahhirin (halef) bilginlerine göre "nüzul", "rahmet" anlamına alınmaktadır. Resûlullah (s.a):

"Gecenin yarısı yahut üçte ikisi geçtiği zaman Allah Teâlâ alt semâya nüzul eder de: Var mı isteyen? kendisine verilecek! Duâ eden var mı? Duası kabul edilecek! İstiğfarda bulunan var mı? Kendisine mağfiret olunacaktır!” buyurur. “Bu tâ sabah aydınlanıncaya kadar böyle devam eder" buyurdular.



14- Suret", şekil anlamına gelmektedir. Resûlullah (s.a.v.); "Allah Âdem'i kendi suretinde yaratmıştır." buyurmuştur. Selef bilginleri, bu cümlenin hak olduğuna inanır, onun kendine lâyık bir anlamının olduğunu söylerler ve yorumdan kaçınırlar. Sonraki halef bilginleri ise bu cümleyi Rahman'ın sıfatı manasında yorumlamışlardır. Her ne kadar Allah'ın sıfatları kadim, insanın sıfatları hadis ise Allah'ta mevcut sıfatlardan işitme, görme, ilim ve hayat gibi sıfatları Allah insanda da yaratmıştır, demektedir.

15- İşba" veya "Esba", parmak manasına gelir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Kralların kalbleri Rahman'nın parmaklarından iki parmağın arasındadır, onları istediği gibi (halden hale) çevirir.” 147

Elbette burada geçen parmakları bizim parmaklarımız gibi uzuv manasına almak mümkün değildir. Halef, "iki el" konusunda geçtiği gibi "kudret" ve "mülk" manasında tevil etmişlerdir. Selef ise bunlar Allah'ın sıfatı olup, mahiyetlerini bilmeliyiz, derler. 148

16- Kadem", ayak manasına gelmektedir. Selef âlimlerine göre, bunun da Allah için uzuv manasına alınması mümkün değildir. Allah'a mahsus bir sıfat olup bizim "kadem"imiz gibi değildir. Halefe göre "Yed" sıfatında geçtiği gibi "kudret" anlamındadır. Âmidî'ye göre, onunla Allah'ın cehennem muhafızı meleği irâde ettiğine de yorumlanabilir. 149 Sahih-i Müslim'de geçen hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Cehennem: daha var mı? Demekte devam edecek Nihayet Rabbu’l-İzze Teâlâ ayağını onun üzerine koyacak. O da: İzzetin hakkı için yeter, yeter! Diyecek.” 150



17- Dıhk", gülmek demektir. "Dıhk" sıfatı Allah'a mahsus bir sıfat olup, bizim gülmemiz cinsinden bir nitelik olamaz. Dıhk kelimesinin asıl manası gülmekse de, gülmek Allah hakkında muhal olduğu için ulemâ bu kelimeyi Allah'ın rızası ve kuluna nimetini izhâr buyurması manasına almışlardır. 151 Tevilde bulunan halef âlimlerine göre, "dıhk" her hangi bir işte kurtuluş müjdesinin meydana çıkması üzerine kullanılır. Meselâ "Çiçekleri açtığında bahçegüldü" denilmesi bu kabildendir. 152 Sahih-i Müslim'de cehennemden çıkıp cennetliklerden en son cennete girecek kimsenin isteğiyle ilgili uzunca bir hadisde şöyle buyurulduğu geçer:

"... O zat: "Aman Allah'ım! Mahlukatının en şakisi ben olmayayım?" diye niyaz edecek. Allah'a dua ede ede nihayet Allah Teâlâ hazretleri ona güle(r yüz muamelesi ede)cek. Allah ona gülü(mser muamelesi edi)nce, (bu sefer haydi) cennete gir diyecek... 153



18- Keff", el, avuç, pençe manalarına gelir. Hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in mirâc gecesini anlatırken şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Rabbim elini (keffini) iki omuzum arasına koydu. Öyle ki onun soğukluğunu iki göğsüm arasında (veya karaciğerimde) hissetim. 154 Selef âlimlerine göre Allah Tealâ "el" sıfatıyla mevsuftur; ancak yaratıkların "eli" gibi değildir. Keyfiyetini bilemediğimiz Allah'a mahsus bir sıfattır. Tevil yolunu benimseyen müteahhirin âlimlerinin görüşleri ise şöyledir:

Bir lafzı hakiki manasına almak imkansız olunca onu mecazi manasına almak kesinleşir. Bu lafızdaki mecazın yönü şöyledir:

"Keff' kelimesiyle bazen "hayır ve şerri takdir ve tedbir etmek" anlamı kasdedilir. Bu anlamda olmak üzere "Falan kişi, filan kişinin keffinde, yani tedbirindedir" demek olur.

Buna göre Hz. Peygamber'in, "Rabbim keffini (elini) iki omuzum arasına koydu" sözüyle, "Allah'ın kendisi hakkındaki tedbirinde lütuf ve şefkat gösterdiğini" ifade etmiştir. Onun, "öyle ki onun soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim" sözünün anlamı ise "Bana olan lütuflarının ferahlığını hissettim" demektir. Çünkü lügatte bazen "soğuk" ile "her türlü ferahlık ve rahatlık" manası kasdedilir. Meselâ. 'Falan rahatladı' denildiğinde, 'Falan serinledi' demektir. 155

Hiç şüphesiz Allah Teâlâ yaratıklardan hiçbirine benzemediği gibi O'nun sıfatları da yarattıklarınınkine benzemez. Çünkü" O, Kur'an'da "O'na benzer hiçbir şey yoktur" 156 buyruğu ile veciz bir şekilde Yüce Şanı'na lâyık olmayan temsili ve benzetmeyi nefyetmiş ve uygun bulmamıştır. O'nun misli bir şey olmak şöyle dursun, O'na benzer bile hiçbir şey yoktur. Bu âyet-i kerime, teşbihi nefyetmekte, tevhidi ve tenzihi ifade etmekte çok muhkem ve açık bir nass olarak en büyük dayanaktır. O'nun sıfatı gibi bir sıfat yoktur. Âyetin devamında "O işitendir, görendir." İfadesinin anlamı "benzeri olmayan işiten ve görendir."İşitilmesi söz konusu olan her şeyin tümünü işitir; varlığın hepsini görür. O'nun işitmesi, görmesi, insanlarda olduğu gibi duyu organları vasıtasıyla değil, değişikliğe uğrayan sonradan olma ve deneye dayalı bir öğrenmeden uzak ezelî bir idrak ile bilmedir. Allah Teâlâ, her ne kadar bazı vasıfları insan için vasıfladıysa da, O'nun sıfatları gerçekte insanlardakinden başkadır. Meselâ Cenâb-ı Hak:



''Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık" 157 âyet-i kerimesinde insanı "işitici" ve "görücü" olarak yarattığını beyan etmektedir.

Cenâb-ı Hak, kemâl sıfatlarını kendine tahsis ettiğini, yaratıklarına mahsus olan eksik vasıflardan kendini uzak tuttuğunu şu âyet-i kerimeyle bildirmektedir:

"Allah, ki O'ndan başka tanrı yoktur, daima diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz.” 158

Allah Teâlâ'nın ezelden ebede daima kemâl sıfatları var olup, değişiklik ve yokluk söz konusu değildir. O, yaratıklara mahsus olan eksik sıfatlardan uzaktır.

"Yer üzerinde bulunan her şey yok olacaktır. Yalnız Rabbinin celâl ve ikram sahibi yüzü (zatı) bakı kalacaktır.”159

Burada şunu da hatırlatalım ki haberi sıfatlar konusunda yukarıda sözü edilen tarafımızdan sıhhat derecelerinin değerlendirilmesine belirlemiştir. Biz, ancak o hadislerin hadis kitaplarında yer aldığı yerleri göstermekle yetindik. Onlara dair yaptığımız açıklamaları Selef ve Halef yaptığımız açıklamaları, Selef ve Hale görüşlerini belirtmek suretiyle intikâl ettirmeyi kelâm açısından uygun çünkü bu haberi sıfat konusu özellikle sonraki kelâmcıların kitaplarında aşagı yukarı böyle yer almaktadır.




Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin