Ali (r.a) şöyle demiştir:
Biz Bakiu'l-Garkad mezarlığında Peygamber'in beraberinde bir cenazede bulunduk. Peygamber (s.):
"Sizlerden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere muhakkak cennetten oturacağı ve ateşten oturacağı yer yazılmıştır" buyurdu. Bunun üzerine sahabiler:
"Ya Resûlallah! öyleyse (Allah'ın bizim üzerimize yazmış bulunduğu bu yazımıza) dayanıp güvenemez miyiz?' dediler. Resûlullah:
"Sizler çalışıp amel ediniz. Herkes yaratıldığı şeye kolaylaştırılmıştır” buyurdu. Sonra da,
"Kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse..." âyetlerini
"Biz de ona en güç olanı müyesser kılarız” 182 âyetine kadar okudu.183
Hz. Peygamber bir defa yıkılmaya yüz tutmuş bir binanın yanından geçerken orayı süratlice yürüyüp geçtiğinde, Peygamberimize:
"Ya Resûlallah! Allah'ın kazasından mı kaçıyorsunuz?' sualine:
"Allah'ın kazasından Allah'ın kaderine sığmıyorum!” 184 buyurmuştur.
Hastalıklara karşı tedaviyle ilgili Peygamber Efendimizin sözlerini ve tavırlarını goz önünde bulundurursak, Hz. Peygamber'in kadere karşı tumumunu daha iyi anlarız. "Sahih-i Müslim’de mevcut olan bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Her hastalığın bir devası vardır. Eğer hastalığın devasına isabet edilirse, Allah alâ'nın izniyle düzelir.” 185
Hz. Peygamber, "Sahih-i Buhâri'de geçen hadis-i şeriflerde şöyle buyurmuştur:
“Aslandan nasıl kaçarsan cüzzam hastalığına yakalanan kimseden de öyle kaç.” 186
Sizler bir yerde taun hastalığı çıktığını işittiğiniz zaman, o taunlu yere girmeyiniz. Taun sizin bulunduğunuz yerde meydana gelirse, sakin sizler oradan dışarı çıkmayınız.187
Hasta develeri olan kimse, sakın sağlam develeri olan 'kimse üzerine uğratmasın. 188
D. Hz. Ömer'in Kader Anlayışı
Hz. Ömer, hilafeti zamanında hicretin on sekizinci senesinde teftiş için Şam'a gitmek ister. Medine-i Münevvere'de bulunan ashabın ileri gelenlerinden bir kısmını da yanına alarak Medine'den çıkar. Şam civarında Şerğ denen köye ulaşınca, Şam valisi ve Suriye ordusu kumandanı sahabenin büyüklerinden meşhur Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Hazretleri, bazı askeri emirlerle birlikte Hz. Ömer'i karşılar ve Şam'da "veba/taun" olduğunu haber verir. Bu haber üzerine Hz. Ömer, fakih sahabilerin meşhurlarından müfessirlerin imamı Abdullah b. Abbas Hazretleri vasıtasıyla yanlarında bulunan yüce ashabı kıdem sırasına göre ayrı ayrı ve kısım kısım huzuruna çağırır. Önce ilk muhacirleri, sonra ensarı yani Medine-i Münevvere'nin esas halkından olanları, daha sonra da Mekke-i Mükerreme'nin fethinden sonra Medine'ye hicret eden Kureyş'in büyüklerini davet eder. Ve Şam'da "veba" bulunduğunu haber vererek gidip gitmemek hususunda onlarla istişarede bulunur. Bir kısmı, Allah'a tevvekkül ederek yollarına devamla Şam'a gitmek, diğer kısmı da "veba" tehlikesine uğramamak için Medine'ye geri dönmek görüşünde bulunur. Hz. Ömer, onları huzurundan çıkardıktan sonra ikinci görüşü tercih ederek Medine-i Münevvere'ye geri dönmeye karar verir ve bu kararını maiyetleri, ileri gelenlerine (erkanına) duyururlar.
Bunun üzerine önceden sözü edilen Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Hazretleri, bu karara itiraz ederek, "Yâ Emire'l-mü'minin! Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsunuz?" der. Halife Hz. Ömer, cevap olarak:
"Keşke yâ Ebû Ubeyde, bu sözü senden başkası söyleseydi. Evet Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Görüşün nedir? Söyle bakalım! Senin develerin olsa da, bir tarafı otlu, diğer tarafı çorak ve otsuz bir dereye inmiş olsa, şimdi sen o develeri otlu tarafta otlatır ve karınlarını doyurursan Cenâb-ı Hakk'ın kaderiyle ve tersine çorak ve kuru tarafta otlatır aç bırakırsan aynı şekilde Cenâb-ı Hakk'ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?" der ve bu hikmetli sözleriyle Hz. Ebû Ubeyde'yi susturur.
Hz. Ömer son cümleyi söylediği sırada, önce bazı şahsi işleri için orada bulunmamış olan sahabenin büyüklerinden Abdurrahman b. Avf Hazretleri gelir bu meseleyi öğrenince, "Benim bu konuda özel bilgim vardır. Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hazretlerinden işittim:
''Bir yerde "veba" olduğunu işittiğiniz o yere gitmeyiniz. Ve biryerdesiz bulunduğunuz halde "veba" ortaya çıkarsa kaçarak o yerden çıkmayınız” buyurmuşlardı" der.
Hz Ömer, bu hadisi işitince görüş ve içtihadının bu hadise, Peygamberin bu hükmüne tamemen uygun düşmüş olduğundan dolayı Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senada bulunur. Gerek kendi kararı ve gerekse bu hadisin hükmü uyarınca Medine-i Münevvere'ye geri döner. 189
E. Hz. Ali'nin Kader Anlayışı
Meşhur "Sıffin döndükleri sırada Hz. Ali (k.v.) ile maiyetinde bulunan ihtiyar bir zat arasında şöyle bir konuşma geçer:
İhtiyar:
Ne buyurur sunuz? Şam'a yani Siffin'e gidişimiz. Cenâb-ı Hakk'ın kaza ve kaderiyle mi vaki olmuştur?"
İmam AIi:
"Daneyi yarıp içinden filiz çıkaran ve hiç yoktan bilinç sahibi nefisler, insanlar yaratan Cenâb-ı Hakk'a yemin ederim kî biz bir yere, bir dereye ve bir bayıra ancak Cenâb-ı Hakk'ın kaza ve kaderiyle bastık, indik ve çıktık."
İhtiyar:
Çektiğim zahmet ve meşakkate karşılık Allah katında mükafata nail olmak isterim. Halbuki ben kendim için hiçbir ecir ve sevap görmüyorum."
İmam Ali:
"Sus, ihtiyar! "Sıffin"e giderken gidişiniz için size Cenâb-ı Hak, büyük ecir ve ihsan buyurmuştur. Siz hal ve hareketlerinizen hiçbir şeyde mecbur olmadınız ve o hallere zorlanmış bulunmadınız."
İhtiyar:
"Nasıl?! Hani ya, bizi kaza ve kader sevketmişti ya!"
İmam Ali;
"Zavallı ihtiyar! Galiba sen "kaza ve kader"i insanları fiil ve hareketlerine mecbur kılan kaza gerektiren (lâzım), kader zorlayan (hâtım) zannettin, öyle mi? Eğer öyle olsaydı, o vakit sevâb ve ikâb (mükafat ve ceza), va'd va'îd (söz vermek ve korkutmak), emir ve nehiy batıl olur ve Cenâb-ı Hak tarafından hiçbir günahkârı kınama ve çirkin görme, hiçbir iyilikte bulunanı ve itaat edeni övme ve takdir etme olmaz, iyilik eden fenalık edenden çok övgüye, fenalık eden de iyilik edenden çok kınamaya layık bulunmazdı.
Öyle bir inanç' puta tapanların ve şeytânın yardımcılarının, yalancı şahitlerin ve hakkı bâtıldan, yanlışı doğrudan ayırdedip ve seçmeye muktedir olmayan câhil kimselerin ve avâmın sözüdür. Onlar, bu ümmetin "Kaderiyye" ve "Mecüsî'leridir.
Cenâb-ı Hak, seçme hürriyeti ile emretmiş, sakındırmak suretiyle nehyetmiş ve kolay olanı teklif etmiştir. Kendisine üstün gelinmiş ve mecbur olarak âsîlik ve zorlanan olarak boyun eğdirilmemiştir. Yüce Peygamberleri kullarına boş yere göndermemiş, göklerle yer arasındaki varlıkları beyhude olarak yaratmamış, öyle yanlış anlayış ve itikad kâfirlerin bozuk zannıdır.
"Bunların boşu boşuna yaratıldıklarını sananlar kâfirlerdir. Bu yüzen ateşi hak eden kâfirlerin vay haline!” 190
İhtiyar:
"O halde bizim kendisiyle yürüdüğümüz ve hareket ettiğimiz kader nedir?"
İmam Ali:
"O, ancak Allah'ın emri ve hüküm sahibinin hükmüdür" diye ihtiyara cevap verdikten sonra, ''Senin Rabb'in, yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti.” 191 mealindeki âyeti okudu. 192
Hz. Ali, bununla "kazâ"nın emir ve hüküm manasına geldiğine şahit göstermiş. "Kaza" ve "kader" kelimelerini eş anlamlı lafızlardan kabul etmiştir.
İşte Peygamber Efendimizin eğitim ve öğretimi altında yetişmiş olan bu büyük sahabîlerin "kaza" ve "kader" anlayışları, Cebriyye ve Eş'ariyye'nin insan irâdesi üzerinde zannettikleri cebr anlayışlarını açıkça reddetmektedirler; insanların fiil ve hareketlerinen sorumlu olduklarını, "kaza" ve "kader"i bahane ederek irâdelerini kullanmamazlık edemeyeceklerini net bir şekilde ifade etmektedir.
Dostları ilə paylaş: |