Stephen King Maça Kızı



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə13/43
tarix04.12.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#33817
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   43

Bobby somurtmuştu. "Evet, belki," dedi. "Ya da en azından..." Korktuğu şeyin bir bölümü buydu. Bir adı ya da gerçek bir şekli yoktu belki ama çuval parçasıyla örtülü meşum bir şey gibiydi. "Ya da en azından annem öyle düşünüyor."

"Acaba annene evlenme teklif edecek mi? Bu takdirde senin üvey baban olur."

"Tanrım!" Bobby, Don Biderman'ın üvey babası olması fikrini aklından bile geçirmemişti. Carol'un bu olasılığı hiç söz konusu etmemesini bütün kalbiyle yeğlerdi. Korkunç bir düşünceydi bu.

"Annen eğer onu seviyorsa, senin bu fikre alışman gerekir." Carol, Bobby'nin hiç hoşuna gitmeyen çokbilmiş, daha yaşlı bir kadın edasıyla konuşuyordu. Bobby onun bu yaz 'Oh John, oh Marsha' şovlarını annesiyle birlikte fazlaca seyretmiş olduğunu tahmin etti. Ve garip değil mi, annesinin Bay Biderman'ı sevmesini umursamayacaktı. Tabii ki bu çok kötü olurdu, Bay Biderman iyi biri değildi ne de olsa, ama böyle bir olasılık yine de mantıklıydı. Daha fazlası da vardı. Annesinin para konusundaki cimriliği de bunun bir parçasıydı; tekrar sigara içmeye başlamasına ve bazen geceleri ağlamasına yol açan neden de öyle. Annesinin Randall Garfield arkasında ödenmemiş faturalar bırakan o güvenilemez adamla Alanna'nın otomatik pikabı sonuna kadar açmayı seven sevimli Randy Garfield arasındaki fark da bunun parçası olabilirdi. (Gerçekten ödenmemiş faturalar var mıydı? İptal edilmiş bir sigorta poliçesi gerçek miydi? Annesi bu gibi konularda niçin yalan söylesindi?) Bunlar Carol'la konuşamayacağı şeylerdi. Neden, sır saklamak değildi; konuyu nasıl açacağını bilmeyişiydi.

Yokuşu tırmanmaya koyuldular. Bobby ipin bir ucunu tuttu ve onu kaldırımın üstünde yerlerde sürükleyerek yan yana yürüdüler. Bobby birdenbire durup işaret etti. "Bak!"

Daha yukarda sokağı aşan elektrik tellerinin birine sarı bir uçurtma kuyruğu takılı kalmıştı. Sarkarken soru işaretini hatıra getiren bir iz oluşturuyordu.

Carol, "Evet, gördüm," dedi. Yine yürümeye koyulmuşlardı. "Ted bu gece gitmeli, Bobby."

"Gidemez. Maç bu gece. Albini kazanırsa Ted'in yarın gece bilardo salonundan parasını alması gerekir. Bana kalırsa, o paraya çok ihtiyacı var."

Carol başıyla onayladı. "Orası belli. İflas durumunda olduğunu anlamak için giysilerine bakmak yeterli. Bahse yatırdığı miktar herhalde son parasıydı."

Bobby, giysileri ha, böyle bir şeye ancak bir kız dikkat eder, diye düşündü ve bunu Carol'a söylemek için ağzını açtı. Ama buna vakit kalmadan arkalarındaki biri, "Vay vay. İşte Gerber Bebeği'yle Maltex Bebeği. Nasılsınız bebekler?" dedi.

Bobby ile Carol dönüp baktılar. Turuncu gömlekli St. Gabe'li çocukların üçü bisikletlerinin üstünde onlara doğru yavaş yavaş yokuşu tırmanıyorlardı. Bisikletlerinin sepetinde çeşit çeşit beysbol donanımı yığılıydı. Boynundaki zincirin ucunda gümüş haç sallanan sivilceli bir budala, sırtındaki eski püskü askıda bir beysbol sopası taşıyordu. Bobby kendini Robin Hood sanıyor, diye düşündüyse de korkmuştu. Bunlar büyük, liseye giden çocuklardı ve hastanelik olmasını isterlerse onu hastanelik edebilirlerdi. Turuncu gömlekli alçak adamlar, diye düşündü Bobby.

Carol içlerinden birine, "Selam, Willie," dedi. Sırtına beysbol sopasını atmış budala değildi bu. Küçük kız sakin, hatta neşeli gözüküyordu, ama Bobby, onun içinde korkunun, tıpkı bir kuşun kanatları gibi çırpındığını duyabiliyordu. Carol, "Oyununuzu seyrettim. Topu çok iyi yakalıyordun," diye ekledi.

Carol'un konuştuğu çocuğun arkaya taranmış gür, kızıl kestane saçların altında ve bir erkek vücudunun yukarsında çirkin bir yüzü vardı. Altındaki Huffy bisiklet, gülünç derecede küçüktü. Bobby onun, bir masaldaki deve benzediğini düşündü. Çirkin dev, "Bundan sana ne, Gerber Bebeği?" diye sordu.

St. Gabe'in üç öğrencisi şimdi onların hizasına varmışlardı. Sonra içlerinden ikisi -boynunda haç sallananı ve Carol'un Willie dediği, biraz daha yaklaştılar ve yere basıp bisikletlerini yürütmeye koyulurken Bobby giderek artan bir korkuyla kendisiyle Carol'un etraflarının çevrildiğini fark etti. Turuncu gömlekli çocuklardan yayılan ter ve Vita kokusu burnuna doluyordu.

Üçüncü St. Gabe çocuğu Bobby'ye, "Sen kimsin, Maltex Bebeği?» diye sordu. Daha iyi görmek için bisikletinin gidonunun üzerinden onlara doğru uzanmıştı. "Yoksa Garfield misin? Osun, değil mi? Billy Donahue geçen kıştan beri seni hâlâ arıyor. Dişlerini yere dökmek istiyor. Belki de bir başlangıç olması için ben bir iki dişini yere dökmeliyim."

Bobby midesinin içinde kötü bir kıpırtı hissetti; bir sepetin içinde kıpırdayan yılanlar varmış gibi. Kendi kendine, bir daha ağlamayacağım, diye karar verdi. Ne olursa olsun, hatta beni hastanelik etseler dahi bir daha ağlamayacağım. Ve Carol'u korumaya çalışacağım.

Carol'u bunlar gibi büyük çocuklardan koruyacaktı ha? Alay etmeyin.

Carol, "Niçin o kadar kötüsün, Willie?" diye sordu. Yalnız kızıl kestane renkli saçlı çocukla konuşuyordu. "Oysa yalnızken hiç de kötü değilsin. Niçin şimdi kötü olasın?"

Willie kızardı. Bu ona boynundan yukarsı alev almış gibi bir görünüm veriyordu. Bobby onlar yanında olmadıkları zaman bir insan gibi davranabildiğini arkadaşlarının bilmesini istemediğini tahmin etti.

"Kes sesini, Gerber Bebeği!" diye hırladı. "Niçin sesini kesip henüz dişleri yerli yerindeyken erkek arkadaşını öpmüyorsun?"

Üçüncü çocuğun belinde bir motosiklet kayışı, ayaklarında da beysbol sahasının pisliğiyle kaplı eski Snap-Jack ayakkabılar vardı. Carol'un arkasındaydı. Bisikletini yürüterek biraz daha yaklaştı ve kızın at kuyruğunu iki eliyle kavrayıp hızla çekti.

"Ayyy!" Carol duyduğu acıdan neredeyse haykırıyordu. Canının yanması kadar şaşırmış da görünüyordu. Kendini o kadar hızla çekti ki, az daha düşüyordu. Bobby onu yakaladı -Carol'a göre, arkadaşlarıyla beraber olmadığı zamanlar iyi davranabilen - Willie de güldü.

Bobby motosiklet kayışlı çocuğa, "Niçin yaptın bunu?" diye bağırdı, bu sözler ağzından çıkarken onları daha önce bin kere işitmiş gibi bir his duydu. Bütün bunlar sanki bir ritüelin parçasıydı, gerçek itiş kakışmadan ve yumruklaşmaya geçilmeden önce söylenenler.

Bobby yine Sineklerin Tanrısı'nı, Ralph'ın Jack'le öbürlerinden kaçışını düşündü. Golding'in adasında hiç değilse balta girmemiş orman vardı. Burada ise Carol'la kendisinin kaçacak bir yerleri yoktu.

"Canım öyle istediği için," diyor. Sırada bunun söylenmesi var.

Ama motosiklet kayışlı oğlan bunu söyleyemeden sırtında eski püskü beysbol sopasını taşıyan Robin Hood onun yerine konuştu. "Canı öyle istediği için. Bir diyeceğin var mı, Maltex Bebeği?" Aniden, ancak yılanda görülebilecek bir hızla elini savurdu ve Bobby'nin yüzünün ortasına çarptı. Willie yine güldü.

Carol ona doğru bir adım attı. "Willie, lütfen yapma..."

Robin Hood uzanıp Carol'un gömleğinin önünü yakalayarak çekti. "Memelerin büyüdü mü? Yok, daha pek ufakmışlar. Evet, sen sadece bir Gerber Bebeği'ymişsin." Böyle diyerek küçük kızı itti. Yediği tokattan hâlâ kafasının içi çınlayan Bobby onu yakalayıp ikinci kez düşmesini önledi.

Motosiklet kayışlı çocuk, "Bu homoyu pataklayalım. Suratından nefret ediyorum," diye söylendi.

Bisikletlerinin tekerleklerini gıcırdatarak biraz daha sokuldular. Derken Willie bisikletini yana düşürerek Bobby'ye doğru bir hamle yaptı. Bobby, Floyd Patterson'un zavallı bir taklidi gibi yumruklarını kaldırdı.

O sırada arkalarında bir ses, "Hey ne oluyor, çocuklar?" diye sordu.

Willie yumruklarından birini kaldırmıştı. Bu durumda omzunun üzerinden arkaya baktı. Robin Hood'la motosiklet kayışlı öbür çocuk da öyle yaptılar. Metal aksamı paslanmış eski bir mavi Studebaker kaldırımın kenarında durmuştu. Kontrol panelinde manyetik bir İsa göze çarpıyordu. Arabanın önünde ise Anita Gerber'in iri göğüslü ve çok geniş kalçalı arkadaşı Rionda duruyordu. Bu kadın yaz giysileriyle asla dost olamayacaktı. (On bir yaşına rağmen Bobby bile bunun bilincindeydi.) ama şu sırada çocuğun gözüne bir tanrıça gibi gözüktü.

Carol, "Rionda!" diye bağırdı. Ağlamıyordu, ama ağlamaklı olduğu kesindi. Kadın Willie'yie motosiklet kayışlı çocuğu itip geçti. İkisi de onu durdurmaya kalkışmadılar. St. Gabe'li çocukların üçü de Rionda'ya bakıyorlardı. Bobby'nin gözleri ise Willie'nin sıkılmış yumruğundaydı. Bobby bazen sabahları penisi kaya kadar sertleşmiş ve bir roket gibi dümdüz ileri uzanmış vaziyette uyanıyordu. Ama işemek için tuvalete geçtiği zaman penisi hemen yumuşayıp büzülüveriyordu. Willie'nin dikili kolu da şimdi aynı şekilde gevşiyor, ucundaki yumruk atıverip parmaklara dönüşüyordu. Bu karşılaştırma Bobby'nin gülmesine neden olacaktı, ama buna karşı koydu. Şimdi onun gülümsediğini görseler, bir şey yapamazlardı. Ama sonra... başka bir gün...

Rionda kolunu Carol'a dolayıp onu dolgun göğüslerinin üstüne çekti. Turuncu gömlekli oğlanları inceliyor ve gülümsüyordu. Gülümsüyor ve gülümsediğini gizlemeye gerek görmüyordu.

"Sen Willie Shearman'sın, değil mi?"

Az önce ucu yumruk olan kol Willie'nin yanına düştü. Homurdanarak bisikletini yerden kaldırmaya girişti.

"Richie O'Meara?"

Motosiklet kayışlı çocuk Snap-Jack'lerinin parmakuçlarına baktı ve o da bir şeyler homurdandı. Yanakları alev alev yanıyordu.

"Öyle ya da böyle O'Meara'ların çocuklarından birisin. O kadar kalabalıksınız ki, kimin kim olduğunu hatırlayamıyorum." Rionda'nın bakışı bu kez Robin Hood'a kaydı. "Ya sen kimsin, koca oğlan? Bir Dedham mısın? Dedham'a benziyorsun doğrusu."

Robin Hood ellerine baktı. Parmaklarının birinde sınıf yüzüğü vardı, onu evirip çevirmeye koyuldu.

Rionda'nın kolu hâlâ Carol'un omuzlarındaydı. Carol da kollarından birini Rionda'nın beline dolayabildiği kadar dolamıştı. Rionda sokaktan, kaldırımla kaldırımın kenar taşı arasındaki ince otluk şeride çıkınca o da oğlanlara bakmadan Rionda'yla yürüdü. Kadın hâlâ Robin Hood'a bakıyordu. "Seninle konuştuğum zaman sorularımı yanıtlasan iyi edersin, evlat," dedi. "Eğer istersem anneni bulmam zor olmaz. Bütün yapmam gereken Peder Fitzgerald'a sormak."

Çocuk sonunda, "Benim adım Harry Doolin," dedi. Parmağındaki sınıf yüzüğünü giderek daha hızlı çevirmeye başlamıştı.

Rionda, "Ama iyice yaklaşmıştım, değil mi?" diye tatlı tatlı konuştu. Bu arada ileriye doğru iki üç adım daha atmıştı. Böylece kaldırıma çıkmış oluyordu. Oğlanlara böylesine yakın olmaktan korkan Carol onu durdurmaya çalıştıysa da, Rionda aldırmadı. "Dedham'larla Doolinier hep kendi aralarında evlenirler. Tâ Cork Eyaletinden'den• beri bu böyle sürüp gitmiştir."

Robin Hood değil, sırtına bağlı saçma bir eski püskü beysbol sopası olan Harry Doolin adında bir çocuk. Marlon Brando değil, bir beş yıl daha motosiklet kayışıyla uyumlu bir Harley'i olmayacak -ya da belki hiçbir zaman olamayacak- Richie O'Meara adında bir çocuk. Ve arkadaşlarıyla beraberken bir kıza iyi davranmaya cesaret edemeyen Willie Shearman. Onları hizaya getirmek için beyaz bir aygır yerine B-54 modeli bir Studebaker'le imdada koşan fazla kilolu bir kadın yeterli olmuştu. Bu düşüncenin Bobby'yi avutması gerekirdi, ama olamadı. William Golding'in sözlerini hatırlamıştı. Adadaki çocuklar bir savaş gemisinin mürettebatı tarafından kurtarılsa da mürettebatı kim kurtaracaktı?

Bu da saçmaydı, çünkü hiç kimse o sırada Rionda Hewson kadar kurtarılmaya böylesine muhtaç görünmüyordu, ama o sözler Bobby'nin bir türlü aklından çıkmıyordu. Ya yetişkinler olmasaydı? Yetişkinler fikri ya sadece bir hayalden ibaretse? Ya paraları sadece misketleriyse ya iş anlaşmaları beysbol kartı alışverişleriyse, savaşları ise parktaki silah oyunlarıysa? Ya hepsi takım elbiselerinin ve giysilerinin içinde burunları sümüklü çocuklarsa? Tanrım, bu olamazdı, değil mi? Düşüncesi bile korkunçtu bunun.

Rionda, St. Gabe'li çocukları hâlâ o katı ve oldukça tehlikeli bakışıyla süzüyordu. "Siz üç delikanlı sizden daha genç ve daha küçük çocukları hırpalamıyordunuz, değil mi? Özellikle bir tanesi küçük kız kardeşleriniz gibi bir küçük kız olursa?"

Çocuklar sustular, homurtuyu bile kesmişlerdi. Sadece ayaklarını yere sürüp duruyorlardı.

"Bunu yapmadığınıza eminim, çünkü bu alçakça bir şey olurdu, öyle değil mi?"

Kadın onlara bir kez daha karşılıkta bulunmaları için fırsat ve kendi sessizliklerini dinlemek için bol bol vakit verdi.

"Willie? Richie? Harry? Onları hırpalamıyordunuz, değil mi?"

Harry, "Tabii ki hayır," dedi. Bobby o yüzüğü biraz daha hızlı çevirirse, parmaklarının alev alacağını düşünmekten kendini alamadı.

Rionda hâlâ aynı tehlikeli gülümseyişle, "Öyle bir şey düşünseydim, Peder Fitzgerald'la konuşmam gerekecekti, değil mi?" dedi. "Peder o zaman ailelerinizle konuşması gerektiğini düşünecek babalarını, da popolarınızı okşamak zorunda kalacaklardı... sizler de bunu hak edecektiniz, değil mi? Kendinizden zayıf ve küçükleri hırpaladığınız için hak edecektiniz."

Artık gülünç derecede küçük bisikletlerine binmiş olan üç çocuğun sessizlikleri sürüyordu.

Rionda, "Seni hırpaladılar mı, Bobby?" diye sordu.

Bobby, "Hayır," diye hemen atıldı.

Rionda bir parmağını Carol'un çenesinin altına dayadı ve kızın yüzünü kendisine çevirdi. "Seni hırpaladılar mı, güzelim?"

"Hayır, Rionda."

Rionda küçük kıza bakıp gülümsedi. Carol da gözlerindeki yaşlara rağmen gülümseyerek karşılık verdi.

Rionda, "Evet, görünüşe bakılırsa, beladan kurtuldunuz, çocuklar," dedi. "Bizimkiler, günah çıkarma hücresinde tek bir sıkıntılı dakika bile geçirmenize yol açacak bir şey yapmadığınızı söylüyorlar. Bana kalırsa, onlara hep birlikte teşekkür etmelisiniz, yalan mı?"

St. Gabe'li çocukların homurdandıkları duyuldu. Bobby içinden sessizce dua ediyordu. Ne olur, bu kadarla kalsın. Sakın bize teşekkül etmek zorunda kalmasınlar. Sakın onurları kırılmasın.

Rionda belki onun aklından geçenleri duymuştu. (Bobby'nin şimdilerde bu gibi şeylerin mümkün olduğuna inanmak için nedenleri vardı.) "Neyse," dedi. "işin o yanını atlasak da olur. Haydi, evinize gidin çocuklar. Harry, sen de eğer Moira Dedham'ı görürsen, ona Rionda'nın hâlâ her hafta Bridgeport'taki Bingo'ya gittiğini, eğer isterse onu da götürebileceğimi söyle."

Harry, "Tabii, söylerim," dedi. Bisikletine bindi ve gözlerini kaldırımdan ayırmayarak yokuşu tırmanmaya koyuldu. Karşısına yayalar çıkacak olsa, büyük bir olasılıkla onları ezip geçecekti, iki arkadaşı da onu izlediler; ona yetişmek için acele ediyorlardı.

Onların uzaklaşmalarını seyrederken Rionda'nın yüzündeki gülümseyiş yavaş yavaş silindi. "Gecekondu İrlandalıları," diye söylendi sonunda. "Bela arıyorlar. Canları cehenneme. Carol sen sahiden iyi misin?" Carol iyi olduğunu söyledi.

"Ya sen Bobby?"

"Tabii ki iyiyim." Kadının önünde jöle gibi titrememek için bütün gücünü göstermek zorunda kalmıştı. Ama Carol perişan olmamayı başardığına göre, kendisinin de aynı şeyi yapabileceğini düşünüyordu.

Rionda, Carol'a, "Arabaya atla," dedi. "Seni evine kadar götüreceğim Sen de koşarak karşıya geç ve evine gir, Bobby. Bu çocuklar yarına kadar seni ve Carol'u unutacaklardır, ama bu gece ikinizin de evinizde oturmanız daha akıllıca olur."

Bobby, "Peki," dediyse de, çocukların onları ne yarına, ne o haftanın sonuna, ne de yazın sonuna kadar unutmayacaklarını biliyordu. O ve Carol uzun zaman Harry ile arkadaşlarının karşısına çıkmamaya dikkat etmek zorundaydılar. "Hoşça kal, Carol."

"Sen de hoşça kal."

Bobby, Broad Sokağı'nda karşıya geçti. Sokağın öbür yanında durup Rionda'nın eski arabasının Gerber'lerin oturdukları apartmana doğru yokuşu tırmanmasını seyretti. Carol arabadan inince yokuşun sonuna bakıp elini salladı. Bobby de ona elini salladıktan sonra da 149 numaranın önündeki basamakları çıkıp içeri girdi.

Ted oturma odasında oturmuş bir sigara içiyor ve Life dergisini okuyordu. Derginin kapağında Anita Ekberg'in resmi vardı. Bobby, Ted'in bavullarıyla kese kâğıtlarının doldurulmuş olduğundan emindi, ama ortalıkta onlardan hiçbir iz yoktu; onları yukarda, odasında bırakmış olmalıydı. Çocuk buna sevindi. Onları görmek istemiyordu. Orada olduklarını bilmek dahi yeterince kötüydü. - Ted, "Ne yaptın?" diye sordu.

Bobby, "Fazla bir şey olmadı," dedi. "Sanırım, yatağıma uzanıp yemek zamanına kadar bir şeyler okuyacağım." Ardından odasına geçti. Yatağının yanında yerde Harwich Halk Kütüphanesi'nin erişkinler bölümünden alınmış üç kitap duruyordu; Clifford D. Simak'ın Kozmik Mühendisler'i, Ellery Queen'in Roma Şapkasının Sırrı ve William Golding'in Vârisler'i. Bobby Vârisler'i seçti ve başı yatağın ayak ucunda, çoraplı ayakları ise baş yastığının üstün olmak üzere yatağına uzandı. Kitabın kapağında mağara adamları vardı ve neredeyse soyut olarak nitelenebilecek şekilde çizilmişlerdi. Bir çocuk kitabının kapağında asla bu biçim mağara adamları göremezniz. Erişkinlere mahsus bir kütüphane kartına sahip olmak zevkli işti. Ama her nedense bu durum önceleri sandığı kadar zevkli değil.

Hawai Gözü saat dokuzda başlıyordu. Bobby de normalde diziyi seyretmek için deli olurdu, (Annesi Hawai Gözü ve Dokunulmazlar'ın şovların çocuklara göre fazla şiddet içerdiğini söyler ve Bobby'nin onları seyretmesine izin vermezdi.) ama bu gece dikkati dağılıyordu. Oraya altmış milden daha yakın bir yerde Eddie Albini'yle Kasırga Haywood boy ölçüşeceklerdi. Gillette Mavi Bıçak Kızı üstünde mavi mayosu ve ayaklarında yüksek topuklu mavi ayakkabılarıyla her raundun başlamasından önce ringin etrafını dolaşacak ve üstünde mavi renkli sayı olan bir pankartı havaya kaldıracaktı. 1...2...3V.4...

Bobby saat dokuz buçuğa yaklaşırken sarışın sosyete kadınını kimin öldürdüğünü keşfetmek şöyle dursun, TV şovundaki dedektifi bile teşhis edememişti. Ted ona, "Kasırga Haywood sekizinci raundda yere çarpacak," demişti. Yaşlı Gee bunu biliyordu. Ama ya bir şey aksi giderse? Ted'in gitmesini istemiyorsa da öyle bir durumda onun boş bir cüzdanla gitmesi düşüncesine dayanamıyordu. Herhalde bu olamazdı... olabilir miydi? Bobby bir dövüşçünün bilerek yenilmesi gerekirken fikrini değiştirdiği bir TV şovu görmüştü. İster misin, bu gecede öyle bir şey olsundu? Kasten yenilmek kötü bir şeydi, sahtekârlıktı -söylesene ilk ipucun neydi Sherlock?- ama Kasırga Haywood bu sahtekârlığı yapmazsa Ted'in başı büyük derde girecekti. Sully-John'un diyeceği gibi, "kesinkes büyük dertte" olacaktı.

Oturma odasının duvarındaki güneş biçimindeki saate göre dokuz buçuk olmuştu. Bobby'nin hesabına göre yaşamsal önemi olan sekizinci raunt başlamıştı bile.

"Vârisler' i nasıl buldun?"

Bobby kendi düşüncelerine öylesine dalmıştı ki Ted'in sesi onu yerinden hoplattı. TV'de Keenan Wynn bir buldozerin önünde duruyor ve sigara uğruna bir mil yürüyebileceğini söylüyordu.

"Sineklerin Tanrısı'ndan çok daha güç," dedi Bobby. "Anladığım kadarıyla eski çağlarda mağarada yaşayan iki küçük aile ortalıkta dolaşıyor. Bir tanesi daha zeki. Ne var ki, asıl kahraman öbür aile, budala aile. Az daha vazgeçiyordum, ama konu giderek ilginçleşiyor. Onun için devam edeceğim galiba."

"İlk karşılaştığın aile, küçük kızları olan, Neandertal'dır. ikinci aile -o .. aslında bir kabile, Golding'in kabileleri yok mu? Kromanyon'durlar. İki grup arasında olanlar trajedi tanımlamasına uygun düşüyor: Olaylar önlenemeyecek mutsuz bir sona doğru sürükleniyor."

Ted devam ederek Shakespeare'in oyunlarından, Poe'nun şiirlerinden ve Theodore Dreiser adındaki birinin romanlarından söz etti. Bobby başka zaman olsa bunlarla ilgilenirdi, ama şimdi aklı sürekli olarak Madison Square Garden'e kayıyordu. Köşebaşı Cebi'nde çalışır durumdaki tek tük bilardo masalarında olduğu gibi ışıklar altındaki ringi görebiliyordu. Haywood, şaşkın Eddie Albini'ye sol ve sağ kroşeler yağdırırken kalabalığın haykırdığını da duyar gibiydi. Haywood şike yapmayacaktı; aksine TV şovundaki öbür boksör gibi rakibinin fena halde canını yakacaktı. Bobby'nin burnuna ter kokusu doluyor, eldivenlerin ete çarpışının çıkardığı sesleri duyar gibi oluyordu. Albini'nin gözleri kaydı... dizleri büküldü... Halk ayağa fırlamış, bağırıyordu...

"...kaderin, kaçınılamaz bir güç oluşu fikri Yunanlılarla başlamış görünüyor. Euripides adında bir oyun yazarı vardı..."

Bobby, "Arayın onu," dedi ve hayatında hiç sigara içmediği halde (1964'de haftada bir kartondan fazlasını tüketecekti.) sesi bütün gün sigara tüttürdükten sonra Ted'in geceki sesi kadar sert ve çatlak çıktı.

"Anlamadım, Bobby."

"Bay Files'ı arayın da dövüşün ne olduğunu öğrenelim." Bobby güneş biçimindeki saate baktı. Dokuzu kırk dokuz geçiyordu. "Yalnız sekiz raunt dövüşeceklerse, şimdi bitmiştir."

Ted, "Maçın bitmiş olması gerektiğinin ben de farkındayım, ama Files'a bu kadar erken telefon edersem bir şey bildiğimden şüphelenebilir," dedi. "Radyodan da bir şey öğrenemem, bu maçın radyodan verilmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Beklemek daha doğru ve daha güvenli. Benim bazı önsezilere sahip bir adam olduğumu düşünsün. Sonucun bir nakavt değil de bir karar yüzünden olduğunu beklemiş gibi saat onda telefon edeceğim. O vakte kadar da sakın tasalanma, Bobby. İşlerin yolunda olduğunu söyledim sana."

Bobby Hawai Gözü'nü izlemekten vazgeçti. Kanepede oturuyor, aktörlerin gevezeliklerine kulak veriyordu. Adamın biri şişko bir Hawaili'liye bağırdı. Beyaz mayo giymiş bir kadın denize koştu. Ses bantında davullar gümbürderken bir araba bir başka arabayı kovalıyordu. Garip saatindeki ibreler sanki sürünüyor, Everest'in son yüz metrelerini aşmaya çalışan dağcılar gibi ona ve on ikiye doğru savaş veriyorlardı. Sosyete kadınını öldüren adam bir ananas tarlasında koşarken kendisi de öldürüldü ve Hawai Gözü nihayet bitti.

Bobby gelecek haftanın şovunun parçalarını görmeyi bekleyemedi. Televizyonu kapayarak, "Arayın. Yalvarırım, arayın," dedi.

Ted, "Bir dakika," dedi. "Sanırım bira limitini biraz aştım. Sıvı saklama tanklarımın geçen yıllarla büzüştükleri anlaşılıyor."

Yaşlı adam böyle diyerek ayaklarını sürte sürte tuvaletin yolunu tuttu. Hiç bitmemecesine uzayan bir sessizlik, arkasından da klozetin içine püsküren bir işeme sesi duyuldu. Ted, "Aaah!" dedi. Duyduğu büyük memnuniyet sesine yansımıştı.

Bobby daha fazla oturamadı. Yerinden kalkıp oturma odasını arşınlamaya koyuldu. Tommy Kasırga Haywood'un şu sırada Garden'deki köşesinde fotoğraflarının çekildiğine, flaşlar yüzüne beyaz bir ışık boşaltırken bereli haline rağmen yüzünün mutluluktan ışıldadığına emindi. Gillette Mavi Bıçakları Kızı da orada yanında, kolunu onun omuzlarına dolamış durumda olsa gerekti. Haywood'un kolu da kızın belini kavrarken Eddie Albini unutulmuş bir şekilde kendi köşesinde yığılıp kalmıştı. Şaşkın gözlen neredeyse kapanacak derecede şişmişti. Yediği yumruklardan sonra tamamen ayık olmadığı söylenebilirdi.

Ted en sonunda döndüğünde Bobby umutsuzluk içindeydi. Albini'nin dövüşü, arkadaşının da beş yüz dolarını kaybettiğini biliyordu. Parasız kaldığını öğrendiği zaman Ted kalır mıydı acaba? Kalabilirdi -ama kalırsa ve alçak adamlar da gelirse ne olacaktı?

Ted telefonu eline alıp numarayı çevirirken, Bobby onu seyrediyor, yumrukları açılıp kapanıyordu.

Ted "Rahatla, Bobby," dedi. "İşler yoluna girecek."

Ama Bobby rahatlayamıyordu. Karnının içi kızgın tellerle doluydu

Ted telefonu kulağına dayamıştı ve sanki saatlerden beri susuyordu sanki.

Bobby, "Niçin yanıt vermiyorlar?" diye öfkeyle fısıldadı.

"Telefon henüz iki kez çaldı, Bobby. Niçin yanıt vermiyorsunuz? Bay Brautigan arıyor. Ted Brautigan. Bu öğleden sonra görüşmüştük bayan." Ted, Bobby'ye gözünü kırptı. Nasıl bu kadar keyifli olabiliyordu? Bobby, Ted'in yerinde olsa değil göz kırpmak, telefonu kulağında tutmayı bile başaramayacağını hissediyordu. "Evet, bayan, burada." Ted, Bobby'ye döndü ve telefonun ağızlığını örtmeden, "Alanna, kız arkadaşının nasıl olduğunu soruyor," dedi.

Bobby konuşmaya çalıştıysa da ağzından sadece bir vızıltı çıkarmayı başardı.

Ted, Alanna'ya, "Bobby, kız arkadaşının iyi olduğunu söylüyor," dedi. "Ve bir yaz günü kadar güzel. Len'le konuşabilir miyim? Evet, bekleyebilirim. Ama lütfen bana dövüşü anlat." Sessizlik yine uzadıkça uzadı. Ted'in yüzünde herhangi bir anlam okunamıyordu. Bobby'ye döndüğünde bu kez ağızlığı eliyle örtmüştü. "Albini'nin ilk beş rauntta fena halde hırpalandığını, altıncı ve yedinci rauntlarda dayandığını sonra nasıl olduysa bir sağ kroşe attığını, sekizinci rauntta da Haywood'u yere mıhladığını söylüyor. Kasırga böylece nakavt olmuş. Ne büyük sürpriz, değil mi?"


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin