T. C. Ankara cumhuriyet başsavciliğI (tmk. 10. Mad.İLe görevli ve yetkiLİ BÖLÜM) tutuklu



Yüklə 11,37 Mb.
səhifə178/178
tarix03.01.2019
ölçüsü11,37 Mb.
#89288
1   ...   170   171   172   173   174   175   176   177   178

6.3.2. Hukuki Nitelendirme

Şüphelilere isnat edilen suç, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 147. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyleyenlere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükmolunur”,

Suç tarihinden sonra 01.06.2005 tarihinde 765 sayılı TCK yürürülükten kaldırılarak 5237 sayılı TCK yürürlüğe girmiştir. İsnat edilen suç yeni TCK’nın 312/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre 312/1. maddesi “Cebir ve şiddet kullanarak T.C. hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” şeklindedir.

765 sayılı TCK’nın 147. maddesinde hükümeti cebren düşürmek veya vazife görüp yetki kullanmaktan cebren yasaklamaktan bahsedilerek suçun teşebbüsün ötesine geçip tam manası ile hükümetin devrilmesi arandığı halde yeni TCK’nın 312/1. maddesinde bu suça teşebbüs edilmesi ve hatta hükümetin görevlerini yapıp yetki kullanımının kısmen dahi olsa engellemeye teşebbüs edilmesi suçun tamamlanmış hali olarak düzenlenmiştir.

765 sayılı TCK açısından suçun maddi unsuru olarak “cebir” öngürülmüşken 5237 sayılı yeni TCK’da suçun unsuru “cebir ve şiddet” olarak düzenlenmiştir. Her iki yasada suçun manevi unsuru olarak saikin dikkate alınmadığı yani özel kastın aranmadığı ve genel suç işleme kastının yeterli görüldüğü suç tipi olarak düzenlenmiştir.

Kelime anlamı olarak zorlama demek olan cebir, doktrin ve yerleşik Yargıtay uygulamalarına göre maddi ve manevi cebir olarak ikiye ayrılmaktadır. Zorlamanın etkisine göre, maddi cebire şiddet, manevi cebire ise tehdit denilmektedir. Maddi cebir yani şiddet, bir engeli ortadan kaldırmak için fiziki güç ya da enerji kullanılmasını, manevi cebir ya da tehdit ise gerçekleşmesi failin iradesine bağlı olan gelecekteki kötülüğün gerçekleşecekmiş gibi gösterilmesidir. 765 sayılı TCK’daki düzenlemede cebir, yağma, hürriyeti tahdit v.b. suçlarda unsur ya da ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlemişken, 5237 sayılı yeni TCK’da ise 108. maddesinde başlı başına suç olarak düzenlenmiş ve yağma, kişi hürriyetinden yoksun kılma, cinsel saldırı gibi suçlarda ise cebir ve şiddet suçun unsuru ya da ağırlaştırıcı sebebi olarak düzenlenmiştir.

Hükümeti takip ve devirmek için kurulan Batı Çalışma Grubunu kuran, yöneten ve görev alan şüphelilerin çoğunun Türk Silahlı Kuvvetlerindeki silahlı kişiler olması, hükümet üyeleri aleyhinde yukarıda belirtildiği gibi cebir, şiddet ve tehdit içerikli beyanlarda bulunmaları, ülkenin başkenti olan Ankara’nın en işlek caddelerinde yurt savunmasında kullanmaları gereken zırhlı araç ve tankları hükümete karşı yürütmeleri, hükümet istifa ettikten sonra da şüphelilerin vermiş olduğu brifinglerde, Batı Çalışma Grubunun sivil demokratik güçler, partiler, TBMM ve diğer kuruşları harekete geçirdiklerini ve 18 Haziran 1997’de Refahyol Hükümetinin istifa etmek zorunda kaldığını, bu çalışmanın bir “operasyon” olara icra edildiğini ifade etmeleri karşısında “cebir ve şiddet” unsurunun gerçekleştiği ve böylece suçun oluştuğu anlaşılmaktadır.

Her ne kadar şüpheliler savunmalarında, eylemlerin suç oluşturmadığını çünkü TSK İç Hizmet Kanunun 35. maddesindeki “koruma kollama” görevini yerine getirdiklerini beyan etmiş iseler de;

Anayasanın “Egemenlik” başlıklı 6. maddesi; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz”,

“Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü” başlıklı 11. maddesi; “Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları” olduğu, ve kanunların Anayasaya aykırı olamayacağı”,

28.02.1997 tarihinde yürürlükte olan 118/3. maddesi “Milli Güvenlik Kurulu, devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili kararların alınmasını ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir” şeklinde düzenlenmiştir.

2001 yılında Anayasanın 118. maddesi değiştirilmiş, ancak Milli Güvenlik Kurulu kararlarında tavsiye edilen önlemleri, bunların çalışmalarını ve bu amaçla kurulacak çalışma gruplarını Anayasa ve Kanunlar çerçevesinde Bakanlar Kurulu yerine getirmekle yetkili kılınmıştır. Bakanlar Kurulu da olsa Milli Güvenlik Kurulu kararlarının yerine getirilmesi ve idari teşkilatlanma için kanun veya Anayasanın 91. maddesinde gösterilen şekil, sınır ve esaslara uygun çıkarılmış kanun hükmünde kararnameye ihtiyaç vardır. Hukuk devleti ilkesi bunu gerekli kılar.

Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 35. maddesinde yer alan “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklindeki düzenleme ile Anayasa’nın 119. ve 122. maddelerinde düzenlenen olağanüstü yönetim usulleri ve kanunsuz emrin istisnasını gösteren Anayasa’nın 137/son fıkrasında yer alan “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeninin korunması için kanunda gösterilen istisnalar saklıdır” hükümleri askeri makamlar dahil hiç kimseye Anayasa ve kanunlarda gösterilen görev, yetki ve sorumlulukların dışına çıkmak suretiyle meşru demokratik sisteme müdahale etme, sistemi kesintiye uğratma ve hukuk dışına çıkmak suretiyle sistemin müesseselerine karışma yetkisi vermemektedir.

Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde normlar hiyerarşisi bulunmaktadır. Normlar hiyerarşinin en üstünde Anayasa yer almakta olup, kanunların Anayasa aykırı olması hukuk devletinde kabul edilemez bir durumdur. Bu nedenle kanunlar, Anayasaya aykırı olamayacakları gibi, kanunla verilen bir yetkinin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet kullanmak suretiyle ıskat ve çalışamaz hale getirme amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, Anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.

Ayrıca, İç Hizmet Kanununun 35. maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet kullanılmak suretiyle ıskat ve çalışamaz hale getirme yetkisi verdiğinin kabul edilmesi halinde, bu eylemlerin suç olarak düzenlendiği 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 147. maddesinin bir anlamı kalmayacaktır. Hatta söz konusu 35. madde hiyerarşik olarak Anayasanın da üzerinde kabul edilmiş olacaktır ki, bu görüşün hukuk devleti ilkesi ile bağdaşması mümkün değildir. Hukuk devletlerinde kanunlar Anayasaya uygun olmak zorundadır.

Sonuç olarak, İç Hizmet Kanununun 35. maddesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiçbir unsuruna demokratik düzeni ortadan kaldırma, askeri dikta kurulmasına yol açabilecek askeri müdahalede bulunma yetkisi vermemektedir.

Anayasanın 11. maddesi hükmüne rağmen Anayasaya göre kurulan Refahyol Hükümetini takip ve devirmek için TSK İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliğinin birer maddesinin dayanak yapılarak kanunsuz emirle Batı Çalışma Grubu kurulması, Batı Çalışma Grubunu yasal bir kuruluş haline getirmeyeceği gibi, yürüttüğü faaliyetlerinde yasal olduğu sonucunu doğurmayacaktır.

Ayrıca Anayasanın “Kanunsuz Emir” başlıklı 137. maddesi; “Konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” şeklinde düzenlenmiş olup, meşru yollarla kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini devirmek için yasa dışı emirle kurulan Batı Çalışma Grubu faaliyetleri ve bu kapsamda verilen emirlerin konusunun suç teşkil etmektedir. Bu nedenle, Batı Çalışma Grubunda çalışmak suretiyle veya grubun faaliyetleri kapsamında konusu suç teşkil eden emirleri yerine getiren şüpheliler sorumluluktan kurtulamaz.

Her ne kadar bazı şüpheliler tarafından Batı Çalışma Grubunun, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulunun 406 sayılı kararları doğrultusunda kurulduğu ifade edilmiş ise de; soruşturma kapsamında Batı Çalışma Grubunun gayri resmi olarak 28 Şubat 1997 tarihinden çok önce kurulduğunun anlaşılması karşısında bu savunma dayanaksız kalmakla birlikte, Batı Çalışma Grubunun temel belgelerinin hiçbirinde 406 sayılı MGK kararlarına atıf yapılmaması karşısında bu savunmaların suçtan kurtulmaya yönelik olduğu değerlendirilmiştir.

Öte yandan, soruşturma kapsamında incelenen Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuruluş, görev, hizmet ve faaliyetlerine ilişkin kanun, yönetmelik ve yönergelerde “irtica” ve “irticai faaliyet” tanımlarına yer verilmediği gibi, sözkonusu mevzuat hükümlerine göre “irticayla mücadele”nin iç güvenlik harekatının konusu olamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.

28 Şubat 1997 tarihli MGK’da vurgulanan “irticayla mücadele” faaliyetlerinin TSK tarafından yerine getirilmesi gerektiğine ilişkin hiçbir yasal dayanak bulunmamaktadır. Keza, MGK’ya sadece TSK unsurlarının katılmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Bakanların hazır bulunduğu bu toplantıda “irticayla mücadele” faaliyetlerinin icra edecek makamların Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve İçişleri Bakanı olduğu her türlü izahtan varestedir.

6.4. GÖREVLE İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 10. maddesinin 1 ve 2. fıkraları; “Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.



Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” şeklindedir.

Buna göre, kural olarak bu suçları işleyenler hakkında 4483 ve 3628 sayılı Kanun hükümleri ile öngörülen idari prosedürler uygulanmaz. Söz konusu suçlar, görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcısınca re’sen soruşturma yapılır.

Maddenin 2. fıkrasında “Anayasa mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmü 10. madde ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinin madde bakımından yetkili olsa bile sıfat ve memuriyetleri bakımından yargılama yapamayacağı istisnai haller gösterilmiştir.

Maddede öngörülen 1.istisnai düzenleme Anayasa Mahkemesinin yargılamasına ilişkin düzenlemedir.

1982 Anayasasının 148. maddesinin 6.fıkrası; “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, (Ek ibare:07.05.2010 - 5982 S.K./18.mad) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar”,

7. fıkrası ise;” Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar” şeklindedir.

Buna göre, Anayasa Mahkemesinde yargılanacak kişilerin işledikleri iddia edilen suçların görevleri ile ilgili olması gerekmektedir. Soruşturma konusu edilen ve 765 sayılı TCK’nın 147. maddesinde düzenlenen suçun, suç tarihinde muvaazzaf asker olan şahısların görevleri arasında hükümeti cebren ıskat ve vazife yapamaz hale getirme gibi görevleri bulunmadığından sanıkların Anayasa Mahkemesinde ve Askeri Mahkemede yargılanmaları hukuken mümkün değildir.

Bu bağlamda şüphelilere isnat edilen suç sırf askeri suç ve benzeri suç kategorisi içerisinde de değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi yorumun kabulü TMK’nın 10. maddesinin düzenleniş amacına ters düştüğü gibi tabi hakim ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Dosyaya konu olayların hemen hemen büyük çoğunluğunun kamuoyunu yönlendirmeye yönelik ve sivil dünyada gerçekleşen yürütme organına yönelik eylem olduğu, bu fiillerin azmettiricisi ve planlayıcı olan kişilerin asker olmaları, üniforma taşımaları askeri yargının görevli olduğu sonucuna ulaştırmaz.

Nitekim Askeri Yargıtay 24/03/2009 gün ve 2009/663 esas 2009/654 karar sayılı ilamında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu uyarınca hakkında kamu davası açılan asker kişi hakkındaki davanın karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen Ağır Ceza Mahkemelerinde bakılması gerektiğine karar vermiştir.

Yukarıda açıklanan nedenler dikkate alındığında bir kısmı emekli olan, bir kısmı suç tarihinde ve halen muvazzaf olan askerlerin, görevleri sırasında TMK’nın 10. maddesinde sayılan suçlar kapsamında gerçekleştirdikleri eylemlere yönelik suçların yargılama yerinin TMK'nın 10. maddesiyle görevlendirilen Adli Yargı Mahkemeleri olduğu sonucuna ulaşılmıştır.



6.5. SONUÇ

Demokrasilerde ve bu sistemin uygulandığı demokratik devletlerde iç ve dış tehdit değerlendirmesi ve tespiti, halkın oylarıyla seçilmiş Meclisler ve Hükümetler tarafından yapılması gerekir. 28 Şubat döneminde ise bu tespit ve değerlendirme seçilmiş meşru hükümete sorulmadan hiç bir yasal dayanağı bulunmadan yasa dışı olarak kurulan Batı Çalışma Grubu tarafından tespit edilerek meşru hükümete dayatılmıştır. Şüphelilerden Çevik Bir tarafından imzalanan 4 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Gurubu Oluşturulması konulu ve 10 Nisan 1997 Batı Çalışma Grubu Kurulması konulu belgelerde bu husus "irticanın birinci öncelikli tehdit olduğu" şeklinde açıkça yer almıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal hiyarşisinin dışında, yasadışı olarak kurulan ve bilahare TSK'nın kurumsal hiyerarşisini ele geçiren Batı Çalışma Grubu öncelikle yapılacak askeri bir müdahaleye karşı çıkabileceğini düşündüğü TSK personelini asılsız ihbarlar, gerçek dışı raporlar, personelin askeri görev ve disiplin anlayışını yansıtmayan sicil notları ve sahte belgelerle ihraç edilmesini sağlamış, ya da çeşitli baskı ve tehditlerle emekliliğe zorlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden irtibatı kesilmiştir.

Şüphelilerin içerisinde faaliyet gösterdiği BÇG, TSK'nın komuta kademesini tamamen konrolü altına aldıktan sonra hükümet ve toplumun diğer kesimleri üzerinde baskısını giderek arttırmıştır.

8 Temmuz 1996 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden güvenoyu alarak göreve başlayan Refahyol Hükümetinin yapmış olduğu tüm icraatlar ve özellikle hükümetin büyük ortağı olan Refah Partisi “irtica” olarak nitelendirilmiştir. Hükümet ve bütün icraatları toplum nazarında kötülenerek hükümet yıpratılmaya çalışılmış, bu faaliyetler Genelkurmay Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı tarafından yürütülmüştür. Sözkonusu husus 27 Mayıs 1997 tarihli Genelkurmay Başkanlığı “Batı Eylem Planı” başlıklı şüpheli Çevik Bir imzalı belgede açıkça yer verilmiştir. Aynı belgede yapılması planlanan eylem ve faaliyetlerin, hangi makamlar tarafından ve hangi zamanda yapılacağı ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

4 Şubat 1997 tarihinde TSK'nın en önemli kara silahlarından olan tank ve zırhlı araçların Etimesgut Zırhlı Birlikler ve Tümen Komutanlığından hareket ederek Sincan’da şehir merkezinden geçirilmek suretiyle o güne kadar oluşturulan “askeri müdahale olabilir” olgusu somutlaştırılarak “gerekirse silah kullanırız” mesajı verilmek suretiyle TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve toplumu oluşturan bireyler açıkça tehdit edilmiştir. Medya ve kamuoyunda, bu faaliyetin askeri bir müdahalenin açık bir işareti olduğu yönünde görüş ve tartışmalara rağmen TSK’dan tankların bakım için şehir içinden götürüldüğü yönünde yetersiz açıklama dışında açıklama yapılmamıştır. Yapılan soruşturma sırasında bu açıklamanın gerçeği yansıtmadığı, faaliyetin haklarında dava açılan bir kısım şüpheliler tarafından icra edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

Öte yandan, tank ve zırhlı birliklerin şehir merkezinden geçirilmesi faaliyetinin hükümete ve toplumu oluşturan bireylere karşı cebir ve şiddet unsuru olarak kullanıldığı, şüpheli Çevik BİR'in Amerika'da katıldığı bir toplantıda söylediği, "demokrasiye balans ayarı yaptık" şeklindeki sözlerinden açıkça ortaya çıkmıştır. Görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyet vatandaşlarının vergileriyle alınarak, vatan savunmasında kullanılmak üzere TSK'nın hizmetine verilen silahlar milletin temsilcisi TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve toplumu oluşturan tüm bireylere karşı cebir, şiddet ve tehdit unsuru olarak kullanılmıştır.

Tarihe “28 Şubat Kararları” olarak geçen 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan yaklaşık 9 saat süren Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında, TSK tarafından hazırlanan baskı içeren tedbirler kurulun sivil üyelerine dayatılmış, kamuoyunda ve devletin diğer kurumlarında oluşturulan “askeri müdahale olacak” olgusuyla Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’de dahil olmak üzere kurulun sivil unsurlarının insiyatif alması engellenmiştir. Kararları imzalamamakta kısa bir süre direnen Başbakan Erbakan askeri müdahale yapılması durumunda ülke ve toplumun daha fazla zarar göreceği kanaatiyle kurul kararlarını imzalamıştır.

12 Haziran 1997 tarihli Hürriyet Gazetesi şüpheli Çevik Bir'in söylediği, "Gerekirse Silah Bile Kullanırız" manşetiyle çıkmıştır. O tarihlerde kendisine atfedilen şüpheli Çevik BİR ve gazete tarafından yalanlanmayan bu söz, gazeteci merhum Mehmet Ali Birand'ın hazırlamış olduğu "Son Darbe 28 Şubat" adlı 2012 tarihinde yayınlanan belgeselin ardından, o günlerde Hürriyet Gazetesi yazarı olan Emin Çölaşan tarafından da doğrulanmıştır.

27 Mayıs 1997 tarihli Batı Eylem Planının 26 nolu faaliyet planı (d) bendinde; “Hükümet değişikliği fırsatından yararlanmak” aynı belgenin 31 nolu faaliyet planında; “Müteakip safha tedbirlerinin uygulama aşamasına konulması” görevi kapsamında belirtilen (a) bendinde “Yeni hükümete mevcut durum hakkında teferruatlı bilgi vermek” ifadelerinden, belgenin düzenlendiği tarihte Refahyol hükümetinin görevde olması ve kuruluşundan itibarende yaklaşık bir yıl geçmiş olması karşısında, şüphelilerin hazırladıkları belgede hükümet değişikliğinden ve yeni hükümete teferruatlı bilgi verilmesi hususlarından bahsetmeleri nedeniyle şüphelilerin görevde olan Refahyol Hükümetini cebir ve şiddet kullanmak suretiyle ıskat etmek istedikleri konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

07 Nisan 1997 tarihinde Genelkurmay Karargahında yapılan toplantı tutanağına göre şüpheliler tarafından kullanılan; “hükümete muhtıra verilmesi, sıkıyönetim ilan edilmesi, hükümetin değişimi, hükümetin istifası, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu, kriz yönetimi oluşturulması, eylem planı, taarruzi psikolojik harekat, yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit, üniversitelere, sendikalara, sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi, basın ve medyaya hakimiyet sağlanması yanlarına alınması, Batı Çalışma Grubunun kurulması, kuvvet komutanlıklarında da benzer bir yapılanmanın bulunması ve iki kez yapılan Y.A.Ş toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı, halkın yanlarına değil, önlerine alınması, taarruz edilmesi, polise havuç ve sopanın gösterilmesi, bilgi toplayan eyleme dönüştüren psikolojik harekat yapan bir grup oluşturulması” şeklindeki ifadeler ile şüpheli Çevik Bir'in kapanış konuşmasında, “Bu tarihi bir toplantıdır. Aynı frekanstayız, mutluyum” şeklindeki sözlerinden şüphelilerin cebir ve şiddet yoluyla Refahyol Hükümeti devirmek amacıyla faaliyette bulundukları açıkça anlaşılmaktadır.

28 Şubat sürecinde, Hükümetin büyük ortağı olan Refah Partisi ve onun liderine psikolojik harekat, cebir, şiddet ve tehdit yöntemi uygulanırken diğer ortağı Doğruyol partisi ve onun lideri mağdur Tansu Çiller'e karşıda aynı yöntemler uygulanmıştır. O dönemde DYP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olan Tansu Çiller'in CIA ajanı olduğu iddası ortaya atılmış, hakkında Genelkurmay Askeri Savcılığınca Tansu Çiller’in vatana ihanet suçundan hakkında soruşturma yapılacağına ilişkin basın yayın organlarında günlerce yayınlar yapılmıştır. Bununla ilgili olarak gazeteci Emin Çölaşan’ın “Sakıncalı Gazeteci” adlı kitabının 7. baskısında;

DYP'den çok üst düzey ancak Tansu ÇİLLER'e karşı olan birinin Tansu ÇİLLER ile ilgili "bu kadın CIA ajanı çıktı, bununla ilgili birilerine 400.000 Dolar para verdik, yakında gelecek ve belgeyi yayımlamanız için size vereceğiz" dediğini, belgeyi beklediklerini ancak belgenin bir türlü gelmediğini, haftalar sonra bir belgenin geldiğini, belgede Çiller'in kod adı olarak "Rose Of İstanbul" diye geçtiğini, belgenin düzmece olduğunun ilk bakışta anlaşıldığını, "bu yayınlanmaz, başımıza bela alırız" dediğini, sonra bir dergiye verdiklerini, yayımlandığını ancak hiçbir yankı bulmadığını, bazı uyanıkların Tansu ÇİLLER'e karşı Demirel de dahil olmak üzere DYP’de bir kesimi güzelce dolandırdıklarını belirtmiştir.

Konu ile ilgili olarak 17 Temmuz 1997 tarihli Milliyet Gazetesinde, Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın onayı ile askeri savcılığın Tansu ÇİLLER hakkında casusluk suçlaması ile soruşturma başlattığı haberine yer verildiği, deliller bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere mağdur Tansu ÇİLLER'in hükümetten ayrılması için değişik şekillerde tehdit edildiği anlaşılmıştır.

Tüm bu baskı, tehdit ve yıldırmalar sonucu bir askeri müdahale sonucu ülkenin daha büyük zarar görebileceğini değerlendiren Başbakan Necmettin ERBAKAN ve Başbakan yardımcısı Tansu ÇİLLER’in yapmış olduğu ortak değerlendirme sonucu hükümetin 18.06.1997 tarihinde istifa etmek zorunda kaldığı görülmüştür.

Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin istifası cebir ve şiddet yoluyla gerçekleştiğinden 765 sayılı TCK’nun 147. maddesinde düzenlenen suç tamamlanmıştır.

Dosya kapsamında bulunan Batı Çalışma Gurubu Kriz Masası Kurulu başlıklı belgenin not kısmında “YÖK.Başkanlığına gönderilecek evraklar elden kurye ile (a: Prof.Dr.Sedat ARITÜRK YÖK Dnt.Krl.Bşk.; b: E.Korg.Erdoğan ÖZNAL YÖK üyesi) gönderilecek” şeklindeki ifadeden Batı Çalışma Grubu Kriz Masası Kurulunda alınan ve YÖK’ü ilgilendiren kararların kurye ile YÖK Denetleme Kurulu Başkanı Prof.Dr.Sedat ARITÜRK’e ya da YÖK Üyesi Emekli Korgeneral Erdoğan ÖZNAL’a gönderileceğinin belirtildiği, bu şekilde BÇG’nin faaliyetleri kapsamında YÖK’ün koordineli olarak çalıştığı, YÖK başkanı şüpheli Kemal Gürüz ile yukarıda isimi geçen şüphelilerin fikir ve eylem birliği içinde BÇG’nin aldığı kararlar doğrultusunda faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır.

Her ne kadar müşteki Hasan Celal Güzel’in Batı Çalışma Grubu hakkında, 28.07.1997 tarihli şikayet ve ihbarı neticesinde Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 1997/285 soruşturma dosyasında 04.08.1997 tarihinde takipsizlik kararı verilmiş ise de; bu kararın verilmesinden sonra ortaya çıkan yeni delil ve olaylar nedeniyle, 1412 sayılı CMUK’nın 167/2 ve 5271 sayılı CMK’nın 172/2. maddesindeki yetkiye dayanılarak yeniden soruşturmaya başlanmış ve şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır.

Sonuç olarak yapılan soruşturma ve toplanan delillere göre; dönemin Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanının bilgisi dahilinde, Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay karargahı ve bağlı birliklerinde görevli general ve amirallerin fikir ve eylem birliği içinde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ancak hiyarşik yapı dışında oluşturdukları Batı Çalışma Grubunda görevli bulunan suç tarihinde muvazzaf askeri personel ile Batı Çalışma Grubu temel belgelerinden yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet yoluyla devirme suçuna iştirak ettiği belirlenen askeri personel ve YÖK personelinin 765 sayılı TCK’nun 64. maddesi aracılığıyla 147. maddesinde düzenlenen suçu işledikleri kanaatine ulaşılmış, şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir.

Yukarıda açık kimlikleri yazılı şüphelilerin Mahkemenizde yargılamalarının yapılarak eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nın 312/2. maddesi hükmü nazara alındığında daha lehe olan 765 sayılı TCK’nın 64. maddesi yollamasıyla 147, 31, 33, 40. maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırmaya ve adli emanette bulunan delillerin dosyada delil olarak saklanmalarına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur.

(Elektronik İmzalı)

Mustafa BİLGİLİ

Ankara Cumhuriyet Savcısı

(34659)

NOT: Şüpheliler Abdullah Cahit SARSILMAZ, Mehmet ÖZBEK, Mehmet HAŞİMOĞLU, Ömer ÖZKAN, Recep DURLANIK, Serhat ALTAY ve Temel Batmaz DANDİN haklarında Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizce 20/05/2013 tarihinde Ek Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına Dair Karar Verilmiştir.

SORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ:

1. BÖLÜM

SORUŞTURMANIN BAŞLAMASI

İddianame metni tam haliyle UYAP'a atılamadığından 19 bölüm halinde ekte sunulmuştur.

(Elektronik İmzalı)

Mustafa BİLGİLİ - 34659

Cumhuriyet Savcısı



NOT: Şüpheliler Abdullah Cahit SARSILMAZ, Mehmet ÖZBEK, Mehmet HAŞİMOĞLU, Ömer ÖZKAN, Recep DURLANIK, Serhat ALTAY ve Temel Batmaz DANDİN haklarında Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğimizce 20/05/2013 tarihinde Ek Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına Dair Karar Verilmiştir.


Yüklə 11,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   170   171   172   173   174   175   176   177   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin