Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 152,18 Kb.
səhifə2/4
tarix29.12.2017
ölçüsü152,18 Kb.
#36346
1   2   3   4

Tekrardan konuşmaya devam edeceğim.

BAŞKAN – Mehmet Ali Bey…



MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; aslında, bu tür sorunlar yaşayacağımızı biz başlangıçta öngörmüştük. Yanılmıyorsam, 8 Mayısta yazım aşaması için hangi usulleri uygulayacağız diye bir çalışma yapmış ve bunu yazılı metin hâline getirmiştik. Şu anda tartıştığımız konu, tabii, bu anayasa yapım sürecinde üzerinde en çok durmamız gereken konulardan biri olduğunu ben de takdir ediyorum. Ancak demiştik ki: “Karar alınamayan konular Komisyonun uygun göreceği zamanda yeniden değerlendirilir.” Biz bu cümleyi uzun uzun tartışmadan sonra koyduk çünkü ana dil konusu ve buna benzer başka konuları kastederek bunu koyduk çünkü bunlar çokça tartışmaya neden olacak çünkü farklı görüşler ve farklı yaklaşımlar vardı, bunu zaten biliyorduk. O bakımdan, şimdi, bu çocuk haklarıyla ilgili madde görüşülürken BDP’li arkadaşlarımızın önerdiği hususun yerinin ben de burası olmadığını düşünüyorum çünkü “her çocuğun kendi kültüründen yararlanma ve dilini kullanma hakkı” dediğimizde sanıyorum bu, eğitime başlamadan önceki durumu ifade eden bir cümledir gibi geldi bana. Zaten evde -demin siz de ifade ettiniz- ana dilini kullanıyor, kültürü neyse onu kullanıyor yani işte folklorudur -“başka kültür” deyince aklıma folklor gelir, başka şeyler gelir- zaten bunları kullanma hususunda bir mâni de yok. Evinde ana dilini kullanması konusunda bir yasak var mı? Geçmişte, mesela bir anne cezaevindeki oğlunu ziyarete gittiğinde -sadece ana dilini- yani Kürtçe biliyor ve Türkçe bilmiyorsa oğluyla konuşma imkânına sahip değildi. Ben de, çok gariptir, bunu Adalet Bakanı olduğum dönemde cezaevinden gelen bir mektup üzerine öğrendim ve o mektubu okuyunca gerçekten çok şaşırdım, ilgili arkadaşları çağırdım, “Ya gerçekten böyle mi?” dedim. Yani bir ana, cezaevine geldiğinde oğluyla Kürtçenin dışında başka dil bilmediği için görüşemiyor mu? İşte, canım bir tüzük var, Cemil Ağabey de bilir, “Yerinde inceleme yapılacak.” Gerçekten Kürtçeden başka bir dil bilmediği efendim işte yerinde kamu görevlilerince tespit edilecek, o tutanak cezaevine gelecek, ondan sonra da konuşacak filan; saçma sapan işler. Şimdi kaldırıldı bunlar. Tabii, çok komik şeylerdi. Dolayısıyla şu anda kendi kültürünü, işte “kendi kültüründen yararlanma ve dilini kullanma” konusunda eğer çocukları kastediyorsak bir mâni yok. Eğer bu, sizin öneriniz eğitimi de kapsıyorsa gelin bunu 17’nci maddede, eğitimde konuşalım. Eğer orada mutabakat sağlayabilirsek çok güzel olur ama sağlayamazsak oraya da takılıp kalmayalım, bunları çok daha geniş bir zaman dilimi içerisinde, daha önce öngördüğümüz gibi ileride bunları tartışalım diye değerlendiriyorum. Ve kaldı ki çocuk hakları konusu bizim anayasa mevzuatımıza başlık olarak, madde olarak yeni giriyor. Sadece 2010 Anayasa değişikliğinde yanılmıyorsam 41’inci maddeye “ailenin korunması ve çocuk hakları” diye bir bölüm ilave edildi, birkaç cümle konuldu. Müstakil bir madde olarak anayasaya bunu yeni koyuyoruz, bu da iyi bir adımdır yani çocuk haklarını müstakil bir madde olarak düzenlemek de bana göre önemli bir adımdır diye değerlendiriyorum.

Tabii, insanlar doğarlar, doğarken kazanmış oldukları birtakım temel hak ve hürriyetler var. Dilleri, renkleri, farklı farklı yaratılmıştır. Biraz önce Sayın Önder’in de ifade ettiği, o doğuştan insanların kazandığı değerlere ben de inanıyorum, arkadaşlarımız da inanıyorlar yani bir insan, kimin soyundan geleceğini kendisinin tayin etme hakkına sahip değil ki. Ancak dil konusunu değerlendirirken bunun eğitimde nasıl kullanılacağı, bunun ne gibi birtakım sonuçları olacağının çok değişik, çok geniş şekilde tartışılmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Şu anda ülkemizde bir kişinin ana diliyle konuşması, iletişim kurması açısından herhangi bir engel yoktur ve kaldı ki Mardin Üniversitesinde bildiğim kadarıyla Kürtçe kürsüsü de açılmıştır. Hatta Kürtçe öğrenmek isteyen insanların Kürtçe öğrenmelerini sağlayacak kursların açılması gibi bir düzenleme de yapılmıştı bildiğim kadarıyla. Yani bu konuda Türkiye oldukça mesafe de almıştır ama şimdi bir anayasa yapıyoruz, bu konu tekrar gündeme geldi. Bana göre çok önemli bir konudur. Karşılıklı fikir beyan eden arkadaşlarımızın birtakım kaygıları olabilir, bu kaygıları da anlayışla karşılayacağız çünkü biz 75 milyon bir nüfustan oluşan bir milletiz. Bu ülkenin devamı açısından eğer birtakım sorunlarla karşılaşacaksak bunları da bu masada tabii ki konuşmalıyız, tartışmalıyız ama insanın doğuştan kazanmış olduğu birtakım temel ve hak hürriyetlerin de kullanılmasını engelleyecek birtakım tabii olumsuz adımlar da atmayız, atmamalıyız diye değerlendiriyoruz. Onun yerinin 17’nci madde olduğunu düşünüyorum. Bu çocuk haklarıyla ilgili ayrıca bir şey daha söyleyeyim: Acaba kamuoyu ne demiş bu çocuk haklarıyla ilgili? Ne gibi önerilerde bulunmuş? Üniversiteler ne demiş? Barolar Birliği ne demiş? Siyasi partiler ne demiş? Onlara bir baktım ben. Bu, arkadaşlarımızın önerdiği gibi bir öneriye rastlamadım. Şimdi, tabii, biz bu anayasayı yaparken onlardan da yararlanıyoruz, kamuoyu ne demiş bu konuda? Ne gibi önerilerde bulunmuş? Baktım, buradadır, çıkardık bilgisayardan. Çocuk haklarıyla ilgili üç sayfalık bir metin var elimde, buraya baktım…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hepsinin önerileri değil mi? Diğerlerinin önerileri….

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Evet. Yani buradaki öneriler konusunda hepimiz üç aşağı beş yukarı mutabık kalabiliriz ama arkadaşlarımızın, Barış ve Demokrasi Partisi adına burada bulunan Komisyon üyesi arkadaşlarımızın önerileri bu çocuk haklarıyla ilgili bölümde yok. Eğitime geldiğimizde belki o, eğitimde çıkabilir karşımıza. Orada bunu tartışalım diyorum özetle Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Evet, peki.

Oktay Bey…

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Bütün bu konuları dün derinlemesine konuştuk. Mahallî ve yöresel dillere resmiyet tanımak yeni egemenlik alanları oluşturmak anlamına gelir, yeni azınlıklar oluşturmak anlamına gelir. “Azınlık” kavramı “vatandaşlık” kavramından farklı bir hukuki statüyü ifade eder. Vatandaşlar arasında bu nevi ayrımlara gitmek toplumu tasnif ederek ayrımcılığa yol açmak olur. Politik düşünce sahibi insanlar -bugüne kadar gördüğümüz- çocukları meydanlara sürerek politik zeminde mevzi kazanmak istemişlerdir. Bu ortam içerisinde sahaya sürdükleri çocukların davranışlarını da çocuk masumiyeti üzerinden savunmaya çalışıyorlar. “Hiç kimse ayrımcılığa tabi tutulamaz.” derken -ki sürekli bunu konuşuyoruz- belli bir grubun sürekli ayrımcılığa tabi tutulup haklar talep etmesi baştaki kabulümüze bir kere aykırıdır. Milletin mukadderatını -kusura bakmasın- hiç kimsenin subjektif iyi niyetine tevdi edemeyiz. “Hiç kimse kültürünü kullanmasın.” demiyoruz ama buna resmiyet kazandırılmasına karşıyız biz. Her ülke -şuradan buradan örnek veriyoruz ama- kendi yapısına göre çözüm üretir. Birinin uyguladığı metot diğerine uyacak diye bir kural yoktur. Doku uyuşmazlığı diye bir hadise vardır yani birisinden aldığınız bir uzvu rastgele götürüp de birisine eklediğiniz vakit hayatiyet hakkı bulunmuyor, uygun şartların olması gerekir.

Bu bakımdan, burada, tabii, enteresan bir şey de var: Biz herhangi bir madde üzerinde konsensüs sağlanamadığı vakit diğer maddelere geçmek diye bir kuralı kabul etmiştik, şimdi bir dayatmayla karşı karşıyayız. Bu madde yoksa diğerlerine de geçmiyoruz. Bir kere bunun bir açıklığa kavuşturulması lazım çünkü bu çok önemli bir düşünce.

Ben bu safhada düşündüklerimi böyle ifade etmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Rıza Bey…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Dün de bugün de bir güçlük içindeyiz, bir çıkmaz içindeyiz. Böyle taban tabana karşıt birtakım görüşler var ortada. Bu görüşlerin içinden nasıl çıkıp çalışmalarımızı nasıl sürdüreceğiz, acaba bir uzlaşı bulabilir miyiz; onun arayışı içindeyiz. Acaba şöyle bir şey olabilir mi, bunu dün de söylemiştim ama belki biraz daha geliştirmek lazım: “Kültür”le “kendi dilini kullanma”yı ayıralım birbirinden. Kültürü 2’nci maddeye koyalım yani “maddi ve manevi varlığını geliştirme”ye; “maddi, manevi ve kültürel varlığını geliştirme” diyelim. Bunun içine “kültürel varlığı” koyalım. Öte yandan, Ayla Hanım’ın konuşmasından anladım ki bu eğitim ve öğrenim hakkıyla ilgili olan madde yukarı alınırsa belki bir uzlaşı doğabilir. 17’nci madde… Zaten fazla uzakta değiliz 17’nci maddeden. Şimdi görüştüğümüz işte “çocuk hakları”, 6’ncı madde. Bu 17’nci madde yerine “eğitim ve öğrenim hakkı”nı yukarı alalım, “çocuk hakları”ndan sonra görüşelim. Bu iki unsur birden, “kültürel kimliği”, “kültürel varlığı” yukarı alıp “kendi dilini kullanma”yı da hemen bundan sonra görüşmeyi kabul edersek acaba bir uzlaşı doğabilir mi ve bu madde üzerindeki çalışmalarımıza devam edebilir miyiz diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Tunca Bey…

TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkanım, bu konuyu dün tek madde olarak epey uzun bir şekilde tartıştık. Hemen hemen bütün partiler fikirlerini çok ayrıntılı biçimde birbirimize aktardık. Burada yine bu yaptığımız tartışmalarda görüyorum ki aynı şekilde dün birbirimize anlattıklarımızı tekrar birbirimize anlatıyoruz. Ben, Oktay Bey, az çok dün fikrimizi söyledik, şu anda da özetledi. Ben yöntem konusunda bir şey arz edeceğim: Bir çalışma usul ve esasları belirledik. Bu belirlediğimiz esasları da bugüne kadar uyguladık ve uygulamaya bir içerik kazandırdık. Orada şöyle bir yorumu da yaptık, dedik ki: Bir maddenin tamamında anlaşamıyorsak o maddeyi geriye bırakırız. Bir maddenin bir kısmında farklılık varsa parantez içinde onu yazarız, arkasındakileri redakte ederiz dedik. Şu ana kadar da bu sistem işledi.

Bizim iki teklifimiz var burada. Sizin de ifade ettiğiniz, ciddi bir zaman baskısının da altındayız biz. Ben diyorum ki dün ve bugün yaptığımız tartışmalar en azından bazı noktalarda anlaşamasak dahi bazı noktalarda bizi belli bir fikrî olgunluğa da getirdi. Bu maddeyi redakte edelim, bu söylediğimiz kısmı da parantez içine alalım geçelim. Birinci teklifim. İkincisi, bu da olmuyorsa bu maddeyi bırakırız, arkasından gelen maddeye geçiyoruz. Biz burada bir katalog tespit ettik, bu kataloğun da bir sırası var. Bu çalışmayı yaparken o katalog da bu sırada bu heyet tarafından kabul edildi. Her bir problemle karşılaştığımız zaman alttan kataloğun bir maddesini alalım, şimdi onu da arkasından konuşalım, bu da oyunun esnasında kuralları değiştirmek olur, buna da biz karşıyız.

BAŞKAN – Buyurun.

AYLA AKAT ATA (Batman) – Şimdi, Sayın Başkanım, bizim neden “çocuk hakları” başlığı altında dil ve kültüre dayalı böyle bir düzenlemenin ele alınması gerektiği yönündeki talebimizin altında, hani neden bunu istedik, niye böyle bir düzenlemeye yer verdik diye sorulursa… Bizim referans aldığımız Çocuk Hakları Sözleşmesi yani orada da dil ve kültürle ilgili düzenlemeler de Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde vardır. Türkiye Cumhuriyeti, Çocuk Hakları Sözleşmesi de dâhil olmak üzere bu hususta düzenlemenin yer aldığı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Paktı, UNESCO Sözleşmesi, Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesi gibi birçok ulusal üstü sözleşmeye, zaten bu konuyla ilgili düzenlemelere çekince koyarak imzalamış. Biz bunları iç hukukumuzun bir kazanımı hâline getirmişiz ama aynı zamanda çekince koymuşuz. Yoksa bugün tartıştığımız konu başlığı altında, madde başlığı altında bu düzenlemenin yer almaması için hiçbir gerekçe yoktur; aksine, burada yer almalıdır. Niye? Referans alıyoruz. Bu konudaki ulusal üstü sözleşmeleri referans alıyoruz. Birincisi bu.

İkincisi: Sayın Başkanım, gerçekten çok önemli bir husustan bahsediyoruz ve ben ilk konuşmamda da ifade ettim. Resmî dil ya da eğitim dili olarak tartıştığımızda siyasal bakış açıları bunun önünde engeldir. Belki tartışmaya çocuk cephesinden bakarsak, çocuğun pedagojik gelişimi etrafında bakırsak tartışmayı belli bir olgunluğa kavuşturabiliriz yaklaşımı içerisindeydik yoksa burada, evet, bu konu, bu madde başlığı üzerine çok güzel siyaset yapabiliriz ama biz öyle bir hassasiyet ve sorumlulukla yaklaşıyoruz ki bugün vatandaşı olduğumuz ülkede on sekiz yaşın altındaki çocuklar “on sekiz yaş altı çocuk kabul ediliyor yasalarımız çerçevesinde. Eline taş alıyor, eline molotof alıyor, eline ses bombası alıyor, eline silah alıyor ve yaşamını yitiriyor; bunun üzerine siyaset yapabiliriz, yoksa “çocuk masumiyeti” deyip geçebileceğimiz bir husus değildir. Bu yönlü değerlendirmeleri de… Hani bu konu bizim için üzerine siyaset yapılacak değil, siyaseten bu gerçeğin görülüp çözüm üretilmesi gereken bir sorundur. Çözümün tarafı olunacak mıdır, olunmayacak mıdır? Yoksa bir çocuğun da kendi geleceği hakkında karar verme hakkı vardır, kaldı ki bizim konu başlıklarımız içerisinde bu da yer alıyor. Çocukla ilgili yüksek yarardan tutalım, görüşlerini serbestçe açıklayabileceği koşulların yaratılmasına kadar, çocukla ilgili kararların alınmasından çocuğun katılımının sağlanmasına kadar. Biz bunları da yazdık, bunları da tartışacağız dedik. Bu durumda bazı ülke hassasiyetlerinden yola çıkarak bazı değerlendirmeler yapıp bu değerlendirmeler üzerinden buradaki müzakere sürecini tıkamak doğru değildir. Bunun karşılığında geliştirilebilecek birçok argüman da olur.

Bir diğer boyutu, şu anlaşılırdır: Bu konu eğer dilinin kullanımına giderse tabii ki dilin kamusal alanda kullanılması hâliyle eğitim alanında da kullanılması tartışmaları gündeme gelecektir Hocamın söylediği gibi. Bu konuda da, evet, eğer eğitim gündeme gelecekse bu madde başlığı da var, bunda tartışalım, bunda değerlendirelim, hani erteleyebileceğimiz bir husus değil ki. Bu çerçeveden bakıp “eğitim” başlığında düzenleyebiliriz. Ama bundan kaçmak ya da üzerinde uzlaşma sağlanmadı… Bakın, biz bu kadar çok madde üzerine uzlaştık. Bugün Türkiye’de hiçbir madde başlığı bu maddede olduğu kadar sorunların kaynağı durumunda değildir ve bu konuda yakalanacak bir uzlaşma zemininin yaratabileceği iklim değişikliğini de hesaba katarak sorumlulukla, siyasi sorumlulukla yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz.

Bir diğer boyutu: Sayın Başkanım, bu ülkede ana dilin konuşulmasının, ev ortamında, özel yaşamda konuşulmasının önündeki engeller, evet, kaldırıldı, biz bugün bunu görebiliyoruz. Bazı sıkıntılar var, o da sonuçta homojen bir yapı değiliz. Hâlâ devam eden savaş ve çatışmadan kaynaklı, ülke insanı arasında duygusal kopuş yaratılmaya çalışıldı, belli ölçüde de başarıldı. Birlikte yaşadığımız mekânlarda özel hayatta konuşmak da bunun için bir tehdit olarak algılanabiliyor ve bunun sonucunda da bazı çatışmalar yaşanabiliyor. Ama bunun dışında, geçmişte yaşadığımız gibi artık en azından “evde Türkçe konuşmayanları bildirme kolu” diye bir gerçeklik yok artık, eskiden vardı.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Nasıl, ne vardı?

AYLA AKAT ATA (Devamla) – “Evde Türkçe konuşmayanları bildirme kolu başkanlığı” gibi bir gerçeklik yok bugün Türkiye’de artık. Evde konuşabiliyoruz, evet, bu noktaya geldik. Eskiden vardı. Eğitim dilini tartışırsak daha da fazlasını… Tabii, kitaplık kolu başkanı var, sağlık konu başkanlığı var ama böyle bir başkanlık da vardı ve biz bu gerçekle büyüdük ve bu noktaya geldik. Evet, özel hayatta kullanımın önündeki engeller belli ölçülerde kaldırılmış diye yorumlayabiliriz ki öğrenmenin önündeki engeller de kursların açılması… İşte şimdi, artık, bölümler açılıyor üniversitelerde, bunun hazırlıkları var. Altyapı hazır değildi, biraz zamana yayılacak, orta vadede hedefler olarak ele alabiliriz. Öğrenmenin önündeki engeller de ki biz buna ilkesel olarak karşıyız. Hiçbir çocuk kendi ana dilini para ödeyerek kurslarda öğrenmek durumunda değildir, hükûmet etmenin gereği bunu ona ulaştırabilmektir. Böyle yaklaşıyoruz.

Diğer bir boyutu eğitim boyutu. Şimdi bunun üzerine eğitim alanı da dâhil olmak üzere bir çocuğun kendi ana dilinde eğitim görmesi gerekir. Biz bunu en demokratik yöntemlerle okullar açıldığı dönemde sesimizi yükselterek ebeveynler olarak çocuklarımız adına ifade ettik ama henüz bu hakka kavuşabilmiş değiliz.

Bir diğer boyutu şu ki: Dil, kimlik, kültür konusundaki hakların, evet, biz resmiyete kavuşmasını istiyoruz. “Bir resmiyet arayışıdır.” diye ifade edildi. Evet, biz resmiyete kavuşsun istiyoruz. Kürt kimliği de, Kürt dili de ya da Türkiye toplumu sayılırken işte “Kürtler, Türkler…” diye sayılmayabilir ama “Türkiye toplumu bir bütündür.” denebilir yani, bu ayrı bir şey. “Ulus” kavramı, “üniter devlet”… Dün bu tartışmalara da girildi. Elimizde birçok örnek var. Azerbaycan’da da tek dil var; devlet dili Azericedir, üniterdir ama bunun dışında dillerde de ana dilde eğitim görülüyor ve bunun gibi sayabileceğim Bulgaristan, Estonya, Hırvatistan, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Ukrayna… Tek resmî dil vardır ama diğer dillerde de eğitim veriliyor ve bunlar üniter devletler. Dünyada bunlar yaşandı ama biz çok çok gerisinden takip ediyoruz ve diğer ülkelerde yaşanmayan gerçeklik bizde var, bu bizde bir çatışma sebebi. O yüzden, bizim, sırtımızı dönebileceğimiz bir sorun değil bu yani.

Bir diğeri: Sayın Başkanım, “Uzlaşmadık, erteleyelim.” dediğimiz madde… Evet, eşitlikte, yaşam hakkında bir erteleme söz konusu oldu ama bu maddeyi nereye erteleyebiliriz? Önümüzde yani ve toplumun da beklentisi var. Bu çerçevede… Yoksa işte bir karar aldık, bu kararı değiştireceğiz diye… Hangi maddeye gitsek bu maddeyle ilgili tartışmalar gündemimize gelecektir ve şunu da… Evet, biz bir yıllık gibi bir süre belirledik -bu konu başta da tutanaklarda vardır- gerçekleştiremeyiz, Türkiye herhangi bir ülke değil; Türkiye yeni bir anayasanın özlemini 1924’ten beri yaşayan bir kesimin de yaşadığı bir ülke. O yüzden biz bir yılda bu süreci tüketemeyeceğimizi biliyorduk, bu konu başlıklarını biliyorduk. Katılımı ne ölçüde gerçekleşirdik? Keşke yerinde incelemeler de geliştirebilseydik.

Ben on gün önce Mahmur’a gittim. Bugüne kadar gitmemeyi bir eksiklik olarak görüyorum ama sordum: “Eğitimi nasıl veriyorsunuz?” Birleşmiş Milletlerin mülteci statüsü tanıdığı bir alandır. Yirmi yıl önce evleri, köyleri yakıldığı için insanlar oraya gittiler ve bu statüde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. “Eğitim nasıl?” diye sordum. Hani “Bu hak verilirse bölünür.” tartışmalarına bir nokta koymak için söylüyorum: Oraya giden insanlar, büyük acılar yaşayarak, ailelerinin yarısını burada bırakıp kaybettikten sonra evleri yakıldığı için oraya giden insanlar ilk beş yıl kendi ana dillerinde eğitim görüyorlar, sonrasında Türkçe görüyorlar, sonrasında, en sonunda da İngilizce görüyorlar. Yani bu bir şekilde etnik, ulusal ve küresel bir dil öğrenme arayışının sonucu olarak açığa çıkıyor ve bu insanların kafasında “Biz gittik, artık orada mülteci kampındayız, bütün bağlarımızı kopardık, Türkçe öğrenmeyeceğiz.” diye bir şey gelişmemiş ve yirmi yıldır bu böyle. İnsanlar öğrenmiş. Bölen, parçalayan değil; aksine, bu hakkın tanınması bugün yaşadığımız süreç. Ulusal üstü koşullar ve ulusal koşullar dikkate alındığında kesinlikle bütünleştirecek bir özelliktedir. “Türkiye toplumu nasıl bütünleşecek?” derseniz hak, hukuk tanınarak bütünleşecek. “Türkiye toplumu nasıl bütünleşecek?” derseniz bugüne kadar sorun alanı olmuş, hatta bugün çatışmayı, savaşı getirmiş konu başlıklarının işte bu tür müzakere masalarında konuşulmasıyla kendi barışını sağlayacak. Biz böyle değerlendiriyoruz. Tekrar önerimizi de yineliyoruz: Eğer bunu tartışacaksak, biz bu tartışmanın böyle eksik, hassasiyetler gözetilerek, “Bunu asla bu şekilde tartışmayız.” diyerek değil… Ki ana muhalefet de, iktidar partisi de şunu demiştir: “Diğer maddede tartışalım.“ O zaman resmî dille ilgili düzenlemeyi öne alıp tartışabiliriz, bunun önünde de bir engel yoktur, ki o noktada çok çok… Eğitim hakkıyla ilgili… Yanlış oldu. Niye? Çünkü çok siyasallaşmış bir konudan bahsediyoruz. Hâliyle konu direkt resmî dile gidiyor, konu direkt eğitim hakkına gidiyor. Biz çocuk cephesine bugüne kadar bakmayı beceremediğimiz için bu noktadan tartışıyoruz.

Yine, şunu da ifade edelim. Dün ifade edildi. Biz belki paylaştık ama tutanaklara geçmemişti: Resmî dil konusunda kimsenin Türkçenin resmî dil olmasıyla ilgili bir problemi yoktur, bunu tartışmıyoruz bile ama ana dilimizle eğitim görmekle ilgili bir problemimiz olduğunu ifade ediyoruz ki yarın öbür gün anayasamızdaki bir konu diğerini besleyecektir, anayasamızdaki bir konu diğerini güçlendirecektir. Evet, biz “vatandaşlık” tanımını da tartışacağız; evet, bölgesel ve yerel yönetimler arasındaki hukukunun nasıl olması gerektiğini de tartışacağız. Bu konular geldiğinde biz kalkıp gidip Çankırı’daki çocuğa “Sen illaki Kürtçe eğitim göreceksin.” demeyeceğiz, böyle bir şey yok.

böyle bir şey yok. Oranın kendi hukuku içerisinde yerel dillerin kamusal alanda kullanılmasıyla ilgili eğer koşulları ve mekanizmaları böyle bir karar alırsa bunu uygulayabilir ama böyle bir dayatma yoktur. Türkçenin öğrenilmesi ya da öğretilmesi noktasında da herhangi bir şerhimiz yoktur ama aynı zamanda ana dilimizin yaşaması ve yaşatılması konusunda evet, kaygımız vardır, talebimiz de vardır.

BAŞKAN – Peki.

Atilla Bey…

ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, tabii süreci hızlandırmak gerekiyor, bunu çok samimi olarak ifade ediyorum. Daha hızlı mesafe almalıyız. Bunun yöntemi nedir? Açıkçası bu noktada da somut bir şeyler tabii ortaya koymak gerekiyor.

Sayın Başkan ikinci, üçüncü bir komisyon gibi bir düşünceyi bir ara telaffuz etmişti ama tabii bunun bir pratiğinin olmayacağı açık çünkü konular o kadar hassas ki yani bütün kavramlara, bütün konulara bizim, hepimizin iştirak etmesi gerekiyor belli bir noktaya mutabakatı sağlayabilmek için ama süreci hızlandırma zorunluluğu da bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bu da beni şahsen rahatsız ediyor, bizi rahatsız ediyor.

Bir diğer husus şu: Aslında tabii burada daha yöntemi konuşuyoruz ama yöntemi konuşurken konunun esası ve özüne de giriyoruz. Şimdi, bir kere bunu ayırmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Yine bu çerçevede Sayın Öztürk çocuk masumiyeti kavramı üzerinden bir değerlendirme yaptı. Birtakım masumiyet kavramları, istismar kavramları, bunlar hep olacaktır, her alanda olacaktır. Bunu ortadan kaldıramazsınız. Bunun yaptırımları, bunun düzenlemesi ayrı bir konudur. Hakkın esası, özü ayrı bir konudur. Yani bu kavramları birbirinden ayırmak gerektiği kanısındayım. Bunun devamında da şunu ifade ediyorum: Tabii bu, Anayasa’nın en önemli, en kritik konu başlıklarından birisi. Bu tartışmalı konuları ne kadar öteleyeceğiz? Ne kadar geri bırakacağız? Bunun bir ölçüsü yok, bir çözüm de değil. Türkiye'nin gerçekleriyle biz artık karşılaşmak durumundayız, bunları konuşmak durumundayız. Bunları bir an evvel, olabildiğince aklıselim içinde, birbirimizi suçlamadan, böyle bir moda girmeden, böyle bir periyoda girmeden, buna tenezzül etmeden, böyle bir arayışın içine girmeden, burada biz bir ortak aklı oluşturmak, ortak paydayı yaratmak sorumluluğu içindeyiz. Böyle bir görevin, böyle tarihî bir görevin sorumluluğu içindeyiz. Bunu yaparken biz kendi parti kanallarımız dışında kendi bünyemizde de çok değişik zorluklarla karşılaşıyoruz, yaşıyoruz. İnanıyorum ki diğer partiler de kendi bünyelerinde bunu muhtelif boyutlarıyla yaşıyorlar.

Bu çerçevede, şunu görüyoruz: Bakın, siyasi anlamda, sosyal anlamda, kültürel anlamda çok önemli bir konuyu görüşüyoruz. Aynı zamanda, teknik olarak da çok önemli bir konuyu görüşüyoruz. Bakın, “kendi kültüründen yararlanma kavramı”, “kendi dilini kullanma hakkı.” Devam ediyorum “Ana dili.” ayrı bir kavram. “Ana dili eğitimi, ana dili öğretimi” ayrı bir kavram. “Ana dilinde eğitim” ayrı bir kavram. “Çift dille eğitim.” ayrı bir kavram. “Resmî dil” ayrı bir kavram. Bunların başlıkları belki daha da geliştirilebilir.

Şimdi, biz şurada tartışırken çoğu zaman şu kavramların birini, ikisini, üçünü birbirine karıştırarak konuşuyoruz, kendimi de katarak söylüyorum. Çoğu zaman, bu yanlışı yapıyoruz. Şu kavramların hepsi, farklı dinamikleri, unsurları olan farklı fonksiyonları olan kavramlar. Bu kavramları konuşurken bilerek ya da bilmeyerek çoğu zaman bu kavramları birbirinin içine geçiriyoruz, birini diğerinin yerine kullanıyoruz. Dolayısıyla, bu konunun önemi teknik boyutuyla da son derece önemli bir konu, diğer boyutları, diğer unsurları yanında. Bunun tabii toplumsal barışımız açısından ne kadar önemli olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek yok. Bu çerçevede şunu görüyor ve değerlendiriyoruz. Bu konu bir an evvel konuşulmalı. Tabii burada çocuk hakları daha geniş bir kavram. O çocuk hakları içinde bu konu en önemli kavram belki de, en temel dinamik, en temel unsur. Orada, bunun tabii ana dil eğitimi, ana dilde eğitim, kendi dilini kullanma hakkı, her ne olarak değerlendirilirse değerlendirilsin, bunun şu andaki Anayasa’mızın 3’üncü maddesiyle, 42’ye 9’uncu maddesiyle bağlantıları var. Bunların hepsiyle doğrudan bağlantıları var, dolaylı bağlantıları var. Dolayısıyla biz bu maddeyi, bu katalog başlığını geldiğimiz noktada mevcut katalogumuzun bence de 17’nci maddesiyle birlikte değerlendirmek durumundayız. En azından, birbirini takip edecek şekilde değerlendirmeliyiz, tartışmalıyız. Bunu 17’nci madde içinde de görüşebiliriz ya da 17’nci maddeyi buraya da çekebiliriz. Yani “Bunu öteleyelim” Nereye kadar öteleyebiliriz? Bana göre, en fazla olsa olsa kişi haklarının sonuna kadar öteleyebiliriz. Daha öte bir ötelemeyi ben düşünemiyorum.


Yüklə 152,18 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin