Fransa ve İngiltere böyle bir yardım için Osmanlılara Avrupa Medeniyetine ve Avrupa Devletleri Umumi Hukukuna intisap etme fikrini telkin ettiler. II. Mahmut bu telkini kabul etti. Bir taraftan kendinden önce müesseselerde başlamış olan batı usulünde ıslahatı devam ettirerek geliştirdi. Diğer taraftan da “Ben tebaamın müslümanını camide, hristiyanını kilisede, musevisini havrada fark ederim. Aralarında başka bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.” diye beyanatta bulundu ve şahsi haklar yönünden ortaya tebaa eşitliği fikrini atmış oldu. 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile bu fikir, prensip olarak tespit ve teşvik edildi.
Daha sonra Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi sonucunda Batıyı yakından tanıyan yabancı dil bilen bir nesil yetişti. Bu nesil arasında Osmanlıcılık bir fikir akımı olarak ortaya çıktı. Sultan Abdülaziz devrinde, Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bazı aydınlar tarafından Yeni Osmanlılar adı altında bir cemiyet kuruldu (1865).
Daha sonra Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi sonucunda Batıyı yakından tanıyan yabancı dil bilen bir nesil yetişti. Bu nesil arasında Osmanlıcılık bir fikir akımı olarak ortaya çıktı. Sultan Abdülaziz devrinde, Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bazı aydınlar tarafından Yeni Osmanlılar adı altında bir cemiyet kuruldu (1865).
Cemiyetin programı, Osmanlı tebaasına eşit haklar sağlanması; bu hakların kanun teminatı altına alınması, meşrutiyet idaresinin kurulması ve vatanseverlik hissi ile fertlerin birbirlerini bağlanmasından ibaretti. Bu görüşe göre, devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında din, dil ve ırk bakımından hiçbir fark gözetmeksizin, hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunu kabul edilmiştir.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin çalışmalarıyla Meşrutiyet fikri ve programı memleketin bazı aydınları tarafından kabul edildi. Mithat Paşa’nın tesiriyle II.Abdülhamit devrinde Kanun-u Esasi ilan edilip, parlamento kuruldu parlamentoda tüm Osmanlı unsurlarına temsil hakkı verildi. Fakat ülkedeki milliyet isyanlarının durmaması, bu isyanların gelişimine paralel olarak Osmanlıcılık düşüncesinin etkinliğini kaybetmesine sebep olmuştur.
Ülkede İslamiyet ve dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.
Ülkede İslamiyet ve dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.
XIX. yüzyıl başına kadar Osmanlı toplumunda Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında fazla problem çıkmamıştı. Değişik inançlara sahip topluluklar aynı siyasi merkeze bağlı olarak yaşıyorlardı. Fakat Yakınçağ’da batılı büyük devletlerin (Rusya, İngiltere, Fransa gibi) Hıristiyan halkın haklarını koruma bahanesiyle müdahalelerde bulundukları görüldü. Bu durum çoğu zaman Müslüman halkın tepkisine yol açtı. Dolayısıyla cemiyetteki ahenk bozuldu.
İmparatorluğun kurtuluş için Tanzimatçıların meşrutiyete dayanan Osmanlılık sistemini kabul etmelerine karşılık, II.Abdülhamit, İslamcılık sistemini kabul etmiş ve devrinde iç idarede ve dış siyasette bu fikri destekleyip, geliştirmiştir.
II.Abdülhamit’in İslamcılığı devletin temel prensibi haline getirmeye çalışmakla dış siyasette ulaşmak istediği biri yakın diğeri uzak iki amacı vardır. Yakın amaç, Osmanlı Devleti’nin varlığını korumak, uzak amaç da Hilafet etrafında dünya İslam birliğini kurmaktır. Bu amaçla II.Abdülhamit, Cawa’ya siyasi temsilci tayin etmiş, İran, Türkistan, Çin, Hindistan ve Afrika’ya adamlar gönderip, bu fikrin yayılmasına çalışmıştır.
Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasından sonra adeta devletin resmi politikası olarak benimsenen İslamcılık, Milliyetçilik hareketleri karşısında devleti kurtarmaya yeterli olmamıştır.
Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı, daha sonra giderek siyasi bir cereyan haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin sorunlarının çözümünde Osmanlıcılık, İslamcılık gibi düşünce akımlarının yeterli olmayacağı belirtilerek “ırk esasına dayalı Türk Milliyetçiliğinin” geliştirilmesinin zorunluluğuna işaret edilmiştir. Onlara göre devlet ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durabilirdi. Bunun için de Osmanlı yönetimi altında yaşayan Türklerin milli bilince ulaştırılması gerekirdi. Ünlü Türk sosyologu Ziya Gökalp’in katkıları ile Türkçülük ilmi bir boyut kazanmıştır.
Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı, daha sonra giderek siyasi bir cereyan haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin sorunlarının çözümünde Osmanlıcılık, İslamcılık gibi düşünce akımlarının yeterli olmayacağı belirtilerek “ırk esasına dayalı Türk Milliyetçiliğinin” geliştirilmesinin zorunluluğuna işaret edilmiştir. Onlara göre devlet ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durabilirdi. Bunun için de Osmanlı yönetimi altında yaşayan Türklerin milli bilince ulaştırılması gerekirdi. Ünlü Türk sosyologu Ziya Gökalp’in katkıları ile Türkçülük ilmi bir boyut kazanmıştır.
İslam birliği kadar güçlü bir Türk birliği özlemini çeken Türkçüler, Rusya’dan gelerek Osmanlı Devleti’ne sığman bazı Türk aydınlarının da etkisiyle bir süre Asya’da yaşayan tüm Türkleri Osmanlı Padişahı’nın yönetimi altında birleştirmeyi amaçlayan pantürkist (Turancılık) bir düşünceyi benimsemişlerdir.
Bütün bu fikir akımlarının dışında, Batı’da ortaya çıkan fikir ve sistemleri aynen benimseyen ve kendilerine Batıcılar denen Türk aydınları da çıkmıştır. Bunlar kendi aralarında da bölünmüşlerdir. Bunlardan öncülüğünü Celal Nuri’nin yaptığı bir bölüm Batıcı grup, Avrupa’dan her şeyi almaya gerek yoktur. Osmanlı devleti üzerinde düşmanca emelleri olan batılıların teknolojisi alınmalı fakat kültürü alınmamalıdır görüşündeydi. Öncülüğünü Abdullah Cevdet’in yaptığı diğer bir grup batıcılar ise ikinci bir medeniyet yoktur, tek bir medeniyet vardır, o da batı medeniyetidir. Gülü ile dikeni ile alınmalıdır diyordu. Fakat bu görüşler dar bir çevreyle sınırlı kaldı ve fazla taraftar bulmadı.