Temmuz: Asgari program çerçevesinde ayrıca konuşuruz da, iktidarı aldıktan sonra uygulanacak belli uygulamalarla, iyileştirmelerle, iktidar öncesinde talep ettiğimiz, uğruna mücadele ettiğimiz istemlerin bir dizi ortak keseni var.
Cihan: Biz bu istemler uğruna bu düzen altında devrimci bir perspektifle mücadele edeceğimizi, iktidar olduğumuzda ise onları tam olarak gerçekleştireceğimizi söyleyebiliriz. Diyeceksiniz ki, burjuva demokratik taleplerin proletarya iktidarı koşullarında gerçekleştirilmesi ile bu düzen altında onların elde edilmesi aynı olabilir mi? Elbette olmaz, bunlar temelden farklı tarihsel koşullardır. Örneğin, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı da burjuva-demokratik bir istemdir, ama onun proleter demokrasi koşullarında nasıl gerçekleştirileceği belli değil mi?
Daha da ilginç bir duruma işaret edeyim. Öylesine bir tarihi durum çıkabilir ki, ezilen bir ulus özgürlüğüne tam da proletarya devrimi sayesinde kavuşabildiği halde, buna rağmen bu çözüm burjuva-demokratik sınırlar içinde kalabilir. Düşününüz ki, biz iktidarı aldıktan sonra Kürtler ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak istediler ve bunu tam da kendi burjuvazilerinin etkisinde kaldıkları için yaptılar. Bu olmayacak şey değil, Ekim Devrimi sonrasında Polonya ve Finlandiya örnekleri var. Yani biz ulusal sorunun çözümünü proleter devrime tabi kılsak bile, bu o sorunun proleter devrimci bir çözüm bulacağı ve proleter demokrasi içerisinde kendi yeni anlamını ve çözümünü bulacağı anlamına gelmez. Biz proleter devrimi yaparız da Kürtler bundan burjuva demokratik bir meyve devşirirler. Ezilen bir ulusu zorla kendi irademize tabi kılamayacağımıza göre, bir başka irade ortaya koymaları durumunda ne yapacağız? Türk ve Kürt proletaryasının hazırlığı ve alt sınıfları kendine bağlama gücü, Kürtlerle birlikte sosyalizme yürümeyi olanaklı kılamayacaksa, ne ya(80)pacağız?
Tartışacağız bunları. Kaldı ki, buna benzer tartışılması gereken daha başka sorunlar da var. Öylesine burjuva-demokratik istemler vardır ki, bizim bunları bu düzen altında formüle edişimiz ile onların proleter demokrasi koşullarında gerçekleşmesi temelden farklılıklar gösterir. Örneğin biz bugün sınırsız basın özgürlüğü, sınırsız örgütlenme özgürlüğü isteriz, bunlar uğruna mücadele ederiz. Ama iktidara geldiğimizde, örgütlenme özgürlüğünü, toplanma özgürlüğünü, basın özgürlüğünü işçi sınıfı ve emekçiler için en geniş biçimde gerçekleştiririz de, tutup burjuvaziyi bundan yoksun bırakırız.
Dahası var. Bu durumda mesele işçi sınıfı ve emekçiler için bir takım hakların tanınması meselesi olmaktan çıkar, bunların proletarya iktidarı koşullarında işçi sınıfı için fiilen gerçekleştirilmesi, bunların fiilen kullanılmasını olanaklı kılacak pratik koşulların sağlanması meselesine dönüşür. Artık mesele işçi sınıfına toplanma özgürlüğü olmaktan çıkar da, en iyi toplantı salonlarının işçi sınıfına tahsis edilmesi meselesine dönüşür; basın özgürlüğünün soyut bir hak olarak tanınması meselesi olmaktan çıkar da, basım evlerinin ve kağıt stoklarının işçi meclislerinin denetimine geçmesi meselesine dönüşür. Burjuva demokrasisi programının proleter demokrasisi programı tarafından diyalektik olarak nasıl aşıldığına güzel birer örnektir bunlar.
Programda burjuva-demokratik siyasal istemlere yer vermenin en hassas yönlerinden biri, bunun zamanla kendi içinde ayrı bir programa, “asgari program” adı altında sözümona ayrı bir stratejik aşamaya dayanak olarak kullanılması tehlikesidir. İşte Erfurt Programı’nın başına gelen bu. Bu programın siyasi bölümü resmen güya ayrı bir devrim programı değil. Ama bunu fiilen ayrı bir program haline getiriyorlar. Bu, düzeni demokratikleştirme, onu reforme etme programı haline geliyor ve tüm İkinci Enternasyonal oportünizmi bunun üzerine oturuyor. R.(81)Luxemburg’un program üzerine söylevinde sert bir eleştiriye tabi tuttuğu, başarıyla teşhir ettiği durum bu. Tek bir sosyalizm programının “asgari” ve “azami” programlar olarak bölünmesi ve ikincisi bir süs olarak kalırken, herşeyin ilkine göre düzenlenmesi...
Bu konuda daha da ilginç bir durum var. Erfurt Programı başlangıçta kaleme alındığında öyle oportünist ki, bazı asgari taleplere, örneğin cumhuriyet sorununa yer bile vermiyor. Oysa cumhuriyet sorununu Engels çok önemsiyor. İmparatorluğa karşı cumhuriyet istemi, bu bir siyasal sorun. Demokratik siyasal mücadele bakımından büyük önemi olan bir sorun. Engels diyor ki, bu toplumun önündeki en acil siyasal sorunlardan biri. Her an karşınıza cıkacak bir sorun ve siz buna programda yer vermiyorsunuz. Onlar bu mesele sosyalizmle çözülür deyip, bu soruna yer vermemeyi güya soldan gerekçelendiriyorlar. Gerçekte ise hiç alakası yok. Buna, tam da rejim açısından hassas bir mesele olduğu için, programda yer verilemiyor. Almanya’da yasal bir partinin buna programda kolay kolay yer veremeyeceğini, Marks’in Gotha Programı Eleştirisi sırasında söylediklerinden de biliyoruz.
Alman oportünizmi bu hassas sorundan bilerek kaçıyor ve bunu sol bir tutumla maskelemeye çalışıyor. Kaçışının gerisinde rejimi rahatsız etmemek, yasallığını kaybetmemek kaygısı var. Hani bugün legal sosyalizm programlarında herşeye yer veriliyor da, bugünkü rejim bu konuda çok hassas olduğu için Kürt sorununa yer verilemiyor ya, aynen böyle bir şey. Ama yine de dikkate değerdir. İmparatorluk Almanya’sında rejimi rahatsız etmemek için cumhuriyet talebine yer vermeyen, bunu sosyalizmle maskelemeye çalışan aynı Alman sosyal-demokratları, 1918’de, tam da sosyalizm günü gelip çattığında, bu kez sosyalizmi engellemek için tutup bu kez cumhuriyetin ilanına sığındılar. Her iki durumda da kurulu düzenin hizmetindeydiler. Zira konum ve çıkarlarıyla bu düzenin bir parçası(82)idiler. Bu ironik örnek, burjuva-demokratik istemlere bir program yapısı içinde yer verip vermemenin kendi başına bir şey ifade etmediğini gösterir. Önemli olan bunların içine oturtulacağı genel perspektif ve pratikte bu perspektife sadık kalmayı başarabilmektir.(83)