Program: Teori ile pratik, ideoloji ile örgüt arasındaki gerçek köprü
Tuna: Biz ‘87’den bu yana, bu ülkede ana akımlar açısından, proletarya sosyalizminin ideolojik planda temsilcisi olduğumuzu, bu misyonu asgari planda yerine getirdiğimizi hep söyledik. Bu misyon çerçevesinde pratik-örgütsel rolümüzü yeterince oynayamadığımızı, fakat bunu en etkin biçimde de ancak bir parti formunda oynayabileceğimizi dile getirdik.
Partileşme süreci içerisinde, ideolojik gelişimimizin süzülmüş bir ifadesi olarak program ihtiyacını hep vurguladık. Programımız gerçekte ideolojik gelişmemize özü itibariyle yeni şeyler katmayacak olsa da; politik-örgütsel planda oynayacağımız rol ile ideolojik-teorik gelişimimiz arasındaki bağı kuracak, bu noktada ideolojik gelişmemizin yeni ve kuvvetli bir halkası olacaktır. Yanısıra, bizim politika-örgüt ile ideoloji-teori arasındaki açının giderilmesi çabasının, bu ülkede proletarya sosyalizminin bir ana akım olarak politik-örgütsel planda oynamamız gereken rolü başarıyla oynayabilmemizin bir ön ve yol açıcı halkası olacaktır. Böyle bakıldığı zaman, program, kendi içerisinde bir ideoloji-teori sorunu olmaktan çok, onun oynayacağı temel rolün politik bir yol göstericilik olması açısından, temel bir politik ayrım noktası olacaktır. Dolayısıyla, program sorununu ciddiye almak; ideolojik-teorik gelişmeyle politik-örgütsel gelişme arasındaki bağ ile ilgili bir sorundur.
Bu açıdan DHKP-C’nin kendi programı ile politik-örgütsel yol göstericiliği arasında bir bağ kurmasının, bu noktada herşeye rağmen bir program ciddiyeti taşıyor olmasının bir mantığı da var. O küçük-burjuvazinin devrimci temsilcisi bir ana(194)akım olarak, bütün diğer ara akımlardan farklı bir yer tutuyor.
Bu açıdan ben bu ilişkiyi, ideoloji-teori ile politika-örgüt arasındaki bağlayıcılığı, tam da program üzerinden kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Diğer devrimci akımlarda program sorununu ciddiye almamanın gerisinde; programı devrimci sürecin, bu süreçte politik ve örgütsel planda taktik açılımların, devrime kadar uygulanacak pratiklerin bir yol göstericisi olarak değil de, devrim gerçekleştirildikten sonra alınacak ya da uygulanacak önlemlerin bir sunuluşu olarak algılanmasından kaynaklı bir zayıflık var. Bu nedenle bu ülkede başarılı bir devrimci gelişmenin yol göstericisi rolünü yerine getiremiyorlar. Bu rolü oynayabilecek durumda değiller.
Geleneksel solun resmi programı ile fiili programı arasındaki uçurum
Ülkemizde geleneksel devrimci akımların hem biçimsel bir program anlayışları var, hem de bunun bir sonucu olarak resmi olanın yanısıra fiilen uyguladıkları gizli bir programları var. Bu söylediğim bütün bir sol hareket için geçerli. Genelde sistem içerisinde politik özgürlükler sorunu üzerinden yükselen bir ayrı program var. Bu aslında sosyalist önlemleri tamamen dışa çıkaran, sınıfa karşı sınıf politikasının karşısına çıkaran, meselenin bu yönünü son derece önemsizleştiren fiili bir program. Kağıt üzerindeki programlarından ayrı böyle fiili bir programları olduğu ölçüde, giderek süreç içerisinde o bir anlayış ve algılayış haline geliyor. Böyle bir devrimci yapı, yarın öbür-gün olası bir devrimci durumda, devrimci bir kitle yükselişi şartlarında fiilen iktidarla karşı karşıya kalsa bile, programının bu tarafını uygulayamayacaktır.
Rusya deneyiminde, Menşeviklerin ve Sosyalist-Devrimcilerin programlarını uygulayamamalarının arkasında işte tam da böyle bir mantık var. Biz 1917’de, Sosyalist-Devrimcilerin tarım(195)programının ancak Bolşevikler tarafından uygulanabildiğini görüyoruz. Bunu ön tartışmalar içerisinde özel bir tarzda incelemiştik. Lenin orada, Sosyalist-Devrimcilerin tarım programının (hemen hemen bir-iki küçük değişiklikle) ancak Bolşevik iktidarı tarafından uygulanabildiğini açıklıkla söylüyor. Bu, bizdeki ara akımların program anlayışına, devrimci stratejiye bakışlarına iyi bir tarihsel örnek.
Kendiliğinden bir kitle hareketi gelişmediği, devrimci bir yükseliş yaşanmadığı ölçüde, devrimci hareketin programı giderek tümden biçimselleşiyor, resmileşiyor, gözden düşüyor, ve reformizme doğru evrilen bir program revizyonu başlıyor. Devrimci demokrasinin bu noktada geriye doğru evrimiyle yeni bir program ihtiyacı, ama bu program ihtiyacı farkedildiğinde de, bu ancak geriye doğru bir program revizyonu olarak kendini gösteriyor.
Bunun dışında şunu söylemek istiyorum: Programımızın anlaşılabilmesi, on yıllık ideolojik gelişmemizin sindirilmesi ve bu çerçevede programımızın kadrolar ve bütün bir örgüt tarafından özel bir tarzda ele alınmasıyla olanaklıdır.
Diğeri ise marksist birikimi kavramak denilen alan. Programımızın gerçekten anlaşılıp kavranması, bir eylem kılavuzu olarak sindirilmesi, bir iç eğitim ihtiyacı olarak Marksizmin temel esaslarının canlı bir tarzda kavranması ihtiyacı ile de kesişiyor. Nisan ‘94 MK Değerlendirmeleri'nde, EKİM’in ortaya koyduğu ideolojik platformun gerçek anlamının ve kapsamının ancak Marksizm-Leninizmin yaratıcı bir tarzda incelenip kavranmasıyla anlaşılabileceği vurgulanmıştı. Bu olmadığı sürece, ortaya konulan hedefe ulaşmada zorlanma yaşanıyor. EKİM’in ihtiyaç duyduğu devrimci sınıf çalışması yaratıcı bir tarzda hayata geçirilemiyor. Buradan baktığımızda, bugün bizim için program ihtiyacı, pratik çalışmamız ile ideolojik gelişmemizin ortak bir keseni haline geliyor. Programın önemini bu çerçevede kavradığımızda, dışarıya karşı güçlü bir mücadele ile içerde(196)güçlü bir eğitim yakıcı bir sorun haline gelecek.
Şunu da belirtmek istiyorum. Son 30-40 yıl, dünya ve Türkiye ölçüsünde sınıf mücadelelerinin geliştiği bir dönem oldu. Bu süreçte işçi sınıfı da hareketlendi, çeşitli mücadeleler içerisine girdi. Ne var ki sınıf hareketi küçük-burjuva hareketlilik tarafından gölgelendi. Bu olgu bu ülkede sınıfın yapısal özelliklerinden kaynaklanmıyorsa eğer, sınıf hareketinin zayıflığını temel etken olarak görmemek gerekir. Biz herşeye rağmen EKİM’in çıkışı ile işçi hareketi arasında bir bağ kurduk, bu paralelliğin bir rastlantı olmadığını söylüyoruz. Ama söylediğimiz bir şey daha var; 1970’lerin Türkiye’si, modern sınıfların, dolayısıyla proletaryanın gelişimi açısından, hiç de küçük-burjuva devrimciliğine mahkum düzeyde değildi. Dolayısıyla bilimsel bir metin olarak program üzerinden bakıldığı ölçüde, sınıf hareketinin gelişkin olmaması bir yana, sınıf hareketinin bu ülkede çoktandır bilimsel bir sosyalist program ihtiyacını karşılayacak altyapıyı sağladığını bir biçimde vurgulamamız lazım.