Cihan: Uluslararası durum üzerine Ulaş yoldaşın sunduğu hayli ayrıntılı raporu dinledik. Bugünün dünyasındaki gelişmeleri, ilişkileri, bir dizi temel ve taktik etkeni geniş bir olgusal malzemeyle birlikte sunan bir rapor bu. Bizim, bu olgusal malzemenin sağladığı imkanlardan da yararlanarak, tartışmayı bazı temel noktalar üzerinden toparlamamız ve özellikle politik sonuçları açısından belli bir değerlendirmeye bağlamamız gerekiyor.
Az önceki konuşmamda da söyledim (bu konuşma kaydedilmemiştir -Red.), aslında bir yönüyle bakıldığında, dünyada durumu, uluslararası olayları temel değerlendirmelere konu etmemişiz gibi görünüyor, ama gerçekte öyle değil. Tersine, temel değerlendirmelerimizi alt alta koyduğumuzda, hayli anlamlı bir genel çizgiler tablosu çıkıyor. Az önce sözünü ettiğim(71)temel önemde metinlerin en belirgin özelliği bu.
Bir yıkılış evresinde, 1989 yıkılışını kastediyorum, ortalığın karıştığı, ilişkilerin karmaşıklaştığı, düşünce ve inançların sarsıldığı bir evrede, biz, temel önemde noktalarda herhangi bir yanılgı taşımamışız. Bu, marksist dünya görüşüne, onun çağa, çağın temel ilişki ve çelişkilerine, temel süreçlerine ilişkin tezlerine, tahlillerine bağlılıktan gelmiyor yalnızca. Elbette bunun sağladığı bir imkan var. Fakat sorun, somutta başarı, bundan öteyedir. Başarı günümüz dünyasına doğru bakmaktan ve her türlü burjuva, küçük-burjuva ideolojik cereyana göğüs germekten kaynaklanıyor gerçekte ve temelde. Ben örneğin ‘90 yılı başında yapılmış bir değerlendirmeyi bugünün gözüyle baktığımda, hayli anlamlı bulabiliyorum. Herhangi bir ilkesel ya da ideolojik kusur ya da değerlendirme hatası görmek bir yana, o gün bu meselelerin böyle görülebilmesinin bizim payımıza önemli bir başarı olduğunu söyleyebilirim.
Uluslararası durum değerlendirmesi sözkonusu olduğunda, bu alandaki üstünlük bizim bir takım değerlendirmelerimizden de ibaret değil. Çok daha önemli ve anlamlı bir düşünsel-politik etkinlik ve davranış alanımız daha var. Biz siyasal yaşamımız boyunca, daha en baştan itibaren, yaşanmakta olan dünya olaylarına özel bir ilgi gösterdik. Merkez Yayın Organı’mız bunun somut tanıklığını yapmaktadır. Merkez Yayın Organı’mız yasadışı bir yayın organıydı, ama bu yayın organımızı yayın çeşitlemesine girdiğimiz aşamaya kadar izlerseniz eğer, orada dünya olaylarının hep yer aldığını, zaman zaman da genişçe yer aldığını göreceksiniz. Dünyada yaşanan her olaya çok yakın bir ilgi gösterdik. Dönem zaten bir yıkılış dönemiydi, yıkılışın kendi sorunları vardı. Bunun sorunlarına ilişkin tartışmalarımız, tarihsel sorunlara ilişkin değerlendirmelerin ötesinde, Modern Revizyonizmin Çöküşü başlığı altında kitaplaştırabildiğimiz hayli büyük bir yekün tutabilmektedir. Düşünün ki bu derleme Haziran ‘90 tarihi taşımaktadır, yani ‘89 çöküşünü hemen(72)izleyen günlere aittir. Kaldı ki biz bu derlemeye dünya olaylarına ilişkin siyasal yazılarımızın tümünü değil, yalnızca Doğu Avrupa’daki gelişmelere ilişkin olanları aldık. Dünya’da Yeni Düzen ve Ortadoğu başlıklı derlemeyi de bir yana koyuyorum. Onun da ötesinde, dünyanın çeşitli bölgelerindeki, çeşitli ülkelerindeki olaylara çok yakın bir ilgi gösterdik. Her aşamada yayınlarımız bunun taşıyıcısı olabildiler. Ve politik yayına geçtiğimizden itibaren de bu çok daha sistematik bir tarzda yapılmaya başlandı ve halen de yapılıyor.
Dünya gerçekten çok küçülmüş bulunuyor. Yüzyılın başına bakıyoruz, dünyanın henüz büyük görüldüğü, iletişim ve ulaşımın bugünkü düzeyde olmadığı, halklar arası, ülkeler arası ilişkinin bu derece yakınlaşmadığı bir dönemde, marksistlerin dünya olaylarını çok büyük bir dikkatle izlediğini ve değerlendirdiğini görüyoruz. Lenin’in yazıları buna tanıktır. Komintern dönemine bakıyoruz, gerçi bir dünya partisi dönemidir bu, dünya partisinin dünya olaylarını izlemesi zaten normaldir, ama çeşitli ülkelerin komünistlerinin her dönemde dünya olaylarına çok büyük bir ilgi gösterdikleri de bir gerçektir. Bu marksistler payına, 19. yüzyıldan itibaren ticaretin uluslararasılaşması, dünya pazarının oluşması, kapitalist ilişkiler sayesinde halkların ve ülkelerin kaderlerinin giderek birbirine bağlanması maddi zemini üzerinde ortaya çıkan bir davranış tarzı oluyor. Daha 1848 devrimleri zinciri oluşmadan önce, Komünist Manifesto, proletaryanın sınıf mücadelesinin biçimi açısından ulusal olsa bile özü itibariyle uluslararası olduğunu tespit ediyor. Sözkonusu olan marksistler olunca, dünya olaylarına yakın bir ilgi göstermek zaten bu enternasyonalist bakışın, proletaryanın kurtuluşunun uluslararası bir dava olduğu ilkesinin bir gereğidir. Program tartışmaları vesilesiyle bunun üzerinde ayrıntılı olarak ayrıca durduk.
Daha o zamandan gösterilmiş bu davranışı 20. yüzyılın son yıllarında bizim göstermemiz son derece olağan. Bunu ken(73)di payımıza, genel planda marksist konumumuz açısından bakıldığında, çok özel bir üstünlük saymıyorum. Ama Türkiye sol hareketine egemen ulusal dargörüşlülük sözkonusu olduğunda, bu apayrı bir önem kazanıyor. Bu topraklarda bizim dünya olaylarına bu kadar yakın ilgi göstermemiz özel bir önem taşıyor.
İşin şurasından bakıldığında bu çok daha özel bir önem ve anlam kazanıyor. Türkçe sapa bir dil, Türkiye’de genel olarak kültür düzeyi geri, özel olarak devrimci sol kesimde kültür düzeyi geri, yabancı dil bilgisi çok zayıf, dil bilenlerin oranı çok çok düşük. Medya, iletişim araçları üzerinde tekellerin tam bir denetimi var. Dolayısıyla dünya olayları ancak çok sansürlü bir biçimde, ancak çok sınırlı bir biçimde ve alabildiğine eksik ve çarpıtılmış olarak yansıyabiliyor, çoğu kere olaylar, gelişmeler hiç yansımayabiliyor. Bu açıdan bakıldığında, ‘94 Türkiye’si ‘70’lerin Türkiye’siyle kıyaslanmayacak kadar geri bir noktada. ‘70’lerde günlük yayın organlarının düzenli dış sayfaları oluyordu ve bu sayfalarda genişçe haber bulmak mümkündü, şimdi bu da mümkün değil. Bir günlük gazeteye bakıyorsunuz, özel bir olay yoksa, büyük çarpıcı bir gelişme olmamışsa, dünya olaylarıyla ilgili sistematik bir sayfa yayını göremiyorsunuz. Tekeller Türkiye’de de toplumsal yaşamın tüm öteki alanlarında olduğu gibi iletişim üzerinde de tam bir tekel kurdular. Neyi uygun görüyorlarsa, ne kadar uygun görüyorlarsa onu yansıtıyorlar ve elbette ki kendi yorumlarıyla, çarpıtılmış biçimde yansıtıyorlar. Böyle olunca, dünyayı kendi imkanlarıyla izlemek çok daha özel bir önem kazanıyor devrimci siyasal hareketler için.