Toplumsal sistem gerçekliĞİ


Bu geciş nasıl gerçekleşiyor



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə11/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   133

Bu geciş nasıl gerçekleşiyor

“Peki bu geçiş nasıl gerçekleşiyor? Devrim dediğimiz olay, sadece bir dış kuvvetin sistemi etkilemesi, onu zorlayarak değiştirmesi olayı mıdır?14 Hayır!..Her durumda, gene bu ister bir atom olsun, ister bir insan, ya da toplum, bütün sistemlerde, dış kuvvetler, daima sistemin iç yapısını oluşturan unsurlar aracılığıyla, onlarla bütünleşerek, etkide bulunurlar. Örneğin, bir atomun belirli bir kuantum seviyesinden bir üst seviyeye çıkması için gerekli olan dış etken, enerji, önce mevcut sistemle bağlaşır. Öyle ki, sistemin bulunduğu enerji seviyesinin sınırları artık bu yeni enerji kapasitesini muhafaza edemez hale gelir. Bir üst seviyeye geçişin ön koşulu budur. Mevcut durumun içinde oluşan yeni sistemin güçleri, onun çerçevesini, sınırlarını aşarak, kendi enerji kapasitelerine uygun yeni bir seviyeye çıkarlar. Yoksa öyle mekanik bir geçiş olamaz. Dışardan bir enerji (hv) geliyor, atom bir üst seviyeye çıkıyor! Ama nasıl oluyor bu? Gelen o enerji önce nereye geliyor? Enerji yoğunlaşması nerede oluyor? Ancak bu sorulara cevap verdikten sonradır ki, bir geçişten bahsedilebilir. Neden ve nasıl sorularını atlayarak yapılacak açıklamalar eksik-mekanik kalmaya mahkumdur.


Demek ki, her yeni sistem, önce eskinin içinde bir yoğunlaşma (potansiyel gelişme diyelim buna) olarak oluşuyor. Ve ancak bu yoğunluk, eskinin, yani mevcut sistemin sınırları içinde taşınamaz hale gelince doğum olayı gerçekleşiyor. İşte bu basit gerçektir ki, sırf bu gerçeği “kavrayabilmek” için geçti bir ömür! Bu çalışmanın ilk hareket ettirici, itici gücü bu sorunun cevabını aramaktı! Yani bu mekanizmayı kavrayabilmek için çıkmıştık yola! “Zıtların biribirine dönüşümü” anlayışıyla, sistem içindeki unsurlardan birinin diğerini yok etmesi olarak anlaşılan “devrim” anlayışıyla, yukarda ifadesini bulan anlayış arasında dağlar vardır! Bu dağları aşmak kolay olmadı![4]”
Devrimi, bir durumdan başka bir duruma geçiş olarak tanımlayarak, bunun, bütün doğal sistemler (“canlı”-“cansız”) için geçerli olan evrensel mekanizmasını açıklamaya çalıştık. Dış dünyayla (çevreyle) madde-enerji-informasyon alışverişi yaparak kendini üreten ve bu üretim süreci esnasında, bu üretim faaliyeti devam ettiği müddetçe, izafi-objektif bir gerçeklik olarak var olan “canlılarla”, sistematik bir şekilde kendisini üreterek var olmak durumunda olmayan “cansız” varlıklar arasındaki tek fark, “canlıların” bu, “kendi varlıklarını üretmeleri” olayıdır. Bu yüzden, “canlıların” var oluş süreçleri, sürekli durum değiştirmeye bağlıdır. Yani var olmak dediğimiz olay, “canlılarda” bir durumdan başka bir duruma geçiş esnasında “sahip olunan” izafi varoluş halidir. Yani, “canlı” olmak demek sürekli-devrimci olmak demektir! Bunun “bilinçle” vs. alakası yoktur. Objektif bir oluşum olarak böyledir bu.
Bir elektronun objektif bir gerçeklik olarak varlığı, “canlı” bir varlığınki gibi sürekli değildir. Ancak bir “dış” unsurla etkileşme esnasında objektif bir gerçeklik olarak “var olur” elektron. Bunun dışında, atalet halindeyken, “varlığı” dalga fonksiyonuyla tanımlanabilecek potansiyel bir gerçekliktir o[3]. Bir elektron, kendi iç dinamiğiyle, kendi kendini üreterek, objektif bir gerçeklik olarak “var olmak” zorunda değildir. O, ancak bir dış unsurla etkileşme esnasında, durum değiştirirken devrimci bir varlık olarak gerçekleşir!..

TOPLUMSAL DEVRİM SİSTEMİN KENDİSİNİ YENİDEN ÜRETMESİDİR

“Canlıların” kendi kendilerini üreterek var olmalarına gelince; tek bir hücre, ya da çok hücreli bir organizma da “canlıdır”, bir toplum da. Birinci ve ikinci çalışmalarda ilk iki konuyu, bunların kendi kendilerini üreterek nasıl var olduklarını yeterince inceledik [1,2]. Şimdi, toplumsal olarak kendini yeniden üretme konusunu biraz daha açmak istiyoruz.


İnsan, çok hücreli bir organizma ve bilişsel (yani bilgi üretebilen) bir varlıktır. Aynı zamanda da toplum adını verdiğimiz “multiagent sistemin” bir elementidir. Bu yüzden, toplumsal varlığın kendini yeniden üretmesi olayını incelerken biz gene sistemin elementi olarak insandan yola çıkıyoruz.
Organizmanın merkezi varlığının temsilcisi instanzın (selbst’in-nefs’in) ne olduğunu, nasıl oluştuğunu İkinci Çalışma’da ayrıntılı olarak gördük[2]. Burada altını çizmek istediğimiz nokta şudur: Selbst (yani nefs) dediğimiz organizmal var oluş instanzı, orkestral bir faaliyetin süperpozisyonudur; sistemi (organizmayı) meydana getiren parçaların senkronize faaliyetlerinin sonucunda kendiliğinden oluşur. Nasıl, hatırlayalım:
Her parça, kendi içinde bir sistem (organizmanın bir alt sistemi). Bunun bir ucunda nöronal bir yapılanma, diğer ucunda da organlar bulunuyor. Örneğin gözümüzü ele alalım. Bir alt sistem olarak göz, bizim bildiğimiz “gözümüz” ve bu organımızla birlikte çalışan beyindeki nöronal “göz merkezinden” oluşuyor (primary-secondary seesystem). Aynı şekilde, bütün diğer organlarımız da bu şekilde birer alt sistemdir; bunların da beyinde nöronal uzantıları vardır. Her sistem kendi içinde otonom olarak çalışmaktadır. Diyelim ki, belirli bir anda, bütün bu sistemler denge halinde olsunlar, örneğin o an uyuyor olalım (derin bir uykudayız diyelim). Organizmanın bu haline bir “durum”-denge durumu diyoruz. O an, bilimsel olarak self-benlik falan hiç bir şey yok, oluşmuyor. Yani bir tür ölü gibiyiz. Sonra, diyelim ki, herhangi bir dış etkiye bağlı olarak birden uyanıyoruz ve “kendimize geliyoruz”!15 Yani self’imiz (benliğimiz-kimliğimiz) oluşuyor. Nedir bu durumun izahı şimdi? Olayın bilimsel açıklaması şöyle: O an oluşan nefsimiz, dış etkene karşı organizmamızın oluşturduğu bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Ormanda gezerken karşımıza çıkan bir yılana basmamak için birden kenara sıçramamız da bu türden bir reaksiyondur. Her ne ise, olayın esası ilgilendiriyor bizi şu an. Nedir o an oluşan nefsin gerçekliği? İçimizde, sistem merkezinde oturan “nefs” adını verdiğimiz bir nesne (Homonculus)16 var da, bu birden uyanarak kendine mi geliyor! Hayır! Bu şekilde, içimizde bizi temsil ederek “varolan” self-nefs diye bir “varlık”- böyle bir şey yok! Dış etkene karşı, organizmamızı oluşturan bütün alt sistemlerin koordine-senkronize faaliyetlerinin sonucudur nefs. Burada olayın ayrıntılarına girmeyeceğiz. İsteyen İkinci Çalışma’daki bu bölümü tekrar okuyabilir. Burada bizim için önemli olan, nefs adını verdiğimiz şeyin, yani “varlığımızın” temsilcisinin, bir bütün olarak organizmamızı temsil eden instanz olmasıdır. Çünkü, organlarımızın senkronize faaliyetlerinin bir süperpozisyonudur o.

Aynı oluşum, aynı instanz, insanlardan oluşan bir sistem olarak toplumsal varlık için de gerçekleşir (toplumsal nefs). Söz konusu olan ilkel komünal toplumsa eğer, komün şefinin, sınıflı toplumlarda da, her durumda sistem merkezini temsil eden sınıfın temsil ettiği bu instanz, bir bütün olarak, sistemin senkronize faaliyetlerinin sonucudur. Sınıflı toplumlarda, sahip çıkmayla-mülkiyet duygusuyla birlikte anlam kazanan “varolma” anlayışı, egemen sınıfın, toplumsal varlığı mutlaklaştırarak temsil etme iddiasıyla sonuçlanır. Ve sanki öyle olur ki, toplumsal varlığı temsil eden ve egemen sınıfın varlığında gerçekleşen bir “Homonculus” vardır hep! Örneğin bir “devlet başkanını” ele alalım. Normal, senin benim gibi bir insandır o da! Hani “devletin başı” olma neresinde bunun! Yok aslında böyle “baş” diye mutlak bir varlık! Ne var peki? Toplumsal sistemin merkezi varlığının temsili sözkonusudur burada. Bu “varlık”da sistemin bütün alt sistemlerinin senkronize faaliyetlerinin sonucunda oluşuyor. “Devlet başkanının” temsil ettiği bu olmayan “baş”, işte o olmayan gövdenin baş’ıdır!..


Bütün hayvanlarda da var olan bu nefse-benliğe (self) ek olarak, bilgi üreten bir varlık olarak insanın bir de “bilişsel benliği” bulunur[2]. Aynı şekilde, bilişsel bir multiagent sistem olan toplumun da tabi gene bilişsel bir benliği oluşur. Bu yüzden, insanlığın ilkel komünal toplumdan başlayıp modern komünal topluma kadar devam eden evrimi süreci, bir anlamda da, insanın kendi bireysel-toplumsal kimliğini-nefsini bilmesi sürecidir. Neden mi?
Tekrar Çalışmabelleği’ne dönüyoruz! Ne oluyordu burada?[2] Dört unsur, yani, self-benlik-nefs adını verdiğimiz- organizmayı temsil eden nöronal modelle, nesneyi temsil eden nöronal model, uzun süreli belleğimizden buraya (Çalışmabelleğine) indirilen, daha önceden sahip olduğumuz bilgileri temsil eden nöronal modeller ve organlarımızdan gelen faaliyet raporlarını temsil eden aksiyonpotansiyelleri burada etkileşiyorlardı. “İkinci etkileşme” dediğimiz bu etkileşme sonucunda da, adına bilgi dediğimiz output-sentez oluşuyordu[2]. “Bilişsel benlik” dediğimiz, varlığımızın bilinçli temsilcisi instanz, işte tam bu arada, bu etkileşme esnasında gerçekleşen benliğimizdir. Daha başka bir deyişle de bunu, düşünürken-düşünerek sahip olduğumuz benliğimiz diye de ifade edebiliriz. Düşünmeyi ise bilgi üretme mekanizması olarak tanımlamıştık. Bilişsel benlik oluşurken, organizmamızın bilinçsiz-doğal temsilcisi olan nefsimize, bu arada, diğer üç unsuru temsil eden nöronal etkinlikler de katıldığı için, bilişsel benlik bütün bunların hepsini birden temsil eden daha kapsamlı bir instanzdır. Bir örnek üzerinde sürdürelim tartışmayı:
Tekrar “yemek pişirme” eylemine dönüyoruz: Neden yemek pişiriyorduk? Karnımız acıktığı için. İşte o, “karnımızın acıktığı” hissiyle birlikte oluşan nefs, bizim bilinçsizce-kendiliğinden, bir reaksiyon olarak oluşan, ama bütün bir organizmamızı temsil eden nöronal etkinliktir- instanzdır. Neden bütün bir organizmayı temsilen oluşuyor bu instanz? Çünkü, beyinde, bütün organlarımızı temsil eden kontrol bölgeleri bulunur (nöronal kart’lar diyoruz bunlara)[2]. Ve organizma, bütün bu alt sistemler arasında kurulu olan bir denge durumudur. Denge bozulmaya başlayınca, merkezdeki bu kartlarda hemen nöronal sinyaller oluşur. Örneğin, kandaki şeker oranı düşünce, bu durum hemen merkeze bildirilir. Diğer organların raporları da aynı şekilde gözden geçirilerek, gerçekten enerji ihtiyacı oluşmuşsa, bu nöronal mesaj-etkinlik hemen Çalışmabelleğine-beyin kabuğuna bildirilir ve burada “karnımızın acıkması” şeklinde bir his olarak gerçekleşir- kendini ifade eder. Bütün bir organizmal durumu temsil eden bu his’le birlikte de biz kendi benliğimizin farkında olarak var olmuş oluruz. Yani, bizim o “bilişsel bir faaliyet” dediğimiz yemek pişirme eylemimizin temelinde yatan, bizi bu eyleme yönelten temel itici güç bu oluşumdur. Süreci aktif hale getiren, başlatan instanz o dur. Eğer o olmasaydı, yani organizmal-biyolojik varlığımızın nöronal temsilcisi instanz olmasaydı, bilişsel bir faaliyet olan yemek pişirme eylemi de oluşmayacaktı. Demek ki çıkış noktamız budur.
Peki bu, tabii-bilinçsiz organizmal faaliyetin sonucunda oluşal nefs, nasıl oluyor da bilişsel bir benlik haline dönüşüyor? Çok basit! Çalışmabelleği’ndeki etkileşme esnasında, bu ana kadar organizmanın bilinçsiz-tabii faaliyet raporlarının bir süperpozisyonu olarak gerçekleşen nefse, burada, bilgi’yi temsil eden diğer nöronal modeller de katıldıkları için, nefs bilgiye de sahip olan bilişsel bir benlik-temsilci haline dönüşmüş oluyor. İşte nefsin bilgiye sahip çıkması olayının özü budur. Nefs, bütün bir organizmanın temsilcisi instanz olarak, burada bilgiyi de içine alarak yeniden gerçekleşiyor. “Benim gözüm, benim elim, ayağım” der gibi, “benim bilgim” diyerek bilgiye de sahip çıkıyor. Çünkü bilgi “onun”, onun temsil ettiği organizmanın bir alt sisteminde (beyinde) muhafaza edilmektedir. Beyinde nöronlar arasındaki ilişkilerde kayıtlıdır. Ayrıca bir varlığı yoktur bilginin! Bu yüzden nefs ona da “sahip çıkar”.
Ama bitmedi! Çalışmabelleğinde etkileşme gerçekleşip de yeni bir bilgi üretilince, bu ürünü oluşturan etkenlerden biri olarak o an onun varlığında yok olan nefs, yeni oluşan ürünün-sentezin (bilginin) bağımsız nöronal varlığıyla organizmayı etkilemesi sonucunda, organizmal bir reaksiyon modeli olarak tekrar gerçekleşir ve bu yeni bilgiye de sahip çıkar. İşte self’in ürüne sahip çıkması olayının nörobiyolojik açıklaması da budur.
Peki, üretim faaliyeti içinde bulunan komün üyesi bir insanla, sınıflı toplum üyesi bir insanın davranışları arasındaki farkı nasıl açıklayacağız? Bu iki farklı insanın üretim faaliyeti esnasında oluşan “nefsleri” aynı mıdır? Hayır aynı değildir. Komün üyesi insanın üretim faaliyeti, toplumsal bir faaliyettir. Çünkü komün üyesi “bireyler”, birey olarak kendileri için üretim yapmazlar. Üretim, toplumsal bir olaydır. Bu yüzden de, üretim faaliyeti esnasında, bireylerin kendi organizmalarını temsil eden nefsleri-self’leri oluşmaz. Onların nefs’i (varlığı) toplumsal varlığın içinde, onunla birlikte gerçekleşir. Bireysel varlığı oluşmadığı için, ürüne bireysel olarak sahip çıkmak da aklına bile gelmez komün üyesinin. Sınıflı toplum üyesi insan ise, bireysel olarak üretim faaliyetinin içindedir. O kendisi için üretmektedir. Bu yüzden de, üretim faaliyeti esnasında kendi bireysel varlığıyla (nefsiyle) gerçekleşir. Ve ürüne-bilgiye birey olarak sahip çıkar. İşte sınıflı toplumun ortaya çıkışıyla birlikte oluşan “mülkiyet” kavramının, bireyin ürüne ve bilgiye sahip çıkması olayının özü, nörobiyolojik-sosyolojik açıklaması budur.
Üretici güçler, her ne kadar, mevcut üretim ilişkileri çerçevesinde kurdukları ilişkilerle üretim faaliyetini sürdürürlerse de, üretim süreci esnasında ortaya çıkan yeni bilimsel-teknolojik gelişmeler, üretimin daha değişik biçimlerde, daha ileri boyutlarda yapılabilir hale gelmesi, zamanla üretim ilişkilerini de kendisine uydurur. Yani belirleyici olan daima üretimin nasıl yapıldığıdır. Üretim ilişkileri hayatın içindeki bu objektif üretim faaliyetiyle uyum halinde oldukları ölçüde geçerli ilişkiler olarak kalırlar. Örneğin, üretimin toplumsal olarak gerçekleştirildiği ilkel komünal toplumda, üretim ilişkileri de komünal ilişkilerdi. Ama sonra, insanlar hayvanları ehlileştirmeyi, tarımsal faaliyeti öğrenip de bireysel olarak üretmeye başlayınca durum değişir. Adım adım, eski komünal üretim ilişkilerinin yerini, yeni üretim faaliyetine uygun yeni ilişkiler alır. Demek ki, önce üretici güçler gelişiyor. Üretim ilişkilerinin değişmesi ve bu gelişmeyle uyumlu hale gelmesi arkadan geliyor.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin