Toplumsal sistem gerçekliĞİ


“HER SİSTEMİN BİR MERKEZİ VARDIR”, TOPLUMLARıN DA



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə8/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   133

“HER SİSTEMİN BİR MERKEZİ VARDIR”, TOPLUMLARıN DA...

“Bir sistemin oluşabilmesi için en az iki elemente ihtiyaç olduğunu açıkladıktan sonra, şimdi de, sistemin içindeki bütün etkileşmelerin, yani etki ve tepkilerin dengelendiği, "sistem merkezi” olarak tanımladığımız noktada yoğunlaşmak istiyoruz. Peki, gerçekten sistem merkezini temsil eden böyle bir “nokta” var mıdır? Hayır yoktur! Evet, her sistem, sistem merkezindeki sıfır noktasında temsil olunur. Ama, böyle bir “noktaya” bir varlık izafe etmek, sıfıra uzay-zaman içinde maddi bir varlık izafe etmek demektir ki, bu da saçmadır. Sıfır “yokluğu” temsil eder. Olmayan bir şeyin uzayda bir noktayla temsili de mümkün olamaz! Ama gene de her sistem, sistem merkezindeki sıfır halinde temsil olunur. Onun varlığı yokluğuyla temsil olunur, belirlenir yani! Bu o kadar önemli bir sonuçtur ki, bunu kavramadan, yani sıfırın bu sanal-potansiyel gerçekliğini kavramadan başka hiç bir şeyi kavramak da mümkün değildir. Bir atom, ya da, örneğin güneş sistemi gibi astronomik bir sistem söz konusu olunca, sistem merkezinin ne anlama geldiğini fizik kitaplarından biliyoruz. “Kütle merkezi” deniyor buna. Her sistemin niteliğine göre sistem merkezi kavramını da buna uygun bir şekilde tanımlamak gerekiyor. Örneğin, bir sistem olarak organizmanın sistem merkeziyle, toplumun sistem merkezinin ne anlama geldiğini, her durumda, madde-enerjinin o özgül biçimine ait bilgiyle ve dille tanımlamalıyız.”[4]


Her varlık, kendi içinde bir sistem olarak ele alındığı zaman, sistem merkezine izafe olunan sıfır noktasında temsil olunmuyor mu? Evet! O halde, bu anlamda düşünürsek, “bu evrende ondan, sıfırdan gayrı hiç bir şey yoktur”! İşte, milyonlarca yıldan beri insanları peşinden koşturan “Tanrı”-“Allah”-“Hak” kavramlarının çıkış noktası budur. “Her yerde hazır ve nazır olan”, “hiç bir cismi, rengi, sıfatı, ismi bulunmayan”, her şeyin “yaratıcısının” özü budur.
İşte, sınıfsız toplumda (ilkel komünal toplumda) komün şefinin temsil ettiği “sistem merkezinin (“Tapınak”) gerçek temsilcisi olan Tanrı”da sıfır noktasında temsil olunan bu “Tanrıdır”. “Komün şefinin bu görevi Tanrı adına yerine getiriyor olması”, onun bu görevinden dolayı diğer komün üyelerine göre hiçbir ayrıcalığa sahip olmadığı anlamına gelir. Toplumun iç ilişkileri söz konusu olduğu zaman bilginin-sistemin sahibi Tanrıdır. O da sistemin merkezindeki sıfır noktasında oturur. Bilgi herkesindir, hiç kimsenindir. Bu, toplumsal olarak üretilen ürüne de yansır. Ürün de bütün topluma aittir. Toplum adına da merkezdeki Tapınakta oturan Tanrıya.
Ama, kendi içinde sınıfsız olan, komün şefinin temsil ettiği toplumsal varlığın gerçek temsilcisinin sistem merkezindeki sıfır noktasında gerçekleşen Tanrı olduğu bu toplum, dışa karşı (doğal çevreye ve diğer toplumlara karşı) izafi olarak bambaşka bir kimliğe sahip olur. İçerde Tanrı adına komünü temsil eden komün şefi, dışa karşı, zorunlu olarak, toplumsal varlığı temsil eden instanz, “bilginin ve dolayısıyla da sistemin sahibi olan” olarak gerçekleşir. İşte ilkel komünal toplumun temel çelişkisi buradadır. Üretimin toplumsal karakteriyle birlikte oluşan toplumsal üretim ilişkileri bir yanda, çevreye karşı bütün bu toplumu temsil etmekten kaynaklanan şefin bireysel varlığı öte yanda. Bu durumda, toplumsal sistemin içindeki denge, uyum, toplum-çevre sistemi sözkonusu olunca ortadan kayboluyor.
Tabi bu çelişki insanların ihtiyaçları kadarını ürettikleri bir toplumda (ilkel komünal toplumda) pek fazla bir anlam ifade etmiyor. En fazla, kendi içinde komünal ilişkilere bağlı olarak kardeşce yaşayan insanların, nasıl olupta bir lokma ekmek için komün dışındaki insanlarla (başka komünlerle) savaşabildiklerini, onları zalimce öldürebildiklerini açıklıyor. İnsanı üretim aracı olarak kullanmayı bilmeyen bu toplumlar açısından, yaşama, var olma hakkı olan tek gerçek kendi toplumsal varlıklarıdır. Bu da madalyonun diğer yüzü.. Üretim toplumsal olarak yapıldığı için, birey olarak kendi varlığını ancak toplumsal varlığın içinde gerçekleştirebilen, birey olarak komünün varlığında yok olan komün insanı, dışa karşı bencildir. Ama bu da gene bireysel değil, bir tür toplumsal bencilliktir. Bu çalışmanın daha ileri kısımlarında bu konuya tekrar döneceğiz.

TOPLUMSAL SİSTEM GERÇEKLİĞİ KUANTİZEDİR

Dördüncü çalışmada sistem gerçekliğinin kuantize bir yapıya sahip olduğunu açıklamıştık [4]. Buna göre, her sistem, herbiri kendi içinde kuantize bir yapıya sahip belirli denge durumlarının toplamı olarak gerçekleşiyordu. Burada “kuantize yapıdan” kasıt, her denge durumunun, kendi içinde, o duruma-state- özgü belirli-diskret- varoluş birimlerinden oluşma-sıdır. Toplumsal sistem gerçekliği söz konusu olunca, bunu, belirli bir üretim ilişkisi içindeki toplumsal “durum”ların toplamı (state) olarak ifade edebiliriz. Buna, bir toplumsal durumun, kendi içindeki ilişkilerce belirlenen belirli insan tipleri-kuantum- tarafından oluşturulduğunu da ilave edersek olay daha da açıklık kazanır: Toplumsal yumak, kat kat tabakalardan oluşuyor. Her tabaka da kendi içinde belirli ilişkilerle biçimlenen insan tiplerini yaratıyor. Öte yandan, bilginin de kuantize olduğundan yola çıkarak [4], belirli bir üretim ilişkisiyle karakterize olunan bir toplumu, kendi içinde belirli bilgi seviyelerinden oluşan belirli bir bilginin toplumsal var oluş biçimi olarak da ifade edebiliriz. Yani her toplum belirli bir bilginin toplumsal varoluş biçimi olurken, bu bilgi de kendi içinde belirli bilgi seviyelerinden oluşuyor.


Daha ileri gitmeden önce, bu konu çok önemli olduğu için, “Herşeyin Teorisi’ne”[4] dönelim tekrar ve konuyu evrensel boyutları içinde orada nasıl ele almışız onu hatırlayalım: “Bir sistemin, ilk durumla son durum arasında kalan ara durumlardan oluştuğunu söyledik. Organik olmayan doğada, örneğin bir atomda, bu ara durumlara atomun kuantum seviyeleri deniyor. Buna göre, kuantum seviyeleri E=hv olarak tanımlanan belirli enerji seviyelerinden oluşuyor. Bir atomun dış dünyayla etkileşmesi de, elektronların bu enerji seviyeleri arasındaki iniş-çıkışlarıyla gerçekleşiyor. Bir atomun, örneğin n=2 seviyesinden n=1’e inebilmesi için, belirli bir enerji muhtevası olan ( E2-E1=hv2-hv1=hv ) en azından bir fotonu dışarıya vermesi gerekiyor. Alırken de gene öyle. Yani ancak, atomu belirli bir seviyeden diğerine çıkarabilecek kadar enerji muhtevası olan paketler (fotonlar) alınabiliyor. Bu alış verişler esnasında ortaya çıkan bu türden enerji “paketlerine”de kuantum deniyor.
Bir “foton”u, yani elektromagnetik alanın kuantumunu ele alalım. Nedir bu “foton”? Belirli bir madde-enerji paketidir herşeyden önce. Ama o aynı zamanda, E=hv gibi belirli bir madde-enerjiyle kodlanmış bir bilgidir de. Bir fotonu temsil eden dalga fonksiyonu, o fotona ilişkin bütün bilgileri kodlayan-taşıyan potansiyel bir gerçekliktir. Her durumda, bilgi madde-enerjinin belirli bir gerçekleşme-yoğunlaşma biçimiyle kodlanıyor. Bu nokta çok önemli. Bir radyo, ya da televizyon yayın merkezinden evinize kadar gelen elektromagnetik dalga bir informasyon dalgası değilse, informasyon taşımıyorsa nedir? “Ama, informasyonu taşımakla onun kendisi olmak farklı şeylerdir”mi diyorsunuz! Ne yani, öyle atın sırtına binipte giden bir nesne midir informasyon! “Gerçeğin” böyle olduğunu mu söylemek istiyorsunuz! Öyle değilse, nedir o zaman informasyon? İnformasyon, kendisini taşıyan madde enerjiyle kodlanarak gerçekleşir. Madde-enerji de bir informasyonu kodladığı için madde-enerji olarak gerçekleşmiş olur. Şu anda odanızdaki ampulden gözünüze kadar gelen ışık da bir informasyondur. Gözünüze gelen fotonlara ilişkin bütün özellikler-bilgiler kuantize bir informasyon paketi olarak kendisini kodlayan bir madde-enerji paketi şeklinde gerçekleşmektedir. O halde bir atom, foton alış verişi yaparken, aynı zamanda bir bilgi-informasyon alış verişi yapmaktadır. Atomun içindeki enerji seviyeleri de kuantize bilgi seviyeleridir. E=mc2=Bilgi’dir.
Dışardan madde-enerji-informasyon alınınca, bu rasgele olmaz, alınan madde-enerji-informasyon daima kuantizedir dedik. Örneğin, araba üreten bir fabrikaya, bir parça metal, bir parça lastik alınmaz! Her seferinde, en azından bir araba için yeterli miktarda ham madde alınır. Ve hiç bir zaman yarım araba üretilmez! En azından bir arabadır ürün. Ve bu evrensel olarak bütün sistemler, bütün üretim süreçleri için geçerlidir.
Bütün söyleyeceklerimizi söylemiş olduk! Toparlarsak, her sistem, bu ister bir atom, ister canlı bir organizma, bir toplum, ya da Güneş Sistemi gibi astronomik bir sistem olsun, belirli bir bilginin madde-enerji olarak kodlanmış-yoğunlaşmış bir şeklidir. Ve kendi içinde kuantize enerji-bilgi seviyelerinden oluşur. Örneğin kapitalist toplumun gelişme süreci bu türden “toplumsal durumların” oluşarak içiçe geçmeleri sürecidir.
İnsanın doğa’yla ilişkisini ele alalım. Burada doğa, her etkileşmede belirli bir nesneyi ifade eder. Belirli bir nesne ise, bu nesneye ait bütün özelliklerin-bilgilerin madde-enerji olarak yoğunlaşmış şeklidir. Örneğin elma, elmaya ilişkin bilgilerin maddeleşmiş hali olan bir obje-sistemdir. İnsan elmayla ilişki içine girince, ondan aldığı informasyonu kendi hafızasında elmaya ilişkin daha önceden kaydedilmiş bilgiyle işliyor (processing) ve sonuçta, ona karşı, kendi nefsiyle temsil olunan bir cevap-etkinlik-reaksiyon oluşturuyor. İnsanın daha önceden sahip olduğu bilgiyle işlenen yeni informasyon, önce bir reaksiyon modelinin oluşmasına yol açıyor, sonra bu da insanın motor sistemi tarafından eylem haline dönüştürülüyor. Sonuçta, “dışardan gelen” elmaya ait informasyonla, insanın sahip olduğu bilginin etkileşmesinin son durumu olarak, ya yeni bir ürün-sentez şeklinde yeni bir bilgi oluşuyor (örneğin o elmanın yeni bir özelliğini keşfediyorsunuz o an) , ya da mevcut bilgi kendi kendini yeniden üretmiş oluyor.
Yeni bir bilgi üretimi sözkonusu olduğu zaman hep “bilgi seviyemizin” daha da geliştiğini söyleriz. İnsanın gelişmesi süreci, bir anlamda da bilgi üretimi sürecidir. “Sahip olduğumuz” her yeni bilgiyle birlikte gelişme düzeyimize-bilgi seviyemize- yeni bir basamak daha eklenmiş olur. Bu basamakların her biri kendi içinde belirli bir bilgiyi ihtiva ettiği için de bunların kuantize bilgi seviyeleri olduklarını söyleriz. Kuantize olmaktan kasıt, her basamağın belirli bir bilgiyle karakterize olmasındandır. Yarım bilgiye sahip olarak “bilgi seviyesi” yükselmez!
Bir çocuğun oluşumunu ele alalım. Annenin ve babanın üreme hücreleri (ihtiva ettikleri DNA paketleriyle birlikte) birer bilgi-informasyon paketleridir. Bunların etkileşmesinin son durumu olarak ortaya çıkan hücre de (zigot), kendi içindeki DNA’yla birlikte gene bir bilgiyi temsil eder. O halde, döllenmiş bir yumurta ilk oluştuğu anda (son durum), belirli bir bilgi paketi olarak doğan her çocuk, o andan itibaren, ana karnında geçen süre de dahil olmak üzere, çevreyle ilişkisi içinde, her basamakta, bu bilgiyi üreterek gelişmektedir. Bilgiyi nasıl mı üretiyor çocuk? Çocuğu (A), çevreyi de (B) olarak gösterirsek, (A)’nın (B) ile her etkileşmesi (A)’ya ait bir bilgiyle (B)’ye ait bilgi arasındaki bir etkileşmedir. Ve bu etkileşmenin sonunda da, ürün olarak hep yeni bir bilgi ve bununla birlikte de madde-enerjinin yeni bir biçimi doğar. Bu bilgi, çocuğun kendi kendini üretmesine bağlı olarak, her aşamada, onun içinde belirli bir yapıyla birlikte depo edilir (her yapının belirli bir bilginin maddeleşmiş şekli olması). O halde, insanın doğayla etkileşmesi, yeni bilgilerin üretiminin kaynağı olduğu kadar, daha önceden üretilerek insanın beyninde-organizmasında depo edilmiş bulunan bilgilerin kendi kendini üretmelerinin de gerçekleşme biçimidir.
Her sistem, her seferinde, yani her etkileşmede, ancak bir informasyonu işleyebilir. “İnsanın dikkatini her seferinde ancak bir tek şey üzerinde toplayabilmesinin” nedeni de budur zaten. Organizmanın çevreyle etkileşmesinde, çevreyi temsil eden nesne ya da olay, etkileşme öncesinde, her ne kadar kendisine ait birçok özelliği içinde barındıran potansiyel bir gerçeklik olarak ifade edilse de, etkileşme anında o, bize göre, belirli bir özelliğiyle objektif gerçeklik haline gelmiş olan izafi bir gerçekliktir. Yani, bizimle ilişkisi içinde gerçekleşen bir nesne, ya da olay, o anki etkileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan belirli bir özelliğiyle (bilgiyle) temsil olunarak gerçekleşen izafi bir oluşumdur. Bu durumda, yeni bir bilginin üretimi süreci bir çocuğun oluşumuna benzer. Bu süreçte dışardan gelen informasyonu işleyen (processing) ve ürün olarak bilgi adıverilen çocuğu doğuran olduğu için, insan daima anne rolündedir. Yani, etkileşme halinde olduğumuz nesneye ilişkin informasyon (bilgi), artı, insanın daha önceden sahip olduğu bilgi, eşittir yeni bir bilgidir.Tabi burada basit matematiksel bir toplam değil, bir etkileşmedir söz konusu olan. Ürün, yani bilgi ise bir sentezdir. Kendine özgü ayrı bir niteliktir. Çünkü o, insanın daha önceden sahip olduğu bilgiyle, dışardan gelen informasyonun etkileşmesi sonucunda ortaya çıkan, niteliksel olarak farklı bir durumu temsil etmektedir. Bu şekilde üretilen her yeni bilgi, yeni bir durumu temsil ederek, belirli bir yapıyla birlikte organizmaya dahil olur. Bir sistem olarak organizmanın birçok bilgi seviyesinden oluşan kuantize bir sistem olmasının altında yatan süreç budur..
İnsanın çevreyle etkileşmesinde, çevre bir madde-enerji yoğunluğu olarak insanı etkilediği zaman, insan önce bu etkinin informasyon muhtevasını anlamaya çalışır. Bunu yapabilmek için de tabi daha önceden sahip olunan bilgileri kullanır. Dışardan gelen mesajın daha önceden sahip olduğu bilgilerden hangilerine yakın-benzer olduğunu belirler. Bunun ardından da iki bilgi alanı arasında bir etkileşme gerçekleştirilir. İki madde enerji alanı arasındaki (dışardan gelen nesne ve organizma arasındaki) etkileşme de bunu takip eder.
İki madde-enerji alanı arasındaki etkileşmenin, aynı zamanda, iki bilgi alanının etkileşmesi olduğu gerçeği evrenseldir. (A) ve (B) gibi, iki dalga fonksiyonuyla temsil edilen madde-enerji yoğunlukları, aynı zamanda, bilginin belirli var oluş biçimleri olduklarından (madde-enerji olarak kodlanmış bilgi olduklarından), bunlar etkileşirlerken, bu arada iki bilgi alanı da etkileşmiş olur. Ve sonunda da bu iki bilginin sentezi olan yeni bir bilgi doğar. Tabi gene, bu bilginin madde-enerji olarak gerçekleşmiş şekli olarak. Yoksa öyle hiç bir zaman saf bilgi diye bir şey olamaz. Bilgi, kendini madde-enerjiyle şifreleyerek gerçekleştirir. Bilgi diye, madde-enerjiden ayrı bir şey yoktur. Bu yüzden, madde-enerjinin korunumu yasası, aynı zamanda bilginin korunumu yasasıdır da. Hiç bir bilgi yoktan var olmaz, ve var olan bir bilgi de yok olamaz. Bilgi, madde enerjiyle birlikte daima şekil değiştirerek varlığını sürdürür. Evren, her seferinde sonlu sistemlerden oluşan sonsuz bir süreç olduğundan, bilgi de böyledir. Yani o da gene sonsuz bir zincirin sonlu halkaları olarak varolur. Ama, bu zincirin her halkası, aynı evrensel oluşum yasasına göre gerçekleştiği için, sonsuz dediğimiz o bilgi aynı zamanda tek bir parçacığın içindeki bilgidir de [4]”.
Şimdi tekrar bıraktığımız yere-topluma dönüyoruz. Her toplumun neyi, nasıl ürettiğiyle karakterize olduğunu söylemiştik. Çevrenin etkisine karşı bir reaksiyon olarak gerçekleşen toplumsal varlık (benlik-nefs-self), çevreden alınan madde-enerjiyi-informasyonu işleyerek üretirken kendinin farkına varır ve bilişsel bir varlık olarak gerçekleşir. Toplumsal varlık, bu haliyle, insanların üretim süreci içinde kurdukları üretim ilişkileriyle gerçekleşen bilinçli bir instanzdır.
İnsanlar arasındaki belirli bir üretim ilişkisinin gerçekleşme-maddeleşme biçimi olarak doğan bir toplumun bu ilk oluşum haline biz onun “ilk durumu” diyoruz. Bu tıpkı, bir çocuğun, döllenmiş bir yumurta olarak, ana rahmine düşmesine benzer. Ve çocuk, bu andan itibaren, nasıl ki çevreyle etkileşerek kendi kendini üretir, gelişirse, toplum da, sahip olduğu üretim ilişkileriyle çevreyle etkileşerek kendini üretir, gelişir.
Mevcut üretim ilişkileri neyin-nasıl üretileceğine dair bilgiyle birlikte oluştuğu için, bu süreç boyunca sistemin genel yapısı ve onu ayakta tutan ilişkiler değişmez. Bu haliyle her sistem ancak, belirli ham maddeleri, belirli biçimlerde işleyerek, belirli ürünler oluşturabilir. Örneğin, çobanlık yaparak kendini üreten bir toplum, bir televizyon üretemez! Dışardan (çevreden) alınan ham madde de kuantizedir, üretilen ürün de. Her toplum biçimi ancak belirli ham maddeleri işleyerek belirli ürünleri üretebilir.
Belirli bir üretim ilişkileri sisteminin maddeleşmiş hali olan her toplumsal gerçeklik, daha o ilk oluşum anından itibaren („ilk durumdan“ itibaren ) kendi kendini üreterek varlığını sürdürür dedik. „Son duruma“ kadar devam eden bu süreç, onun, mevcut üretim ilişkileri sistemi içindeki gelişme sürecidir. Kendi içinde bir çok „ara aşamalara“ ayrılarak gerçekleşen bu sürece biz „üretici güçlerin gelişmesi süreci“ de diyoruz. Hangi „üretici güçlerin“ mi? „Üretici güç“ne midir?

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin