Toplumsal sistem gerçekliĞİ


DİL TOPLUMSALLAŞMANIN ARACIDIR



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə5/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   133

DİL TOPLUMSALLAŞMANIN ARACIDIR

Bireylerin kendi varlıklarını üretmeleri bireysel bir olay olduğu için, sürü içindeki iletişim de fazla gelişmez, hayvanlar dünyasında dil’in fazla gelişmemesinin nedeni budur. Sürüden, hiçbir zaman, tek tek elementlerin varlığının sistemin bütününün varlığına bağlı olduğu, parçaların-elementlerin- bütün varsa-var olduğu sürece- var olabileceği kalıcı bir sistem ortaya çıkmaz.


Elementlerini bilişsel agentlerin (insanların) oluşturduğu bir sistem olan toplum ise, kelimenin tam anlamıyla örgütlü-bilişsel bir güçtür. Neden? Neden toplum bilişsel-örgütlü bir güçtür, neden bu sistemin elementleri arasındaki bağlar çok daha kuvvetlidir? Çünkü, bu sistemin elementleri olan insanlar kendi varlıklarını ancak içinde bulundukları toplumun üyesi olarak üretebilirler de ondan. İnsanların, içinde kendi varlıklarını da ürettikleri üretim faaliyeti, ancak toplumsal olarak yapılabilen bilişsel bir faaliyettir de ondan.
İnsanlar, üretim süreci içinde varlıklarını üretirlerken, bunu, kendi aralarında oluşan belirli “üretim ilişkileri” içinde gerçekleştirirler. Çünkü, üretim faaliyeti dediğimiz bilişsel faaliyet, ancak bu ilişkiler içinde, bunların sonucu olarak gerçekleşebilir. İnsanları, toplum adını verdiğimiz sistemin içinde birarada tutan, sisteme esas karakterini-kimliğini veren de bu ilişkilerdir-bu bağlardır zaten.
Bu bağların-bu ilişkileri kurulmasında en önemli rolü oynayan iletişim-communication aracı ise dildir. İşte dil’in önemi burada ortaya çıkıyor, onun herhangi bir “iletişim aracı” olmanın ötesindeki özelliği-fonksiyonu burada kendisini gösteriyor. Dil, hem bir toplum yaratığıdır, hem de toplumsallaştırıcıdır, yani toplum yaratıcıdır! İngilizce’deki “communication”7 kavramının gerçek anlamı buradan gelir. Communication demek, informasyon alış-verişi aracılığıyla komün-toplum haline gelmek demektir. Bu nokta çok önemli. Dil’i basit bir haberleşme aracı olmanın ötesine taşıyan, onun bir toplumsallaşma aracı olmasıdır. Onun görevi sadece, insanlar arasında “ilişki kurmak” değildir! Bilişsel bir faaliyet olan üretim faaliyetini-ilişkilerini gerçekleştirebilme ihtiyacından doğar dil. İnsan topluluklarını toplum yapan da budur. Bu nedenle dil, insanın bilişsel toplumsal bir gerçeklik olarak varoluşunun vazgeçilmez parçasıdır.
Hayvan ise, çevreyle (doğayla) olan ilişkisinde tek başınadır. Doğa’da hazır bulduğu yiyeceklerle beslenerek kendi varlığını tek başına gerçekleştirir. Çevre koşullarına karşı özünde tek başına mücadele eder. Bu mücadelede başarılı olduğu sürece de hayatta kalır.
Yani, bir hayvanın yaşam kavgası, kelimenin tam anlamıyla bir “hayatta kalma kavgasıdır”. Hayvan, kendi varlığını devam ettirmek için üretim faaliyetinde bulunamayacağından (çünkü üretim faaliyeti bilişsel bir faaliyettir), hayvanlar arasında üretim ilişkisi diye bir bağ da oluşmaz. İnsan ise, daha ilk varolduğu andan itibaren üretim faaliyetiyle birlikte gerçekleşir. Daha “Vahşet” konağında, “doğada hazır bulduğu şeyleri”, kökleri, meyveleri vs. toplarken, hayvanları avlarken bile insanın faaliyeti özünde gene bir bilişsel üretim faaliyetidir. Çünkü insan, bütün bu işleri yaparken, hayvandan farklı olarak düşünür. Basit de olsa plan yapar. Bu planı gerçekleştirmek için alet kullanır. İşte aradaki fark budur.8
Toplum, elementleri olan insanlar arasındaki iletişimin dil aracılığıyla kurulduğu bilişsel bir sistemdir-organizmadır. Çok hücreli bir organizmada, sinir sisteminin-elektriksel sinyal iletimi yoluyla haberleşmenin-, ya da, kan dolaşımı yoluyla belirli kimyasal maddeler (hormonlar) salgılanarak kurulan iletişimin yerini burada bilişsel iletişim aracı olarak dil alır.

İNSAN, TOPLUM YARATIĞI OLDUĞU KADAR TOPLUM YARATICISIDIR DA..

“İnsan bir toplum yaratığıdır. Yani ancak toplum adı verilen sistemin içinde, onun bir elementi olarak var olabilir, kendini gerçekleştirebilir” dedik. Ama o, aynı zamanda toplumun, toplumsal varlığın yaratıcısıdır da.


Önce, insan neden bir toplum yaratığıdır tekrar ona dönelim. Doğa’yla (çevre) mücadele içinde kendi varlığını gerçekleştirirken, her aşamada, bir denge kurmak ve oluşan bu zemin üzerinde onunla (çevreyle) etkileşerek yol almak zorunda olan insan, bunu tek başına yapamaz. Ancak diğer insanlarla birlikte gerçekleştirebilir bu süreci. Tek başına kaldığı sürece, ne barınma, kendini koruma, ne de yeme içme, beslenme sorunlarının hiç birini halledemez insan. Yani tek başına üretemez kendini. Üretim, toplumsal bütünlük içinde gerçekleştirilmek zorundadır. Üretimin “bireysel olarak” gerçekleştirildiği durumlarda bile, en azından üretimin gerçekleştiği bu çerçevenin toplumsal olarak oluşmuş olması gerekir. Yani bu durumda bile insan gene bir toplumun üyesi-sistemin bir parçası, elementi olarak gerçekleştirmektedir bu faaliyeti. Üretim faaliyetini “bireysel olarak” da yapsa, diğer insanlarla üretim ilişkileri adını verdiğimiz belirli ilişkiler içinde gerçekleştirir bunu.
Hemen bir örnek verelim. Üretim faaliyetinin toplumsal olarak yapıldığı ilkel komünal toplumda üretici güç toplumdur. Birey kendisi için üretmez. Bu yüzden de onda ürüne bireysel olarak sahip olma bilinci oluşmaz. Üretimin toplumsal karakterine uygun olarak oluşan toplumsal üretim ilişkileri içinde birey-insan toplumsal bir varlık olarak gerçekleşir. Kendi nefsini (self) toplumdan ayıramaz. O bir toplum yaratığıdır.
Ama bu gerçek, özünde, üretim faaliyetinin “bireysel olarak” yapıldığı sınıflı toplumlar boyunca da değişmez. Hayvan yetiştiriciliğiyle, ya da tarımla uğraşan, yani kendisi için “bireysel üretim” yapan bir üreticiyi düşününüz. Eğer o bir toplumun üyesi olmasaydı bütün bu faaliyetlerini gerçekleştiremezdi. Bu durumda bile, toplumsal varlık her şeyden önce onun için koruyucu bir çerçevedir. Üretici, kendi varlığını ancak bu koruyucu kalkanın içinde muhafaza ederek geliştirebilir.
Ama sadece bu da değil! Ne zaman “bireysel olarak” üretmeye başlamıştır insan ve neden yapar bu faaliyeti? Kendi ihtiyacından fazla olarak ürettiği şeyleri diğer insanların ürettiği ürünlerle değiştirmek, hem daha değişik ürünlere sahip olmak, hem de bu arada zenginleşmek, mal ve servet sahibi olmak için. Ama bu bile gene onun bir toplumun üyesi olmasını gerektirir. Tek başına bir üreticinin yüzlerce hayvanı olsa ne işe yarar bunları değiştirecek başka insanlarla ilişkileri olmasa! Üstelik bu kadar ürüne sahip olabilmenin yolu da gene belirli üretim ilişkileri içinde diğer insanlarla birlikte olmasından geçmektedir. Köleler olmasaydı, ya da serfler olmasaydı, işçiler olmasaydı, köle sahipleri, feodaller, kapitalistler bu kadar ürüne sahip olarak kendi varlıklarını gerçekleştirebilirler miydi?..
“İnsan, birey olarak zayıf, yeteneksiz olduğu için bir toplum yaratığı olmak zorundadır” mantığı doğru değildir. Olay bu kadar basit olarak ele alınamaz. İnsanın toplum yaratığı olmasının asıl nedeni, onun bilgi üretebilme yeteneğidir. Kendi varlığını üreterek gerçekleştirebilmesidir. Yani insanın bilişsel bir varlık olmasıdır. Bir hayvanın kendi varlığını üretebilmesi, devam ettirebilmesi için gerekli olan bilgiler belirlidir. Bu bilgilerin çoğuna daha doğuştan sahip olur o (dispozisyonel olarak hazır olan nöronal programlar şeklinde). Bunlara, duygusal deneyimler yoluyla anne ve babasından (sürüden) öğreneceği diğer bilgileri de eklersek, onun artık başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Hayatta kalabilmek için gerekli olan bilgi kapasitesi, yaşam süresi boyunca kazanılan “duygusal deneyimlerle” en fazla biraz daha genişler. Hayvan, bilişsel anlamda yeni bilgiler üretemeyeceği için, onun bireysel var oluş koşulları, olanakları vs hep aynı kalır, bunlar değişmez.
Ama insan için durum farklıdır. Bilişsel anlamda bilgi üretebilme yeteneğiyle birlikte var olan, bu özelliğinden dolayı hayvanlardan ayrılan insan, kendi var oluş fonksiyonuna yüklenen doğa’nın bilgisini üretme görevini, ancak bir toplum yaratığı olarak gerçekleştirebilirdi. Çünkü insan, sadece bilgiyi üreten değil, aynı zamanda, ona sahip çıkarak, onu yeniden üreterek var olan, kendi varlığını bu bilgiye sahip olma ve onu üretme fonksiyonu içinde gerçekleştiren bir varlıktır. Bilgiye sahip çıkabilmek ise bir toplum içinde olmayı, toplum adını verdiğimiz bütünün bir parçası olmayı gerektiriyordu. Çünkü insanın bilgi üretebilme yeteneğiyle, bu bilgiyi işleyerek hayata geçirebilme yeteneği arasında muazzam bir çelişki, dengesizlik vardır. Üretilen her bilgi, ancak, onu tekrar üretmeye uygun bir motor sistemle birlikte (yani bu bilgiyi tekrar üretebilecek bir örgütle birlikte) üretilir. Bilgi, öyle sadece beyindeki nöronal ağlarda oluşuveren, canlı hayattan, maddi etkileşmeden kopuk bir şey değildir. İnsan, var olmak için doğayla etkileşir. Bilgi de bu etkileşmenin ürünü olur. Öyle ki, her yeni ürün, insanı, doğayla olan etkileşmede bir ileri “duruma” (state) ulaştırır. O halde, insanın bu bilgiyi işleyecek araçlara-motor sisteme daha başından sahip olması, bununla donatılmş olması gerekmektedir. Ama tek bir insan sürekli gelişen bilgiyi işleyebilecek donanıma, motor sisteme sahip değildir, hiç bir zaman da sahip olamaz; ama bir çok insanın birlikte yaşamasıyla oluşan bir toplum, insanlar arasındaki görev bölüşümüyle, belirli kişilerin belirli işleri yapmakta uzmanlaşması yoluyla, muazzam bir motor sistem, bir üretici güç, bir organizasyon haline dönüşebilir. Birey de, bu toplumsal ortam içinde, tek başına kendisinin hiç bir zaman yaratamayacağı olanaklara sahip olarak kendi varlığını çok daha kolay üretebilir. İşte, insanın daha var olurken bir toplum yaratığı olarak gerçekleşmesinin nedeni budur. İnsan, ürettiği bilgiyi işleyebilmek (processing) için bir toplum yaratığı olmak zorundaydı.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin