Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə79/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   133

TAŞRA İDARESİ


„Taşra idaresi, Bizans'ta, önceleri tıpkı eski Roma biçiminde idi. Sivil ve asker idareleri ayrıydı. Sonraları savaşlar kızıştıkça iç emniyet te azaldı. Memlekette bitmez tükenmez bir "seferberlik" perdeli "sıkıyönetim" havası esti. O zaman taşraya askeri valilikler kuruldu. Bütün Bizans İmparatorluğu askeri teşkilata göre bölgelere bölündü. Osmanlılar, Bizans'ın yerine geçince onun memleket bölümlerini kendi yapı, anlayış ve gerekçelerine uygun buldular. Bizans idare teşkilatını hemen hemen olduğu gibi uyguladılar”.

“Birbirlerine halef, selef olan iki imparatorluğun mülkiye bölümleri şöyledir:Bizans’ta Theme Turme Topoteresie Banda. Osmanlı'da: Vilâyet   Sancak Kazâ   Nahiye. Théme'de oturan "Stratej" gibi, Vilayette oturan "Beylerbeyi" de hem şimdiki anlamıyla "Vali", hem ordu komutanıdırlar. Doğrudan doğruya İmparator veya Padişah tarafından atanırlar. Bizans'ta sınır müstahkem mevkilerinin komutanlarına "Clisure", Osmanlı'da "Dizdar" adı verilir. Jüstinyen zamanında Bizans "Serhad" (savaşçıl sınır boyu) silahlı kuvvetlerine "Acrités" denildi. Bu Osmanlı'nın "Yerli Kulu Ocakları"na karşılık düşer“[11].


BİLİM ve KÜLTÜR


“Bizansla Osmanlılık arasında benzeşmeler sonsuzdur. Teşkilatlar gibi fikriyatlar da birbirlerine yabancı değildirler. Örneğin Bizans bilimi, tek sözle, Roma mirası, "HUKUK İLMİ" idi. Osmanlı’da "FIKIH" ve "KAVANİN'İ KADİME" en gözde bilimlerdendir. Bizansta halk edebiyatından ayrı bir kültür gelişir. Eserlerin çoğu din, tarih üzerine dergi çeşidindendir. Osmanlının saray çevresindeki "Divan Edebiyatı" halktan tümüyle kopmuştur. Eserler yaratıcı olmaktan ziyade "Erudition: mütebahirlik" denilen kırkanbar bilinçlikleridir. Çünkü her iki İmparatorluk, kendilerine kaynak olan eski orijinal medeniyetlerin değerlerini yitirmemek görevindedirler. Bizans plastik sanatının şaheseri "Kubbe" idi. Osmanlı mimarlığını Selçuklulardan ayıran da, göçebeliği anıtlaştıran çadır-yapı yerine, kubbeli yapıyı geçirmesidir“[11].

İLİŞKİ ETKİLEŞMEDİR, ETKİLEŞİNCE DE, DEĞİŞEREK DEĞİŞTİRİRSİNİZ


„Bizans değerlerini benimsemek bir kusur mudur? Tarihcil zarurettir. Roma göçtükten sonra bile, bütün dünya Bizans'ı taklit etmiştir. Bizans yalnız Avrupa barbarlarına örnek olmakla kalmamıştır, en zıt dinler dahi, gelişme çağlarında yıktıkları düzenlerin maddi ve sosyal değerleri önünde sanıldığından çok daha anlayışlı ve uysal davranmışlardır”.

“İslamlık Arabistan çölünden çıkar çıkmaz Bizans teşkilatına uyar. En bükülmez Müslüman Hazret'i Ömer, 643 yılından sonra Bizans usulü "Büro"lar açar. Islam resmi kâyıtları uzun süre Rum katipler elinde Bizans diliyle tutulur. Osmanlılar en geç Müslüman olanlardır. Eski İslam geleneğini yadırgayamazlardı“[11].

Her ilişki bir etkileşmedir. Etkileşme ise değişirken değiştirmek anlamına gelir. Her biri mutlak-bizatihi, „kendinde şey olan gerçeklikler-varlıklar yoktur doğada. Doğa’da olduğu gibi, toplumlar arasındaki ilişkilerde de, her toplum karşı taraftan gelen etkiyi-informasyonu kendi içindeki bilgi hazinesiyle işleyerek bir çıktı-cevap oluştururken hem kendini, hem de bu cevabı ileterek karşı tarafı yeniden yaratmış, yani değiştirmiş olur. Bu nedenle, İstanbul’un alınışından sonra Osmanlı Devletinin de değişmesi anlaşılabilir birşeydir. Ancak, toplumsal düzeyde bir değişmeden bahsederken bunun ne demek olduğunu iyi anlamak gerekiyor.

Her toplum bir sistemdir ve kendi içinde elementleri arasındaki ilişkilerle-bağlantılarla temsil olunan bir „esas bilgiye“ sahiptir. Bu „bilgi“ye biz o toplumun toplumsal DNA’sı demiştik. Toplumsal olarak o ilk varoluş „an’ıyla“ birlikte oluşur bu „bilgi“de. Ve toplum bundan sonra bu „temel bilgiyi” kullanarak çevreyle etkileşir, kendini üretir ve gelişir. Çevre ise iki türlüdür. Birincisi doğal çevredir. İkincisi de diğer toplumlar. Osmanlı toplumunun doğayla ilişkiler içinde sahip olduğu ilk „bilgiler“ bellidir. Çobanlık’la ilgili bilgilerdir bunlar. Diğer toplumlarla ilişkileri içinde onlardan tarımsal faaliyeti, ticareti, zanaatkarlığı vs. de öğrenerek bu bilgilerini genişletirler. Ama dikkat ediniz, her „öğrenilen“ bilgiyle toplum („Osmanlı“) da değişiyor. Çoban Kayı aşiretiyle, toprağa yerleşen Osmanlı bu anlamda aynı değildir. Fakat, „aynı değildir“ derken bu onun toplumsal DNA’sının bütünüyle değiştiği anlamına da gelmiyor. Eskiye, ilk varoluşa ilişkin bilgi temeli gene kalıyor. Yeni bilgi, bu eski bilginin içine monte ediliyor ve gelişme böyle oluyor. Bu nokta çok önemlidir. Bütün „toplum mühendislerinin“ çok iyi kavraması gerekiyor bu gerçeği!

Osmanlı’nın sahip olduğu ikinci „bilgi temeli“ ise „fetihçilik“tir. Göçebe-çoban barbarlar, biryandan çobanlığı öğrenerek kendi varlıklarını üretirlerken, diğer yandan da bu süreç, „fazla ürünün“ diğer toplumlarla değiştirilmesi faaliyetiyle birlikte oluşuyor, böylece onlar ticareti de öğreniyorlar. Onları medeniyetlerle ilişkiye getiren yol bu. Fetihçilik de bu ilişkilerin-etkileşmelerin ürünü oluyor.

İstanbul’u alana kadar Osmanlı devletleşmesi henüz daha tamamlanmamıştır. O „yarı barbar yanı halâ durmaktadır Osmanlı’nın. Bizansın alınışından sonra Osmanlının Bizans’tan öğrendiği en önemli şey, sınıflı toplumun temelini oluşturan „birey“ bilincidir. Peki nasıl „öğreniyor“ Osmanlı bunu? Birey olarak varolmaya ilişkin informasyonu Bizanstan alıyor, sonra da bu informasyonu kendi içindeki bilgiyle işleyerek onu kendisi için bir bilgi haline getiriyor. Sonuç Padişah’ın mutlaklaşmasıdır, kendini Tanrıyla özdeşleştirmesidir. Bizans’tan alınan „birey“e ilişkin informasyon, sistem merkezinin (sıfır noktasının) Tanrı adına aşiret şefi tarafından temsil edileceğine dair gentilice bilgiyle işlenince, ortaya çıkan sonuç Şef’in tanrılaşmasıdır. Osmanlı devletleşmesinin İnformasyon İşleme Teorisi’yle açıklaması budur.


TOPLUMSAL YAPI NEDİR


Bir insanın biyolojik yapısı deyince bundan ne anlıyoruz ? Onun boyunu-posunu, kaşını, gözünü, kısacası bütün organik yapısal özelliklerini değil mi. Peki bunlar nasıl oluşuyor, yani bir insanın bütün bu yapısal özelliklerini belirleyen nedir? İnsan döllenmiş bir yumurta olarak oluştuğu an, bu ilk hücrenin içindeki bilgiler değil midir bunların kaynağı; yani onun DNA’larında ve hücre sitoplazmasında bulunan bilgiler değil midir? Elbette!. Ana rahmine düşüldüğü andan itibaren olup bitenler ise, çevreden alınan madde-enerjinin-informasyonların bu ilk bilgilerle değerlendirilip işlenmesinden ibarettir. Sonuçta da, objektif bir gerçeklik olarak belirli bir yapı çıkıyor ortaya. Embriyo’nun, daha sonra da çocuğun büyümesi, gelişmesi dediğimiz olayın özü budur. Demek ki esas olan yola çıkıştaki o ilk temel bilgidir. Daha sonra ortaya çıkan yapı bu bilginin çevreyle etkileşerek kendini üretmesi- gerçekleşmesi, objektif bir gerçeklik haline gelmesi oluyor.

Bir sistemin varoluşuna ve çevreyle etkileşerek kendini üretip, gelişmesine ilişkin bu temel özellik, sadece insanlar için değil, doğadaki bütün sistemler, bu arada, bütün toplumlar için de geçerlidir. Toplumlar da, aynen o “döllenmiş yumurta” gibi, bir önceki sürecin ürünü olarak doğarlar; sahip oldukları bu ilk-esas bilgiyi kullanarak çevreyle etkileşirler ve kendilerini bu şekilde üreterek gelişirler. Örneğin, barbarlığın orta aşamasındaki bir toplumu toplum yapan temel bilgi, onun sahip olduğu, hayvanların ehlileştirilerek yetiştirilmesine ilişkin bilgidir. Daha sonra, insanlar tarımsal faaliyeti öğrenerek yeni bilgilere sahip olupta toprağa yerleşince de yeni bir toplum biçimi ortaya çıkıyor. Çünkü, tarımsal faaliyete yönelik bilgiler yeni bir toplumsal varoluş biçimi için esasa ilişkin bilgilerdir. Bu türden bilgilere sahip olan yerleşik bir topluma biz “kent toplumu” diyoruz. Bu demektir ki, tarımsal faaliyete ilişkin “bilgilere” sahip bir toplum, yapısal olarak bir “kent” toplumu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, bu yeni toplumsal varlığa ilişkin temel bilgiler ise sistemin elementi olan insanlar arasında kurulan yeni üretim ilişkileriyle temsil olunarak kayıt altında tutulurlar. Toplumsal sistem gerçekliğinin özü budur. Toplumsal bilgi ve yapı arasındaki ilişkinin esası budur. Her yapı belirli bir bilginin maddi bir gerçeklik olarak ortaya çıkış biçimi iken, kendi varoluş gerekçesinin sonucu olarak kendini üretirken yeni bilgilerin, dolayısıyla da yeni yapıların oluşmasına da neden olur.



Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin