D. Zulmün Cahiliye Anlayışındaki Yeri
Cahiliye düşüncesinde zulümler tabii bir olay olarak telakki ediliyordu. Baskın ve talanlarda ele geçirilen mal ve canları meşru bir mülk kabul eden ilkel bir zihniyet için bu durum pek de garip değildir. Mesela Cahiliye devrinin ünlü şairlerinden Züheyr (v.608)’in muallakasında, Damdamoğlu Hüseyin için söylediği şiirde zulmü meşru gösteren şu ifadelere rastlanmaktadır: “O cesurdur, zulme uğratılacak olursa çarçabuk zulüm ile mukabelede bulunur. Zulme uğratılmayacak olursa, kendisi zulme başlar.”56 Yine o, hikmetlerinden bir beytinde şöyle der: “Havuzunu (oymağını veya namusunu) silahıyla muhafaza etmeyenin havuzu yıkılır (harimi çiğnenir). İnsanlara zulmetmeyene zulmedilir.”57 Yani gücü yeten zulmeder, etmelidir. Eğer zulmetmezse, kendisine zulmedilir demekle o günkü Cahiliye toplumunda zorbalığın, kuvvetin hüküm sürdüğü ifade edilmiş oluyor.
Cahiliye döneminde insanların haklarını himaye eden tek güç kılıç idi. Bu nedenle çöl Arapları daha çocuk denilecek yaşlarda silah talimine alıştırılırlardı. Cahili Arap toplumunda zulüm o kadar ileri seviyede idi ki öz çocukların diri diri toprağa gömülmesi dahi yadırganmıyordu. Kabileler arasında, kız evladının dünyaya gelmesi bir musibet sayılırdı. Kadın cinsi, göçebelik hayatında az işe yarıyor, esir düşmek suretiyle veya bir başka şekilde kabilesinin felaketine neden olabiliyordu. Bundan dolayı babalar bir gün isimlerinin lekeleneceği korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bu şekilde öldürülen kızlara “mev’ûde” denilirdi. “Diri diri gömülen kız çocuğuna (mev’ûdeye) hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman…”58 ayetinde bu duruma işaret edilmiştir.59
İslam’dan önceki hayatta Arap toplumunda zulmün yaygınlaşma sebeplerinden birisi kabile asabiyetidir. Cahiliye anlayışında ister haklı ister haksız olsun, yakın kan akrabasını kayırma duygusu vardır (Hamiyyetü’l-Cahiliyye). Çünkü kabile asabiyeti tek başına, kabileyi diğerlerinin tecavüzünden korumak için bir vesiledir. Çölde bir şahsın veya şahısların kabile içerisinde birbirlerini korumaksızın yaşamaları mümkün değildi. Çölde yabancı bir şahıs, bedeviler tarafından derhal yakalanırdı. Çöl kanununda zayıfı yakalayıp esir etmek bir haktı. Böyle bir kimsenin bir kabileye sığınmaksızın çölde yaşaması mümkün değildi. Onu ancak himayesine girdiği kabile koruyabilirdi. Kaba kuvvet ve şiddet bedevinin, sebepsiz olarak zayıfa tahakkümüne imkan verici bir silah olunca öç almak çölde adalete daha yakın olur. Öç almanın kanunu şudur: Kabilenin fertlerinden biri diğer kabileden bir adamı öldürünce, katilin kabilesinden öç almak diğer kabile fertlerine vecibe olurdu. Artık onlardan her biri katilin kabilesinden rastladığı kimseyi öldürme hakkına sahipti. Gayet açıktır ki bunun tabii bir sonucu olarak, bir kabileden bir şahsın öldürülmesi karşılıklı intikam almaları devam ettireceği için yıllarca süren harplere sebep olurdu. İşte bu sebeple çöl Arapları arasında bazen birkaç nesil boyu devam eden ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan harpler vuku bulmuştur. Oysa bu harpler sadece bir şahsın öcünü almak için başlamıştır.60
İşte bu zulümleri durdurmak için şehrin reisine veya bir panayır mahalline ticari ithalat için verilen vergi söz konusudur. Yabancıları celbetmek için güzel bir adet olarak “Allah’ın haram ayları” müessesesi kurulmuştur. Bu devre panayır, dini bayram veya bir hac mevsimi ile aynı zaman rastlıyordu. Kabile rekabetleri yüzünden bu kutsal aylar, muhtelif bölgelerde ayrı zamanlarda idi.61
Araplar hac ve umre için Kabe’yi ziyarete giderler, Kabe’ye saygı için senede 4 ay savaş ve yağmacılığı yasaklamışlardı. Bu aylar: Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olup bunlara “Eşhüru’l-Hurum” denirdi. Bunlardan ilk 3’ü hac ayları idi. Recep ayında ise daha çok umre yapılırdı. Şu kadar var ki bedevilere peş peşe 3 ay baskın ve yağmalamayı durdurmak ağır gelirdi. Bu sebeple çoğu kere Muharrem ayının yerini Safer ayı ile değiştirirler, böylece Muharremi helal kılarlar, yerine Safer ayını haram kılarlardı. Buna “ en-Nesî’ ” denilirdi. Araplar bununla iftihar ederlerdi. Kur’an-ı Kerim onların bu hareketini ayıplamıştır. Allah (c.c.): “Bu ayların yerlerini değiştirerek geri bırakmak “النسيء” inkarda aşırı gitmekten başka bir şey değildir62 buyurur.63 Cahiliye döneminde çok ileri seviyedeki zulümlere karşı zayıfların haklarını adalet üzere olmak ve Mekke’de hiçbir zulme meydan vermemek üzere Cürhümîler zamanında “Hilfu’l-Füdûl” isminde bir cemiyet kurulmuştur. Cemiyeti kuranlar Fadl, Fudayl ve Mufaddale isimlerinde 3 kabile reisiydiler. İşte yemin edilerek kurulan bu cemiyet “Hilfu’l-Füdûl” ismiyle meşhur olmuştur.64
Hilfu’l-Füdûl cemiyetinin tesiri ve iyilikleri gerçekten büyük olmuştur. Yıllarca sonra bile ondan bahsetmek, zalimleri korkutmaya yetiyordu.65
Kur’an-ı Kerim zulüm kelimesini değişik şekillerde ve çok kapsamlı olarak kullanmış, yeni manalar getirerek İslami literatüre yerleştirmiştir. Putperest bir ortamda yaşayan müşrik Araplar, belki de kendi açılarından zulmü “hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık veya kötülük” olarak kabul ediyorlardı. Bundan dolayı kendi aralarındaki zulmün farkında değillerdi. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu kavrayamıyorlardı. Bu yüzden olsa gerek, Hz. İbrahimin putları kırmasını çarpık bir anlayışla zulüm olarak nitelendirmişlerdir. Bu hususu Cenab-ı Hakk şöyle hikaye etmektedir: “Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir dediler.”66
Buraya kadar zulüm kelimesinin lügat ve Istılahi manalarından, Kur’an-ı Kerim’de zulüm manasında kullanılan diğer kavramlardan ve zulmün Cahiliye anlayışındaki yerinden bahsettik. Şimdi de Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen zulmün çeşitlerini burada açıklayacağız.
2. ZULMÜN ÇEŞİTLERİ
Kur’an-ı Kerim’de zulmüm ifade ettiği manalar, bazı alimlere göre 3 ana başlık altında incelenmiştir. Birincisi, İnsan ile Allah arasındaki ilişkilerde zulüm. İkincisi, insanlar arası ilişkilerde veya bir başka deyişle beşeri münasebetlerde zulüm. Diğer üçüncü kısım ise, insanın bizzat kendi nefsine zulmetmesidir.67
Dostları ilə paylaş: |