İŞÇİLER
292
293
İŞÇİLER
bi taşıma ulaştırma işleri, natırlık, tellaklık, temizlikçilik, çöpçülük, odun kömür kırıcılığı ve taşımacılığı, yükleme boşaltma işleri, marangozluk, dülgerlik, bıçkıcılık, fırın işçiliği, camcılık, iplikçilik, dokumacılık vb'dir.
19. yy'in ikinci yarısından itibaren yüzyılın başından beri gözlenen değişme ve gelişme, ürünlerini vermiş, devlet ihtiyaçlarına yönelik ve çok sayıda işgücünü gerektiren fabrikalar kurulmuş, önemli kara ve demir yolları yapımı başlayıp hızlanmış, kent içi ulaşım hizmetlerinde atlı tramvay, Haliç Şirketi ve Şirket-i Hayriye vapurları gibi yenilikler olmuş, istanbul'un belediye hizmetlerini yerine getirmek üzere çeşitli şirketler kurulmaya başlanmış ve bütün bu gelişmeler yeni istihdam yaratırken yeni tip işçilere de gereksinme göstermiştir (bak. istihdam; sanayi). 1870 sonrası dönem, İstanbul'un ekonomik altyapısında ve işgücü yapısında değişimin belirginleştiği ve geleneksel "amele"den "işçi" ye doğru geçişin gözlendiği yıllardır. 1890'da istanbul'da devlete ait sanayi kuruluşlarında, fabrika ve atölyelerde 10.000'i aşkın işçinin çalıştığı, öte yandan demir ve kara yolları yapımı, ulaşım, gaz ve su şirketlerinde, küçük atölyelerde vb çalı-
Kazlıçeşme işçileri çay molasında.
Nurdan Sözgen /Onyx, 1990
şanlarla birlikte, İstanbul'da işçi sayısının 50.000'i geçtiği hesaplanmaktadır. Bu işçiler, bekâr uşaklarından farklı olarak kentte yerleşik bir nüfus grubu oluşturmakta; özellikle inşaat alanında, rençberlik, mevsimlik, günübirlik işlerde eski bekâr uşağı amele tipi görülse de, asıl ağırlık gelecekte işçi sınıfının parçası olacak yeni işçilere kaymaktadır. Gediklerin dağılması ve 19. yy'ın ortalarından sonra hızlanan toplumsal değişim ve ekonomik bunalımda bir kısım esnaf ve zanaatkarın üretim a-raçlarından koparak işçileşmeleri, yeni iş alanlarına gerekli işgücünü sağlamaktadır. Daha önceki dönemlerde, bekâr uşaklarının kendilerine ayrılmış belli yerlerde, hanlarda, odalarda topluca yaşamalarına, çok uzun süre kalsalar bile kentte yerleşik bir yaşama seyrek olarak geçmelerine karşılık, 1870'lerin işçileri İstanbul'un çeşitli mahallelerinde, özellikle de yoksul semtlerinde kendi küçük evlerinde, kulübelerinde, kendi ailelerini kurarak yaşayan kimselerdir. Büyük çoğunluğuyla yoksuldurlar. Osmanlı Devleti'nin ekonomik çöküntüye doğru gittiği, ciddi parasal sorunlarla boğuştuğu 19. yy'ın ikinci yarısı, hele 1870 sonrasında, çok düşük olan ücretlerini bile zaman zaman alamadık-
ları, zaman zaman da kâğıt paranın değer yitirmesi yüzünden reel ücretlerinin yarı yarıya düştüğü görülür. Ayrıca, İstanbul'a gelenler üzerindeki sıkı denetimden eser kalmadığından, ilk kez kentte bir yedek işsizler ordusunun ortaya çıktığından da söz edilebilir. Bu tarihlerde İstanbul'da "Yevmiyelerin kısmı-ı azamini alan müs-tekreh kulübeler yığını halinde işçi varoşları" ortaya çıkmaya başlamıştır. Dönemin İstanbul işçileri din ve milliyet bakımından az rastlanan bir çeşitlilik ve renklilik göstermektedirler: Müslüman Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak vb yanında, Ermeni, Rum, Yahudi vb gayrimüslim tebaadan da çok sayıda işçi bulunmakta; özellikle yabancı şirketler, çalıştırdıkları Müslüman işçilere daha düşük ücret ödemekte ve işçiler arasında ayrılık, hattâ düşmanlık tohumlan ekmektedirler. Kalifiye işçi ve teknisyen olarak çok sayıda Fransız, İngiliz, Belçikalı, Alman işçi çalıştırılmakta, bunlara iyi iş koşullarıyla yüksek ücret sağlanmaktadır.
Anadolu-Bağdat Demiryolları Şirketi Müdürü Fungelmann'ın "Yerli işçi bir lokma kuru ekmek, iki çürük zeytinle geçinebilir" sözü durumu özetler niteliktedir. Ücretli hafta tatili olmadığı gibi özellikle yabancı şirketlere ait işyerlerinde ücret sadece işçinin çalıştığı günlere göre ödenmekte, işçilerin hiçbir sosyal güvence ve hakkı bulunmamaktadır. Haydarpaşa De-miryolu'nda çalışan kalifiye bir işçi ayda toplam 160-220 kuruş alabilmekte, hat boyu işçilerinin gündelikleri 1890'da 7-8 kuruşu aşmamakta, Müslüman işçilerin ücreti bunun da altına düşmektedir. Kadın ve çocuk işçilerin ücretleri daha da azdır. 1890'da Kazlıçeşme İplik Fabrika-sı'nda çalışan kadınların 4, çocukların 2 kuruş gündelik aldıkları tespit edilmiştir. İşgünü ortalama 14 saattir ve işyerlerinde, iş koşullan son derece kötüdür.
1870'li yıllarda, devlet işyerlerinde ücretlerini aylarca alamayan işçilerin durumları ve feryatları gazete sayfalarına yansımakta, "Tersane amelesinin bahriye zabi-tanının tayın ekmeklerini yağma ettikleri ve çoluk çocuk açız diye feryad ederek sokağa döküldükleri, arbede çıktığı" haber verilmektedir. Nitekim İstanbul'da görülen ilk işçi eylemleri de 1870-1890 arasına rastlar (bak. işçi hareketi; grevler).
Yine bu dönemde, Osmanlı toplum düzeni ve mahalle yaşamının bir özelliği o-lan her sınıf halkın aynı mahallede, kimisi saray yavrusu konak, kimisi iki kadı küçük ahşap ev, hattâ kulübede, yan yana yaşamasının yerini, zengin ve kibar senitleri ve mahalleleri ile yoksul mahallelerinin (ilkleri Kazlıçeşme, Zeytinburnu, Beykoz, Cibali, Kasımpaşa, Yedikule ve Sa-nıatya'da olmak üzere) ayrılması almıştır.
1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiği sıralarda, ekonomik koşullarının kötülüğü kadar siyasal baskılar altında da olan İstanbul işçileri, bir umutla hareketlenmişler; çeşitli grevler, işçi hareketleri, örgütlenme girişimleri görülmüştür (bak. grevler; işçi örgütlenmesi; işçi hareketi). Bu grev ve hareketler, 20. yy'ın başında İs-
tanbul işçilerinin belli bir ekonomik sınıf bilincine sahip olmaya başladıklarını göstermektedir. Ancak, 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı sırasında, bu hareketlenme ve bilinç yükselişi tümüyle sekteye uğramış görünmektedir.
Savaş sırasında ve hemen sonrasında İstanbul'un işçi kesimlerinde gözlenen en önemli değişiklik kadın ve çocuk işçilerin sayısındaki büyük artıştır. Savaş bittiğinde, İstanbul'da kadın ve çocuk işçi oranının yüzde 50'yi aştığı; dokumacılık, iplik bükme, tütün vb işkollarındaki kimi işyerlerinde yüzde 70'i bulduğu bilinir. Yine savaşın etkisiyle, kimi işyerleri kapanmış, kimi işçiler savaş meydanlarında kalmış ve 1920'lerde İstanbul'daki işçi sayısında bir gerileme görülmüştür. İş koşulları yine her zamanki gibi kötüdür. En iyi durumdaki İmalat-ı Harbiye işçilerinin işgünü, yemek molası hariç 9-10 saat, dokuma işçilerininki 12-14 saat, tütün işlemede, örneğin Cibali fabrikalarında bazen 14-16 saattir.
Savaşın hemen sonrasında, mütareke ve işgal yıllarında, İstanbul'un yoksul, yorgun, başta verem olmak üzere çeşitli hastalıklarla boğuşan işçileri, durumlarına baş kaldırmayı bir kez daha denemişler; 1919-1923 arası, İstanbul'da işçi hareketinin yeniden yükseldiği bir dönem olmuştur. Bu yıllarda, özellikle bazı işçi kesimleri daha mücadeleci ve örgütlü olmalarıyla öne çıkarlar. Bunların başında o sıralarda İstanbul'da sayıları 3-000 olan tramvay işçileri, sadece İstanbul'da 8.000'den fazla oldukları ileri sürülen demiryolu işçileri, Haliç Vapur Şirketi, Şirket-i Hayriye vb deniz ulaşımı işçileri (3.000 kadar), mürettip-ler, terziler, Cibali Tütün Fabrikası işçileri, Zeytinburnu fabrikaları, Kazlıçeşme Debbağhanesi işçileri gelir. Bu öncü işçiler kesimi, 19. yy'ın sonlarından beri çeşidi eylemlere katılmış, bekâr uşağı amele olmaktan çıkmış, hattâ iki kuşak işçilik gibi Türkiye işçi sınıfı içinde günümüzde bile pek yaygın olmayan köklü işçilik geleneğine girmiş işçilerden oluşmaktadır. Bu kesimdeki işçilerin daha çok zanaatkârlıktan, ustalıktan geldikleri; buna karşılık nicel önemlerini koruyan hamalların, yükleme boşaltma işçilerinin, inşaatlarda ve diğer her çeşit işte çalışan niteliksiz işçilerin, eski bekâr uşaklarını andıran biçimde kente iş aramaya gelenler arasından çıktıkları söylenebilir. 20. yy'ın başlarında, hattâ Cumhuriyet'ten sonra bile, "amele" ve "işçi" sözcükleri, işçi sınıfı içindeki iki farklı katmanı belirtmek için, bilinçli bir seçmeyle değil ama gözlemlerin yarattığı bir alışkanlıkla uzun süreler kullanılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |