HOLDİNGLER
istanbul, çeşidi büyüklükteki şirketleri bir çatı altında toplayan büyük holdinglerin merkezidir. Türkiye ekonomisini yönlendiren büyük gruplar, ilk birikimlerini çoğunlukla Anadolu'dan (özellikle başkent Ankara'dan) sağladıktan sonra, sanayici kimliklerine istanbul'da kavuşmuş ve istanbul'da büyümüşlerdir. Koç, Sabancı, Çukurova, Akkök, Tekfen, Profilo, ST-FA gibi isimlerin ilk sıralarda yer aldığı büyük holdinglerin geçmişlerine bakıldığında, bunların çoğunluğunun başkent Ankara ve Çukurova orijinli olduğu dikkati çekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nün Batı kapitalizmi ile bütünleşmeye başladığı 19. yy' m ikinci yarısında Batı ile kurulan ekonomik ilişkiler, gayrimüslim tüccarlarca yürütülüyordu. Müslüman Türklerin uzak durdukları ticaret Rum, Ermeni, Musevi azınlık tarafından gerçekleştiriliyordu. Müslü-man-Türk tüccarın yaratılması için çabalar Osmanlı'nın son dönemlerinde başlatılmış, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da sürmüştü. Bugünün büyük sermayesini oluşturan grupların çoğu, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmış ve ilk birikimlerini "devletçilik" olarak adlandırılan dönemde sağlamışlardır. Yeni Cumhuriyet'in ihtiyacı olan malların temini, başta demiryolları olmak üzere altyapı yatırımlarının müteahhitliği, madenlerin işletilmesi gibi alanlardan sağlanan gelirler, bugünkü büyük sermayedarların ilk birikim kaynaklarıdır.
Bugünün büyük sermayedarları için ö-nemli bir birikim konjonktürü, II. Dünya Savaşı yıllarının karaborsa ortamı ve 1942' deki Varlık Vergisi uygulamasıdır. Karaborsa ortamında büyük spekülasyonlarla olağanüstü kazançlar sağlayan varlıklı sınıf, bu kazançları vergilendirmeyi amaçlayan Varlık Vergisi uygulamasında da yeni bir sıçrama yapma olanağı bulmuştur.
Varlık Vergisi, II. Dünya Savaşı'nın o-lağanüstü kazançlarını, rantlarım vergilendirmeyi amaçlamış, ancak sonuçta, ticarete hâkim azınlık sermayesinin üstünlüğünün Müslüman-Türk tüccara geçmesini sağlamıştır. Keyfi ve insan haklarına aykırı biçimde uygulanan bu vergi, azınlıklara ait önemli servetlerin, yok pahasına Müslüman-Türklere satılması sonucunu doğurmuştur.
II. Dünya Savaşı sonrasında hem dünyada hem de Türkiye'de yaşanan değişimler, Türkiye'de özel sermaye birikim sürecine de yansıdı. Tercihlerin özel sektör öncülüğünde kalkınma yönünde kullanıldığı bu-dönemden itibaren, o güne kadar
ilk birikimlerini başkent Ankara'da, Çukurova'da, kısaca Anadolu'da, ticaretten, aracılıktan sağlayan sermayedarlar kimliklerine sanayiciliği de eklemek üzere İstanbul'a yerleştiler.
Devlet yatırımlarının Anadolu'da yoğunlaştığı 1930'lar ve 1940'larda, İstanbul' un ekonomik önemi ikincil planda kalmıştı. II. Dünya Savaşı sonrasının yeni dünya ve Türkiye dengeleri, İstanbul'u tekrar ön plana çıkardı. Haliç gibi doğal bir limana sahip olması; iki imparatorluğa başkentlik etmesi dolayısıyla çok önemli birikimleri miras alması; Doğu-Batı arasında transit geçit yolu üzerinde olması gibi tarihsel ve jeocoğrafik avantajlarının ya-nısıra, yeniden dış dünyaya açılan Türkiye'nin "çıkış kapısı" olması; istanbul'u özel sermayenin yerleşeceği ve büyüyeceği merkez durumuna getirdi.
Bugünün büyük holdinglerinin 1950' lerde istanbul'u merkez seçmelerinde başka etkenler de vardı, istanbul, yabancı banka ve sigorta şirketlerinin merkeziydi. İthalatın ana kapısıydı. Nüfus yoğunluğu açısından en öndeydi ve gelişmeye en açık kentti. O günün olanakları çerçevesinde ulaşım, haberleşme vb altyapı yatırımları açısından en avantajlı durumdaydı. Nüfusunun alım gücü Anadolu'ya göre oldukça yüksekti. Eğitimli, nitelikli eleman sayısı yine Anadolu'ya göre öndeydi.
Sabancı
Topluluğu'nun
4. Levent'teki
merkez
binaları.
Nazım
Timuroğlu, 1994
İstanbul, sadece yerli sermayedarlar a-çısından değil, yabancılar açısından da yatırıma en uygun kentti. Dış ticaretle, fi-nansla uğraşan yabancı firmalar, üretime dönük yatırım söz konusu olduğunda da yatırım yeri olarak istanbul'u seçmişlerdi. Nitekim, Türkiye'de özel sanayi yatırımlarını geliştirmek ve desteklemek amacıyla, Dünya Bankası öncülüğünde kurulan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası da merkez olarak kendisine İstanbul'u seçmişti. Hissedarları arasına bugünün büyük holdinglerini alan bu banka, Dünya Bankası kaynaklı ucuz kredileri yerli-yabancı ortaklı şirketlere aktararak özel sektör eliyle kurulan sanayiye bir tür "ebelik" yaptı. Başlangıçta, dayanıklı-dayanıksız tüketim malları üretimine dönük olan bu sanayi, zaman içinde ara ve yatırım mallarına doğru bir gelişme gösterdi. Çoğu yabancı sermaye ile ortak, iç pazara dönük, ucuz faiz, düşük kur avantajından yararlanan ve yüksek gümrük duvarlarıyla korunan bu sanayi, daha baştan tekelci özellikte işletmeler olarak kuruldu ve hızla büyüdü.
Fabrika kuruluş yeri olarak başlangıçta İstanbul seçilirken, zaman içinde yatırımlar çevre iller olan Bursa, Kocaeli, Sakarya, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Bilecik'e yöneldi. Çukurova kökenli holdingler, merkezlerini istanbul'a almakla birlikte birçok sanayi yatırımları-
nı Adana-Mersin aksı üzerine kurdular. Özetle, holding merkezi İstanbul'da tutularak çevreye yayılan sanayi İstanbul'dan sevk ve idare edildi. Fabrikalar İstanbul'un dış halkalarına ve çevre illere yayılırken holdinglerin merkezi, holdingin finans, turizm, dış ticaret ofisleri ve diğer hizmet yatırımları istanbul'da tutuldu.
İstanbul merkezli büyük holdinglerin anatomileri incelendiğinde, hemen hepsinin ana kimliğini sanayicilik oluşturmakla birlikte finans ve hizmet sektörlerinde de faaliyet gösteren şirketlerin sahipleri olduğu görülmektedir. Holdingler, dikey ve yatay bütünleşmelerle hem sanayinin alt sektörlerinde bir çeşitliliğe gitmişler hem de sanayi dışı alanların çoğunda faaliyet gösteren bir yapıya kavuşmuşlardır. Kârlılık oram yüksek her alan holdinglerin ilgi alanına girmiş, eğitim, medya gibi, ilk planda kâr maksimizasyonu güdülmeyen ama holdingin global hedeflerine hizmet edecek sektörler de ihmal edilmemiştir.
istanbul merkezli holdinglerin başlıca-ları Koç, Sabancı, Çukurova, Enka, Eczacı-başı, Akkök, ST-FA, Tekfen, Profilo, Elgin-kan (ECA), Alarko, Bodur, Doğuş, Toprak, Borusan gruplarıdır.
Bunlardan en önemli bazılarının profili şöyledir:
Dostları ilə paylaş: |