İstantml İdadileri Öğretim Programı
(1910-1911)
Sınıflar ve Ders Saatleri
Dersler
|
I
|
//
|
III
|
IV
|
V
|
W
|
VII
|
Kufan-ı Kerim maa Tecvit
|
-
|
2
|
1
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Ulûm-ı Diniye
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
Hesap
|
2
|
2
|
2
|
3
|
-
|
-
|
-
|
Hendese
|
-
|
1
|
2
|
1
|
2
|
1
|
1
|
Cebir ve Müsellesat
|
-
|
-
|
-
|
-
|
2
|
1
|
-
|
Kozmoğrafya
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
1
|
Malumat-ı Fenniye
|
2
|
1
|
2
|
1
|
1
|
2
|
3
|
Hikmet-i Tabiiye-Mihanik
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
Kimya
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
Tarih-i Tabu
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
1
|
Coğrafya
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
-
|
Tarih
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
2
|
3
|
Arabî
|
3
|
2
|
1
|
2
|
2
|
2
|
2
|
Farisi
|
3
|
1
|
1
|
2
|
1
|
-
|
-
|
Türkçe
|
6
|
5
|
4
|
4
|
3
|
|
|
Fransızca
|
-
|
1
|
2
|
4
|
5
|
-
|
-
|
Usul-i Defteri
|
-
|
-
|
-
|
-
|
1
|
2
|
2
|
Malumat-ı Medeniye
|
-
|
1
|
1
|
-
|
-
|
3
|
3
|
Ahlak ve Malumat-ı Medeniye
|
-
|
-
|
-
|
1
|
1
|
1
|
1
|
Malumat-ı iktisadiye ve Kanuniye
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
1
|
-
|
Toplanı
|
22
|
22
|
22
|
24
|
24
|
23
|
23
|
Seçmeli Dersler
|
Arapça
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
1
|
1
|
Rumca
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
2
|
2
|
Bulgarca
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
2
|
2
|
Ermenice
|
-
|
-
|
-
|
2
|
2
|
2
|
2
|
Hat (rık'a ve sülüs)
|
1
|
1
|
1
|
1
|
1
|
2
|
2
|
Kaynak: H. Â. Yücel, Türkiye'de Orta Öğretim, ist.,
|
1938, s. 155
|
|
|
|
|
|
|
tik, piyano, Fransızca dersleri de vardı. 4 Ekim 19H'de de 3 yıl rüştiye, 2 yıl idadi sınıflarını içeren istanbul inas idadisi Sultanahmet'te kiralanan bir konakta hizmete girdi. Bu okul, 14 Mart 19l6'da Leyli-Neha-ri inas Sultanisi adını almış ve Aksaray'a taşınmıştır. 1913'te istanbul idadileri sultaniye dönüştürüldü. 1918'den sonra yeniden idadi konumuna getirilen okullar şunlardı: istanbul inas idadisi, Mercan, Vefa, Kabataş, Gelenbevî, Davutpaşa ve Üsküdar idadileri. 1924'te toplanan ikinci Hey' et-i llmiye'nin kararı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereğince, idadiler liseye dönüştürüldü.
Bibi. Mahmud Cevad Ibn eş-Şeyh Nâfi', Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilat ve icraatı, ist., 1338; Ergin, Maarif Tarihi, II, 412 vd, III, 748 vd, IV, 1186 vd; Nafi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, I, ist., 1930, s. 115; H. Â. Yücel, Türkiye'de Ona Öğretim, ist., 1938, s. 145 vd; Salname-i Neza-ret-i Maarif-i Umumiye, sene 1319, s. 140 vd; F. R. Unat, Türkiye'de Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, ist., 1964, s. 45-46; Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, îst, 1993, s. 201 vd; H. Ayteldn, Ittihadve Terakki Dönemi Eğitim Yönetimi, Ankara, 1991, s. 82 vd; N. Sa-kaoğlu, "Tanzimat Okulları", TT, S. 72 (1989), s. 26 vd.
NECDET SAKAOĞLU
İDARE-İ AZİZİYE
136
137
İDARİ YAPI
İDAKE-İ AZİZİYE
Yolcu ve yük taşımacılık şirketi.
Abdülaziz'in deniz ulaşımına yakın ilgi göstermesi ve bu hizmetleri kendi himayesi altına almayı arzu etmesi üzerine 1862'den itibaren yolcu ve yük taşımacılığım yürütmekte olan Fevaid-i Osmaniye İdaresi'nin(->) adı, Haziran 1871'de değiştirilerek Idare-i Aziziye oldu. Abdüla-ziz bu işletmenin sermayesini artırarak büyük bir şirket haline getirilmesini düşündüğünden, şirketin kurulmasına kadar Idare-i Aziziye geçici olarak Bahriye Nezareti' ne bağlanmıştı. Şirketin kurulması gerçekleştirilemediğinden İdare-i Aziziye işletmesinin başına, o sırada Şûra-yı Devlet a-zası olan ve daha önce Hazine-i Hassa Vapurları Idaresi'nde hizmetleri bulunan Bo-gos Efendi getirildi. İşe İngiltere'ye iki yeni vapur sipariş ederek başlayan Bogos Efendi 1872'de öldüğünden görev süresi kısa sürdü. İşletmenin başına Yuvan Avra-midis (Con Paşa) tayin edildi. Con Paşa' nın yönetimi sırasında yeni vapurlar satın alınarak İstanbul'da Haydarpaşa, Kadıköy ve Adalar'a yapılan vapur seferleri artırıldı. İdare-i Aziziye Trabzon, Girit ve Trab-lusgarp gibi hatlarda da vapur işletiyordu.
Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi nedeniyle işletmenin adı 1878'de İda-re-i-Mahsusa'ya çevrildi, îdare-i Aziziye işletmesinden İdare-i Mahsusa işletmesine irili ufaklı 79 vapur devredildi.
îdare-i Mahsusa işletmesi bir süre bir u-mum müdürlükle yönetildi. 1888'de îdare-i Mahsusa umum müdürlüğüne devrin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tayin edildi. Con Paşa ise müdür muavinliğinde kaldı, îdare-i Mahsusa dönemi gerek uzak hatlarda, gerekse de İstanbul'da vapur işletmeciliği açısından son derece olumsuz geçti. Arızalanan vapurlar, bakım ve tamirleri yapılmak yerine çürümeye terk edildi. Haliç'te demirleyecek yer kalmadığından vapurların bir bölümü Paşabahçe-Beykoz arasına çekildi. Bunların bir bölümü demir üstünde çürüyerek battı, 38 vapur ise işletme bünyesinden çıkarılarak satıldı. Birçok vapur hattı iptal edildi. 1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiğinde işletmenin elinde 16 vapur kalmıştı.
3 Kasım 1909'da İdare-i Mahsusa işletmesi bir İngiliz şirketine satıldı. Ama kısa bir süre sonra hükümetin değişmesi ve satış mukavelesinde bulunan "hükümet tarafından vuku bulacak taleb üzerine şirket vapurların hepsini veya bir kısmını hükümetin emrine hazır bulundurmaya mecburdur" maddesini îngiliz şirketinin kabul etmemesi yüzünden mukavele feshedildi ve geri alınan işletmenin adı Osmanlı Sey-r-i Sefain idaresi biçiminde değiştirildi (bak. Seyr-i Sefain İdaresi).
İSTANBUL
İDARİ YAPI
Bizans Dönemi
Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, İstanbul idari açıdan hep farklı ve ayrıcalıklı bir yapıya sahip oldu. Kentin konumu ve işlevleri kadar, Bizans ve Os-
manlı imparatorluklarının merkezi olması da böyle bir farklılığı gerekli 'kılıyordu. I. Constantinus (hd 324-337) imparatorluğun merkezini Bizantion'a taşırken kente "İkinci Roma" ya da "Yeni Roma" adını yakıştırmış, ona Roma'nın tüm ayrıcalıklarını tanımış ve Roma eyalet sisteminin dışında tam bağımsız bir yönetim sağlamıştı. Kentin başına "prokonsül" ve "arkont" unvanlarını birlikte taşıyan bir yönetici geçirildi. Arkontluk, kentin geçmişteki yönetim biçimi ve kendi tarihiyle bağlarım sağlıyordu. 359'da Konstantinopolis'in ilk "praefectus urbi"si (kent yöneticisi) atandı. "Yeni Roma"da Roma'nın gerek kentsel gerekse yönetimsel yapısı benzer şekilde tekrarlandı. II. Teodosios döneminde (408-450) kentin 14 bölgeye ayrıldığı, bu 14 bölgenin tümünün başında kentin yöneticisine (praefectus) bağlı bir "curator" un bulunduğu; her bölgeden beş kişi olmak üzere "vicomagistri'lerin (vico: Yol, sokak), yani yol veya sokak yönetici veya bekçilerinin, "curator"a işinde yardımcı oldukları biliniyor.
7. yy'dan itibaren Bizans'ta Yunan etkisi dil, kültür ve kurumlarda kendini daha fazla duyurmaya başladıkça, unvanlar ve makamlarla birlikte idari yapı da değişmeye yüz tuttu. Herakleios döneminde (610-640) kurulan "tema" sistemi Roma' nın eyalet sisteminin yerini aldı. Konstan-tinopolis, imparatorluğun Optimaton te-ma'sına dahildi. Ancak, temaların başına "strategos" denen ve asıl görevleri askeri nitelikte olan memurlar atanırken Konstantinopolis'in yönetimi eparhos'a bağlandı (bak. eparhos tes poleos). Mülki ve beledi yetki ve sorumluluklara sahip olan, günümüzdeki vali ve belediye başkanlığı makamlarının yetkilerini kendinde toplayan bu mevki, kentteki en yüksek görev, eparhos'luk da en yüksek unvandı. Roma döneminin "praefectus praetorio"sunun (vali) bir devamıydı. Kenti, altında yer a-lan çok sayıda memurla yönetirdi. Aynı dönemde, Roma İmparatorluğu'ndaki "sc-rinia" (kâtipler-memurlar) yerini "logot-hesia"ya veya "secreta"ya bıraktı. "Logot-hetes ton dromon" (ulaştırma ve posta işlerinden sorumlu yönetici) en önemli memurlardan biriydi. İçişlerine, dışişlerine, hazineye, asayişe vb'ye bakan "logothe-tes"ler vardı. Dışişlerine bakan yüksek görevli daha sonraları "büyük logothetes" diye anılmaya başlandı. Adalet işlerine bakana "quaestor", başkomutana "megas domestikos", donanma komutanına "megas durangarios" deniyordu. Bu en yüksek idari görevlilerin tümü imparatorluğun merkezi olan Konstantinopolis'te bulunuyor ve kentin yönetiminde de etkilerini hissettiriyorlardı.
Daha L Constantinus döneminde ihdas edilen "quaestor"luk makamı imparatorluk fermanlarının kaleme alındığı, halkın şikâyet dilekçelerinin kabul edildiği yer idi. 539'da I. tustinianos (hd 527-565) ikinci bir "quaestor"luk makamı oluşturarak bunu sadece Konstantinopolis'teki güvenlik hizmetleri ve adli düzenlemelerden sorumlu kıldı. Nüfusa ilişkin işleri, özellikle
kente yeni gelenlerin denetimini bu görevliler yapıyordu. 8-9. yy'larda eski gücünü kaybeden bu makamın görev ve yetkileri daha sonra bir dizi başka memuriyet ve makam arasında paylaşıldı.
İdari yapıda önemli yeri olan bir başka memurlar grubu "kritai" (yargıçlar) idi. İlk kez I. İustinianos döneminde oluşturulan bu organ, imparatorluğun diğer yörelerinde kimi eyaletlerde en yüksek idari otoriteyken Konstantinopolis'te yargı göreviyle yetinmekteydi. 10. yy'da ortaya çıkan "mezason"luk ise, tarihçi Mihael Du-kas'a(->) göre Osmanlılardaki vezirliğe eşdeğerdi. Paleologoslar döneminde (1261-1453) kurumlaşarak güçlerini artıran me-zason'lar imparatorların en yakın yardımcılarıydılar. İmparator ve tarihçi İoannes VI. Kantakuzenos (hd 1347-1354) kendi mezason'u Dimitrios Kidones'ten söz e-derken Kidones'in sarayda yaşadığını, çünkü kendisinin ona gece gündüz ihtiyaç hissettiğini yazar.
Bizans'ta her türlü yönetim kademesi, bürokrasinin en alt basamağından en tepeye kadar imparatora bağlıydı. Bu kişileri atayan, görevde yükselten ve görevden alan imparatordu. Her memur, biri onursal diğeri de yaptığı işe bağlı yani işlevsel iki unvan taşırdı. Göreve atanmak için eğitim veya sosyal statüye bağlı önkoşullar yoktu. Eğitim bir avanta] olmakla birlikte, idari görevlere atanma hakkı esas olarak yönetici ve memur çocuklarına tanınmıştı. Bizans'ın idari yapısının imparatorluğun başkenti Konstantinopolis'in yönetimine ve günlük hayatına da yansıyan en tipik özelliklerinden biri, devlet yönetimi ile saray arasındaki iç içeliktir. Bizans devlet sisteminin ve idari yapısının özelliklerinin izlerini taşıyan siyasal gelişme ve entrikalar, "Bizans entrikaları" deyimini günümüz siyasal terimleri arasına sokmuştur. 12. yy'dan başlayarak, Bizans'ta yönetimsel görevler ve yüksek memuriyetler asil ailelerden ve saray çevresinden gelenlerin atandıkları soya bağlı bir özellik kazanmaya başladı. Komnenos Hanedanı(-») döneminde yüksek devlet hizmetlerine girmek, imparatorluk ailesinin üyeleri, onların akraba ve hısımlarına tanınmış bir ayrıcalık oldu. Memuriyetlerin babadan oğu-la geçmesi ilkesi, Paleologoslar döneminde iyice pekiştirildi. 14. yy'da hemen hemen bütün yüksek memur ve görevliler aynı soydan ve hısımdılar.
Osmanlı Dönemi
İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra da diğer Osmanlı eyalet ve kentlerinden farklı bir idari yapıya sahip oldu. Padişahın, sarayın ve hükümet merkezinin bulunduğu payitahtın yönetimi aslında doğrudan doğruya padişaha ve sadrazama bağlı sayılıyordu. Bu yüzden 1869'a kadar Osmanlı eyalet sisteminin dışında kaldı ve kendine özgü bir yönetim modeline sahip oldu. Fetihten sonra Osmanlı ülkesi çeşitli dönemlerde yapılan düzenlemelerle eyaletlere ayrılırken İstanbul eyalet yapılmadı. II. Mahmud'un (hd 1808-1839) idari reform ve düzenleme deneme-
leri sırasında, 1826'da Yeniçeri Ocağı lağ-vedilene kadar, İstanbul'un en büyük mülki amiri "İstanbul efendisi" diye de adlandırılan İstanbul kadısıydı (bak. İstanbul Kadılığı). Kadı, kentin en üst yargı mercii olduğu kadar, asayişin sağlanmasından çeşitli belediye hizmetlerinin yerine getirilmesine kadar, hem beledi hem mülki yetki ve sorumlulukları kendisinde topluyordu. Yetkilerini kullanırken, kent yönetiminde kendisine subaşı, böcekbaşı, mimarbaşı vb güvenlik, temizlik, imar işlerini yerine getirtmekten sorumlu, Yeniçeri Ocağı'na bağlı görevliler yardımcı olurlardı. İstanbul kadısının kentin çeşitli bölgelerindeki "ayak naibi" adı verilen vekilleri de kadı adına teftiş, gözetim ve denetim yetkilerine sahiptiler. Bu dönemde İstanbul, asıl kent merkezi (suriçi) ile Eyüp, Galata ve Üsküdar'ı içeren Bilad-ı Sela-se(-0 denen bölgelere ayrılmıştı. Eyüp, Galata, Üsküdar kadıları, İstanbul kadısına hiyerarşik bir bağımlılık içinde olmamakla birlikte, protokolce ondan daha a-şağı sayılırlardı. Bu kadıların da kendi bölgeleri dahilinde ayak naipleri vardı. İstanbul ve Bilad-ı Selase de 40 ayak naipliğine, yani nahiyeye ayrılmıştı. Kadının ma-hallelerdeki temsilcileri imamlardı. İmamlar II. Mahmud döneminde muhtarlık örgütlenmesi kuruluna ve gerek İslam gerekse reaya mahallelerinde birinci ve ikinci muhtar olarak ikişer kişi seçilene kadar mahallelerin mülki ve idari amirleriydiler. Ancak İstanbul kadısından başlayıp imamlara kadar bütün kademelerdeki bu yönetici ve görevliler doğrudan padişah bera-tıyla tayin edilirlerdi. Diğer yerlerdeki ka--dılar daha bağımsız oldukları halde, merkezi yönetim etkisini en fazla İstanbul kadısı üzerinde gösterir, sadrazam ve padişah şehrin yönetimine bizzat müdahale ederdi. İstanbul kadısı doğrudan Babıâli'ye bağlıydı. Buna karşılık vilayetlerdeki kadılar o yörenin beylerbeyi veya sancakbe-yine bağlıydılar. 1826'da yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra, İstanbul kadısına Yeniçeri Ocağı'na bağlı görevliler ile yürüttüğü işlerin büyük bölümü etkin biçimde yapılamaz oldu ve yeni bir düzenleme gerekti. Özellikle gelirlerin toplanabilmesi, esnafla, loncalarla ilgili bütün işlerin düzenlenebilmesi için İstanbul'da İntisap Nezareti kuruldu. 1830'lardan itibaren İstanbul kadısının önemi ve etkisi giderek azaldı. 1836'da Evkaf Nezareti'nin kurulmasıyla diğer kadılar gibi İstanbul kadısı da sadece yargı görevini yerine getirmeye başladı.
İhtisab Nezareti'nin görevi vergilerin toplanması, güvenliğin sağlanması, kent yaşamının çeşitli alanlarında düzenin sağ-lanmasıydı (bak. İhtisab). Ancak bu nezaret bekleneni veremediğinden ve çeşitli yolsuzluklar ve şikâyetler yüzünden en önemli yetkileri 1846'da kurulan Zaptiye Müşirliği'ne devredildi. İhtisab Nazırlığı' nın alanı, narh, ürün denetimi ve esnaf kontrolü ile sınırlandı.
Tanzimat'tan, özellikle de 1846'dan sonra, Osmanlı Devleti idari yapıda sürekli arayış içinde görülmektedir. Vilayet ni-
Bir çarşı ressamının çizgileriyle istanbul'da idari yapının başındaki kadı, 17. yy, anonim. Galeri Alfa
zamnameleri, talimatlar birbirini izler. 1846' da İstanbul, esas olarak Zaptiye Müşirliği tarafından (daha sonra Zaptiye Nezareti) yönetilmektedir. 1846'da yayımlanan ilk Devlet Salnamesi'T\âe, imparatorlukta bulunan 39 eyalet ve bunlara bağlı 76 liva arasında İstanbul yoktu. Payitaht yine e-yaletler sisteminin dışında bırakılmıştı. 1845-1865 arasında diğer eyaletlerde valiliğe ait olan tüm görev ve yetkiler istanbul'da aslında doğrudan Babıâli'ye bağlı olan Zaptiye Müşirliği'ndedir. 1864'te çıkarılan Vilayet Nizamnamesi de İstanbul'u içermemiş, payitahtın özel idari statüsü sürmüştür. Vilayetler, önce örnek olarak Tuna Vilayeti'nden başlayarak kurulmaya ve düzenlenmeye çalışılırken vilayet sisteminin bütün ülkeye yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere 1867'de yeni bir nizamname daha çıkarılmış; bütün ülkedeki vilayetlerin sancak ve kazaların durumları yeniden düzenlenmiştir. 1867 nizamname ve uygulamasına göre, İstanbul da özel yönetime sahip bir vilayet olmuştur. Ancak diğer bütün vilayetlerin valileri varken, hükümet merkezinin bulunduğu İstanbul'da valilik görevi, 1846'dan beri devam ettiği gibi Zaptiye Müşirliği'nin uhdesindedir. Buna göre Dersaadet ve Bilad-ı Selase dışında, Çekmece-i Kebir (Büyükçek-mece), Çekmece-i Sagir (Küçükçekmece), Çatalca, Terkos, Berkos (Kemerburgaz), Suyolu kazalarını içeren Çekmece Sancağı, Beykoz'la birlikte Şile, Gekboza (Gebze) ile birlikte Kartal ve Adalar kazaları Bâb-ı Zaptiye'ye bağlıdırlar. Daha önce İstanbul'a bağlı olan Silivri Livası'nın 1867' de Edirne Vilayeti'nin Tekfurdağı (Tekirdağ) Sancağı'nın kazası olduğu anlaşılmaktadır. Yalova ise Hüdavendigâr Vilayeti'nin merkez sancağı Bursa'ya bağlı-
dır. 1869-1870'te, "Dersaadet ve mülhakatı idare-i zabıta ve mülkiye ve mehakim-i nizamiyesi hakkında", özel bir nizamname yayımlanarak zaptiye müşirine İstanbul valisi unvanı verilmiştir.
îdari-mülki yapı böyle bir gelişme gösterirken İstanbul'da kentin belediye işlerine bakmak üzere 1854'te şehremane-ti(->) kurulmuş, şehremanetinin kuruluşuyla da zaten yetkileri kısıtlanmış olan İhtisab Nezareti lağvedilmiştir. Şehremaneti, merkezi hükümete sıkıca bağlıydı. Şehremini Babıâli tarafından seçilip padişah iradesiyle tayin ediliyordu. Zaptiye Müşirliği gibi şehremaneti de merkezi devlet yapısının parçasıydı ve aralarındaki fark çoğunlukla bir görev bölüşümünden ibaretti. 1868'de şehremaneti yeniden düzenlendi. 1876'da Meşrutiyet ilan edilince çeşitli çabalara rağmen bir türlü oturmamış olan İstanbul'un yönetiminin Paris kenti modeline göre düzenlenmesi gündeme geldi. Şehremaneti örgütü yeniden ele alınıp güçlendirilmek istendi. İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı, İstanbul ve diğer vilayet belediyeleri için iki ayrı belediye kanunu çıkardı. Ayrıca bir Dersaadet belediye kanunu çıkarılması, taşra mebusanla-rının itirazlarına ve tartışmalara yol açtı. Öte yandan şehremininin vali mi yoksa belediye reisi mi olduğu tartışmaları da sürüp gitti. 1876-1877'de Dersaadet (İstanbul) ve bağlı yönetim birimlerinin zabıta işleri, eskisi gibi Zaptiye Nezareti'ne bağlı kalırken İzmit, Biga, Çatalca sancakları; Adalar, Kartal, Şile, Beykoz, Gebze kazaları doğrudan şehremanetine bağlandı. 1877 Devlet Salnamesi 'nde İstanbul, idari açıdan Üsküdar, Beyoğlu, Kaza-ı Erbaa ve İzmit olmak üzere Zaptiye Nezareti'ne bağlı 4 mutasarrıflığa bölünmüştü. Üsküdar'ın Kartal, Beykoz, Şile ve Gebze olmak üzere dört kazası vardı. İzmit de Geyve, Karamürsel, Adapazarı, Kandıra kazalarından oluşuyordu. Kaza-ı Erbaa'm merkezi Çatalca idi ve Büyükçekmece, Silivri ile Terkos ve Suyolu nahiyelerini içeren Küçükçekmece'yi kapsıyordu. 1879'da Biga ve İzmit'in şehremanetiyle olan idari bağları uzaklık gerekçesiyle kesildi.
Elde bulunan çalışma ve belgelere göre 1890'da İstanbul'un kazaları Merkez, Büyükçekmece, Çatalca, Silivri, Beykoz, Kartal, Şile, Gebze ve Adalar'dır. 1892 Devlet Salnamesi'ne göre Çatalca Kazası bağımsız sancağa dönüşmüş ve İstanbul'dan ayrılmıştır. Çatalca'nın kazaları olan Silivri ve Büyükçekmece ve nahiyesi olan Terkos da İstanbul Vilayeti'nin idari yapısı dışına çıkmıştır. 1899 Devlet Sal-namesi'nde Yalova Kazası'nın bağımsız sancak olan İzmit'e bağlandığı yer alır.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'un idari yapı ve statüsü yeniden tartışma konusu olmuştur. Genel eğilim İstanbul'a o zamana kadar tanınmış olan ayncalıkların ve uygulanmış farklı yönetim modelinin kaldırılmasıydı. Kanun-i Esasi'nin 2. maddesi "Devlet-i Osmaniye' nin payitahtı İstanbul şehrinin ve şehr-i mezkûrun sair bilad-ı Osmaniye'den ayrı olarak bir gûna imtiyaz ve muafiyeti
İDRİS-İ MUHTEFÎ
138
139
İETT
yoktur" diyordu. Ancak istanbul'un yapısı ve sorunlan bu kanun maddesine uymadığından bu uygulamadan çabuk vazgeçildi ve kanunun değiştirilmesi yoluna gidildi. Diğer vilayetlerin aksine istanbul'da vilayet, şehremanetinin gerisinde âdeta onun bir uzantısı gibi kalmayı sürdürdü (bak. belediye). Hattâ Mütareke yıllarında istanbul'da vilayet örgütü Dahiliye Ne-zareti'nin bir kararnamesiyle kaldırılmaya çalışıldıysa da bu kararname Babıâli tarafından işleme konmadı. 1918'de konuyu kesin karara bağlama zorunluluğu doğdu. Bir komisyon kuruldu ve komisyonda valilik makamı ve valiliğin şehirdeki en üst yetki mercii olması lehine karar alındı. Bu sıralarda istanbul Vilayeti, Beyoğlu ve istanbul mutasarrıflıkları ile Bakırköy (Makriköy), Beykoz, Kartal, Adalar, Gebze, Şile ve uzakta Tuna üzerinde tek kalmış bir kale olan Adakale'den meydana gelmekteydi. Cumhuriyet ilan edildiğinde de bu bölünme geçerliydi.
Dostları ilə paylaş: |