KANDİLLİ YAZMALARI
412
413
KANIK, ORHAN VELi
Kandilli Rasathanesinde güneş lekelerini gözlemede kullanılan Cari Zeiss Jena teleskop. Ozan Bilgiseren, 1993
den kalma 2 deniz kronometresi, 2 Leroy kronometresi ve 2 sekstant temin edilerek saatlerin doğru olarak saptanmasına başlandı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Rasatha-ne-i Amire diye anılan Kandilli Rasatha-nesi'ne Vaniköy Rasathanesi de denmiştir. 1928'den sonra "Maarif Vekâleti He'yet ve Fizik-i Arzi istanbul Rasathanesi", 1940'tan itibaren de "Kandilli Rasathanesi, Astronomi ve Jeofizik" adını aldı.
1924'te Kandilli Rasathanesi bünyesinde Türkiye'deki ilk "oşinografi" (okyanus bilimi) çalışmalarına başlandı ve İtalya hükümetinin yardımı ile Arnavutköy, Anado-lukavağı ve Burgazadası'nda mareograf istasyonları kuruldu. 1925'te bir ekvatoryal dürbün satın alındı. 1928'de deprem binası ile dürbün binasının, 1937'de mıknatıs ayar binasının yapımına başlandı. Bu yıllarda rasathaneye pek çok alet de alınmıştır.
II. Dünya Savaşı yıllarında ihmal edilen Kandilli Rasathanesi'ne 1949'da bir kuartz saati, kronograf ve sismograflar getirtildikten sonra milisaniye derecesine kadar doğru zaman ayan veren "zaman bölümü" faaliyete geçti. 19601ı yıllar Kandilli Rasat-hanesi'nin en parlak dönemidir. Astronomi, güneş fiziği, zaman, radyo-astronomi ve güneş enerjisi konularındaki çalışmaları, optik alet yapım laboratuvarmın, korona ve kozmik ışın gözlem istasyonunun kuruluşu izledi. Bu dönemde ayrıca yer magnetizması, meteoroloji ve paleomag-netizma grupları oluşturuldu.
Kandilli Rasathanesi, 1982'de Milli Eğitim Bakanlığı'ndan ayrılarak, Boğaziçi Üni-vesitesi'ne bağlandı. Günümüzde astronomi, astrofizik, coğrafya, jeodezi, jeofizik, jeomanyetizm ve sismoloji alanlarında çalışmalar yapmakta, jeodezi, jeofizik ve dep-
rem mühendisliği konusunda doktora e-ğitimi vermektedir. Rasathanenin astronomi ile ilgili eski aletlerden oluşan bir koleksiyonu ile islam astronomisine ve astrolojisine ilişkin 500 dolayında yazmayı da kapsayan zengin bir kitaplığı vardır.
Deprem araştırmalarının yapıldığı bölüm Türkiye çapında 37, istanbul çapında ise 21 istasyon ile faaliyet göstermektedir. Bunların 9'u Ayasofya'da, 8'i Süleyma-niye Camii'nde, l'i Yerebatan Sarayı'nda, l'i Süleymaniye'deki Botanik Bahçesi'n-de, l'i Küçükçekmece Nükleer Araştırma Merkezi'nde ve l'i de Fatih Camii'ndeki Nilüfer Hatun Türbesi'ndedir.
Kandilli Rasathanesi'nin günümüzde yürüttüğü çalışmalar arasında Kuzey Anadolu fay hattının batı yakası ile ilgili deprem tahminleri, deprem hareketlerinin tarihsel süreç içindeki performansı, Ayasofya'nın ve Süleymaniye Camii'nin deprem performansı ile ilgili olanlar sayılabilir. Öte yandan istanbul başta olmak üzere diğer şehirlerin deprem haritaları ile istanbul'un deprem master planı hazırlanmaktadır.
Bibi. M. Dizer, Kandilli Rasathanesi, ist., 1993; ay, "Kandilli Rasathanesi Tarihçesi", Cumhuriyet Döneminde Astronomi Çalışmaları Sempozyumu, ist., 1983, s. 12-22.
İSTANBUL
KANDİLLİ YAZMALARI
istanbul yazmalarıyla da ün kazanmıştır. Anadolu'nun pek çok ilinde istanbul'un semt, köy ve yaka isimleriyle tanınan yazma kalıplan; Balkanlar'da "istanbulin" a-dıyla bilinen yemeniler ve pek çok gezginin anılarında, bilim adamının kitabında yer alan bilgiler bu konuda tanıklık etmektedir. 19. yy'da P. Lecomte'un "kalemkâr" baskı yazmaları anlatırken değindiği semtler arasında Samatya, Kumkapı, Yenikapi; C. E. Arseven'in övgü ile söz ettiği Üsküdar, Kanlıca, Kandilli; F. P. Akbü'in kalıplarıyla birlikte bir örneğini sergilediği Beykoz ve R. Kaya'nın İstanbul yazmaları ko-
İstanbul manzaralı bir Kandilli yazması. C. E. Arseven, L'Art Türe, ist., 1939
nusunda bilgi verirken yer verdiği Yeni-köy bilinen merkezlerdir. Bu merkezler arasında Kandilli'nin kendine özgü bir yeri vardır.
19. yy'da ve 20. yy'ın başında Kandilli kalem işi yazma türünde çok kaliteli işçilik ve artistik yaklaşımlı süslemeleriyle tekstil süsleme sanatı alanında ayrıcalıklı boyutta ürünler veren bir yerdi. Bilindiği gibi kalem işi yazma mermerşahi türü seyrek dokunmuş, ince, beyaz pamuklu dokuma üzerine kalem adı verilen tavuk, kuş, samur vb hayvanların tüylerinden yapılmış fırça ile dış ve iç konturları çizilen, sınır çizgileri içinde kalan üniteleri ise kedi, samur kuyruğu vb kalın uçlu fırçalarla boyanan motif, desen ve kompozisyonlarla o-luşturulan bir el sanatıdır. Genellikle zemini keçe ile boyanarak renklendirilen bu tür yazmaların özel, kalemtıraş adı verilen keskilerle ıhlamur, şimşir, çam vb ağaçlardan oyulmuş kalıplar kullanılarak yapılan kalıp-kalem işi adı verilen karışık teknikli uygulama biçimi de vardır. Birinci grupta fırçanın verdiği olanaklar serbest el hareketleri ile oluşturulmuş, resim sanatına yaklaşım gösteren tasarımlar, ikinci grupta ise kalıbın getirdiği sınırlama ile süslemeciliğin ön planda tutulduğu kompozisyonlar gözlenmektedir.
Kolektif çalışmanın ürünü olan Kandilli yazmalarında nakkaşın, ressamın, baskıcının, ağaç işleri ve boya işleri ustalarının beraber uygulama yaptıkları giderek atölyelere işlemecilerin, yorgancıların da katılarak politeknik (çok teknikli) bir sisteme doğru yol alındığı fark edilmektedir. Günümüze ulaşmış, müze ve özel koleksiyonlarda bulunan parçalar arasında çit, yemeni, yazma ve çember isimleriyle bilinen kare başörtüleriyle "dolama" olarak isimlendirilen dikdörtgen başörtülerinin süslemelerinin baş bağlama biçimlerine göre tasarlanmış olması; bohçaların, kavuk örtülerinin, işlevleri göz önüne alınarak süslenmesi; seccade, yastık, yorgan gibi türle-
rin genellikle köpüme, çitime (kapitone) yapılması hem güzel, hem yararlı ürünler verme yolunda atılmış adımlara işaret etmekte ve çoğaltılabilen yazma türleri ile endüstri tasarımı alanında geçmişe doğru ilginç bir projeksiyon vermektedir.
Yazmalarda genellikle konu olarak gül, nergis, yasemin, karanfil, boruçiçeği, krizantem, lale gibi çiçekler ve servi, palmiye, hayatağacı gibi ağaçlardan oluşan bitkisel bezemeler; Arap harfleriyle oluşturulmuş şerit biçiminde beyitler ya da tuğra şeklinde yazılı bezemeler; sepet, kandil, vazo vb nesneli bezemeler; balık, kuş vb figürlü bezemeler seçilmiştir. Bu arada manzara ve natürmort biçiminde sunulmuş karışık konulardan oluşan tasvirler gözden kaçmamaktadır. Genellikle antinatüralist bir üslupla yansıtılmış stilize edilmiş bitkilerle yapılmış süslemeler arasında gerçeğe yaklaşan motifler de yer almaktadır. Perspektiften yoksun motiflerle yapılmış bezemelerde iki boyutluluk söz konusudur. Kabartma biçiminde köpüme ile sırınmış seccade ve yorganlarda basılı, çizili desenlerden farklı yönlerde gelişen ikinci bir kompozisyon şemasının yüzeyi bezediği fark edilmektedir.
Süslenmek istenen örtünün türü göz ö-nüne alınarak hazırlanmış kompozisyonlar, bir motiften ya da desenden oluşan kompozisyonlar ve birden fazla motiften oluşan kompozisyonlar olarak iki ana başlık altında kümelenmektedir. Birinci grupta resimsel bir anlatımla tek bir desen, i-kinci grupta ise ya sıralamalarla ya bir merkeze doğru yönlendirmeler ya da bir merkezden dağılan yönlendirmelerle dizilmiş motiflerle kompozisyonlar tasarlanmıştır. Bir desenden oluşan kompozisyonların çevresi bazen bir bordürle bezenmiştir. En güzel örnekler seccadeler arasında yer almaktadır. Bir tür enteryör olarak nitelendirilebilecek mihrap nişinden sarkan kandil motifi dikkati çekmektedir. Sıralamalarla düzenlenen kompozisyonlarda genellikle ince bordürlerle yapılmış çerçeveler; bir merkeze doğru yönlendirilmiş ya da bir merkezden dağılan motiflerle oluşturulmuş kompozisyonlarda ise halk dilinde kenar olarak isimlendirilen enli bordürle kullanılmıştır. Bazı örneklerde örtüyü çepeçevre saran bu bordürlerin, bazı örneklerde bazı kopukluklarla yalnız köşeleri bezeyecek biçimde tasarlandığı görülmektedir. Sıralamalarla düzenlenmiş kompozisyonlarda motifler ya dikey ya yatay ya da diyagonal eksende gelişme gösteren bir düzenle dizilmiştir.
Motiflerin oluşumuna göre kalem işi, kalıp-kalem, kalıpla baskı gibi teknikten yola çıkılarak isimlendirilen yazmalar zemin rengine göre "ince iş" ve "kaba iş" adları altında uygulanan tekniklerle boyanmıştır. Genellikle polikrom (çok renkli) bir renklendirme sistemi gözlenen Kandilli yazmalarında motif, desen oluşturulup boyandıktan sonra zemin açık renkler grubu olarak nitelendirilen pembe, mavi, yeşil, sarı, tarçın, eflatun gibi renklere boyanırdı. Bazı örneklerde ince iş diğer bir deyişle kalıpla yapılan süslemelerde her renk
19. yy'm
sonuna ait
Kandilli
yazması
bir bohçadan
detay.
H. Örcün Bangta
için ayrı bir kalıp kullanılırdı. En az dört renk kalıbı, örneğin san, pembe, mor, yeşil vb kalıplarla boyanan yazmaların motiflerinin yanısıra zeminleri de sonradan keçeler boyaya batmlarak renklendirilir-di. Kalın işte ise önce zemin boyanırdı. İnce işin koyu renk boyamaları da bu yolla gerçekleştirilirdi. Kahverengi, siyah, güvez, koyu renkler grubunda ele alınır ve kalın işle boyanırdı. Kalın işte siyah plaka, mavi plaka, sarı plaka vb gibi zemin rengine göre isimlendirilmiş her bir renk için ayrı renk gruplarıyla hazırlamış kalıplarla önce karakalem desen basıldıktan sonra renklendirme yapılırdı. Siyah plaka için san, ye'şil, pembe, mor; mavi plaka için sarı, yeşil, kırmızı, mor; sarı plaka için sarı, kırmızı, mor yaygın renklerdi.
Bibi. P. Lecomte, Türkiye'de Sanatlar ve Ze-naatlar-Ondokuzuncu Yüzyıl Sonu, ist., ty, s. 80-81; C. E. Arseven, L'Art Türe, ist., 1939, s. 273, 274, 276, 277; S. "Gündüz, Yemeni ve Yazmacılık", 1949-1950, (Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-Iş Bölümü, yayımlanmamış mezuniyet tezi); F. P. Akbil, Türk El Sanatlarından Örnekler, ist., 1970; R. Kaya, Türk Yazmacılık Sanatı, İst., 1974; ay, "Kandilli Yazmaları", Sanat Dünyamız, S. 18 (1980), s. 9-14; F. P. Akbil, "Türk Yazmacılık Sanatı", Kültür ve Sanat, S. 5 (1977), s. 109-105; H. Ö. Barışta, "Yazmalar", Thema iarousse-TematikAnsiklopedi, VI, İst., 1994, s. 308, 309.
H. ÖRCÜN BARIŞTA
KANIK, ORHAN VELİ
(13 Nisan 1914, İstanbul - 14 Kasım 1950, istanbul) Şair.
Beykoz'da Yalıköy'de, annesinin ailesine ait konakta dünyaya geldi. Babası Veli Kanık, döneminin tanınmış bir müzikçi-siydi. Orhan Veli Galatasaray Lisesi ilk kısmında başladığı ilköğrenimini Ankara'da bitirdi. Ortaokul ve lise öğrenimini Ankara Lisesi'nde yaptı. 1932'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe seminerine başladı. 1935'te fakülteden ayrıldı. Bu yıllarda Galatasaray Lisesi'nde muallim muavini olarak çalıştı. 1936-1942 arasında Ankara'da PTT Umum Müdürlüğü'nde memur olarak bulundu. 1942-1945 arasında yedek subaylık yaptı. 1945-1947 arasında Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'n-da görev aldı. l Ocak 1949'dan 15 Haziran
1950'ye kadar 28 sayı Yaprak dergisini yayımladı.
Orhan Veli'nin yeni bir anlayışla yazdığı şiirleri 1936'da Varlık dergisinde yayımlanmaya başladı. İlk şiir kitabı, Oktay Rifat ve Melih Cevdet'in de şiirlerinin yer aldığı Garip (1941) adlı ortak kitaptır. Bu kitabın genişletilmiş ikinci baskısında yalnızca Orhan Veli'nin şiirleri vardır (1945). Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949) öteki şiir kitaplarıdır. İlk baskısı 1951'de yapılan Bütün Şiirleri adlı kitap, eklemeler ve düzeltmelerle birçok kez basıldı (24. baskı, 1987). Orhan Veli'nin şiir ve oyun çevirileri de kitap olarak yayımlanmıştır. La Fontaine'in fabllarının manzum çevirisi La Fontaine'in Masattan (1943) adıyla, manzum olarak yazdığı Nasrettin Hoca hikâyelerinin bazıları Nasrettin Hoca Hikâyeleri (1949) adıyla yayımlandı.
Şiirde "şairanelik"ten uzaklaşma, şaira-neliğe karşı çıkma, kalıplardan sıyrılma Orhan Veli'nin başlıca amacıdır. Yalın, halk diline yakın ya da tümüyle halk dili o-
OrhanVeli Kanık
Ara Güler
KANLI KİLİSE
414
415
KANLICA
Kanlı Pazar adıyla anılan olaylardan bir görünüm.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Orhan Veli'nin el yazısıyla kısa biyografisi.
Gözlem Yayıncılık Arşivi
lan bk söyleyişi benimsemiştir. Kısa ve çarpıcı şiirleriyle tanınır. Şiirinde yergi, alay, hafifseme vardır. Şiirlerindeki birçok dize halkın gündelik yaşamındaki konuşmalarına kadar girmiştir "Yazık oldu Süleyman efendiye", "Rakı şişesinde balık olsam", "Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki" gibi.
Orhan Veli'nin şiirinde istanbul hem yaşanan bir mekân, hem de bir art görünüm ya da dekor olarak vardır. Bir dönem istanbul'un simgesi olmuş tramvay, şiirlerde sık sık geçer. Edebiyat dünyasının, özellikle de istanbul'daki edebiyat yaşantısının doğal mekânları sayılan meyhaneler, kahveler, muhallebiciler ve pastaneler Orhan Veli'nin şiirinde yaşar. Ayrıca kendi kişiliğinden kaynaklanan meraklarıyla halk yaşantısını yakından izlemiş, halkla iç içe
U
İSTANBUL
istanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmıyan çıngırakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayaklan; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokulan;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
yaşamasa bile halkın yaşantısını yakından gözlemlemiştir. Şoförler, hayat kadınları, boyacılar, çöpçüler Orhan Veli'nin şiirlerinin kişileridir. Ada vapurları, simit, macun, horozşekeri, kayık salıncağı ve sinemalar hep İstanbulludur. İlk şiir kitabı Garipte Yüksekkaldınm, Alemdar Sineması, Kız Kulesi, Üsküdar gibi İstanbul mekânları ve semtlerinden söz edilir. Bu kitaptaki bir şiirinin adı da "İstanbul İçin" dir. Vazgeçemediğim'deki "İstanbul Türküsü" adlı şiir, İstanbul türkülerinden esinler taşır. Şiirde Rumelihisarı, İstanbul'un Rumeli (Trakya) göçmeni (muhaciri) halkının diliyle "Urumelihisarı" diye anılır. Orhan Veli'nin mezarı, şiirinde "tarifsiz kederler içinde" oturup bir türkü tutturduğu Ru-melihisarı'ndadır. Yenisi adlı kitabındaki "Kumrulu Şiir", "Denizi Özleyenler İçin" şiirleri İstanbul'u çağrıştıran şiirlerdir. Ünlü "Kapalıçarşı" siki de bu kitaptadır.
Karşı'daki "İstanbul'u Dinliyorum" adlı şiirde İstanbul'un şehir kimliğini ya da kişiliğini oluşturan belirgin ve kendine özgü yanlarının altı çizilir: Sucuların çıngırakları, kuşlar, dalyanlar, Kapalıçarşı'nın serinliği, Mahmutpaşa'nın kalabalığı, cami avluları, doklar, kayıkhaneler, lodos, yosmalar ve bıçkınlar... "Galata Köprüsü" adlı şiirde ise eski Galata. Köprüsü'ndeki günlük yaşantı, biraz da toplumsal eleştiri eşliğinde anlatılır. Bu şiir 1980'lere kadar yaşamış olan eski Galata Köprüsü ve çevresindeki yaşantıyı anlatması bakımından günümüz için bir belge niteliğindedir.
Kitaplarına girmemiş ve sağlığında yayımlamadığı şiirlerinden "Bebek SuiteT'n-de de tramvay, Reji (eski tütün idaresi), vatman, kömür depoları, İstanbul'la özdeşleşmiş deniz taşıtları (çatana, mavna, kayık), balıkçılar söz konusu edilir. "Bir Şehri Bırakmak" adlı şiirde de, adı anıl-mamakla birlikte, İstanbul'dan söz edilir. Bu şiirde de mavna, liman, Beyaz Rum
DİNLİYORUM
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başında eski âlemlerin sarhoşluğu, Loş kayıkhaneleriyle bk yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bk kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum; Beyaz bk ay doğuyor fıstıkların
arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum.
ORHAN VELİ
İSTANBUL TÜRKÜSÜ
İstanbul'da Boğaziçi'nde, Bk fakk Orhan Veli'yim; Veli'nin oğluyum, Tarifsiz kederler içinde.
Urumelihisarı'na oturmuşum; Oturmuş da bk türkü tutturmuşum:
"İstanbul'un mermer taşlan; Başıma da konuyor, konuyor aman,
martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları; Edalı'm, Senin yüzünden bu hâlim."
"İstanbul'un orta yeri sinema; Garipliğim, mahzunluğum
duyurmayın anama; El konuşur, sevişirmiş, bana ne? Sevdalı'm, Boynuna vebalim!"
İstanbul'da, Boğaziçi'ndeykrı; Bir fakir Orhan Veli; Veli'nin oğlu; Tarifsiz kederler içindeyim.
ORHAN VELÎ
(kadın), "Doğduğum Köy" dediği Yalıköy ya da Beykoz, Şirket vapuru (Şirket-i Hayriye) gibi İstanbul'u anımsatan ve çağrıştıran kelimeler vardır.
Orhan Veli, İstanbul'u iki ayrı bakışla seyredip, iki ayrı ama iç içe geçmiş yaşayışla duyumsayıp şiirlerine konu etmiştir. Bazı şiirlerinde İstanbul'un orta halli ahalisinin yaşantısı söz konusudur. Bu şiirler-deki kişiler Sait Faik'in hikâyelerindeki halktan kişiler gibidir; anlatılan mekânlar ortaktır: Kendi sınırlan içinde kalmış bir mahalle yaşantısı, orta halli eğlence yerleri, ekmek parası peşindeki dar gelkli insanlar... Şairin kendisinin söz konusu olduğu siklerde ise ister istemez edebiyat dünyası işe karışır. Bu dünya biraz "bohem", biraz "entelektüel" bir dünyadır. Bu dünya ile şairin dışında kaldığı ama iyi gözlemlediği dünya zaman zaman çakışır. Orhan Veli böyle durumlarda sanki şöyle der: Orta halli şehir halkı da kendine göre "bohem" ve "entelektüel" değil midir? "Dedikodu","Söz", "Tahattur", "Altın Dişlim" gibi şiirlerinde hem kendini, hem de halktan bk İstanbulluyu anlatır gibidir. Buradaki özdeşlik Orhan Veli'yi İstanbul şaki değil İstanbullu şair yapan özelliktir.
ERAY CANBERK
KANLI POLİSE
bak. PANAYİA MUHLİOTÎSSA (KİMİSİS) KİLİSESİ
KANLI PAZAR
16 Şubat 1969. ABD 6. Filosu'na bağlı gemilerin İstanbul'a gelişini protesto etme yürüyüşüne katılanlara karşı Taksim'de düzenlenen saldırıda ölümle sonuçlanan o-
laylar "Kanlı Pazar" adıyla anılmaktadır. Temmuz 1968'de ABD Deniz Kuvvetleri' ne bağlı Akdeniz Filosu'na (kısaca 6. Filo) ait bazı gemiler İstanbul Limam'na geldiklerinde çıkan olaylar sonucunda İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğrenci Yurdu' nün penceresinden bk polis memuru tarafından atılan Vedat Demircioğlu isimli İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisinin ölümü gerginliğin bir hayli tırmanmasına yol açmış ve bu ölümü, bk dizi olay daha izlemişti (bak. Altıncı Filo'yu protesto olayları).
Aynı filoya ait birtakım başka gemiler İstanbul Limanı'nı, 6 ay sonra, Şubat 1969' da ziyaret ettiler. Gemilerin bu gelişi de gerek İstanbul'da, gerek Ankara'da 10-13 Şubat arasındaki günlerde protesto gösterilerine yol açtı. 7 ay önceki "6. Filo olayla-n"mn izleri sürerken yapılan bu yeni ziyaret, özellikle İstanbul'da gerginliği bk kez daha tırmandırdı. 6. Filo'nun gelişini protesto etme eylemleri 16 Şubat 1969'da yapılacak büyük bk yürüyüş ve mitingle sona erecekti. Hafta içinde yapılan gösterilerin önemli ölçüde öğrenci ağırlıklı olmalarına karşılık, 16 Şubat yürüyüşünü sendika ve diğer bazı meslek kuruluşları da destekledikleri için, gösteriye öğrenci olmayan çok sayıda, her yaştan yurttaş ve pek çok işçi katılmış, ayrıca Kocaeli'den, Sakarya'dan, Bursa'dan gelen işçi gruplarının yanısıra, Ankara'dan da yürüyüş için gruplar gelmişlerdi. O zamanki Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Prof. Sa-dun Aren ve Kocaeli Senatörü Fatma Hikmet İşçen ile aynı partinin diğer bazı milletvekilleri, öğretini üyeleri, yazarlar, sanatçılar, sendikacılar kortejin başında yürümekteydiler. Beyazıt Hürriyet Meydam'n-dan toplanan 50.000'i aşkın bir kitleden oluşan ve Divanyolu, Sultanahmet, Gülha-ne, Sirkeci, Eminönü, Karaköy, Tophane, Kabataş, Dolmabahçe, Gümüşsüyü güzergâhını izleyerek Taksim'e ulaşan yürüyüş kolu, alana girmeye başladıktan kısa bir süre sonra, Taksim Gezisi bölümünde toplanmış bir kalabalık, ellerinde sopalar, bıçaklar olduğu halde, taşlar fırlatarak, savaş alanlarına özgü geleneksel "Allah Allah Allah" nidalarını haykırarak ve "Bağımsız Türkiye" sloganlarına karşı "Müslüman Türkiye" diye bağırarak, Taksim Gezisi tarafından şimdiki The Marmara Ote-li'nin bulunduğu yere doğru, yani kortejin alana girmiş ön kısmındaki insanlara saldırdılar. Olayı izleyen günlerdeki gazete yayınlarına göre, ortada, idari makamlar tarafından göz yumulmuş organize bir saldırı vardı. Kentin bazı semtlerinde iki gün önceki cuma namazlarından başlayarak hazırlıklar yapılmış, oralarda oluşturulan gruplar olay günü Dolmabahçe'de bk araya gelip topluca öğle namazını kılmışlar ve Taşkışla'nın (o zamanki İTÜ İnşaat Fakültesi binası) yanından Taksim Parkı'na ve Gezisi'ne gelmişlerdi. Yetkililer yasal olmayan bütün bu hazırlıklara seykci kalmış, taşlı sopalı kalabalığın Taksim Meyda-nı'nda gezinin merdivenlerinin önünde birikmesine göz yummuşlardı. Kolluk güçleri yürüyüş kolu miting alanına gkince, sö-
zü edilen toplu saldırıya izin verdikleri gibi, o sırada Gümüşsuyu'ndan gelmekte cilan kortejin devamını Ayaspaşa'da geri püskürtmüşler, sonra da yolu kesip alana girmiş olanları tecrit ederek saldırganlarla karşı karşıya bırakmışlardı. Gazetelerde yayımlanan, olaylar sırasında çekilmiş olan ve yere düşmüş birini bıçaklayan çember sakallı bir saldırganı seyreden üniformalı bir polis memurunu gösteren fotoğraf, daha sonra yılın başarılı gazete fotoğraflarından sayılacaktı. Olaylarda birtakım karanlık güçlerin tertibi ve teşviki olduğu genel bir kanıydı. Saldırı eyleminden dolayı yakalanan, gözaltına alınan kişiler saldıranlar değil, yasal yürüyüşe katılanlar ve saldırıya uğrayanlar olmuşlardı.
Kanlı Pazar olayında bk mühendis bıçaklanarak öldürüldü, bir işçi de muhtemelen o zamanki Pamuk Eczanesi'nin yanından Kazancı Yokuşu'na inen dik yokuşta (bugün Osmanlı Sokağı), izdihamda ezilerek yaşamını yitirdi.
Olaylardan sonra muhalefet sert bir dille hükümeti sorumlu tuttu, bazı milletvekili ve senatörler olayların tertip olduğunu söyleyerek meclis soruşturması açılmasını istediler, ayrıca olaylarla ilgili filmlerin televizyonda yayımlanmasını yasaklayan zamanın başbakanı Süleyman Demi-rel'i sansüre başvurmakla suçladılar. Demi-rel ise kamu güvenliği gereği bu yola başvurduğunu söyledi. Bu tartışmalar içinde,
olay kapandı.
İSTANBUL
KANLICA
Boğaziçi'nin Anadolu yakasında aynı adla anılan koyun gerisinde ve kuzeyinde yer alan semt. Bugün Beykoz İlçesi'ne bağlı bk mahalledir. Kuzeyinde Çubuklu, güneyinde Anadoluhisarı, doğusunda Kava-cık mahalleleri vardır.
ü
Antik çağda Kanlıca Koyu çevresine "Friksulimen" dendiğini Bizantionlu Dio-nisios(->) kaydeder. R. Janin(->) de Friksu-limen'in Kanlıca olduğunu yazar. Bizans döneminde Fiale adı verilen yerin Kanlıca Koyu ve çevresi olduğu genel kabul görmekle birlikte, S. Eyice(-0 bunun tam kanıtlanmamış ve tartışmalı bir konu olduğunu belirtk.Janin "Fiale"nin çanak, yalak anlamına geldiğini ve "körfez" olarak da anılan Kanlıca Koyu'nun şekli yüzünden bu a-dın verildiğini yazar. Janin, .Fiale'de Make-donius Manastırı ve bir fakirler yurdu bulunduğunu yazar. Yine Janin "Boradion" bölgesinin de Kanlıca civarında bulunduğu kanısındadır. Bu adın I. İustinianos'un yeğeni Boraides'ten geldiği iddia edilir.
Bizans döneminde Kanlıca'da, Friksuli-men'e hâkim tepelerde adı Il66'da geçen Batalas ve 843'te kurulduğu sanılan Ayios Trias manastırları vardı. Yörenin Bizans dönemi tarihi iyi bilinmemekle birlikte, kimi kalıntılar burada bir Bizans saray veya kilisesi bulunabileceğini düşündürmektedir.
Kanlıca Koyu Osmanlı döneminde, zaman içinde Manoli Körfezi, IV. Murad (1623-1640) ve IV. Mehmed (1648-1687) dönemlerinde şeyhülislamlık yapmış olan Bahaeddin Efendi'ye ihsan edildiği için Bahai Körfezi ya da Çay Körfezi adlarıyla anılır. Körfezin güneyindeki çıkıntı, burna benzediğinden Lembos Burnu, Moltke haritalarında Kıbrıs Muhassılı Burnu (muhtemelen 1830'lardaki sahibinden dolayı), Şeytan Burnu, Küçük Akıntı Burnu adlarıyla anılır.
"Kanlıca" adının nereden geldiği hakkında birkaç söylenti vardır. Fetihten önce bu yöreye Anadolu'dan kağmlarıyla gelip yerleşen ve kağnı yapıp satarak geçinen kimselerden dolayı (ufak araba anlamındaki) "kanglı" denildiği, kelimenin zaman-
Dostları ilə paylaş: |