Bibi. Conseil de Sante, Reglement Organique pour leş Provenances deMer, ist.,1840; Journal de Constantinople, S. 82 (Nisan 1848), s. 2; A. Leval, "Notice Sur l'organisation deş Qu-arantaines de la Turquie", GazetteMedicalede Constantinople, c. l (Kasım 1849), s. 16-24; Ahmed Midhat, "Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'de Karantina Yani Usul-i Tahaffuzun Tarihçesi", Salnâme-i Nezaret-i Umûr-ı Hariciye, ist., 1318; Rıza Tahsin, "Osmanlı Teşkilat-ı Sıhhiyesinin Tarihçesi", Sıhhiye Mecmuası, S. 13 (1922), s. 21-23, S. 14 (1922), s. 47-50; O. Ş. Uludağ, "Son Kapitülasyonlardan Biri: Karantina", Belleten, S. 7-8 (1938), s. 445-467; B. N. Şehsuvaroğlu, "Türkiye Karantina Tarihine Bir Bakış", Sağlık Dergisi, c. 25, S. 2 (Şubat 1951); ay, Türkiye Karantina Tarihine Giriş, I, ist.,
1957, Il-ffl, ist, 1958, IV, ist., 1959; N. Yıldırım, "Tanzimat'tan Cumhuriyete Koruyucu Sağlık Uygulamaları", TCTA, 1322-1324; G. Sarıyıldız, "Karantina Tarihinden Bir Yaprak: Kuleli Tahaffuzhanesi", Bilim Tarihi, S. 19 (Mayıs 1993), s. 25-30.
NURAN YILDIRIM
KARAOSMANOĞLU, YAKUP KADRİ
(27Mart 1889, Kahire -13 Aralık 1974, Ankara) Romancı, hikâye ve anı yazarı.
Geçmişi 18. yy'a dayanan Karaosmano-ğulları ailesinden geliyordu. 6 yaşındayken ailesiyle birlikte Manisa'ya gitti. İzmir İdadisi'nde okudu; 1905'te Mısır'a döndü, İskenderiye'de Frereler Mektebi'ne gitti. 1908'de İstanbul'a geldi; Peyam, ikdam gibi gazetelerde yazdı, Fecr-i Âti(->) edebiyat topluluğuna katıldı. Milli Mücadele'de Ankara'ya geçti (1921); Mardin (1923-193D, Manisa (1931-1934) milletvekili oldu. Tiran, Prag, Lahey, Bern (1934-1954) elçiliği görevlerinde bulundu. 1961-1965 arası tekrar Manisa milletvekiliydi. Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanıyken öldü, cenazesi İstanbul'a getirildi. Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'nda gömülüdür.
Anamın Kitabı'nda (1957) çocukluk anılarını, Vatan Yolundada (1958) Kurtuluş Savaşı günlerini dile getiren Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'nda (1969) bir dizi edebiyatçının portresini çizerken, 19. yy'ın sonu ve 20. yy'm başındaki İstanbul'u Kadıköy, Çamlıca, Beyoğlu gibi semtleriyle yaşanmışın imbiğinden süzerek anlatmıştır. Bu eserde Çamlıca'nın bir Bektaşî tekkesiyle alafranga Beyoğlu karşıtlığı dikkate değerdir.
Yakup Kadri, ilk romanı Kiralık Konak" tan (1922) başlayarak, hemen hemen bütün romanlarında İstanbul'un tarihi dönemlerini, özellikle dönüm noktalarını, bir çöküş estetiği ve perspektifi içinde kaleme getirmiştir. Böylesi bir zamandizinsel sıralamada, son romanı Hep O Şarkı (1956) başı çeker ve Abdülaziz dönemi (1861-1876) günlerini yansıtır.
Kiralık Konak, Tanzimat İstanbul'undan başlayarak birkaç dönem ve kuşağı iç içe anlatır, I. Dünya Savaşı günlerinde trajik bir sonla noktalanır. Burada İstanbul, geleneksel, göreneksel dünyasından âde-
Yakup Kadri Karaos-manoğlu
Ara Güler
ta gönüllü biçimde uzaklaşarak, ilişkide, davranışta, giyim kuşamda, hattâ mimaride şaşırtıcı bir başkalaşımı yaşar. İstanbul' un bütün hayatı, özellikle yüksek zümrede "rokokolaşmıştır". Yazar, "rokoko" sözcüğüyle içi kof, dışı süslü yeni İstanbul hayatını simgelemek ister. Romanın savaş dolayısıyla İstanbul'a göç edenlere ve savaş zenginlerinin sofralarına ayrılmış sayfaları, toplumsal çelişkileri yansıtmak açısından eşsiz tasvirlerle yüklüdür.
Nur Baba (1922) Çamlıca'daki bir Bektaşî tekkesini, 20. yy'ın başlangıcındaki konumu ve töresiyle anlatmış; tasavvufa bağlı olan çevrelerce epey yerilmiştir. Bununla birlikte, Nur Baba, manevi ikliminden çıkmış İstanbul'da çöken bir tasavvuf geleneğini, bunun uyandırdığı ruhsal, bireysel sızıları tahlil etmesiyle değer kazanan bir romandır. Bektaşîliğin sanata açık çehresi, Nur Baba'nın tekkesinde artık çökmeye yüz tutmuştur ve gönlünü Nur Baba'ya kaptıran Boğaziçi kökenli Nigâr Hanım, Çamlıca'daki harap evde boş yere musikinin, resmin kılavuzluğunu aranır. Çamlıca, Boğaziçi, özellikle Kanlıca peyzajlarıyla donanmış Nur Baba, Nigâr Hanım'ın kişisel yıkımı, ama iç dünyasında arınışıy-la noktalanır.
II. Meşrutiyet devrinin siyaset hayatını ve partiler kargaşasını, âdeta belgesel bir tutumla anlatan Hüküm Gecesi (1927) Mahmud Şevket Paşa, Talât Bey, Cemal Bey, Rıza Tevfik ve Ziya Gökalp gibi gerçek kişileri roman kişileri arasına katmıştır. İttihad ve Terakki Fırkası'yla Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın bitmez tükenmez çe-
kişmesi altında, bütün siyaset hayatının özünde hep "şahsi kin ve ihtiraslan" saptayan Yakup Kadri, Hüküm Gecesi'ni bir karamsarlıkla noktalar. Eserde II. Meşrutiyet devri İstanbul'unun konaklarına, ziyafet sofralarına, Ferah Tiyatrosu'ndaki bir mü-samere sahnesine ilişkin bölümler bugünün kuşaklarına bilgi edindirebilecek zengin ayrıntılarla donanmıştır.
Sodom ve Gomore (1928) Mütareke devri İstanbul'unun maddi, manevi çöküşüne yönelir. İlençli bir imparatorluk başkenti görünümündeki İstanbul, bilhassa yüksek çevrelerinde, evini barkını, bütün varlığını işgal kuvvetlerine açmıştır; Sami Bey ailesi de bu yarı işbirlikçi ailelerden biridir. İşgal kuvvetlerinin önde gelen subaylarıyla, yabancı kişilerle sıkı fıkı ilişkiler kuran İstanbul'un mutlu azınlığı, çöken şehri görmezden gelmekte, vur patlasın çal oynasın günler yaşamaktadır. Şehri sarıp sarmalayan vurgunculuk, vatan ihaneti ölçüsünde cinsel bir kudurganlıktır. Türk kadınlarının İngiliz askerlerle düşüp kalktığı Sodom ve Gomore'de, kadın ve erkek eşcinsel kişiler de, hiçbir kişisel ahlâk değeri gütmeksizin günlerini gün ederler. Otel odaları, beş çayları, akşam yemekleri, danslı suareleriyle ölümcül bir debdebeyi canlandıran roman, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılışı ve İstanbul'un kurtuluşu günlerinde sona erer. İşgal altındaki payitaht İstanbul'u kaleme getiren romanlarının ilklerinden olan ve ardılı bazı romanlara öncülük eden Sodom ve Gomore'nin Latin harfleriyle ilk kez 1966'da basılmış olması herhalde epey düşündürücüdür.
L
KARATEODORİ, KONSTANTİN 462
463
KARAY, REFİK HAIİD
İ S T A N B UL'DA SONBA HA R
Sonbaharı, evvelâ, lodos guruplarından dolayı beğenirim, beklerim.
İstanbul'un lodos gurupları eleğimsağmaların süslenip püslenip, uzun etekli elbiselerini giyerek geldikleri bir randevu yeridir. Orada dünyanın en baygın ve uçucu veya en coşkun çılgın renklerini, sarmaş dolaş, altalta, üstütse, birbirlerine sokulup kucaklarında erirken, kızartır, buğulanırken renkten renge girer, süzülüp serpilirken görebilirsiniz. Bakarsınız, göğün bir tarafına hafif dumanlı bir mürdüm eriği morluğu sürülmüştür; bu morluk gittikçe açılır, şekerci camekânlarm-da, elektrik ışığına tutulmuş kavanozlardaki reçeller gibi, adeta, çekirdeklerini gösterecek kadar şeffaflaşır, ayrıca rayihalı bir şurup içinde yüzüyor hissini verir. Karşısında yutkunmayanlara, parmaklarını bandırıp ağızlarına götürmek arzusuna kapılmayanlara şaşacağım gelir.
Bazan ufuk, baştan başa bir lohusa şerbeti kızıllığmdadır; sıcaktır, dumanlıdır, karanfil kokulu iç ısıtıcıdır. Havada yeni doğmuş gibi çocuk odası mahremiyeti sezersiniz. Tabiidir ki, bu odanın havasını hepiniz bilir, hatırlarsınız. Çöreotu, a-nason, üzerlik, meme başında veya çocuk dudağında kalan bir damla tomurcuklanmış süt, yaş tülbent, mangal ve güğüm gibi bir sürü ufak tefek şeylerin birleşmesinden hâsıl olan ve bana, nedense, Hindistan'ı, Çin'i düşündüren koku...
Sonbahar guruplarında her rengi, en koyusundan en uçuğuna kadar bulursunuz. Şam fıstığının biraz da boyalı kalem içine benzeyen yumuşak, hamurlu filizliğiyle çağla bademinin tüylü yeşilliğine, tatlı limonların cilâlı şansından mısır püsküllerinin beyaza yakın sarışınlığına, sonra bir demirci ocağının göbeğinden tutuşmuş, etrafı siyah katmerli derin kızıllığına kadar, hepsini... Tatlı limonun kabuğu, kabukların, fikrimce, en nazlısıdır, mesamatı görünen gergin, taze bir cilttir, deridir, biraz sıkınca bu derinin üzerine, benek benek, ancak çocuk dudaklarının üstünde görebileceğimiz parlak ter damlaları dizilir, baygın bir rayiha serperek...
Bu mevsimde akşamların üzerimizde renkli cibinlik gibi hafif ve okşayıcı bir iniş, bizi incitmeden etrafımıza bir sarılışı vardır. Günler kısalmış, yorucu olmaktan kurtulmuştur; güneş eşyanın sırtına keten tohumu lapası gibi ateşi ciğerine işleyerek yapışmaz; ılık suya batmış tülbent hafifliği ve okşayışıyla sardır. Işık, göz yakan keskin skkeliğini kaybetmiştir; artık bu sarıya bakan ziyada, yumurta, zeytinyağı, limon karışmış, kremleşmiş bir mayonez yumuşaklığı bulurum ve tıpkı bir levrek tabağı gibi okşayıcı bir örtüşle sarıp sarmaladığını görürüm...
Refik Halid Karay, Makiyajlı Kadın, ist, 1943
Yakup Kadri Ankara'da. (1934) başkent Ankara'yı dünü, Cumhuriyet'in ilk yıllan ve gelecek ütopyası aşamalarında anlatır. Bu romanın başkişileri hemen hep istanbul'dan 'Ankara'ya gelmişlerdir; yetiştikleri istanbul'la Anadolu kenti Ankara a-rasında şaşırtıcı bir gelgite kapılmışlardır. Aynı yadırgayış, Kurtuluş Savaşı sırasında bir Anadolu köyüne çekilen, istanbullu paşa oğlu, kolunu kaybetmiş Ahmet Celâl' in y«fo«wdaki (1932) serüveninde de işlenmiştir, istibdat döneminde Fransa'ya kaçan Jön Türkler'in yıkımlı hikâyesi niteliğindeki Bir Sürgün (1937) II. Abdülhamid dönemi istanbul'undan izdüşümler aktarır, iki ciltlik Panorama (1953-1954) Cumhuriyet dönemini geniş bir perspektiften, sayısı hayli fazla kişiler aracılığıyla anlatmayı denemiştir.
Romancı, son romanı Hep O Şarkfda. "bir eski devir hanımı" olan Münire'nin hatıra defterinden yola çıkar görünerek, değerlerini yitirmeye mahkûm payitaht istanbul'u, Nafi Molla Konağı'nı, bir Boğaziçi yalısını, Abdülmecid'in tahta çıkışından II. Abdülhamid'in ilk 20 yılına açılan zaman diliminde aktarır. Bireysel söylemin ağır bastığı eserde, devirlerin siyasi ve toplumsal genel görünümü, bilinçli bir seçimle, arka planda bırakılmış, ne var ki, her birinin birey üstündeki derin ruhsal etkisi inceden inceye saptanmıştır. Yakup Kadri'nin belki de en yalın romanı olan Hep O Şarkı, kırık bir aşk hikâyesi çerçevesinde, çöken Osmanlı împaratorluğu'nun ve payitaht istanbul'un çok hüzünlü bir tutanağı niteliğindedir.
Modern Türk romanının kurucularından Yakup Kadri, görüldüğü gibi, eserlerinde istanbul'u odak almış, şehrin geniş tarih yelpazesinden yararlanarak, dönemlerin bir çizelgesini çıkarmış ve son 150 yılın istanbullu kimliğini deşmiştir.
Bibi. N. Akı, Yakup Kadri Karosmanoğlu, Ankara, 1960; C. Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, II, Ankara, 1970; K. Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara, 1969; S. ileri, O Yakamoz Söner, ist., 1987; Ş. Aktaş, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, 1987; A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950, Ankara, 1993.
SELÎM iLERi
KARATEODORİ, KONSTANTİN
(1802, Edirne - 28 Eylül 1879, istanbul) Rum asıllı hekim.
Anne tarafından Sakız Adası'nda ticaretle uğraşan Petrocochino ailesine, baba tarafından ise kuşaklar boyunca Edirne'de oturmuş köklü Karateodori ailesine mensuptur. Hekim ve diplomatlar yetiştiren Karateodoriler, Edirne'den sonra istanbul ve izmir'de yaşamış 1822'de Osmanlı-Yunan Savaşı'ndan sonra ailenin bir bölümü Marsilya'ya yerleşmiştir.
Babası Andon Karateodori, Tabip İste-fenaki olarak bilmen Dr. Stefan Karateo-dori'nin ağabeyidir. Dr. Stefan Karateodo-ri'nin oğlu Nafıa Nazırı Aleksandr Karateodori Paşa, Osmanlı Devleti'nin Roma el-çisiydi ve 1878 Berlin Kongresi'nde Osmanlı delegesi olarak bulunmuştu. Bu aileden, Konstantin Musurus Paşa ve Stefan Musu-
rus Paşa Londra, Konstantin Fotiades Paris, Gregorios Aristarkhi Washington, Konstantin Karaca Stockholm elçiliği yapmışlardır. Konstantin Karateodori'nin kardeşi Etien-ne Karateodori, Mekteb-i Tıbbiye-i Adli-ye-i Şâhâne'de, fizyoloji, genel patoloji, zooloji, tıbbi kimya, farmasötik kimya, farmakoloji ve botanik derslerini okutmuştur. Oğlu Stefan Karateodori, 1875-1890'da Osmanlı Devleti'nin Brüksel maslahatgüzarıydı. Stefan Karateodori'nin, dedesi ile aynı adı taşıyan oğlu Constantine Caratheodory (1873-1950) ise izmir'in işgali sırasında burada bir Yunan üniversitesi kurmakla görevlendirilmiş, Münih Üniversitesi'nde profesörlük yapmış ünlü bir matematikçiydi.
Konstantin Karateodori, erken yaşta babasını kaybetmiş ve eğitimi ile 1813-1818' de görev yapan Patrik VI. Kirillos ilgilenmiştir, ilk ve orta öğrenimini Edirne'de yaptıktan sonra Patrik Kirillos tarafından lise öğrenimini mükemmelleştirmesi için Bükreş'e gönderilmiştir. 1820'de dönerek Edirne'de lise öğretmenliği yapmış, kısa bir süre sonra Patrik Kirillos ölünce ailesi onu yurtdışına göndermeye karar vermiştir. 1823'te Viyana'ya gitmiş, l yıl kaldıktan sonra italya'ya geçerek Pisa Üniversitesi'ne girmiş ve 1827'de, tıp, cerrahi ve doğum hekimi olarak mezun olmuştur. 1828'de Paris'te cerrahi üzerine çalıştıktan sonra 1829'da göz hastalıkları hakkındaki bilgisini artırmak üzere Londra'ya gitmiş ve l yıl hastanelere devam etmiştir. Buralarda tanınmış kişilerle görüşerek dostluklar kurmuştur. Bunlar arasında fizikçi Faraday da vardı.
Karateodori 1830'da istanbul'a dönüşünde, amcası saray hekimi Stefan Karateodori'nin yardımıyla 1831'de saray hekimliğine kabul edilmiş daha sonra da padişahın özel hekimi olmuştur. 1832'de Kız Kulesi'nde kurulan Veba Hastanesi başhekimliğine getirilmiş ve yine bu sıralarda, 1827'de açılan Tıbhane-i Âmire'de, önceleri fizik ve anatomi, daha sonra da cerrahi hocalığına getirilmiştir. 1836'da saray muhafız alayı hastalarına hizmet veren Top-kapı Hastanesi'ne hariciye şefi olarak atanmış ve yine bu sıralarda Cerrahhane'de de muallimlik yapmıştır.
1839'da Tıbhane-i Âmire'nin yeniden organize edilerek Mekteb-i Tıbbiye-i Ad-liye-i Şahane adını almasından sonra burada da K. A. Bernard'ın(->) yardımcısı o-larak çalışmış ve organizasyon işlerinde büyük yardımı olmuştur. Ayrıca 7. sınıfta fenn-i cerrahi-i sagir, 8. sınıfta ameliyat-ı cerrahiye, 9- sınıfta da seririyat-ı hariciye, emraz-ı hariciye ve harici patoloji dersleri veren Karateodori, 1843'te Mekteb-i Tıbbi-ye'de açılan Ebe Okulu'nda Türkçe kadın-doğum derslerini de okutmuştur. 1844'te Dr. Bernard'ın ölümünden sonra cerrahi kliniği muallimliğine getirilmiş ve hayatının sonuna kadar bu görevini sürdürmüştür.
II. Mahmud'un son hastalığında, onu tedavi eden Karateodori ile ingiliz Hekim J. W. Mac Carthy ortaklaşa yazdıkları Rela-tion officielle de la maladie et de la mort de Sultan MahmudII, en reponse aux al-legations (Paris, 1841) adlı kitapta padi-
şahın hastalığı hakkındaki tartışmalara ilişkin görüşlerini belirtmişlerdir.
II. Mahmud'un ölümünden sonra bir süre saraydan uzaklaştırılan Karateodori, başarılı bir tedavi dolayısıyla Abdülmecid' in özel hekimi olmuş ve padişahın ölümüne (1861) kadar bu görevde bulunmuştur.
Büyük ve usta bir cerrah olan Karateodori özellikle zor ameliyatlarda gösterdiği basan ile tanınıyordu. Ender görülen bir mesane taşı operasyonunda toplam 50 gros ağırlığında iki büyük taşı başarıyla çıkarmış ve bu ameliyatı, Gazette Medicale de Constantinople ile Journal de Constan-tinople'da. yayımlanmıştır. Mesane ameliyatları için "Procede prostatique trilateral" adı verilen özel bir yöntem geliştirmişti. Bu yöntemi 1855'te Paris Sergisi sırasında Fransız Akademisi'nde açıklamıştır. Bir komisyon tarafından incelenen yöntem onaylanmıştır. Karateodori ayrıca pek çok üstçene dezartükilasyonu, koltuk altı arterinin bağlanması gibi büyük operasyonlarda başarılı sonuçlar almıştır. Katarakt ameliyatlarında merceği çıkarmayı tercih etmiş, 1843' te yapay papülla yapmış ve plastik ameliyatlarda da başarılı olmuştur.
Bibi. "Sur le travaux de l'ecole de Medicine de Galata-Serai pendant l'annee scolaire 1259-1260 presenle a Sa Hautesse", Journal de Constantinople, S. 122 (16 Eylül 1844); Journal de Constantinople, S. 257 (l Mayıs 1846), S. l, S. 12 (6 Ekim 1846), S. 179 (9 Ağustos 1849); "Varietes", GazetteMedicale d'Orient, c. 4, S. 3 (Haziran 1860) s. 92; Rıza Tahsin, Tıbbiye, c. I, s. 42, 43, 54; M. Belger, "Mahmud Il'nin Ölümü Hakkında Mütalealar", Türk Tıb TarihiArkivi, c. 3, S. 10 (1938), s. 68-71; J. Na-as-H. L. Schmid, Mathematisches Wörterbuch, Berlin, 1962, s. 239-240; E. K. Unat, Osmanlı İmparatorluğunda Tıp Zoolojisi ve Parazitoloji, ist., 1970, s. 11-12; M. D. Sturdza, Gran-des Familles de Grece d'Albanie et de Constantinople, Paris, 1983, s. 259-260; E. K. Unat, "Türkiye Cerrahisinde Dr. Kari A. Bernard ve Muallim Dr. Konstantin Karateodori", Haseki Tıp Bülteni, c. 24, S. 3 (1986), s. 240-243; N. Yıldırım, "Nazım Terzioğlu", Bilim Tarihi, S. 16 (Şubat 1993), s. 11-12.
NURAN YILDIRIM
KARAY, REFİK HAIİD
(15 Man 1888, istanbul - 18 Temmuz 1965, istanbul) Romancı, hikâye, hiciv, kronik, anı yazarı.
Karakayışoğulları soyundan gelen Refik Halid Karay, çocukluğunu, kışları Vez-neciler'de, yazlan Göztepe'de geçirirdi. Mekteb-i Sultani'de (bugün Galatasaray Lisesi) okudu (1900-1906). Buradaki öğrenimini bitirmedi, 1907'de sınavla Hukuk Mek-tebi'ne girdi. II. Meşrutiyet'in ilanında öğrenim hayatını bıraktı, gazeteciliğe başladı. 1909'da Fecr-i Âti(->) topluluğuna katıldı. Kalem dergisinde "Kirpi" takma adıyla hiciv yazıları yazdı. Bu yazılarını Cem mizah dergisinde başyazar sıfatıyla sürdürdü (1910-1911). İttihad ve Terakki Fırkası'm cesaretle eleştiren, hattâ yeren yazılan halk katında büyük ilgi ve gizliden gizliye destek gördü. Hürriyet ve İtilaf Fırkası yandaşı olma nedeniyle, 1913'te Mahmud Şevket Paşa Suikastı'ndan(->) sonra Sinop'a sürüldü. Bu sürgün Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürdü (1913-1918). O dönem için-
Refik Halid Karay
Cengiz
Kahraman
arşivi
de hemen hiçbir yazı yayımlamadı. Ziya Gökalp'in aracılığıyla istanbul'a döndü; Ro-bert Kolej'in Türkçe öğretmeni oldu. Mütareke devrinde üyesi olduğu Hürriyet ve itilaf Fırkası'nca Posta-Telgraf umum müdürlüğüne getirildi (1919). Gazetelerde yazdı, Aydede dergisini kurdu (1922). Aynı yıl kasım ayında, yurtdışına gitti. Daha sonra "yüz ellilikler" listesinde yer alarak Türkiye'ye dönüşü yasaklandı. Minelbab llel-mihrab'&z (1946) ve Bir Ömür Boyun-ca'âa. (1990) hayatının bu fırtınalı günlerini, yer yer çok nesnel, yer yer de iğneleyici bir anlatımla kaleme getirdi. Beyrut ve Halep'te geçen sürgün yıllan 1922-1938 arasıydı. Bazı eserleri Halep'te basıldı. Atatürk, çok sevdiği eserleri nedeniyle Refik Halid'in yurda dönmesini isteyince, en yakın sınır karakoluna sığınması formülü bulundu; yazar bu öneriyi reddetti. Bunun üzerine af kanunu çıkü. Yurda döndükten sonra, Refik Halid, muhalefette daha ılımlı bir tutum edinmesine karşın, ölünceye kadar eleştiri ve yergilerinden vazgeçmedi, inanmadığı siyasalara karşı çıktı. Zincirli-kuyu Mezarlığı'na gömüldü.
Memleket Hikâyeleri'nde (1919) taşra kasabalarına, köylere de uzanan Refik Halid, istanbul'un kıyı köşe semtlerindeki buruk yaşamaları, orta halli yurttaşın sorunlarını, cinsel duygularını bastırmak zorun-daki kadınları kaleme getirmiştir. Bu hikâyelerin istanbul'da geçenlerinde yüzyıl başındaki istanbul mahallelerinin tasvirleri de göze çarpar. Gurbet Hikâyeleri (1940), sürgünde geçen yıllarda, yurt özlemiyle kaleme alınmıştır. Türkçeye, özellikle istanbul Türkçesine duyulmuş sonsuz bir sevgi hikâyelerin en belirgin yazınsal özelliğidir.
Refik Halid ilk romanı İstanbul'un Bir Yüzü'nde (1. bas. istanbul'un iç Yüzü adıyla, 1920) II. Abdülhamid döneminde yetişmiş, değişik toplumsal kesimlerden, çeşitli kişilerin I. Dünya Savaşı günlerine kadar uzanan yaşayışlarım, duyuş ve düşünüşlerini ele almış; o zamanların törel hayatını, gelenek ve göreneğini, modalarını, heveslerini, möbleden ziynet eşyasına bütün bir dekoru ayrıntılarıyla saptama imkânı bulmuştur.
istanbul'un Bir Yüzü, bir yandan da istibdat .döneminden tırnak içindeki bir
hürriyet dönemine geçişin maddi dünyasını inceden inceye taşlamıştır. Bu romanı Yezidin Kızı (1939), Çete (1939) romanları izler. 194l'de basılmış Sürgün, istanbul dışında yaşamak zorunda bırakılmış roman kişisinin sürgün yıllarında gördüğü, tanıdığı, dostluk kurduğu ve her biri değişik sebepler dolayısıyla sürülmüş öteki kişileri kaleme getirir. Aralarında hanedan ailesi üyeleri de bulunan bu kişilerin bütün davranışlarında sürgün psikolojisi ve istanbul özlemi ağır basar. Böylelikle romanın anlatıcısı sık sık istanbul'un kendine özgü dünyasından söz açma fırsatı bulur. Eserde hanedan ailesine ayrılmış sayfalar, Türk romanında hemen hemen ilk örnek olmakla kalmaz, aynı zamanda çok çarpıcı ruh çözümlemelerine ulaşır. Anahtar(194~7^> evlilikte sadakat motifi üzerine kurulu olmakla birlikte, İstanbul'un Şişli, Nişantaşı, Ayaspaşa apartmanlarını, Beyoğlu pastanelerini, gece kulüplerini ve barları, II. Dünya Savaşı'nın gölgesindeki günleriyle tasvir eder. işadamlarının, ediplerin, bankacıların, salon kadınlarının, bar kızlarının roman kişisi seçildiği Anahtar, 1940'lı yıllar istanbul'unu çok canlı görünümlerle bugüne aktarmıştır.
Yazar, Bu Bizim Hayatımız'la. (1950) çok sevdiği Boğaziçi'nin pitoreskini roman alanında işler. Eserde ayışığı geceleri, mevsimler, bahçeler, limonluklar, lale çiçeğinin, güllerin, sümbüllerin soyağacı,
zengin bir anlatımla geniş kitlelere benimsetilmek istenmiştir. Egzotik özellikli Nil-gün (1950-1952), Yeraltında Dünya Var (1953), Dişi Örümcek (1953) halkın hoşlanacağı konular çerçevesinde hem kitap okuru yetiştirmeye yönelik romanlardır, hem de yer yer İstanbul'a göndermelerle bir İstanbul töresinin saptanmasına katkıda bulunulmaktadır. Yine göndermelerle, siyasal taşlamalarla yüklü Bugünün Saraylısı (1954) Demokratik Parti dönemine geçiş günlerinin toplumsal panoramasını da çizer. Ikibin Yılın Sevgilisi (1954), tarihi görünümlerle yüklü, metafizikten yararlanmış bir romanın havasında bir "sonsuz aşk"ı anlatırken, İstanbul Türkçesinin bütün inceliğini gözler önüne serer. Bir başka metafizik ve entrika arayışı iki Cisimli Kadiri in (1955) temasıdır; bu romanda İstanbul' un yeni yeni rağbet ettiği ormanlık dinlence yerleri mekân seçilmiştir. Karlı Dağdaki Ateş\& (1956) İstanbul sosyetesinin kış gezileri için buluştuğu Uludağ'da geçen bir aşk hikâyesi anlatılır.
Refik Halid, son dönem romanları içinde en ağırlıklısı sayılabilecek Kadınlar Tekkesi'nde (1956) imparatorluk düzeninden Cumhuriyet rejimine değişen toplumsal yapıyı, gizli bir tekkenin odağında değerlendirir. Roman İstanbul'da 100-150 yılın imbiğinden geçmiş bütün bir hayatı çö-zümleyişiyle, fonda, toplumsal, siyasal bir söylemi barındırmaktadır. Kadınlar Tek-
KARAY SİNAGOGU
464
465
KARINCAEZMEZ, ŞEVKİ
keşi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun(-») Nur Baha'sının tersine, tekke-tarikat dünyasını önce gıllıgışlı bir ortamda gösterir, ne var ki ikinci bölümünde perspektif değiştirerek bu dünyadan hâlâ edinilebilecek zengin kültüre işaret eder.
Dön Yapraklı Yonca (1957), Yerini Seven Fidan (kitap olarak yayımlanışı 1977), Ekmek Elden Su Gölden (kitap olarak yayımlanışı 1980) Refik Halid'in macera romanları serisindendir. Bunlar arasında Ayın On Dördü (kitap olarak yayımlanışı 1980) Kadıköy'ün sayfiye ortamında bir polisiye roman arayışıdır. Yüzen Bahçe (kitap o-larak yayımlanışı 1980) istanbul'dan Akdeniz ülke ve kıyılarına bir gemi yolculuğunun renkli dünyasını romanlaşürır.
Bugünün Sarayhsı'nı ve Ikibin Yılın Sevgüisi'm çağrıştırır SonuncuKadeh (1957) ise, romanlarında hüzne, nostaljiye pek yer vermek istememiş Refik Halid'in yıllar öncesinde Beyoğlu'nda başlayıp kalmış bir aşkı Boğaziçi'nde arayışım, yemden yaşamak isteyişi dile getirdiği bir romanıdır. Bu eserde 1910'lann istanbul'u âdeta boş yere, 1950'lerin ortamında düşlenmektedir. Eserin bireysel bir yıkılışla sona ermesi, istanbul tutkunu Refik Halid'in bu kentle ilintili son sözünü de sanki simgeler.
Yazar hicivlerini ve kroniklerini derlediği kitaplarında 20. yy'm ilk yarısına ilişkin pek çok konuyu, olayı, sorunu bir deneme lezzetiyle derlemiş olmakla birlikte, bu eserlerin günümüz okunanca hak ettiği ilgiye kavuşamadığı söylenebilir. Sakın Aldanma inanma Kanma (1915, genişletilmiş 2. bas. 1941) "Cihan Harbi'nin Son Se-nesinde"ki istanbul'dan yemek ve açlık sorununu, ısınma sorununu, kılık kıyafetteki değişimleri, kâğıt para, altın para olgusunu, salgın ispanyol nezlesini, ucuzluk ve pahalılık çizelgesini gündeme getirir. Bu eserde yer alan ayrıca 1938'den sonra yazılmış "Çiçekleri Tenkit" yazısı istanbul çiçeklerinin bir dökümüdür. Kirpinin Dedikleri 'nde (1916) istanbul'un sözümo-na özgürlükçü, eşitlikçi yeni yönetimi hic-vedilmiştir. Aynı tutum, bir papağanın ağzından, Ago Paşa'nın Hatıratı'nda (1918) sürdürülmüş; Ay Peşindi deki (1922, genişletilmiş 2. bas. 1940) yazılarında "Eski Yaz Aşkları"nı, çevresel özelliği ve mimarisi tahrip edilen "Zavallı Boğaziçi"ni, istanbul' un yeni koca kimliklerinden "süslü", "şair", "sporcu" kocayı kaleme getirmiştir. Tanıdıklarım (1922, genişletilmiş 2. bas. 1941) istanbul'da yaşayan egzantrik kişi-, leri betimlediği gibi, yine Boğaziçi ve çevre, dilde istanbul Türkçesinin yozlaşması, boza tutkusu gibi konulara da değinir. Guguklu Saat (1925) yüzyıl başındaki bir İstanbullunun 24 saatini sayısız ayrıntıyla yansıtan beş bölümlük yazısıyla değer kazanır; bu eserde Refik Halid eski ramazanları, çini sobaları, istanbul sokaklarını ayrıca konu edinmiştir. Bir İçim Su'da. (genişletilmiş 2. bas. 1939) istanbul, mevsimleri, içkileri, gezintileri, kurbağalarıy-la da anlatılmıştır. Plajların kaleme getirildiği ilk Adım (1941) ve istanbul'un gündelik hayatından söz açan Bir Avuç Saç-ma'yı (1939) Refik Halid'in başyapıtları
arasında yer alabilecek Üç Nesil Üç Hayat (1943) izler. Bu eserde istanbul, Sultan Aziz, Sultan Hamid ve Cumhuriyet dönemlerinde tüm yaşantısıyla özetlenmiştir. Makiyajlı Kadın (1943) ve Tann 'ya Şikâyet (1944) istanbul ailesinin aşk, nişanlılık, evlilik töresine yer veren yazılarıyla kentin tarihçesini çıkarmayı sürdürür. Böylece, hiciv ve kroniklerinde istanbul'u yaşatan, kâğıt üstünde dirilten Refik Halid, yeni kuşaklara, edebiyatımızda -Hüseyin Rahmi Gürpmar'ın(->) eseri dışta tutulursa- benzerine pek rastlanmayacak bir "zaman mirası" bırakmıştır. Kenan Akyüz' ün saptayımıyla "Türkiye'nin siyasi çevrelerinde ona karşı olan tutumda bir gevşeme" zaman içinde görülmekle birlikte, siyasi muhalif Refik Halid'in büyük edebi emeği ne yazık ki bugün bile tam kavranmış değildir.
Dostları ilə paylaş: |