Bibi. Evliya, Seyahatname, I, ty, 284-285; Kö-mürciyan, istanbul Tarihi, 32, 199; Inciciyan, İstanbul, 136; S. Ünver, "Üsküdar Kavak Sarayı Hakkında Vesikaları Sıralama ve Bir Deneme I", Yücel, S. 29 (1937), s. 215-218; M. Ce-zar, "Sanatta Batı'ya Açılışta Saray Yapıları ve Kültürünün Yeri", TBMM Milli Saraylar Sempozyumu Bildirileri, \sl., 1986; Konyalı, Üskü-
dar Tarihi, II, 265-272; Erdoğan, Bahçeler, 171-173; W. Müller-Wiener, "Das Kavak Sarayı. Ein Verlorenes Baudenkmal Istanbuls", İst. Mitt, S. 38 (1988), s. 363-376.
TÜLAY ARTAN-CHRISTOPH K. NEUMANN
KAVAK SARAYI BAHÇESİ
Harem ve Salacak iskeleleri arasında bulunan, Kavak Sarayı ya da Üsküdar Sarayı olarak bilinen hanedan sarayının bahçesi. Kaynaklarda adı geçen Üsküdar Bahçesi ile aynı bahçe olduğu anlaşılmaktadır. En eskisi 1583'e tarihlenen 20 kadar me-vacip defterinde Üsküdar Bahçesi olarak adına rastlanmaktadır.
Eremya Çelebi bu bahçede ağaçların Kavak Sarayı yapılarından olan bir köşkün etrafını dairevi bir biçimde çevirdiğini ve köşkün çevresine gerili bir tülü anımsattıklarını yazmaktadır. Oysa istanbul'un her yerinde görüldüğü gibi çam ve servi, belki de kavak ağaçlarının donattığı bu bahçede bunun dışında özel bir düzenleme bulunmadığı ve bahçenin en dikkat çekici özelliğinin burada süs ağaçlarından çok, sarayın tüketimi için sebze ve meyve yetiştirilmesi olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan Üsküdar'da, Salacak Burnu gibi hâkim bir noktada III. Mustafa (hd 1757-1774) tarafından yaptırılan Ayazma Camii'nin(-») yerinde olduğu bilinen Ayazma Sarayı Bahçesi ile ilişkisi de tam olarak anlaşılamamaktadır.
Bibi. Erdoğan, İstanbul Bahçeleri, 171-173; Evliya, Seyahatname, I, ty, 1976, 284-285; Kö-mürciyan, İstanbul Tarihi, 1988, 32, 199; în-ciciyan, İstanbul, 95-96; Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri, 45-46.
TÜLAY ARTAN
L
KAVAKLAR
496
497
KAVEL GREVİ
Cornelius de Bruyn'un seyahatnamesinden Anadolukavağı, 17. yy. S. Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi, ist, 1976
KAVAKLAR
"Kavak kaleleri", "kavak hisarları" olarak da geçer.
Boğaz'da ve Haliç'te bu adla bilinen yerler, eski çağlardan beri birer istihkâm ve tabya niteliğindeydi. Boğaz girişindeki Kavak (Selimiye) ve Kavak iskelesi, Haliç'teki Aynalıkavak, Anadoluhisan'ndaki eski Kavak iskelesi, Kanlıca sırtlarında eski bir mesire olan Kavacık, Boğaz'ın Karadeniz'e çıkışına yakın Rumelikavağı ve Anadolukavağı bunlardandır. İbn Mühennâ Lüga-fzve DivanüLügati't-Türk, "kavak" ve bunun kökü olan "kav" sözcüğünün anlamını "kavlık, çakmak kabı", "büzülmek ve dikilmek" olarak verir. Gerçi, Eremya Çelebi ve Minas Bıjışkyan, kavak denen yer ve iskelelerde iri gövdeli kavak ağaçlarının varlıklarından söz ederlerse de adı geçen yerlere, "çevirmek, kapamak, engel olmak, tutmak" anlamlarında Türkçe "kavak" adının verildiği kuşkusuzdur. Nitekim kavak ağacı da sınır çevirmek, su kenarlarında toprak tutmak için dikilir.
Kavakların en çok tanınanları Runıeli-kavağı(->) ve Anadolukavağı'dır(-»). Bu ikisi aynı zamanda Boğaziçi'nin bitiş, Karadeniz'in başlangıç noktası sayılmıştır. Karadeniz kıyılarını 19. yy'ın başında dolaşan Bıjışkyan, gezisine, Kavakhisar dediği Ana-dolukavağı'ndan başlamış, bu ilginç incelemesini Rumelikavağı'nda noktalamıştır. Bu iki yere ve yakın çevrelerine ilkçağda "ilahların koruyuculuğu umudu ile" tapınaklar yapıldığı bilinmektedir. Tapınakların yanına da Boğaz'a girişi engelleyen kaleler inşa edilmişti. Kaynaklardaki bilgilere göre karşılıklı kalelerin kıyı kuleleri arasındaki zincir, belirli aralıklarla ağaç kütüklerine bağlı olarak suyolunu kesiyordu. Bu sayede, gemiler durduruluyor, gümrük vergisi alınıyor veya yoklama yapılıyordu. Bu kalelerin bir özelliği ise düşman gemilerine hem yandan, hem cepheden atış ya-
pılabilecek konumda olmalarıydı. Böylece, barış zamanlarında geçişler kontrolde tutulduğu gibi, Boğaziçi'nin ve istanbul' un düşman saldırılarından korunması da sağlanıyordu. Bu iki istihkâmdan Anadolu yakasındaki "Hierion", Rumeli yakasındaki ise "Serapieion" adını taşımaktaydı. Kontrol ve savunma sistemi Bizans imparatorluğu döneminde de devam etti. Eski tapınakların yerine kilise ve manastırlar yapıldı. Bizanslılar, Anadolukavağı'na "Yeros/Yoros", Rumelikavağı'na ise "Im-ros" demekteydiler. 1350'ye doğru her iki istihkâmı, dolayısıyla Boğaz'ın kontrolünü ele geçiren Cenevizliler, buralarda yeni birtakım burçlar ve duvarlar inşa ettiler, istanbul'un fethi sırasında bu istihkâmlara "Ceneviz kaleleri" deniyordu. Türklerce, Anadolu yakasındakine uzun zaman "Yo-ros" ve bazen de "Eizze-i Ruhaniye Kalesi", Rumeli yakasındakine ise, "Yenihisar" dendiği gibi bu ikisiyle birlikte Yuşa ve Tellitabya istihkâmlarına askeri bir terim olarak "Kıla-ı Erbaa" (dört kale) denmekteydi. Fakat halk dilinde "Kavak Kaleleri", "Kavaklar", "Kavak Hisarları" deyimleri yaygındı.
Birer gümrüklendirme, karantina ve çevirme noktası olan Kavaklara, Osmanlılar da yeni perde duvarlar ve kuleler eklediler. Yoros Kalesi'ne bir garnizon yerleştirdiler. II. Bayezid (hd 1481-1512) kale içine bir cami yaptırdı. Hadîka'da bu mabetten "Yoros Kal'ası Mescidi der kurb-i Kavak" olarak söz edilmektedir. Kale dizdarlarından kav:1.': ustası Hacı Mehmed Ağa da bir hamam inşa ettirmişti. "Kal'a-i Atik" de denen burada, Karadeniz'den gelen gemilerin rota değiştirip karaya çarpmamaları için geceleri ateş yakılması yasaktı. Buna karşılık Rumeli yakasındaki tabyanın yukarısında bir ocak ve fanus içinde yu-nusbalığı yakılarak gemicilere kılavuzluk edilirdi. Anadolukavağı üstündeki Çekilik
denen mahalde bulunan iki tabyadan teki, Boğaz girişinden görünmediği için yaklaşan gemilere buradan kolayca atışlar yapılabilirdi.
17. yy'ın başında Kazakların "şayka" denen kayıklarla Boğaziçi'ne gelip köyleri vurmaları ve istanbul'da korku uyandırmaları üzerine IV. Murad'ın (hd 1623-1640) ilk saltanat yıllarında kavak kaleleri yenilendi ve tahkim edildi. Eski tabyaların kıyı tesisleri bu inşaat sırasında yıkıldı. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre her iki yakada kare biçiminde, demir kapılı, yüksek kuleleri olan yeni kavak kaleleri inşa edildi. Akçahisar, Güzelcehisar adlarıyla anılan Anadolu Hisarı'na karşılık, Anadolukavağı Anadolu Hisarı dendiğini de vurgulayan Evliya Çelebi, bu kalenin içinde askerler için 80 oda yapıldığını, bir mescit ile iki buğday ambarının ve 100 topun bulunduğunu, kalede bir dizdar ile 300 askerin görevli olduğunu da açıklar. Hadîka'da da IV. Murad'ın annesi Kösem Mahpeyker Valide Sultan'ın(-0 buraya bir mescit yaptırdığı yazılıdır. Evliya Çelebi, istanbul'daki bazı kalelerde yatsıdan sonra ve sabah namaz vakti mehter takımlarının "nöbet" çaldıklarını anlatırken Rumeli Yenihisarı dediği Rumelikavağı ile Kavak Yenihisarı adını verdiği Anadolukava-ğı'nı da sayar. Yine, Üsküdar'daki Kavak Sarayı'nda(-t) nöbet vurulduğunu bildirir. Ancak bu görevi sürdürenlerin, geçimlerini sağlamak için, gündüzleri de çevre köylerde davul zurna çaldıklarım ekler.
Rumelikavağı'nın bulunduğu yerdeki eski Bizans kalesi, Rumeli Hisarı yapılırken yıkılmış olup fetihten sonra yerine yeni bir kavak kalesi inşa edilmişti. Daha sonra bunun yakınına IV. Murad zamanında "Kavakhisarı", "Avrupa Hisarı" denen yeni kale yaptırıldı. Evliya Çelebi'nin, Seya-hatname'sinde bu tabya da dört köşe sağlam bir yapı olarak anlatılmakta çevresinin l.OOÖ adım olduğu bildirilmektedir, içinde askerler için 60 odasının, l mescidinin, 2 buğday ambarının bulunduğu ve 100 topunun olduğu, burada da 300 kavak askerinin nöbet tuttuğu vurgulanmıştır. Kale dışındaki yüksek bir kule üzerinde ise geceleri fener yakılmaktaydı. Evliya Çelebi, buradaki köyü de "Kavak Kasabası" o-larak anar. Gemicilerin ve yolcuların barındığı bekâr odalarının sayısını verir. Hadîka'da. ise Karakaş Mescidi'nin "Kal'a-i Kavak" içinde olduğu, Kavak Kalesi'ni IV. Murad'm, mescidi ise Karakaş Mustafa Çelebi'nin yaptırdıkları, ayrıca IV. Mehmed'in annesi Turhan Hatice Valide Sultan'm(->) kardeşi Yusuf Ağa adına da burada bir caminin yapılmış olduğu yazılıdır.
III. Osman döneminde (1754-1757) her iki kavak kalesinde bazı onarımlar yapıldığı Anadolukavağı'na yakın Macar Kale-si'nin eski önemini yitirdiğinden, tıpkı Tokat Bahçesi gibi bir hasbahçeye dönüştürüldüğü ve Macar Bahçesi denen buraya da Bostancı Ocağı'ndan(->) kavak ustaları atandığı, 1783'te ise, L Abdülhamid'in buyruğuyla her iki kaleye yeni burçlar eklendiği ve tahkimatın geliştirildiği saptanmaktadır. Kavaklara yakın köylerin halk-
larının ise fırsat buldukça geceleri ateş yakıp Boğaz'a giren gemileri şaşırttıklarına ve karaya vuran gemileri soyduklarına i-lişkin pek çok olay bEindiği gibi I. Ahmed' in (hd 1603-1017) de bu tür soygunların önlenmesi için, kavak kıyıları boyunca mahalleler kurulmasını, nüfusun artmasını teşvik ettiği bilinmektedir. 18. ve 19. yy' larda yeni tabyalar yapılırken eski kavak kaleleri ve IV. Murad döneminde yapılan istihkâmlar büyük ölçüde yıkılmıştır. Kıyıdaki yeni istihkâmların, 1623'te yapılan kavak kalelerinin yerine yapıldığı kuşkusuzdur. 19. yy'a girerken bu tabyaların yeni baştan ve Kavak nazırlarının sorumluluğunda yapıldığını, buralarda nöbet tutan yamakların ise, Nizam-ı Cedid kadrolarına alınmak istemediklerinden ayaklandıklarını G. Oğulukyan, Ruzname'sinde yazmaktadır (bak. Kabakçı Mustafa Ayaklanması). Melling'in bir resminde bu kalelerin kuleli kapıları betimlenmiştir. Molt-ke, 1837'de Kavakları ve bunlann daha kuzeyindeki tabyaları anlatırken Rumelikavağı Kalesi'nin tamamen ortadan kalktığını, fakat Anadolukavağı'nm incir ve defne ağaçlarından bir bitki örtüsü içinde yükselen kuleleriyle ayakta olduğunu bildirir. Rumelikavağı ile eski Macar Kalesi
Rumelikavağı'nda kavak nazırlarının ve ustalarının gömüldüğü mezarlıktan günümüze kalan taşlar. Yavuz Çelenk, 1994
arasındaki Boğaz havzasının, iyi yakada 250'den fazla topun bulunduğu 4 batarya ile korunduğunu, bu nedenle bir filonun Boğaz'dan geçmesinin son derece tehlikeli olduğunu vurgular. La Baron Durand de Fontmagne, Kırım Savaşı sırasında Rumelikavağı'na yaptığı bir geziye değinirken iyi yüzlü bir paşanın kendilerini tabyada karşılayıp ağırladığım, tabyanın top ve güllelerle çevrili taraçasında herkesin kendisine bir yer bulup oturduğunu anlatmıştır. Kavaklardaki son yenileme çalışmaları ise 1894'te yapılmıştır.
Bu iki büyük kavaktan sonra, Boğaziçi'ne doğru derlendiğinde, Anadolu Hisa-rı'mn yanındaki iskeleye Kavak iskelesi dendiğini yazan Kömürciyan, buradaki bahçeye bakan bostancılara da "kavak ustası" dendiğim bildirmektedir. Yine, Kız Ku-lesi'nin karşısında, Salacak'tan biraz daha güneyde kalan Harem'in yukarı kesimi de eskiden Boğaz Kavağı olarak bilmiyordu. Burada, Osmanlı hanedanına ait yazlık Kavak Sarayı vardı.
Haliç'te Tersane bölgesinin merkezinde yer alan Kavak Burnu'nda ise buradaki tesislerin korunmasına dönük bir istihkâmla birlikte Kaptanpaşa Divanhanesi ve yine Osmanlı hanedanına ait büyük bir kasır bulunuyordu. II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) Tersane'nin ilk gözleri de burada yapılmıştı, înciciyan, buradaki sarayı "padişah köşkü" olarak adlandırır ve I. Ahmed'in son saltanat yılında (1617) onarıldığını, köşkün geniş bahçesinin Tersane'ye bitişik olması nedeniyle Tersane Bahçesi olarak adlandırıldığını anlatır. Bu saray, sonraki onarım ve eklemelerle uzun zaman korundu, III. Ahmed döneminde (1703-1730) Aynalıkavak Kas-n(->) ya da Aynalı Kasır olarak anılıyordu. Aubry de la Mortraye, bu sarayın bir bölümünün denize çakılmış direklere oturmuş olduğunu yazmaktadır. 19. yy'ın başlarında Hasbahçe Kasrı ve küçük köşkler bırakılıp Aynalıkavak Sarayı yıkılarak yerine yeni tersane tesisleri yapıldı. Yeni Divanhane, Kasr-ı Kebir, Kâhyabey Dairesi, Di-vanyeri, Sergi Dairesi, Hazine Dairesi, cami ve hamam bunlardandı. 1832'de eski kavak (istihkâm) yerleri ve saray dairelerinin bir bölümü daha kaldırılarak yerine vapur çarkları ile çalışan haddehaneler eski Aynalıkavak un değirmenin yanına da fırınlar yapıldı.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 46i vd; Ayvan-sarayî, Hadîka, II, 143-146; A. Gabriel, İstanbul Türk Kaleleri, ist., ty, s. 113 vd; F. Dirimte-kin, istanbul'un Fethi, ist., 1949, s. 103-104; Boğaziçi, s. 68, 101, 131 vd; E. Mamboury, Rehber, 210 vd; De Fontmagne, Kırım Harbi Sonrasında istanbul, ist., 1977, s. 83-87; G. Oğulukyan, Ruzname, 1806-1810 İsyanları, İst., 1972, s. 2; P. M. Bıjışkyan, Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası 1817-1819, İst., 1969, s. 17-18, 110; înciciyan, İstanbul, 96-98, 120 vd; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 203 vd, 214, 269, 284-285; A. de la Mortraye, Tra-vels trough Europe, Asia and into part ofAf-rica, I, s. 174-175; H. vpn Moltke, Türkiye'deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar, Ankara, 1960, s. 64-65; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 120.
NECDET SAKAOĞLU
KAVALALnAR
bak. HIDİV AÎLESl
KAVASBAŞI AHMED AĞA ÇEŞMESİ
Boğaziçi'nde, Çengelköy iskelesi meydanında bulunmaktadır.
Kesme taştan yapılmış bu dört cepheli meydan çeşmesinin üstünde altı satırlık mensur kitabe yer alır. Kitabeden anlaşıldığına göre çeşmeyi Sadrazam Mehmed Hüsrev Paşa'nın kavasbaşısı Ahmed Ağa 1270/1853'te yaptırmıştır. Kitabe daha önce Çengelköy Iskelesi'ne çıkan köşebaşın-da bulunmaktaydı.
m
Kavasbaşı Ahmed Ağa Çeşmesi
Banu Kutun/Obscura, 1994
Çeşme dört yüzlü olarak kesme taştan yapılmış, üzeri sıva ile kaplanmıştır. Geniş bir saçakla çevrili olan çeşmenin çatısı kubbe biçiminde olup üzeri kurşun kaplıdır. Çeşme son zamanlarda onarım görmüştür. Çeşmenin dört yüzü de aynı şekilde yapılmış olup, mermerden sade bir aynataşı ve musluk bulunmaktadır. Yapının köşelerindeki oluklu mermer payeler kornişin üstünde de devam etmektedir. Ön cephede korniş üstünde altı satırlık kitabesi yer almaktadır. Çeşmenin önünde yapıyı dört taraftan dolanan mermer tekne taşı bulunmaktadır. Ön cephedeki musluk koparılmış olup suyu akmamaktadır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 444; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, 60-62.
ALIN TALASOĞLU
KAVEL GREVİ
1963'te, 1961 Anayasası'mn getirdiği haklara rağmen yeni yasalar henüz çıkmadığı için grev yasağının sürdüğü bir dönemde İstanbul'da gerçekleştirilen, Türkiye işçi hareketinin en önemli eylemlerinden biri. İstanbul îstinye'de kurulu Kavel Kablo Fabrikası işvereni, 5 yıldır vermekte olduğu yıl sonu ikramiyesini eksik ödeyeceğini açıklayınca fabrika işçileri, 31 Aralık
KAVUKLU HAMDİ
498
499
KAYGILI, OSMAN CEMAL
Kavel grevi
Disk Arşivi
1962 günü protesto eylemi yaptılar. Soruna çözüm bulunması için işverenle görüşmek isteyen 3 işyeri temsilcisi ve baştem-silci, yasa ve yönetmeliklere aykırı olarak işten atıldı. Ayrıca sendika üyeliğinden istifa etmeleri için işçiler üzerinde yoğun baskılar başladı.
Sonradan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu^) kurucusu sendikalar arasında yer alacak Maden-lş Sendikası'na tiye işçiler, sendika temsilcisi arkadaşlarının işten atılmasını protesto için işbaşında çalışmadan oturma eylemine başlayınca işveren işçileri yönlendiren 9 işçiyi daha işten attı. Bunun üzerine, fabrikanın 173 işçisi, 28 Ocak 1963'te 35 gün sürecek greve başladılar. Gerçekte grevin ilk günleri fiili "işgal" olarak yaşandı. Daha sonra fabrikadan çıkarılan işçiler fabrika önünde eylemlerini sürdürdüler. Kış günlerinde gece gündüz eşleriyle, çocuklarıyla, fabrika önünde nöbet tuttular. Bu arada işveren lokavt ilan etti ve yeni işçi almak için gazetelere ilan verdi.
Kavel Grevi, 24 Temmuz 1963'te kabul edilecek Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile Sendikalar yasa tasarılarının TBMM'de görüşüleceği günlere rastladığı için büyük önem kazandı. Bazı kaynaklar, Kavel grevinin çıkacak yasalarda işçiler için-ağır hükümler getirilmesini sağlamak üzere işverenlerce kışkırtıldığını ileri sürdü. Maden-İş Başkanı Kemal Türkler, 19 Mart 1963'te İstanbul'da yayın hayatına başlayan Sosyal Adalet Dergisi'nin ilk sayısına yazdığı "Kavel Olayının İçyüzü" başlıklı yazısında, işverenlerin bir cephe kurarak Kavel olayım mecliste görüşülecek işçi haklan ile ilgili taşanları etkilemede kullandıklarını belirtti.
İşverenler, Kavel grevini "mülkiyet hak-kı"na bir saldırı, dolayısıyla "grev hakkı"
nin sınırlandırılması için bir örnek olarak kullanmak isterken, işçiler de grevi bir "dayanışma" konusu haline getirdi. Maden-İş ve Lastik-İş sendikaları, üyeleri olan grevci işçiler için para topladı. İstanbul'da 800 Demirdöküm işçisi Kavel grevcilerini desteklemek için sakal boykotuna gitti. İstanbul'un ve Türkiye'nin birçok yerinde işçiler Kavel grevcilerini ziyaret etti. Maden-İş üyelerinin çoğu, o tarihlere denk düşen bayrama Kavel grev yerinde grevci işçilerle dayanışarak girdiler. Kavel grevi konusunda Türk-îş yönetimi ise suskun kaldı.
Grev sırasında zaman zaman polis ile işçiler arasında çatışmalar çıktı, yaralanmalar oldu. Anlaşmaya varılmasından bir gün önce, fabrikadan kamyonla kablo çıkarılmasını önlemek isteyen işçilerin eşleriyle polis çatıştı. Nihayet 3 Mart 1963 günü Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzi-oğlu ve Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'in aracılığı ile uzlaşmaya varıldı. İmzalanan protokole göre işveren yıl sonu ikramiyesini eski koşullara uygun ödemeyi ve işten çıkarılan 9 işçiyi işe almayı kabul etti. Dört temsilci ise yeniden işe alınmayacak, ancak tazminatları ödenecekti.
İşçiler 5 Mart 1963 günü işbaşı yaptılar. Kavel olayı bitti sanılırken, bu kez Sarıyer savcısı 28 işçi hakkında "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, polise fiili mukavemet, mesken masuniyetini ihlal" gibi suçlarla dava açtı. 15 Kavel grevcisi tutuklanarak Sultanahmet Cezaevi'ne kondu. Tutuklu işçiler 27 gün hapis yattıktan sonra çıkarıldıkları ilk celsede tahliye oldular, ancak davaları sürdü.
24 Temmuz 1963'te çıkarılan Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'na eklenen ve işçiler arasında "Kavel Maddesi" olarak bilinen geçici bir madde ile 1947
tarihli Sendikalar Kanunu ile TCK'nin 201 258, 266-273. maddelerine aykırı fiiller ve bunlara verilen cezalar affedilince, Kavel grevcileri de kovuşturmadan kurtuldu.
Kavel grevcileri tutuklu işçilerin tahliye edildikleri 11 Nisan 1963 gününe kadar yaklaşık 100 gün boyunca kamuoyunun gündeminde kaldı. Henüz grev yasasının olmadığı, grevin hangi koşullarla yapılacağının bilinmediği bir dönemde gerçekleştirilmesi, 1960 sonrasındaki ilk işgal örneğini oluşturması, işçiler arasında dayanışma düşüncesini pekiştirmesi, işverenlerin sendika üyeliği ve işyeri temsilciliği kurumunu kabullenmelerinde bir aşamayı temsil etmesi açılarından Kavel grevi, Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketinin en önemli köşe taşlarından birini oluşturdu. FARUK PEKİN
KAVUKLU HAMDİ
bak. HAMDİ (Kavuklu)
KAYALAR MESCİDİ VE TEKKESİ
Beşiktaş îlçesi'nde, Bebek ile Rumelihisarı arasındaki Kayalar mevkiinde, Bebek-Ru-melihisarı Caddesi üzerinde yer almaktadır.
Adını bulunduğu mevkiden alan bu mescit 17. yy'm ikinci çeyreğinde, IV. Mehmed dönemi (1648-1687) ricalinden, Tameş-var'da ölen Nişancı Sıdkı Ahmed Paşa (ö. 1662) tarafından yaptırılmıştır. Kagir duvarlı ve ahşap çatılı olduğu bilinen bu ilk yapı tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkmış, yerine 1294/1877'de Kadiri tarikatına bağlı Şeyh Ahmed Niyazi Efendi tarafından bir mescit-tekke niteliğindeki bugünkü ahşap yapı inşa ettirilmiştir. Kaynaklarda "Şeyh Mehmed Efendi Tekkesi", "Kayalar Tekkesi" veya "Ahmed Sıdkı Efendi Tekkesi" olarak geçen bu bina tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra terk edildiğinden ve kadro harici tutulduğundan harap düşmüş, çeşitli hayırseverlerin yardımları ile, aslına uygun biçimde onarılmış ve 1987'de cami olarak ibadete açılmıştır.
Aynı zamanda tekkenin tevhidhanesi o-larak kullanıldığı bilinen, dikdörtgen planlı fevkani mescidin altında, zamanında tekkenin selamlık birimleri olarak kullanılan, günümüzde ise imam lojmanı görevini ifa eden mekânlar yer alır. Yapının girişi zemin katın güney cephesinde, mihrap ekseninin solundadır. Dikdörtgen açıklıklı ve çift kanatlı kapının üzerine küçük bir kitabe levhası yerleştirilmiştir. Kapının açıldığı küçük taşlıkta, solda bir abdest alma mahalli bulunmakta, bu taşlığın batı duvarındaki merdivenlerden mescitle aynı kotta yer alan büyük taşlığa çıkılmaktadır.
Mescit, her ikisi de dikdörtgen planlı o-lan bir harim ile kapalı bir son cemaat yerinden meydana gelir. Son cemaat yerinin batı duvarında bulunan giriş büyük taşlığa açılmakta, kapının üzerinde dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı bir tepe penceresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin üstü fevkani kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiş, son cemaat yerinin doğu ucundaki merdivenden bu mahfile çı-
Kayalar Mescidi
Banu Kutun/Obscura, 1994
kış sağlanmıştır. Son cemaat yerini harim-den ayıran duvarın ekseninde bir kapı ile bunun yanlarında birer pencere, ayrıca ha-rimin doğu ve güney duvarlarında dörder pencere yer alır. Güney duvarının ekseninde bulunan mihrap cephede yarım daire planlı bir çıkma yapar. Harimin kuzey duvarı boyunca, zemini bir seki ile yükseltilmiş ve ahşap korkuluklarla sınırlandırılmış müezzin mahfilleri uzanır. Minber ile vaaz kürsüsü ahşaptır.
Kiremit örtülü kırma çatı ile donatılmış olan yapının cephelerinde herhangi bir bezeme görülmemekte, köşeleri Dor başlıklı pilastrlarla belirlenen, ahşap kaplamalı cephelerde dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı pencereler sıralanmaktadır. Mescidin batı cephesine bitişik olan minarenin kare planlı kaidesi ile pabuç kısmı kesme taşla, silindir biçimindeki gövdesi ile peteği ise tuğla ile örülmüştür. Şerefenin altı kavisli bir dolgu ile donatılmış, minare, kurşun kaplı ahşap bir külahla taç-landırılmıştır. Mescidin avlusunda, 9357 1529'da Atmeydanı'nda katledilen Bayra-mî-Melamî büyüklerinden "Oğlan Şeyh" lakaplı İsmail Maşukî'ye(->) ait bir makam kabri bulunmaktadır.
BibL Ayvansarayî, Hadîka, II, 124-125; Osman
Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 46-47, no. 198; Mü-
nib, Mecmua-i Tekâyâ, 5; Raif, Mir'at, 271,
280; Vassaf, Sefine, V, 272; Öz, İstanbul Cami
leri, II, 38. . ..
N. ESRA DIŞOREN
KAYGILI, OSMAN CEMAL
(22 Eylül 1890, İstanbul - 9 Ocak 1945, İstanbul) İstanbul'un kenar mahalle halkını, tulumbacı ve külhanbeyi çevrelerini, Çingelerini anlattığı hikâye ve romanla-rıyla tanınan yazar.
1906'da Menşe-i Küttab-ı Askeriye'den mezun olduktan sonra çeşitli birliklerde kâtiplik yaptı. Mahmud Şevket Paşa'ya 11 Haziran 1913'te yapılan suikast dolayısıyla düzenlenen listeye dahil edildiği için Si-nop'a sürüldü. Burada 2 yıldan fazla kaldı. I. Dünya Savaşı yıllarında yeniden askeri birliklerde çalışmaya başladı, 1918'de ise hastalanarak emekli oldu. Sur dışında bir mahalleye yerleşerek hayatı boyunca oradan ayrılmadı. Geçimini sağlamak için sütçülük, Haliç vapurlarında biletçilik, pazarlarda manifaturacılık, muhasebecilik, öğretmenlik gibi işlere girip çıktı.
İlk yazısı Eşek adlı mizah dergisinde yayımlandı (1910). Daha sonra Karagöz ve Şebab dergilerinde de mizah yazıları ve taşlamalarıyla göründü. Ancak onun gerçek anlamda yazarlık serüveni Alay dergisinde yayımlanan yazıları ve hikayeleriyle başladı. Mütareke yıllarının Âyine, Aydede, Gü-leryüz, Akbaba gibi mizah dergilerinde; Sabah, İkdam, Alemdar ve Payitaht gibi günlük gazetelerinde mizahi şiirler, hikâye ve fıkralar, değişik konularda yazılar yayımladı. Cumhuriyetle birlikte Çuvalcı Şeyhinin Halefi (1923), Altm Babası (1923), Bir Kış Gecesi (Anber takma adıyla, 1923), Eşkıya Güzeli (1925), Gonca'nm İntiharı (1925), Mahkemede Gelin-Kay-nana Kavgası (1925), Tekin Olmayan Kedi (1925), Çingene Kavgası (Anber takma adıyla, 1925), Perili Bostan (1925) adlı ki-tapçıklarıyla bir hikayeci olarak adım duyurdu. Osman Cemal Kaygılı'nın yazarlık özelliklerini yansıtan bu hikâyeleri, konu ve çevre bütünlüğü taşıması ve sonraki yıllarda yayımlayacağı romanlarında da bunu devam ettirmesi bakımından dikkat çekicidir. Osman Cemal Kaygılı'nın Sandalım Geliyor Varda (1938) adlı uzun hikâyesinin ardından aynı konulan Ç7w-geneler(_l939, 3. bas. 1972), Aygır Fatma (1944) ve Bekri Mustafa (1944) adlı romanlarında da devam ettirmesi, yazarlık çizgisinin sürekliliğini gösterir.
Çingeneler, Nazlı adında bir Çingene kadına âşık olarak bu topluluk içinde 2,5 yıl kadar yaşayan İrfan adlı bir gencin hatıra defteri biçiminde kurgulanmıştır. Musiki meraklısı îrfan'ın Topçular, Ayvansaray ve Sulukule Çingeneleri arasında geçen acı dolu hayatı, hapse düşmesi, hapisten çıkınca da evsiz yurtsuz kaldığı için sefil olması Kaygılı'nın öteki hikâye ve romanlarında sıkça rastlanılan mutsuz kahramanlardan, başlarına olmadık dertler açılan kadın ve erkeklerden farklı bir özellik taşımaz. Romanı ilginç kılan, canlandırılan Çingene yaşayışının sunuluşundaki gerçekçiliktir.
Aygır Fatma, birbirlerini çocukken sevmeye başlayan Hasan ile Mediha'nın mutsuzlukla sona eren aşklarını anlatır. Topçular semtinde oturan kahramanların Kâğıthane'ye çocuk götüren bir bayram arabasında başlayan arkadaşlıkları aşka dönüşür. Aygır Fatma adlı bir mahalle kadınının çöpçatanlığı ile nişanlanma hazırlığına başlayan gençleri Hasan'ın bir kavga yüzünden hapse düşmesi ayırır. Mediha bir Kafkasyalıyla evlenirse de kocasının yaptığı kötülüklere dayanamayarak kaçar ve
uygunsuz bir hayat yaşamaya başlar. Hasanla yemden karşılaşsalar da evlenmeleri mümkün değildir. Kahramanlarına acı çektiren Kaygılı Aygır Fatma'âz da bu yolu izler.
Bekri Mustafa, kitap bütünlüğü kazanmış son romanıdır. İstanbul'un meyhane gediklileri arasında 17. yy'dan beri haklı bir şöhret sahibi olmuş, halk arasında yaygınlık kazanmış fıkraları ve kişiliği ile ayyaşların piri haline gelmiş olan Bekri Mustafa^) bu eserde bir roman kahramanı olarak okuyucu karşısına çıkar. Çevre doğal olarak İstanbul'dur, kişiler de İstanbul'un kenar mahalle meyhanelerinin müdavimi olan halktan kimseler arasından seçilmişlerdir.
Kaygılı ayrıca Cumhuriyet, Vakit, Haber, Son Posta, Son Telgraf, Açıksöz gibi gazetelere tefrika romanlar yazmış, buralarda bazı hikâye, makale ve fıkralar yayımlamıştır. Gazete tefrikalarından Akşamcılar adlı romanı Açıkgöz'de, Kovuk Palas adlı romanı da Son Telgrafta, kitap haline gelmeden kalmıştır.
Osman Cemal Kaygılı'nın yazarlığında ve hayatında tiyatronun ayrı bir yeri bulunmaktadır. İstanbul adlı revüsü Muhsin Ertuğrul tarafından Şehzadebaşı Ferah Ti-yatrosu'nda (1925), Bana Benziyor mu? adlı oyunu Raşit Rıza (Samako) tarafından Milli Sahne'de (1926) sahnelenmiştir. Ayrıca, sahnelenmiş Mezarlık Kızı adlı revüsü (1927) ile yayımlanmış Üfürükçü (1935) adlı bir oyunu daha vardır. O, bu eserlerin bazılarında rol alarak sahneye çıktığı gibi arkadaş çevresinde de iyi bir ortaoyuncusu olarak tanınmıştı.
Kaygılı'nın İstanbul'la ilgili önemli bir çalışması da çok yakından tanıdığı bir dünyanın insanlarından derlediği 528 argo kelime ve deyimden oluşan Argo Lügatidir. Hikâye ve romanlarında da bol bol kullandığı bu dil hazinesi Haber gazetesinde tefrika edilmiştir (Ağustos 1932).
Kaygılı'nın İstanbul folkloru ve âşık e-debiyatıyla ilgili küçük fakat değerli bir çalışması da semai kahveleri ve meydan şairleri ile ilgilidir. İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri (1937) adını taşıyan bu eser, birçok manici ve destan şairini tanıtır, bu ortamda oluşturulan edebiyat ve musikiyle ilgili değerli bilgiler yanında kişilerin, yazar tarafından tanık olunmuş hüzünlü hikâyeleri de anlatılır.
Dostları ilə paylaş: |