KAŞIKADASI
istanbul adaları takımına dahil, Burgaza-dası'nın(-0 hemen doğusunda bulunan küçük ada.
Eski adı Pita (Pytya) olan ada, yüzüstü yatırılmış bir kaşığa benzediği için Kaşıka-dası adını almıştır. Kuzeyden güneye uzunluğu birkaç yüz metre olan, genellikle dik yarlarla çevrili çok küçük bir adadır.
Kaşıkadası, Burgazadası'na çok yakındır; Heybeliada'ya(->) da 600-700 m uzaklıktadır. Burgazadası'mn kuzeyini kapattığı için adanın önünde korunaklı bir liman oluşmaktadır.
Öteden beri özel mülkiyette olan bu a-da, gerek Osmanlı gerek Cumhuriyet döneminde iskâna açılamamıştır. Adada basit bir iskele ve iki küçük ev vardır. 1940' larda yabancıların karaya çıkmasına izin verilmez, sahipleri adayı köpeklerle korurlardı; ayrıca sığ kıyılara da tel örgüler çekilmişti. Adanın mülkiyeti 1950'lerde
Kaşıkadası'nın
Burgazada'dan
görünümü.
P. Tuğlacı, Tarih
Boyunca istanbul
Adaları, H,
ist., 1992
Danon ailesine geçtikten sonra halkın kıyıya çıkması engellenmemiş, aksine kuzeydeki çakıllık sahilin bir halk plajı gibi kullanılması âdeta teşvik edilmişti.
Mevzuat gereği, Kaşıkadası'nda inşaata izin verilmediği ve ada iskâna açık olmadığı için Danon ailesi, sadece yazları adadaki küçük evi ve Burgazadası'na bakan küçük bir sahil parçasını kullanırdı. Adanın tüm sahilleri, Heybeliada'ya bakan kıyılar, Burgazadası'mn tam karşısına rasdayan dibi sapsarı kum, suyu billur gibi olan güzel koy, diğer adalardan ve istanbul'un çeşitli yerlerinden gelen kotralar, sandallarla dolardı.
Danon ailesinin Kaşıkadası'nı Dinçkök Grubu'na dahil Akturizm AŞ'ye satması ü-zerine bu şirket önce adanın Burgaz'a bakan güzel koyunu büyük beton bir mendirek inşa ederek kapatmış, ayrıca adada çeşidi evler yapmak üzere hızlı bir inşaat faaliyetine girişmiştir. Kuzeyde, evvelce halkın kullandığı çakıllık bölge de inşaat için kurulmuş demir ve beton iskelelerle örtülmüş ve böylece ada sahilleri halka kapatılmıştır. Bu inşaadarın adaların tabii güzelliğini bozacağını savunan çevreciler ve ö-zellikle Ada Dosdarı Derneği'nin itirazları uzun süre sonuç vermemiş, 1989'da istanbul Anakent Belediyesi'nin değişmesi sonucunda, yeni yönetim, Kaşıkadası'nda-ki tüm inşaatı durdurmuştur.
KAŞIKÇI HAN
488
489
KÂTİBİM TÜRKÜSÜ
Kaşıkadası'nda halen herhangi bir tarihi eser kalıntısı yoktur ve bu adanın diğer adalar gibi Bizans zamanında bir sürgün adası olarak kullanılmış olduğuna dair de herhangi bir bilgi bulunmaz.
NEJAT GÜLEN
KAŞIKÇI HAN
Kapalıçarşı hanlarındandır. Mahmut Paşa Yokuşu ile Tarakçılar Sokağı'mn kesiştiği köşede çift cepheli olarak yer alır. Doğusunda Kalcılar Hanı(-+) vardır.
Kitabesi ve hakkında bilgi kaynağı bulunmayan yapı, mevkii ve yakınındaki hanlarla olan konumu ile mimari özellikleri göz önüne alınarak 18. yy'a tarihlendiri-lebilir.
Yapı bulunduğu alana uydurulmuş bir plan şeması gösterir. Bu nedenle muntazam olmayan bir avlusu vardır, iki katlı re-vak sisteminde, zemin revaklarmda kemerler tuğladan yuvarlak şekilli, üst katta ise sivri olarak yapılmıştır. Taşıyıcı sistem örme taştan, kare kesitli payelerdir.
Her iki katta da mekânlar zumun içinde çok değişmiştir. Zemin katta bir tek kapı orijinaldir. Zemin kat mekânları revak altına bir kapı ile, üst kat mekânları ise birer kapı ve birer pencere ile açılmaktadır. Yapıda mekânlarda yer alan ocaklardan hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Kapının bağlandığı tonozlu geçit sonunda, revak-larda üst kata çıkan merdivenler bulunur. Yapıda avlu revak cephelerinde taş, tuğ-la-derz doku görülür. Üstten bu cepheyi tuğladan kirpi saçak frizinin dolandığı anlaşılmaktadır.
Kaşıkçı Han'ın Mahmut Paşa Yokuşu' na ve Tarakçılar Sokağı'na açılan iki cephesi bulunur. Mahmut Paşa Yokuşu'na a-çılan cephesi yerin eğimine uygun olarak düzenlenmiştir. Muntazam cephesi ise Tarakçılar Sokağı'na açılır. Her iki cephe de muntazam kesme taş, tuğla-derz hatıllı o-larak inşa edilmiştir. Cephelerden taşan veya cepheyi aşan herhangi bir çıkma mevcut değildir. Bu nedenle düz bir cephe i-fadesi görülür. Dış cepheleri de üstten tuğladan testere dişi saçak bordürü sınırlar.
Yapıda, zaman içinde oluşan bozulma
ve değişiklikler, hacimsel değerlendirmelerin zorlaşmasına ve cephe değerlerinin tamamen bozulmasına neden olmuştur. Bibi. Güran, istanbul Hanları, 124-125.
GÖNÜL CANTAY
KAŞIKÇILIK
Başta Konya olmak üzere Kastamonu, Çorum ve Tokat'la birlikte Osmanlı döneminde istanbul da önemli bir kaşık üretim merkeziydi. Pilav, çorba, sulu yemekler, hoşaf, muhallebi vb yiyecekleri bulunduğu kaptan ağza götürmede kullanılan kaşık, ağaç, maden, kemik gibi yapıldığı maddeye ve kullanıldığı yere göre adlar alırdı.
Ağaç kaşık, malzemesinin elde edilmesindeki kolaylık bakımından en yaygın kaşık çeşididir. Şimşir, abanoz gibi sert doku-lu ve hoş kokulu ağaçlar kaşık yapımında tercih edilmiştir. Önce kaba bir biçimde oyulan kaşığın çanak ve sap kısmı uyumlu bir biçimde çıkardır ve zımpara, törpü, eğe vb ile düzeltilirdi. Ağaç kaşık yapımında ağız ve sap uyumunu sağlamak çok önemli olduğu için dilimizde "Herkes kaşık yapar ama sapını doğru oturtamaz" sözü yaygınlık kazanmıştır. Böylece yapımı biten kaşık önce sarı boyaya batırılır, ardından da çeşidi renklerde motiflerle be-zenir ve cilalamrdı. Bazı ağaç kaşıklara yemekle ilgili öğüt ve dilekler ihtiva eden güzel sözler, beyitler de yazdırdı.
Fabrika öncesi dönemde madeni kaşıklar ahşap kalıplar hazırlandıktan sonra altın, gümüş ve pirinçten dökümleri yapılır, daha sonra bu dökümler eğelenerek tesviyeden geçirilir ve olması gereken biçime sokulurdu. Madeni kaşıklar eskiden "mıhlama" yoluyla zümrüt, akik gibi değerli taşlarla, altın ve gümüş kaşıkların sapları "savat"la(-»), bazıları da kıl testeresiyle yapılan oymalarla ya da çelik kalemle oyulan yazı ve motiflerle, bazen de telkari süslemelerle sanat eseri haline getirilirdi. Bu tür değerli madenlerden yapılmış ve özenle süslenmiş kaşıklar ancak sarayda ve yüksek dereceli devlet görevlilerinin konaklarında kullanılırdı.
Kemik, boynuz, fildişi ve kabuklardan yapılan kaşıklar daha çok aşure, sütlaç,
Kaşıkçı Han'ın iç avlusundan bir görünüm. Yavuz Çelenk,
muhallebi yemek için kullanılırdı. Boynuz ve fddişi kaşıkların pek azı yekpare olur, çoğunlukla çanak ve saplan ayrı ayrı yapılır, daha sonra altın, gümüş ve pirinç perçinlerle birbirine tutturulurdu. Fildişi, boynuz, bağa ve hindistancevizi kabuklarından yapdan çanaklarda yüzeyin pürüzsüz olmasına özen gösterilir çok değişik tekniklerle bezenen sapları ise oyma ve kakma motifler ihtiva ederdi.
istanbul'da kaşıkçılık, Bayezid Camii yakınlarındaki Kaşıkçdar Çarşısı'nda yapılırdı. Ayrıca Kapalıçarşı'nın doğusunda bulunan ve Mahmutpaşa Yokuşu üe Tarakçılar Sokağı köşesinde yer alan Kaşıkçı Han' da(->) bir zamanlar kaşıkçı esnafının barındığı düşünülebilir.
istanbul kaşıkçıları da öteki meslek gruplan gibi geleneksel esnaf örgütlenmesine dahil olmuşlardı. Evliya Çelebi, Seya-batnam&de 1638 Bağdat seferi dolayısıyla düzenlenen ordu esnafı alayını anlatırken "Esnâf-ı Kaşıkcıyan"dan da söz eder ve bunların 300 dükkânda 1.000 kişi olduklarını büdirir.
istanbul'da yalnız burada üretden kaşıklar satılmaz, başka şehir ve ülkelerden gelen kaşık çeşitleri de bulunurdu. 1640 tarihli Es'âr Defteri'nâe tanesi l akçeden 50 akçeye kadar satılan 19 çeşit kaşık adı verilmiştir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 619; K. Özbel, Konya Kaşıklan, Ankara, 1949; "Kaşık", TA, XXI, 392-393; Büngül, Eski Eserler, I, 152-154; Güran, istanbul Hanları, 124-125; M. Z. Ku-şoğlu, "Kaşık ve Kaşıkçılığımız", Aletler ve Âdetler, îst., 1987, s. 49-51; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, (1992), 190; Y. Yücel, Osmanlı Ekonomi-Kültür-Uygarlık Tarihine Dair Bir Kaynak. Es'ârDefteri (1640 Tarihli), Ankara, 1992, s. 91.
istanbul kataklum
Kataklum ya da Fransızca yazımıyla Ca-tacloum istanbul'un ilk sürekli kabare ti-yatrosudur.
1881'de Paris'te Rodolphe Salis adında birinin Le Chat Noir adlı kabare tiyatrosu çok ilgi çekmiş burada birçok ünlü şair, sanatçı, mizahçı, karikatürist bir araya gelmişti. Tiyatroda daha çok gölge oyunu gösterimleri veriliyordu. Öyle ki 1889'da Karagöz gösterimleri de verilmişti. Bu örnek üzerine başka kentlerde de benzeri kabare tiyatroları kurulmuştu. 1906'da Henry Yan adında biri Beyoğlu'nda Catacloum adıyla benzeri bir kabare tiyatrosu açtı, daha çok Beyoğlu ve istanbul üzerine güncel konulara yer veriliyordu. Catacloum' un yeri Beyoğlu'nda Hamalbaşı Sokağı no. 38'deydi. Gazetelerdeki duyurularında Paris'teki Le Chat Noir gibi "Theâtre deş Ombres d'Art du Chat Noir" adıyla geçiyordu, ancak bu sonra kaldınldı, "Cataclo-um-Cabaret Artistique" diye duyuruldu. Kurucusu Henry Yan'ın ortağı Luce YolT du. Tiyatro 1910'a kadar sürdü. Eylül 1910' da salonu genişletildi. Gene aynı yd dünyaya çarpacağı korkusu ile büyük panik yaratan Halley kuyrukluyıldızının Beyoğlu'nda nasd karşdandığını alaylı bir biçimde işleyen 2 perde 4 tabloluk Pera-Halley
Retour adlı bir müzddi oyun sahnelendi. Eseri Henry Yan yazmış, müziğinin bestecisi N. harfinin arkasına gizlenmiştir, giysileri de Appol ortaklığı hazırlamıştır. Ne yazık ki bu ilginç müzikli oyunun metni günümüze ulaşmamıştır. Yalnız oyundaki 4 tablonun başlıklarını biliyoruz. "Bakanlar Kurulu", "Müze", "Beyoğlu'nda Balo", "Haliç". Orkestra yönetmeni bir kadındı: De Moriana. Oynayan sanatçılar arasında şunlar vardı: Ade Noves, Renee Chalgreau, G. de Mazi, Coreoggioli, Montval, Kerri-ta, Olympia, Yoll, Chartory. Burada üginç olan Hamalbaşı Sokağı'nın bu tür sanat o-laylanna sahne olmasıdır. Nitekim illüzyonist Cazeneuve buradaki Sponek buzhanesini tiyatroya çevirerek gösterimlerini verdiği gibi, aynı birahanede istanbul'da dk füm gösterimi yapdmıştır. Hamalbaşı Sokağı no. 22'de bulunan Kutu adlı gece kulübünde ünlü sahne sanatçısı Hazım Kör-mükçü 1931'de Karagöz oynatmıştı.
METiN AND
KATIRCIOĞULLARI
istanbul'la dgileri 17. yy'da başlayan ve 19. yy'ın sonu ile 20. yy'ın başında da devam eden aüe.
Aslen Kastamonulu olan Katırcıoğulla-rı, toplumsal, siyasal ve askeri nitelikleri, yaşamlarını Göller yöresinde, Bursa'da ve İstanbul'da 300 yıldan fazla sürdürmeleri ile tipik bir Osmanlı adesidir.
Soy atası olarak adı saptanan Katırcıoğ-lu Hasan Ağa, 17. yy'ın ortalarına doğru Kastamonu kırsalında zengin bir çiftçiydi. Oğlu Mehmed Paşa (ö. 1668) yüzydın karışık Anadolu ortamında, Celali başbuğu o-larak sivrildi. Kastamonu'dan Teke yöresine geçti. Karahaydaroğlu, Gürcü Abdün-nebi ile ittifak kurdu. Afyon, İsparta, Burdur yörelerini haraca kesti. 1649'da Gürcü Abdünnebi Olayı'nda(->) öncü çetelerin başbuğu olarak istanbul'a ilerledi ve Alem-dağı-Bulgurlu ormanlarında pusu kurdu. Osmanlı kuvvetleriyle yapılan savaştan sonra izmit, Adapazarı, Mudurnu dolaylarım vurmaya başladı, izmit'in kadınlarını toplatıp leventleri de "fuhş-i azîm irtikâb eyledi". 1650'de bağışlanma ddeğinde bulundu, istanbul'a çağnldı. Üsküdar'da, Ve-zirazam Kara Murad Paşa'nın gönderdiği Çatrapatra Topatan Ali Ağa tarafından saygıyla karşılandı. Kendisine istanbul'da bir konak tahsis edildi. Sadrazamın ve IV. Mehmed'in huzurlarına çıktı ve bağlılık yemini etti. Katırcıoğlu Mehmed, heybetli vücudu, kaba Yörük ağzı, pek tatlı konuşması ve zekâsı ile kentte sempati topladı, istanbullular gerek onun, gerekse leventlerinin tavırlarını, giyim kuşamlarını izlemek için kaldığı konağın çevresini her gün doldurmaktaydılar. Katırcıoğlu'nun leventleri, al kadife çakşırlı, kadife cep-kenli, eğri külahlarına al ipek vala dolamış, dginç Türkmen gençleriydi. Ulema ve rical de meraklarından, Katırcıoğlu'nu konaklarına davet ederek ziyafetler vermektey-dder. Atmeydam'nda birkaç kez cirit gösterisi de yaparak hayranlık toplayan Mehmed, iki aylık misafirlikten sonra sancak-
beyliği verilerek Seydişehir'e atandı. Bir süre sonra da beylerbeyi rütbesi de Karaman valiliğini elde etti ve Mehmed Paşa olarak ünlendi. Vezir ve Anadolu valisi iken Girit'e gitti. l668'de Kandiye kuşatmasında şehit düştü.
Ailesi Bursa'ya yerleşen Mehmed Paşa' nın 3 oğlundan ibrahim Bey'e 1673'te Ka-rasi sancakbeyliği verilmişti. Diğer iki oğlu Şabcıbaşı Hüseyin Ağa ile beylerbeyi payeli Mehmed Paşa'dır (ö. 1690). Katırcı-oğudan bu Mehmed Paşa'nın soyundan yürüdü. Beşinci kuşaktan torun olan Katırcıoğlu ibrahim Edhem Ağa (ö. 1862) ve bunun oğlu Hacı Halil Edhem Ağa (ö. 1845) Bursa'da ipek taciriydiler.
Hacı Halil Edhem Ağa'nrn çocuklarından Müşir Gazi Ahmed Muhtar Paşa (1839-1919) 1856'da Mekteb-i Harbiye'de okumak için istanbul'a geldi. Daha sonra kardeşi Haci Ali Paşa'nın oğudarı Fuad, Mem-duh, Halil beyler ile kızları Nimet ve Nuriye hanımlar da istanbul'a yerleştder.
Ahmed Muhtar Paşa, 1861'de erkân-ı harb (kurmay) yüzbaşısı olduktan sonra, Harbiye'de muallimlik, şehzade hocalığı, cephelerde kurmay subaylık ve komutanlık görevlerinde bulundu. 1875'te Bosna-Hersek ve Karadağ ayaklanmalarının bas-tırdmasında büyük başarı gösterdi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda 4. Ordu Müşiri ve Umum Anadolu Harp Ordusu başkomutanı olarak istanbul'dan Doğu cephesine gitti. Burada kazandığı muharebelerden dolayı "gazi" sanını kazandı. (Bu sanı taşıyan son üç Osmanlı paşasından biridir. Diğerleri Osman ve Edhem paşalardır.) 5 Ocak 1878'de istanbul'a döndü. Ertesi gün Çatalca'ya giderek Rus ordularına karşı oluşturulan savunma hatlarını inceledi. Çatalca istihkâmatı başkomutanlığına atandı ve istanbul'un savunması görevini üstlendi. Fakat, emrindeki 26.000 askerle bunu başarması güçtü. Kent halkı ve akın akın gelen Rumeli muhacirleri, korku içindeydder. Ruslarla vardan Edirne Antlaşması gereği savunma hattı Terkos-Küçükçekmece çizgisine, bir süre sonra da Bakırköy'e kadar çekildi. Ahmed Muhtar Paşa, bu görevden Erkân-ı Harbiye-i Umumiye reisliğine atandı. Daha sonra Girit, Manastır valdikleri, istanbul'da Tef-tiş-i Askeri Komisyonu reis vekdliği, fevkalade elçilik, ordu komutanlığı yaptı. II. Abdülhamid kendisini istanbul'dan uzakta tutmak düşüncesinden dolayı 23 yıldan fazla (1885-1909) Mısır fevkalade komiserliği görevinde kaldı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra istanbul'a dönünce müşirlikten emekliye ayrıldı. Ayan Meclisi üyesi iken 22 Temmuz 1912'de "Büyük Kabine" olarak adlandırılan ve üç eski sadrazamın da yer aldığı hükümeti oluşturdu ve sadrazam oldu. Bu kabinede oğlu Mahmud Muhtar Paşa (1866-1935) da bahriye na-zınydı. Balkan Savaşı'nın çıkışından 12 gün sonra 29 Ekim 1912'de istifa etti. Feneryo-lu'ndaki köşkünde 21 Ocak 1919'da öldü. Cenazesi vapurla Kalamış'tan Sirkeci'ye, oradan büyük bir törenle Fatih Camii'ne götürüldü ve cami naziresine gömüldü.
istanbul'un en zengin paşalarından o-
lan Ahmed Muhtar Paşa'nın Molla Gürani' de de konağı vardı. Cemiyet-i Tedrisiye-i Islamiye'nin ve Darüşşafaka'mn(->) kurucularındandır. Riyazül-Muhtar, Mir'atü'l-Mikat ve'l-Edvar, fslahü't-Takvim, Tak-vimü 's-Sinin, uzmanı olduğu takvim sahasındaki eserleridir. Yaşamını ve anda-rını Sergüzeşt-i Hayatımın Cild-i Sanisi adlı kitapta anlatmıştır. Kızı Nimet Hanım (1864-1912), oğullan Mahmud Muhtar Paşa ve Bedreddin Bey'dir (1901-1927).
Katırcıoğlu Mahmud Muhtar Paşa, askerlik öğrenimini Almanya'da tamamladı. Prusya ordusunda görev aldı. istanbul'a dönünce Mekteb-i Harbiye'de öğretmenlik yaptı. 1897 Yunan Savaşı'na katıldı. 1900' de ferik, 1907'de birinci ferik (orgeneral) oldu. Otuz Bir Mart Olayı'nda(-0, ayaklan-macdara Beyazıt Meydam'nda silahla karşı koyduysa da hükümet buna izin vermeyince Hassa Birinci Fırka birliklerini geri çekti. 1909'da Aydın valisi, 1910'da bahriye nazırı, 1912'de babası Ahmed Muhtar Paşa'nın kabinesinde ikinci kez bahriye nazırı oldu. Balkan Savaşı'nda istanbul için yaşamsal önemi olan Vize-Pmarhisar savunma hattında Bulgar 3- Ordusu de savaştı. Çatalca hattında ise Terkos cephesi komutanlığını üstlenerek 17 Kasım 1912'de birlikleriyle düşman saldırılarını kırdı ve ağır yaralandı. 1913'te Berlin elçiliğine a-tandı. 1914'te istifa ettikten sonra, Enver Paşa ile olan uzlaşmazlığından dolayı istanbul'a dönmedi. Avrupa'da ve Mısır'da yaşadı. Eşi Nimetullah Hanım (1876-1945) Hıdiv ismail Paşa'nın kızıydı. Mezarı Ka-hire'dedir. Moda'daki konağı günümüzde Kadıköy Kız Lisesi'dir. Vasfı mahlasıyla şiirleri, Ruzname-i Harb, Maziye Bir Nazar, Acı Bir Hatıra ve Fransızca La Tur-quie l'Allemangne evenements d'Orient adlı eserleri vardır.
Mahmud Muhtar Paşa'nın çocukları Emine Düriye (1897-1975, eski büyükelçilerden Hulusi Fuad Tugay'ın eşi), ismail Muhtar (1900-1953), Halil Muhtar (1902-1935), Alaeddin Muhtar'dır (1900-?). Emine Fuad Tugay, Katırcıoğlulları ailesini anlatan ingilizce Three Centuries Family Chronides ofTurkey andEgypt adlı bir e-ser yazmıştır.
Bibi. R. E. Koçu, Dağ Padişahtan, îst., 1962, s. 97-101; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1989, s. 705-707; Ali Kami (Akyüz) ve diğerleri, Dariişşafaka, Türkiye'de ilk Halk Mektebi, îst., 1927, s. 189-192, İnal, Son Sadrazamlar, 1830 vd; Ahmed Muhtar Paşa, Ser-güzeşt-i Hayatımın Cild-i Sanisi, îst., 1328; E. F. Tugay, Three Centuries Family Chronic-les of Turkey and Egypt, Londra, 1963; Göv-sa, Türk Meşhurları, 234, 235; R. Uçarol, Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi, ist., 1976.
NECDET SAKAOĞLU
KÂTİBİM TÜRKÜSÜ
19. yy istanbul'unda geçen bir gönül ilişkisini halk dili ve deyişi ile anlatan nihavent makamında türkü. Türkünün güftesi kafiyeli üç dizelik iki kıta ile bir bağlantıdan (nakarat) oluşur.
Bozuk bir 13'lü hece kalıbı de verilen güftesinde gerçek bir aşk öyküsünü anlattığı söylenen türkünün baş kahramanı kâ-
KÂTİP ÇELEBİ
490
491
KATOLİK OKULLARI
tip, 19. yy Osmanlı kalem efendisinin tipik bir örneğidir. Kâtibin yaşadığı devir, "setre-pantol-kolah gömlek" üçlüsünün "kalıplı fes-baston-köstek ve monokl" ak-sesuvan ile tamamlandığı Tanzimat dönemidir. Daha ilk ölçülerinde, dinleyenlerin hayalinde Marmara sularında aydınlanan bir istanbul siluetini canlandırabilecek kadar etkileyici olan "Kâtibim" türküsü, 1950'li yıllarda Amerikalı hafif müzik şarkıcısı Eartha Kitt'in seslendirmesi ile, bütün dünyada da en çok tanınan, bilinen Türk ezgisi olmuştur. "Kâtibim", aynı zamanda Münir Müeyyed Bekman'ın 1958' de yayımlanan romanının da adıdır. Yazar, ünlü türkünün dizeleri üzerine kurulmuş olan eserini okuyucuya, kitabın başında yer alan "Bu roman, akisleri Amerika'ya kadar uzanan 'Kâtibim' şarkısının kahramanlarını dile getirmekte ve bu macerayı mazinin sislerinden kurtarıp önümüze sermektedir. Bu hakiki bir maceradır ve şarkının kahramanı Kâtip ile sevgilisi Nazike-da, hayalde yer alan kimseler değildir" a-çıklamasıyla sunmuştur.
Kâtibim türküsü, yerli yabancı müzikolog ve antropologların çalışmalarına da yansımıştır. Enno Litman, bu türkünün sözlerini Ermeni harfleri ile Türkçe yazılmış Bayburt ve Havalisi Türküleri adlı bir mecmuadan aktarırken yanına "Bütün Türkiye'de malumdur" kaydını düşmüş, Rus bilgin B. Miller Türk Halk Sarkılan (1903) adlı çalışmasında türkünün hatasız bir notasını yayımlamıştır. 1904'te Kuzey Suriye'nin Zencirli bölgesinde halk ezgileri derleyen antropolojist Feliks von Luschan, bir Ermeni çocuğundan aldığı türküler arasında "Kâtip Türküsü"nü de derlemiş, ancak bu örnek, notaya yanlış bir biçimde aktarılmıştır. 1928'de Mehmed Şakir Bey, Sinop' ta korunan 80-90 yıllık bir mecmuadan aldığı, aynı türkünün orada söylenmiş güftelerini M. R. Gazimihal'e vermiştir. Bu belirlemeye göre, "Kâtibim" türküsünün yaklaşık 1830'lardan bu yana bilinip söylendiği kanısına varılabilir.
"Kâtibim" türküsü, Karagöz musikisi re-pertuvarında da yerini almış ve tespit edilmiş iki oyunda Karagöz'ün karısı ile Çelebi tarafından söylenen şarkı olarak gösterilmiştir. Elde bulunan notaların bolahenk la'da (mi) buselik ve bolahenk sol' de(re) nihavent olarak yazılı örneklerinin bulun-
M
K
İ B
Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur, Kâtip benim, ben kâtibin, el ne karışır? Kâtibime kolalı da gömlek
ne güzel yaraşır.
Üsküdar'a gider iken bir mendil buldum Mendilimin içine lokum doldurdum Kâtibimi arar iken yanımda buldum, Kâtip benim, ben kâtibin, el ne karışır? Kâtibime kolalı da gömlek
ne güzel yaraşır.
düğü "Kâtibim" türküsünün usulü sofyan, makamı nihaventtir.
Türk musikisi repertuvannda gerek klasik çalgılar ve sesleme grupları, gerekse halk çalgıları ve sesleme gruplarınca geleneksel olarak "teksesli" düzende icra edilen "Kâtibim" türküsü, çoksesli müzik alanında da bestecilerce bir tema olarak kullanılmıştır. Bu yolda Ahmet Adnan Say-gun'un 1943'te bestelediği ve "Bir Tutam Kekik" adı altında topladığı "Eşliksiz Koro için Öp. 22 On Halk Türküsü"nün son parçası "Kâtibim Türküsü Üzerine Varyasyonlar" başlığını taşır. Saygun bu eserinde türküyü barok üslupta 10 çeşitleme içinde işlemiştir. "Kâtibim"in tema olarak kullanıldığı bir başka eser, ilk kez 25 Kasım 1965'te, besteci yönetimindeki Ton-küstler Orkestrası'nca Viyana'da seslendirilen Cemal Reşid Rey'in "Bir istanbul Türküsü Üzerine Çeşitlemeler" adlı, aralıksız çalınan 21 çeşitlemeden oluşan "Piyano Konçertosu"dur. Rey, aynı eserin soprano ve gitar sololu biçimlerini de yazmıştır. Ayrıca, Freiburg'lu genç besteci Robert Se-idell de, türküyü "Üsküdar'a Gider Iken-R. Ayangil'e ithaf' başlığı ile eşliksiz koro için çoksesli olarak düzenlemiştir (1985).
Dışişleri Bakanlığı Kültür işleri Genel Müdürlüğü'nün girişimi sonucu, "Kâtibim" türküsünün özgün biçimi ile Rey ve Saygun çeşitlemelerinin bir arada seslendiril-diği "Variations on an old istanbul Folk Song: Kâtibim" adım taşıyan bir CD (com-pact dişe) kaydı yayımlanmıştır (Hugara-ton, 1990.HCD-31523; icracılar: Ruhi Ayan-gil, Hikmet Şimşek, Ayşegül Sarıca, Macar Devlet Senfoni Orkestrası, TC Kültür Bakanlığı Korosu).
Bibi. C. Öztelli, "Evlerinin Önü", TDEA, III; Mahmud Ragıb (Gazimihal), Şarki Anadolu Türkü ve Oyunları, 1928; E. R. Üngör, Karagöz Musikisi, Ankara, 1989; M. Sevilen, Karagöz, ist., 1969; Ş. Elçin "Kâtibim Türküsü Üzerine", Türk Kültürü Araştırmaları, S. XXVTII/l-2 (1990), s. 77-79.
RUHÎ AYANGÎL
KÂTİP ÇELEBİ
(Şubat 1609, istanbul - 6Ekim 1657, istanbul) Tarihçi, coğrafyacı, bibliyograf-yacı.
Asıl adı Mustafa'dır. Hacı Halife, Hacı Kalfa olarak da tanınır. Enderunlu olan babası 1623'te saraydan silahdarlıkla dış göreve çıkınca Kâtip Çelebi'yi ayda 14 dirhem (gümüş sikke) harçlık bağlayarak yanına aldı. Çok genç yaşta Anadolu Muhasebesi kaleminde göreve başlayan Kâtip Çelebi burada hesap ve siyakat yazısını öğrendi. l624'te Abaza Hasan isyanı nedeniyle istanbul'dan ayrılan orduda babası ile birlikte Tercan'a gitti. 1625-1626' da katıldığı Bağdat seferinde kıtlık nedeniyle ordu ile birlikte sıkıntılar çekti. Musul'a geldiklerinde babası, bir ay sonra Nusaybin civarında da amcası öldü. Kâtip Çelebi bir süre Diyarbakır'da kaldı. 1627-1628'de Erzurum kuşatmasında bulundu. 70 gün süren sonuçsuz bir kuşatmadan sonra istanbul'a döndü. Kadızade'nin derslerine devam etti. 1629-1630'da Vezirazam
Hüsrev Paşa'nın maiyetinde Hemedan ve Bağdat seferlerine katıldı. Bu seferdeki gözlemlerini ve gördüğü yerleri Cihannü-ma ve Fezleke adlı eserlerinde anlatmıştır.
1631'de istanbul'a dönünce Kadızade' nin derslerine devam etti. 1633-1634'te Veziriazam Mehmed Paşa'nın maiyetinde Halep'te iken hacca gitti. Mekke'den dönüşünde bir süre Diyarbakır'da kaldı. 1634-l635'te IV. Murad'ın Revan seferine de katıldı, izlenimlerini Fezleke 'sinde ayrıntılı olarak anlatmıştır. Böylece 10 yıldan fazla ordu ile çeşidi seferlere katılan Kâtip Çelebi, yaşamının sonraki yıllarını bilim ve a-raştırma çalışmalarına verdi.
Her gittiği yerde sahaf dükkânlarım, kütüphaneleri dolaşarak kitapları incelemeyi iş edinen Kâtip Çelebi, Anadolu Muhasebesi kalemindeki görevine fazla ilgi duymadı ve Osmanlı bürokrasisinde ilerlemeyi önemsemedi. Öte yandan medrese öğrenimini de tamamlamadığı için, çağdaşı ulema tarafından "ketebeden Mustafa Çelebi" denilerek küçümsendi. 20 yıl hizmetten sonra halifelik (başkâtip) sırası gelmişken bu kadro bile verilmedi. Şeyhülislam Abdurrahim Efendi'nin tavsiyesi ile ancak ikinci halife olabildi. Kendi deyimi ile "haftada bir iki gün emr-i maaş için kaleme varup baki evkatı mütalaa ve tahrir" çalışmalarına ayırdı. Bu son dönemde yaradılışmdaki yeniye ve araştırmaya karşı olan istek dolayısıyla güçlüklere katlanarak öğrendiklerini eleştirici ve doğrulan arayıcı bir araştırmacı-yazar olarak yazmaya koyuldu.
Kâtip Çelebi Halep'te iken yalnız adlarını not edebildiği kitaplardan birçoğunu, daha sonra zengin bir akrabasından miras kalan parayla satın almış, paranın bir kısmı ile de geçimini düzene koymuştu. Bir yandan istanbul'un tanınmış bilginlerinin derslerine, sohbetlerine katılırken, gün ve mum ışığındaki bitmek bilmeyen yazmak, araştırmak çalışmalarını da yıllarca sürdürdü. Zeyrek'teki evine gelen öğrencilere çeşitli konularda ders okuttu. 10557 l645'te Girit seferi başlayınca denizlere ve harita bilgisine ilgi duydu. Bu konulardaki eserleri inceledi.
1648 sonlarında yeniden, Anadolu Muhasebesi kalemindeki görevine döndü. Pek çok eserini tamamladığı son yıllarında Şeyh Muhammed Ihlâsi'nin yardımı ile Latince bazı eserleri de Türkçeye çevirdi. Mezarı Zeyrek Camii yakınında bugün adının verildiği ilkokulun altındaki sebilin bitişiğinde bulunan hazirede-dir. 1953'te yenilenen mezarına bir de kitabe konmuştur.
Kâtip Çelebi 17. yy'da yaşamış en ilginç Osmanlı aydınıdır. Kendi kendini yetiştirmiş, medrese egemenliğindeki bilim ve düşünce dünyasının dışında görüşler ileri sürmüştür. Başta tarih, coğrafya ve bibliyografya olmak üzere çeşidi alanlarda telif ve tercüme 21 eser kaleme almış, birçok konuda dönemini aşan yenilikler ortaya koymuştur. Özellikle pozitif bilimlerde Batı kaynaklarından yararlanmaya çalışması onu önceki Osmanlı aydınlarından ayıran en belirgin özelliktir. En son e-
seri olan Mizanü'l-Hakfilhtiyari'l-Ahak' ta (ist., 1864, yb, ist., 1972) döneminin istanbul'unun düşünce hayatını yansıtması bakımından da son derece değerlidir.
Dostları ilə paylaş: |