Bibi. Mehmed Es'ad, Mir'at-ı Mühendisha-ne-i Berri-i Hümayun, ist., 1986; Ergin, Maarif Tarihi, I, 44-50; Uzunçarşılı, Kapıkulu, II, 117-127; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 855-856; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 129.
NECDET SAKAOĞLU
HUNGLINGER VON YNGUE, ANDREAS MAGNUS
(l 756, Viyana - 1830'a doğru, Viyana) Avusturyalı ressam.
1792-1798 arasında İtalya'da bulunan Hunglinger iki Sicilya krallığının istanbul elçisi Kont Constantin de Ludolf tarafından Osmanlı başkentine davet edilir. Burada Kont Ludolf un ya da Avusturya Elçisi von Herbert-Rathcal'm yanında kalan Hunglinger kente ait birçok görüntü çizdikten sonra 1799'da izmir'deki Katolik
S*'
Hunglinger'in albümünde yer alan bir tavuk
satıcısı.
Galeri Alfa
HUZUR DERSLERİ
98
99 HÜNKÂR İSKELESİ ANTLAŞMASI
Santa Maria Kilisesi'nin dekorasyonunda çahşmak üzere oraya gider, ancak bu arada çıkan Beyoğlu yangınında tüm resimleri yanar. Viyana'da Theresianum Akademi-si'ne profesör tayin edildiğini öğrenen Hunglinger, memleketine dönmeden önce istanbul'da kaldığı birkaç hafta süresince yapmış olduğu yeni çizimlerden hazırlanmış gravürleri 1800'de Viyana'da bastırır. Albümün tam adı şöyledir: Abbûdun-gen herumgeh ender Kramervon Constan-tinopel nebst anderen Stadteinıvohnern und Fremden ausEgypten derBarbarey und dem Archipelagos nacb der Natur zu Pera bei Constantinopel gezeichnet im Jahre 1799 von Andreas Magnus Hunglinger von Yngue römischer Ritter, der K. K. Akademie der bildenden Künste der Historienmahler Elementiscben deş schö-nen Künste und Wissenscbqften zu Bolog-na Mitglied und der Kaiserlichen K. The-resianischen adelichen dann aucb der K. K. Orientalischen Akademie derZeicben-kunst Lehrer.
Albümde İstanbul'a ait 24 levha vardır. Bunlar kentin satıcılarını gösteren sahneler halinde tertiplenmiştir, başlık olarak da genellikle, Türkçe ve italyanca olarak, satıcıların mallarım satarken söyledikleri sözler yazılmıştır. Bunlar da şöyledir: "Kiraz, Kiraz-', "Fragules, Fragules" (Rumca çilek, çilek), "Fjdan Karanfil", "Taze Süd", "Çanak Yoğurd", "Kaşkaval Peyniri", "Taze Kaymak", "Taze Bakla", "Muhallebim", "Yelpazeler", "Şerbet Asklama Buz", "Buz", "Çiçek Suyum Var", "Ciğerler Al", "Ocaklar Süpüreyim", "Balık", "Simidçi", "Şeker, Şeker", "iyi Şal, Fesim Var", "Sahlep Kaynar, Kaynar", "Taze Bozam Var", "Dülbend Yemeni", "Semiz Tavuklar", (Çubuk Temizleyen) (bu sonuncu yalnız italyanca yazılmıştır).
Çizgileri ve görüntüleri çok zayıf olan bu kitap sınırlı sayıda basılmış olmasından dolayı çok nadirdir.
STEFANOS YERASİMOS
HUZUR DERSLERİ
"Huzur-ı hümayun" dersleri, "ders takriri" de denmiştir. Ramazan ayında, dini konularda padişahı bilgilendirmeye dönük ders sunuşları. Bu çalışmalarla hem dönemin padişahına dolaylı biçimde din dersleri verilmiş olur, hem de ilmiye sınıfının yetkinliği ve düzeyi padişaha kanıtlamrdı.
18. yy'a gelinceye değin padişahlar, u-lemanın dini konulan kendi huzurlarında tartışmalarına izin vermekteydiler. Bu tür oturumlar genellikle ramazan ayında yapılıyordu. Bazen de padişah, bir din bilginini çağırıp bir konuda açıklamada bulunmasını isterdi. Bunlara "ders takriri" deniyordu.
Huzur dersi denen ve şeyhülislamlığın görevlendirdiği müderrislerce yürütülen çalışmalar içinse 1750'den daha önceye ait bilgiler yoktur. Olasılıkla bu ikinci yöntem, uzun zaman saraydaki Kafes Kasn'nda hapis yaşayıp daha sonra tahta çıkan ve bu nedenle de her alanda olduğu gibi dini konularda da yeterli bilgiye sahip bulunma-
yan padişahlara gerekli bilgi ve kavramları kazandırma amacından doğmuştu. 1759' da ise III. Mustafa'nın bir fermanıyla huzur dersleri saray gelenekleri arasında yer aldı.
Buna göre her yıl ramazan ayının 1.-10. günleri boyunca padişahın huzurunda ve 8 ayrı oturumda dersler yapılmaya başlandı. Saray kütüphanesi hocasının yönetiminde, "mukarrir" denen müderrisler, bir hadisin ya da ayetin yorumunu yaparlarken padişah ile Enderun ileri gelenleri de bu açıklamaları dikkatle dinlerlerdi. Sonraki yıllarda ise daha çok sayıda müderrisin huzurda takrirde bulunabilmeleri için çalışmalar ramazanın 20'sine kadar yayıldı. Öğle ile ikindi arasındaki her oturumda, dersi sunan kıdemli bir müderris (mukarrir) ile bu açıklamaları dinleyen ve soru yönelten 10-20 arasında dinleyici (muhatap) müderris görev almaktaydılar. Giderek programlar, siyer-i nebi, cihat ve gaza gibi yan dini yan tarihi konularla zen-ginleştirildi. Mukarrir ve muhatapları ise dönemin şeyhülislamı seçmekte, ayrıca günleri ve konuları belirlemekteydi.
Huzur dersleri için sarayda özel bir mekân yoktu. Padişahın uygun gördüğü bir köşkte yapılırdı. Katılanlar, oturum boyunca çok saygılı davranırlar, fakat bazen, mukarrir ile muhataplar arasında tartışmalar çıktığı da olurdu. Buna neden olanlar, bir daha huzur derslerine gönderilmezlerdi. Başka ülkelerden ve kentlerden istanbul'a gelen ünlü din bilginleri de huzur derslerine davet edilirlerdi. Oturumlar, padişahın "kâfi" demesiyle kesilir ve dua edilirdi.
II. Mahmud döneminde (1808-1839) huzur derslerini saray hocalanndan 8 mukarrir ile 13 muhatap üstlenmişlerdi. Ab-dülaziz döneminde (1861-1876) ise bu çalışmalar Dolmabahçe Sarayı'mn Muayede Salonu'nda yapılıyordu. II. Abdülhamid (hd 1876-1909) bunun için Yıldız Sarayı'n-da Çit Kasrı'nı uygun görmüştü. Burada kendisi yüksekçe bir mindere oturur, mukarrir ve muhataplar da rahleleriyle karşısında yer alırlardı. II. Abdülhamid, huzur mukarrirliği ile muhataplığını, ilmiye sınıfı içinde saygın bir paye durumuna getirmiş ve bu payeyi kazananlara aylıklar bağlamıştı. Çit Kasrı huzur dersleri uzun zaman, ramazan boyunca haftada ikişer gün yinelendi. V. Mehmed (Reşad) (hd 1909-1918) için düzenlenen huzur dersleri ramazanın ilk 10 gününde 8 oturumdan ibaret olarak Dolmabahçe Sarayı'nda Zülveçheyn Salonu'nda yapılıyordu. Konular ise Kuran' m belli bir sıraya göre açıklanmasıydı.
Huzur dersleri son olarak VI. Mehmed' in (Vahideddin) önünde 28 Nisan-8 Mayıs 1922'de yapıldı.
Bibi. Uzunçarşılı, ilmiye, s. 215 vd; Tayyar-zade Ata, Tarih-iAta, I, ist., ty, s. 212 vd; Ta-rih-i Vâsıf, I, 157; H. Z. Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, îst, 1965, s. 229-232, Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 860-865; Mehmed Zeki (Pakalın), "Huzur-ı Hümayun Dersleri", Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, S. 74 (29 Haziran 1918), s. 816-819; E. Mardin, Huzur Dersleri, I-III, İst., 1956-1966. NECDET SAKAOĞLU
HÜDAİYE TEKKESİ
bak. CAFER AĞA MESCİDİ
HUMAYUNABAD
bak. BEBEK KASRI
HÜNKÂR İMAMI KÖŞKÜ
Acıbadem'de yer alan ve günümüzde ortadan kalkmış bulunan bu köşkün inşa tarihi bilinmemekte, ancak mimari özellikleri 18. yy'ın sonlarına veya 19. yy'm birinci çeyreğine (III. Selim veya II. Mahmud dönemine) ait olabileceğini göstermektedir. Kimin tarafından yaptırıldığı da tespit edilemeyen köşkün, sarayda hünkâr imamı olarak görev yapmış bir kişiden dolayı bu isimle anıldığı tahmin edilebilir.
İki katlı ahşap köşk, güneye doğru meyilli geniş bir bahçenin sınırında, Kayışda-ğı ve çevresinin seyredildiği, manzaralı bir setin üzerinde yükselir. Bahçede teşhis edilen duvar kalıntıları, kavisli çıkmalarla genişletilmiş setler, ağaç dizileri ile kuşatılmış gezinti yollan, su kulesi, havuz ve kuyu. Hünkâr İmamı Köşkü'nün geniş programlı bir tesisten arta kaldığını kanıtlamaktadır.
Köşkün tasarımı, Türk sivil mimarisindeki merkezi sofalı ve dört eyvanlı kadim şemanın, Osmanlı barok üslubuna uyarlanmış üç eyvanlı bir varyantını sergiler. Yapının zemin katında ve üst katında, manzaraya açılan güney kesimine beyzi sofalı ve üç eyvanlı divanhaneler yerleştirilmiş, zemin kattaki yan eyvanlar birer duvarla sofadan ayrılarak odaya dönüştürülmüştür. Köşkün girişi bu yan odalardan batıda yer alanın arkasında (kuzeyinde) kalır.
Girişi izleyen taşlıktan hareket eden ve sofanın kavisli duvarına dayanan tek kollu merdiven üst katın sofasına çıkışı sağlar. Zemin katın, üst kata göre daha geniş tutulmuş olan kuzey kesiminde üç tane oda yer almakta, bunlardan ancak ortadakinin özgün ayrıntılarını (yüklük birimlerini) koruyabilmiş olduğu gözlenmektedir. Kuzeybatı köşesinde yer alan ve tali bir girişle donatılmış olan odanın hizmetkârlara tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Zemin katın barındırdığı mekânların tavanlarında, çıtalarla yapılmış kare veya baklava biçiminde taksimat bulunur.
Üst kattaki divanhanenin beyzi sofası, çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı, basık bir kubbe ile örtülüdür. Çepeçevre kon-sollu bir silmenin kuşattığı kubbenin içinde gözlenen kalem işi bezeme, kubbenin merkezinden eteğine doğru yayılan ışınlardan meydana gelmekte, sofa mekânına bir otağ görünümü kazandırmaktadır. Ayrıca sofanın, aynı şekilde taksim olan zemin kaplamaları da mekânın tasarımı ve kubbenin bezemesi ile bütünleşmektedir. Kubbenin merkezinde, oymalı ve renkli, beyzi bir göbeğin bulunduğu, döşemenin merkezinde de fıskiyeli bir şadırvanın yer aldığı bilinmektedir.
Sofanın kuzey yönünde, duvara yaslanmış olan mermer çeşmenin aynası yapraklı "S" kıvrımları ile çerçevelenmiş, sehpa üzerindeki vazodan fışkıran yaprakların meydana getirdiği zarif bir alınlıkla taçlandırılmışım
Hünkâr imamı Köşkü üst kat planı. Eldem, Köşkler ve Kasırlar
Zeminleri birer seki ile yükseltilmiş ve sedirlerle donatılmış olan eyvanlarda beşer adet pencere bulunmaktadır. Eyvanların tavanlarına helezoni dallardan, "S" ve "C" kıvrımlarından oluşan zengin bir bezeme uygulanmıştır. Eyvanlar arasında kalan kavisli iki duvar parçasında birer pencere, sofanın kuzey duvarında da, bu pencerelerin karşısında, çeşmeye göre simetrik konumda iki kapı yer alır. Bu kapılardan biri merdiven sahanlığına, diğeri, hela ile donatılmış küçük bir hol ile kuzey yönündeki arka bahçeye açılan odaya geçit verir. Dokuz adet pencerenin aydınlattığı bu dikdörtgen planlı odanın tavanı çift sıra çıtalarla karelere taksim edilmiştir.
Köşkün içerdiği mekânların tasarımında gözlenen ahenkli oranlar yalın tutulmuş olan cephelerde de devam eder. Geniş bir saçağın gölgelendirdiği cephelerin köşeleri Dor başlıklı ince pilastrlar ile belirlenmiş, pencerelerin dikdörtgen açıklıkları, iki parçadan oluşan, aşağıya ve yukarıya doğru açılan ahşap kepenklerle donatılmıştır.
Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 345-354; Eldem, Türk Evi, II, 195-197.
M. BAHA TANMAN
HÜNKÂR İSKELESİ ANTLAŞMASI
Mısır'da hükümranlık kuran Kavalalı Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin Anadolu'ya girerek İstanbul'a ilerlemesi üzerine II. Mah-mud'un Rusya ile imzaladığı bir yardım antlaşmasıdır. İmza tarihi 26 Haziran 1833, onay tarihi ise 8 Temmuz 1833'tür. Osmanlı Devleti'nin en zayıf döneminde yapılan bu antlaşma Avrupa devletlerinin Doğu Akdeniz politikalarında da önemli bir köşe taşı olmuştur.
Hünkâr İskelesi Antlaşması'na giden yolda, Mısır üzerindeki emelleri için bir a-raç olarak kullanmak üzere Fransa'nın Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı desteklemesi önemli bir unsur olmuştur. Mehmed Ali, Mısır'da dinamik bir liderlik göstermiş ve köklü reformlarla olmasa da İstanbul'a oranla daha etkin idari ve askeri mekanizmalar kurmuştu. Rusya ise çökmekte olan Osmanlı Devleti'nin Mehmed Ali Paşa'nın eline geçerek yeni ve canlı bir idareye kavuşmasından korkarak etkili bir politika izlemeye başladı.
1833 başlarında Mehmed Ali Paşa'nın oğlu ibrahim Paşa komutasındaki ordu Kütahya'ya kadar gelmiş ve Bursa'yı tehdi-
de başlamıştı. II. Mahmud'un isteği üzerine 8 Şubat 1833'te 9 Rus savaş gemisi Bü-yükdere önlerine geldi ve 5.000 kadar Rus askeri Hünkâr iskelesi denilen noktada karaya çıktı. Çarın yaveri Kont Orlof da savunma ve yardım konulannda tam yetkili olarak istanbul'a geldi. Orlof a Batılı devletlerin müdahalesine yol açmayacak şekilde hareket etmesi için talimat verilmişti. Aynı günlerde Fransa da Elçi Russin'i istanbul'a göndererek Rus etkisini engellemekle görevlendirilmişti. Fransa bir yandan da Mehmed Ali Paşa'nın isteklerini ılımlılaş-tırarak bir uzlaşma yaratmak istediyse de bunu başaramadı. İlerleyen günlerde istanbul halkının Rus askerlerine tepkisi II. Mahmud üzerinde ayrı bir baskı unsuru o-luşturdu ve Suriye'yi Mısır'a bırakmaya razı oldu. Ancak mart ayında yapılan Kütahya görüşmelerinde İbrahim Paşa, Suriye' nin yanısıra Adana'nın da kendilerine bırakılmasını istedi. Bu arada bazı kaynaklara göre sayıları 12.000'i bulan Rus kuvvetleri istanbul Boğazı'nm Anadolu yakasında karaya çıktı. Ne var ki artan tepkiler karşısında Rusya, Mehmed Ali Paşa kuvvetleri Toroslar'ın ardına çekilir çekilmez askerlerini geri alacağını açıkladı, ingiltere de bu arada daha aktif bir tutum almaya başlamış, Ege ve Mısır sularına donanma yollamıştı. II. Mahmud 5 Mayıs 1833'te Adana'nın Mısır'a verilmesini kabul edince Mısır kuvvetleri hemen Toroslar'ın güneyine çekildiler. Ruslar da taahhütleri u-yarınca 9 Temmuz günü gemilerine binerek ülkelerine döndüler. Dış müdahaleler sayesinde II. Mahmud tahtını korumuştu. Tüm Avrupa rahat bir nefes almaya hazırlanırken bir gün önce onaylanmış bulunan Hünkâr İskelesi Antlaşması'nın aniden gün ışığına çıkması yeni bir heyecan ve endişe dalgası yarattı. Rusya yardımına karşılık olarak Boğazlar'da çok avantajlı bir konum elde etmişti. İngiltere'nin tepkisi o kadar büyük oldu ki hemen Fransa' ya bir teklifte bulunarak Karadenizle çıkıp Sivastopol'a baskın yapmayı ve Rus donanmasını yakmayı önerdi.
Hünkâr İskelesi Antlaşması'na göre Osmanlı Devleti ve Rusya saldırıya uğramaları halinde birbirlerini koruyacaklar, güvenlik konulannda danışma ve yardımlaşma içinde olacaklardı. Kuşku yok ki, 1833 yılının koşullan içerisinde bu maddeler Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunun artmasından başka bir anlam taşımıyordu. Ancak antlaşmanın esas maddesi Boğazlar'ın Rusya lehine kapatılması idi. Rusya'nın yardım istemesi halinde Çanakkale Boğazı üçüncü devletlerin gemilerine kapatılacaktı. Öte yandan Rusya' nın Akdeniz'e çıkabilmesi, yani istediği zaman savaş gemilerini yollayabilmesi meselesi tartışmalıydı. Gerek Boğazlarla ilgili madde, gerekse Osmanlı Devleti üzerinde artan Rus nüfuzu ingiltere'yi telaşa düşürdü. Bu ülke için 1833'ten itibaren Ortadoğu ve Akdeniz'de en büyük tehdit Fransa yerine Rusya oldu.
Hünkâr iskelesi Antlaşması'nın en ö-nemli sonucu İngiltere'nin Hindistan yolunu Rusya'ya karşı korumak için Osmanlı
HÜNKÂR İSKELESİ VAPURU 100
101
HÜNKAR KASIRLARI
Devleti'ni desteklemeye karar vermesi olmuştur. Bunun somutlanması ise reform taraftarlarının teşvik edilmesi şeklinde olmuş ve Tanzimat Fermanı'mn ilanına varan gelişmelerin yolu açılmıştır. Ayrıca bu tarihten itibaren Boğazlar sorunu hep uluslararası platformlarda ele alınmış ve tek başına Osmanlı Devleti'nin egemenlik konusu olmaktan çıkarılmıştır. Bu gelişmeler 18 Eylül 1833'te Rusya Dışişleri Bakanı Nesilrod ve Avusturya Dışişleri Bakam Matternich'in Mısır'a karşı Osmanlı Devleti'nin varlığını sürdürmesi için -diğer konuların yamsıra- Munchengratzch protokolünü imzalamaları ile devam etmiştir. Diğer yandan 1833'te Mısır meselesine verilen şekil ne II. Mahmud'u, ne Mehmed Ali Paşa'yı, ne de ingiltere'yi tatmin etmişti. Bundan sonra 1839'da Osmanlı Devleti ile Mısır bir kez daha karşı karşıya gelecek, ardından II. Mahmud'un ölümü, Abdülme-cid'in tahta çıkması ve Tanzimat'ın ilanıyla sonuçlanan gelişmeler yaşanacaktır.
Bibi. A. H. Ongunsu, "Tanzimat ve Amillerine Umumi bir Bakış", Tanzimat, İst., 1940, s. 1-12; Y. K. Tengirşenk, "Osmanlı Devletinin Harici Ticaret Siyaseti", ae, s. 289-320; C. Bilsel, "Tanzimat'ın Harici Siyaseti", ae, s. 661-722; C. Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara, 1967; F. Armaoğlu, Siyasi Tarih, Ankara, 1964; F. E. Bailey, British Policy and the Turkish Reform Movement, Harvard, 1942.
MEHMET TANJU AKAD
HÜNKÂR İSKELESİ VAPURU
Şirket-i Hayriye'nin(->) 62 baca numaralı yolcu vapuru. 1909'da, Fransa, Dunkuer-que'de, Ati. & Chant. de France tezgâhlarında inşa edildi. O zamana kadar Şirket-i Hayriye bütün vapurlarını hep ingiltere ve Iskoçya'daki tersanelere inşa ettirmiş, bu işbirliği o güne kadar arada önemli sorunlar çıkmadan başarıyla sürdürülmüştü.
Hünkâr İskelesi Vapuru 521 grostonluk olup, uzunluğu 44,2 m, genişliği 7,3 m, sukesimi 3 m idi. 2 adet tripil 540 beygir-gücünde buhar makinesi vardı, saatte 10,5 mil hız yapabiliyordu. Yazın 876, kışın ise 776 yolcu alabiliyordu. Sultaniye, Sütlüce ve Küçüksu adlı üç eşi daha vardı. Bu dört vapur, şirketin o güne kadar yaptırdığı en büyük vapurlar olarak dikkati çekmişti.
19l4'te I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine büyüklüğü ve yeniliği göz önüne alınarak hasta taşınması için ordu emrine verildi. Süvarisi Ziya Kaptan'dı. Ayrıca deniz yüzbaşısı Rıfat Bey de seyir sırasında yardımcı olarak görev yapıyordu. Bu yepyeni vapur Çanakkale ile Marmara iskeleleri arasında pek çok sefer yaparak hasta, sakat ve yaralıyı cephe gerisine taşıyıp pek çoğunun kurtarılmasını sağladı.
10 Mayıs 1915'te, Tahsin Kaptan'ın idaresindeki Hünkâr iskelesi Vapuru, Sirke-ci'den erzak ve ekmek yükleyerek 16.30 sularında hareket etti. Tekirdağ önlerine geldiği sırada, bir süre önce Marmara'ya sızmış olan "E-ll" borda numaralı ingiliz denizaltısının attığı torpille bir anda ikiye bölünüverdi; makine dairesinde büyük hasar meydana geldi. Kullanılamayacak duruma gelen vapur sürüklenerek karaya oturdu. Enkazının, anlaşma gereği hükü-
mete terk edilmesine karar verilerek Bü-yükdere'deki tersaneye çekildi. Hünkâr İskelesi Vapuru, Şirket-i Hayriye'nin savaşta kaybettiği ilk vapur oldu.
ESER TUTEL
HÜNKÂR KASIRLARI
Osmanlı mimarisinde, camilerde, geniş kapsamlı tarikat yapılarında ve resmi binalarda padişahın dinlenmesi, gerektiğinde de birtakım şahısları huzuruna kabul edip görüşebilmesi için özel olarak tasarlanmış, bağımsız bölümlere hünkâr kasrı denilmiştir.
Camilere ve tarikat yapılarına bağımlı olarak tasarlanan hünkâr kasırlarının mimari programı bir oda ile bir hela-abdest-lik biriminden ibaret küçük dairelerden tam teşekküllü barınma tesislerine kadar giden bir çeşitlilik arz eder. Tek başına e-le alındıklarında sivil mimarinin kapsamına giren hünkâr kasırlan, genellikle 18. yy' dan geriye pek gitmeyen Osmanlı sivil mimarisinin nadir örneklerini oluşturmakta, konut tasarımının 17. yy'dan bu yana gelişimini belgelemektedir.
Camilerde, istanbul'un fethinden önce tespit edilebilen tek örnek Bursa'daki Yeşil Cami'de (1419), yapının kuzey kesiminde, üst katta hünkâr mahfilini kuşatan mekânlar topluluğudur. Caminin bünyesine dahil edilmiş olan bu mekânlardan kıble tarafında yer alanlar birer pencere ile harime, kuzey yönünde bulunanlar ise dışarı açılmaktadır. Zemin katta, bu kesimin altında yer alan ve cami girişini yanlardan kuşatan, duvarları ve tavanları baştan başa çiniyle kaplı, Bursa kemerli eyvanların da devlet ricaline tahsis edildiği ileri sürülmektedir.
istanbul'da, içinde hünkâr mahfili barındıran camilerde, daima bu mahfille bağlantılı olarak tasarlanan hünkâr kasırlarının ilk örneği Sultan Ahmed Camii'nde (l6l6) karşımıza çıkar. Caminin güneydoğu yönünde iki katlı bağımsız bir kitle olarak yükselen hünkâr kasrı, caminin kıble ve doğu yönlerindeki avlular arasında bağlantıyı sağlayan tonozlu geçidin ü-zerine oturmaktadır.
Zemin katı kuzey cephesindeki girişe ulaştıran ve 19. yy'm başına kadar bütün
Fatih Camii'nin hünkâr t kasrının '
giriş
rampası. Araş Neftçi
hünkâr kasırlarının vazgeçilmez bir parçası haline gelecek olan rampa, kendi türünün ilk örneğidir. Kasrın zemin katında ve üst katında kare planlı ikişer oda ile bir hela-abdestlik birimi bulunur. Ocaklarla donatılmış olan bu odalardan zemin katta yer alan ve maiyete tahsis edilmiş olanlar omurgalı çapraz tonozlarla, hünkâra ait olan üst kattaki odalar ise ahşap çatı ile örtülmüştür. Kıble yönünde, manzaraya hâkim bir konumda yer alan ve asıl hünkâr odası olduğu anlaşılan birim, çatı altında gizlenen bir kubbe ile taçlandırılmış-tır. Üst kattaki odalar, dini ve sivil yapılarda aynı oranlar ve ayrıntılarla karşımıza çıkan, çift sıralı pencerelerle aydınlanır. Geniş saçaklı, kurşun kaplı bir çatının örttüğü kasır, iki yandan merdivenler ve ca-mekânlarla kuşatılmış olan bir rampa ile harimin güneydoğu köşesindeki hünkâr mahfiline bağlanmaktadır.
İstanbul camilerindeki hünkâr kasırlarının en ihtişamlısı Hatice Turhan Valide Sultan (ö. 1683) tarafından l663'te tamamlanan Yeni Cami'de bulunmaktadır. Caminin güneydoğu yönünde yer alan, konsol-lu çıkmaları ve geniş saçaklarıyla dikkati çeken kasır, Bizans dönemine ait sur kalıntılarının üzerine oturmakta, altında yer alan sivri beşik tonozlu geçit Eminönü Meydanı ile Bahçekapı arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.
Kısa süreli kullanımın ötesinde H. Turhan Valide Sultan'ın ramazan aylarında ikamet ettiği bilinen kasır, caminin arkasında (kıble tarafında) yer alan, yanlan camekânlı, üstü beşik çatı örtülü bir rampaya sahiptir. Dar açı ile caminin kitlesine saplanan rampanın ulaştırdığı "L" planlı sofanın gerisinde, ocaklarla ve çift sıralı pencerelerle donatılmış iki oda ile bunların arasında bir hela-abdestlik mekânı sıralanır. Valide sultana ayrılmış olan oda, çatı altında gizlenen bir ahşap kubbenin örttüğü kare planlı bir birim ile dikdörtgen planlı bir eyvandan meydana gelmektedir. Söz konusu eyvan, kesme kü-feki taşından konsollara oturan bir çıkma teşkil eder. Kasrın, hünkâr mahfiline bağlandığı kesimde de aynı biçimde konsollarla desteklenen bir çıkma bulunmaktadır. Bu esas katta, sofanın ve odaların du-
varları, ayrıca ocakların davlumbazları çini levhalarla kaplanmış, ahşap tavanlar ve kubbe kalem işleri üe bezenmiş, kapılarla pencereler sedef ve bağa kakmalı kanatlarla donatılmıştır. Bu katın altında, aşağı yukarı aynı plana sahip olan, ancak daha alçak tutulmuş olan katta da hizmetkârların odaları yer almaktadır.
Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nde (1734), harimin güneydoğusundaki girintiye dışarıdan bakıldığında, zamanında burada yer alan fevkani hünkâr kasrının izleri günümüzde de teşhis edilebilir. Küçük bir ahşap çıkma şeklindeki hünkâr mahfiline bağlanan bu kasrın da ahşap olduğu ve camiye bitişik olarak tasarlandığı anlaşılmakta, doğu-batı doğrultusunda gelişen giriş rampasının kalıntıları seçilmektedir. Bu yapıdaki izlerden hareketle, Yeni Valide Camii'nde (1710), konumu ve boyutları itibariyle Hekimoğlu Ali Paşa Camii'n-dekine benzeyen, ancak 19. yy'da yenilenmiş olan ahşap hünkâr kasrı çıkmasının yerinde de önceleri aynı türde bir mekânın bulunduğu varsayım olarak ileri sürülebilir.
Osmanlı mimarisinde barok üslubun ilk önemli uygulaması olan Nuruosma-niye Camii (1755), giriş rampasını izleyen ve avluyu köprü şeklinde kat ederek caminin güneydoğu köşesindeki hünkâr mahfiline saplanan gösterişli galerisi ile yeni bir uygulamayı başlatmıştır. İki yandan kemerli pencere dizileri ile aydınlanan, beşik çatı örtülü bu rampa-galeri ikilisi daha sonra Ayazma Camii(->), Laleli Camii (1763) ve özellikle Eyüb Sultan Camii'nde (1800) farklı oranlar ve ayrıntılarla tekrar edilecektir. Her ne kadar Nuruos-maniye Camii'nde bağımsız bir hünkâr kasrından söz edilemese de, burada ilk olarak görülen bu köprülü galeri, hünkâr mahfilleri ile bunlarla bağlantılı kasırların giderek önem kazanmaya başladığını göstermesi açısından önemlidir.
Bursa'daki Yeşil Cami'den yaklaşık üç buçuk asır sonra hünkâr mahfilinin tekrar harimin kuzey duvarına alındığı Ayazma Camii'nde (1760), yapının kuzeydoğu yönüne yerleştirilen hünkâr kasrı, ufak boyutları, düşey doğrultuda gelişen oranları ve barok üslubu yansıtan ayrıntıları ile camiye uyum sağlamaktadır. Bileşik kemerli pencerelerin sıralandığı fevkani bir galeri ile hünkâr mahfiline bağlanan kasır, kare planlı ve tekne tavanla örtülü bir birim ile buna bağlanan dikdörtgen planlı ve düz tavanlı bir eyvandan meydana gelir. Bu odanın yanında da bir hela-abdestlik birimi bulunmaktadır.
III. Mustafa'nın, Ayazma Camii'nden 11 yıl sonra yeniden inşa ettirdiği Fatih Camii'nin tasarımına egemen olan, klasik üsluba yaklaşma ve geleneksel biçimlere bağlı kalma eğilimi hünkâr kasrında da gözlenebilir. Harimin güneydoğu köşesine bitişen hünkâr kasrının rampası, barok üsluptaki ayrıntıları dışında, Yeni Ca-mi'deki rampayı hatırlatmakta, hünkâr odasının, payelere oturan çıkması da a-ğırbaşlı oranları ile 17. yy'm geleneğini sürdürmektedir.
Yeni Cami'nin
hünkâr kasrının
kuzey
cephesinden
bir görünüm
(üstte) ile
Sultan Ahmed
Camii'nin
hünkâr kasrının
üst kat planı.
Ahmet Kuzik, 1994
(üst), Eldem, Türk
Evi
Beylerbeyi Camii'nin(->) (1778) hünkâr kasrı, harimin kuzey cephesi boyunca, son cemaat yeri revağının üzerinde uzanmakta ve geç dönem selatin camilerinin en belirgin özelliklerinden birisini oluşturan bu düzenlemenin ilk örneğini sergilemektedir. Bu yapıdan sonra Şebsefa Kadın (1787), Selimiye (1805) ve Nusretiye (1826) camilerinde de son cemaat yeri revakları ile bütünleşerek zarif bir görünüm arz e-den hünkâr kasırları, Abdülmecid döneminden (1839-1861) itibaren aynı konumu devam ettirmiş, ne var ki son cemaat yeri revakları devreden çıktığı için, bu bölüm iki katlı bir kitle halinde camilerin giriş (kuzey) cephelerini kaplamış ve bu cephelere, Tanzimat dönemi saraylarını ya da resmi binalarını hatırlatan bir görünüm kazandırmıştır. Küçük Mecidiye (1848), Hırka-i Şerif (1850), Ortaköy/Büyük Mecidiye (1852), Dolmabahçe (1853), Sa'dâbâd (1867), Aksaray'daki Valide (1874) ve Yıl-dız/Hamidiye (1885) camileri, Osmanlı mi-
marisinde hünkâr kasırlarının aldığı bu son şekli sergileyen örneklerdir.
Bu arada 18. yy'rn son çeyreğinden itibaren, özellikle de II. Mahnıud döneminde (1808-1839), bazı camilere ahşap hünkâr kasırları eklenmiştir. Bayezid Camii (1505) ile Atik Valide Camii'ndeki (1582), barok ve ampir üsluplarına bağlanan ayrıntıları ile klasik üsluptaki camilere uyum sağlayamayan, kagir harim kitlesine eklenmiş ahşap çıkmalar şeklinde tasarlanan hünkâr kasırları örnek olarak verilebilir.
Diğer taraftan geç dönemde inşa edilen veya yenilenen tarikat yapılarının bazılarında, özellikle saray çevresi ile yakın ilişkileri olan mevlevîhanelerde, diğer tarikatların âsitanelerinde (merkez tekkelerinde) ve diğer önemli tekkelerinde, hünkâr mahfillerinin arkasında, hemen hepsi semahane veya tevhidhane binalarına bitişik, çoğunluğu ahşap, daha ziyade "hünkâr dairesi" düzeyinde mütevazı bölümler tasarlanmıştır. Kasımpaşa ve Gala-
Dostları ilə paylaş: |