Bibi. Vassaf, Sefine, V; inal, Türk Şairleri, IV, 1915-1918.
EKREM IŞIN
HÜSREV PAŞA KÜLLİYESİ
Eyüp İlçesi'nde, Merkez Mahallesi'nde yer alan bu ufak kapsamlı külliye türbe, tekke, kütüphane ve çeşme bölümlerinden meydana gelir.
Sadrazam Koca Hüsrev Paşa (ö. 1855) tarafından yaptırılan külliyenin bünyesindeki kütüphane 1255/1839 tarihlidir. Tekkenin vakıf kaydı da 1274/1857 tarihini taşımaktadır. Türbenin ise paşanın sağlığında inşa ettirildiği tahmin edilebilir.
Çepeçevre hayır eserleri ile kuşatılmış olan külliyenin kütüphanesi Bostan İske-
leşi Sokağı'nın kuzey yakasında; Hüsrev Paşa'nın gömülü olduğu türbe aynı sokağın güney yakasında, kütüphanenin karşısında; tekkenin tevhidhane, harem ve selamlık bölümleri ile çeşme, kütüphanenin arkasında (kıble yönünde); derviş hücreleri ise Boyacı Sokağı'nın batı yakasında yer almaktadır.
Tekke: Nakşibendîliğin Halidî koluna bağlı olan tekkede perşembe günleri ayin icra edildiği, Mecmua-i Tekâyâ'nm basıldığı 1307/1889'da Murad Efendi adında bir şeyhinin bulunduğu, son postnişinin ise Şeyh Mehmed Şefik Efendi (Eryuvası) olduğu tespit edilmektedir. Son şeyhin ailesi halen tekkenin harem bölümünde i-kamete devam etmekte, derviş hücrelerinin 1930'da yıktırılarak yerlerine bir boyahanenin yapıldığı, söz konusu yapının da 1976'da kaldırıldığı ve yerinin mezarlığa katıldığı bilinmektedir.
Tekkenin, pilastrlar ile kuşatılmış olan yuvarlak kemerli girişi Boyacı Sokağı'nın doğu yakasındadır. Aynı zamanda türbeye geçit veren bu girişin sağında (kıble tarafında), sokak üzerinde sıralanan ve dikdörtgen açıklıklı pencerelerle aydınlanan 3 adet harap odanın, selamlık birimleri olduğu tahmin edilmektedir. Gerek tekkenin girişi, gerekse de söz konusu odaların duvarları son derecede kalitesiz bir tür kü-feki taşı ile örülmüş olduğundan yoğun bir aşınmaya maruz kalmıştır.
Girişi izleyen ve zamanında beşik tonozla örtülü olduğu anlaşılan koridordan türbeye ve türbe-tekke bağlantısını sağlayan sofaya geçilmekte, sofanın kıble tarafında küçük boyutlu, dikdörtgen planlı tevhidhane, bunun üzerinde de harem bölümü bulunmaktadır. Koridorun sağında, kagir tevhidhane-harem binası ile Boyacı
Sokağı üzerinde sıralanan mekânlar arasında küçük bir avlu, avlunun güney sınırında da tekkenin mutfak ve kiler bölümleri yer alır. Koridordan avluya geçilen yerde bulunan küçük boyutlu, kita-besiz çeşme harap durumdadır.
Türbe: Kare planlı ve kubbeli olarak tasarlanan ve Hüsrev Paşa'ya ait tek bir ahşap sandukayı barındıran türbe doğu yönünde Âdile Sultan Türbesi'ne(-*), batı yönünde Mahmud Celâleddin Efendi Türbe-si'ne(-0 bitişmekte, iki yandan birer pencere ile kuşatılmış olan girişi güney yönünde, tekke ile bağlantılı koridora açılmakta, Bostan İskelesi Sokağı üzerindeki kuzey cephesinde sıralanan 3 adet dikdörtgen açıklıklı pencere türbeyi aydınlatmaktadır.
Sağındaki Mahmud Celâleddin Paşa Türbesi'nin cephesi ile eş olan sokak üzerindeki cephe ampir üslubunun(-0 özelliklerini sergilemektedir. Bütünüyle beyaz mermer kaplı olan bu cephe, pencerelerin alt ve üst hizaları ile saçak hizasında yer alan 3 adet silme ile donatılmıştır. Cephenin sınırlarında yükselen pilastrlar ikinci silmeye kadar yivli olarak devam etmekte, Korint başlıklardan sonra da düz olarak saçağa kadar devam etmektedir. Ortadaki pencere, kıvrımlı dal kabartmalarını i-çeren kavisli bir alınlıkla taçlandırılmış, pencerelerin altında yer alan dikdörtgen kartuşların içine yatay çubukla bezemeler oturtulmuştur. Dökümden mamul pencere şebekelerinde lir motifleri dikkati çeker. Duvarlarda ve kubbede kalem işi izleri seçilmektedir.
Kütüphane: Enine dikdörtgen bir alanı kaplayan kütüphane, girişin arkasında uzanan bir koridor ile bunun yanlarında bulunan, kare planlı ve kubbeli iki birimden oluşur. Girişin solunda yer alan ve
HÜSREV PAŞA TÜRBESİ
110
111
IHLAMUR KASRI
İsimsiz Türbe olarak adlandırılan yapıya bitişen mekân Bostan iskelesi Sokağı üzerindeki 2 pencere ile, diğer mekân ise, ikisi sokağa ikisi de Halic'e (doğuya) bakan 4 adet pencere ile aydınlanır.
Sokak üzerinde uzanan ve bütünüyle mermer kaplı olan cephenin ekseninde yuvarlak kemerli giriş, bunun yanlarında, simetrik konumda, ikişer dikdörtgen pencere, cephenin sınırlarında Dor başlıklı birer pilastr bulunur. Konsollu saçaklarla donatılmış olan pencerelerin altına ve üstüne, stilize bitki kabartmaları ile bezeli dikdörtgen panolar yerleştirilmiş, süslemeli bir saçak silmesi Üe son bulan cephe 4 a-det mermer vazo ile taçlandınlmıştır. Pencerelerin demir parmaklıkları enine yerleştirilmiş baklavalardan ve bunların bitişme noktalarındaki küçük dairelerden meydana gelir. Kütüphanede bulunan basma ve yazma kitaplar, halen Süleymaniye Kü-tüphanesi'ne intikal etmiş bulunmaktadır.
Bibi. Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 13; thsaiyatH, 22; Sözen, Mimar Sinan, 658; Akakuş, Eyyûb Sultan, 193-195; H. inalcık, "Husrev Paşa", M, V/l, 609-616; Demiriz, Türbeler, 43-45; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 125, 207-208, II, 41. M. BAHA TANMAN
HÜSREV PAŞA TÜRBESİ
Fatih İlçesi'nde, Yenibahçe'de, Bali Paşa Camii yakınında, Bali Paşa ve Hoca Efendi sokaklarının köşesine rastlayan yerdedir.
Mimar Sinan'ın tasarlamış olduğu bu yapı, vezir türbeleri içinde en süslüsü ve o oranda da muhteşemidir. 952/1542 tarihli türbede gömülü olan Husrev Paşa (ö. 1544) aslen Bosnalı olup, Sokollu ailesine mensuptur.
Sekizgen planlı türbenin duvarlarında altta dikdörtgen söveli, üstte sivri kemerli iki sıra pencere açılmıştır. Giriş cephesinde evvelce mevcut olan dikdörtgen planlı bir revak nedeniyle ikinci kat penceresi bulunmamaktadır. Yalnız, içten burası kör bir niş biçiminde belirtilmiş ve etrafı da çinilerle süslenmiştir. Yapı, tamamen yontma küfeki taşından inşa edilmiştir. Yedi tam, iki yarım köşeli başlayan sütunlar oni-kigen olarak tanbura kadar yükselmektedir. Saçakta az taşkın ve başlık biçiminde dilimli yaprak sıralı süslemeler arasında, ortada üstü palmet motifi ile sonuçlanan ve dilimler halinde aşağıya doğru yayılan,
Husrev Paşa Türbesi'nin kesit çizimi. Ali Saim Ülgen, Mimar Sinan, levha 202, 1939
rumî oymalı birer taç yer almaktadır. Kubbe, gövdenin üstünde yer alan geometrik zeminli ve üst saçağı dilimli palmet sıralarından oluşan yüksekçe bir kasnak üzerine oturmaktadır.
İnce işçilikli türbenin giriş kapısı iki basamaklı bir merdivenden sonra hafif derin bir eyvanla kavranmaktadır. Kapı basit ve ahşaptandır. Evvelce ahşap bir revağın bulunduğu cephede, kırmızı-beyaz iki renkli taştan yapılmış basık kemerli girişin üstündeki aynada yer alan kitabe 952/ 1545 tarihlidir. Bu kitabe üstte yüksek ve dilimli bir Bursa kemeriyle çevrelenerek hafif derin bir niş oluşturulmuştur. Esas kitabenin üstünde tek satır halinde: "Me-zâr-ı Husrev Paşa, Rahmetu'llâhi aleyh" yazmaktadır. İki satır üzerine dört mısra-dan oluşan Türkçe türbe kitabesinin ze-
mini yer yer rumîlerle süslüdür. Cepheler içeride de kesme taştandır. İçeride mermer pencere şebekelerinden yalnızca birisi günümüze gelebilmiştir. Kubbeye geçişte kasnak kaidesi bir sıra mukarnas, sekizgenden onaltıgene geçişte ise üç sıra mukarnas kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Kasnak içeriden silindir biçiminde olup, yukarıda daha basit bir mukarnas kuşağı kubbe üzengisine kaide oluşturmaktadır. Kubbe ortasında ise kalem işi bir madalyon yer almaktadır. Pencerelerin ahşap kanatları günümüze kadar gelememiştir. Birçok yangın geçirmiş ve tamir görmüş olan yapı İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne bağlıdır.
Bibi. Unsal, Türbeler, 82; Kuran, Mimar Sinan, 324; Fatih Camileri, 356.
İ. GÜNAY PAKSOY
IHLAMUR
Beşiktaş'ta, batıda Teşvikiye-Nişantaşı sırtları, doğuda Balmumcu-Yıldız sırtları, kuzeyde Gayrettepe-Mecidiyeköy yamaçları arasında kalan vadide eskiden yer alan mesire. Ihlamuraltı Mesiresi de denirdi.
Günümüzde, Ihlamur Kasrı(->) ve içinde bulunduğu bahçe hariç dört bir yanı blok apartmanlar ve sitelerle dolmuş olan bu vadinin, kasrın kuzeyinde kalan kesimine, burada bulunan çiçek bahçeleri yüzünden eskiden Fulya Deresi denirdi. Bugün derelerden, çeşmelerden, yeşilliklerden ve çiçek bahçelerinden eser kalmamış bu alanda, beton bloklardan oluşan siteler bulunmakta; yerleşme ise, eski adıyla "Fulya" diye anılmaktadır. Ihlamur Kasrı çevresindeki eski Ihlamur Mesiresi, günümüzde güneyde Beşiktaş'ın Muradiye Mahallesi, kuzeydoğuda Dikilitaş, doğuda Abbasağa, batıda Teşvikiye, Nişantaşı, Topağacı semtleriyle çevrili bir konut bölgesi ve bütün bu semtlere uzanan yolların kavşak noktası konumundadır.
Çelik Gülersoy, bundan 50 yıl öncesine kadar Ihlamur Mesiresi'nin, aralarında yaşlı ıhlamurların da bulunduğu çeşit çeşit a-ğaçlann altına halı gibi serilmiş kır çiçekleri, billur gibi akan sular ve serin çeşmeler, anıtsal değerde kitabeli nişan taşları ve iki beyaz boyalı güzel kasırla âdeta bir masal dünyasını andırdığını yazar. Buradaki bostanları, bostanların Arnavut ve Boşnak bahçıvanlarını, buralardan taze sebze almaya ve ailecek dinlenip eğlenmeye gelen İstanbul halkım, Fulya Deresi'nin çiçek kokularım, türlü türlü meyve ağaçlarını anlatır.
Ihlamur Mesiresi'ne ait bilgilere, arşiv belgelerinde ilk kez 18. yy'm başlarında rastlanıyor. Cavid Baysun'un araştırmalarına göre, çevre III. Ahmed döneminde (1703-1730) Tersane Emini Hacı Hüseyin Ağa'nın mülküne dahildi ve onun adıyla "Hacı Hüseyin Bağı" diye anılırdı. Mal varlığını giderek artıran ve bugünkü Beşiktaş İlçesi sınırlan dahilinde pek çok tarla, bağ • ve bir de büyük çiftliğe sahip olan Hüseyin Ağa, bu mal varlığının şaibeli olması yüzünden gözden düşüp idam edilince malları müsadere edilmiş ve Hacı Hüseyin Bağları da miri mülk statüsüne sokularak önce padişahların, daha sonra da halkın
rağbet ettiği bir mesire olmuştur. I. Abdül-hamid dönemi (1774-1789) sadrazamlarından Seyid Mehmed Paşa'nın burada bir namazgah yaptırmış olması, o dönemlerde yamaçlar arasında kalmış inişli yokuşlu bu bölgenin büsbütün kendi haline bırakılmadığını, yer yer imar gördüğünü anlatıyor.
19. yy'ın ortalarına kadar çevre eski a-dıyla anılmıştır. Abdülmecid döneminde (1839-1861) bu bahçede^ mütevazı bir bağ evi bulunduğu biliniyor. 1846'da İstanbul'a gelen ünlü Fransız şair Lamartine'i, padişah bu bağ evinde kabul etmiştir. Lamar-tine, Nouveau Voyage en Orient adlı kitabında "üç köy yolunun kavşağında yer alan ağaçlıklı bir düzlüğün sonundaki, yaşlı ıhlamurlar ve meyve ağaçları arasında, dört köşeli, düz damlı, önünde fıskiyeli küçük bir havuz bulunan" bir bağ evini tasvir eder. 1849-1855 arasında eski bağ evini yıktıran Abdülmecid, Nigoğos Balyan'a sonraları Ihlamur Kasrı diye tanınan, o zaman "Nüzhetiye" diye adlandırdığı iki kasır yaptırmıştır. Abdülmecid'in buraya sükûnet aramaya geldiği ve kendisinden önceki III. Selim (hd 1789-1807) ve II. Mah-mud (hd 1808-1839) gibi, bölgede ok talimleri yaptığı ve avlandığı anlaşılıyor. Özellikle Ihlamur'un Yıldız yamaçlarına dikilmiş çeşitli padişahlara ait nişan taşları, bu tarihi belgelemektedir.
Abdülmecid dönemi, o sıralarda Nüzhetiye adını almış olan mesirenin en parlak dönemi sayılabilir. Çevrenin canlanması ve düzenlenmesi bu yıllara rastladığı gibi, padişah ve saray mensupları dışında halkın mesireye ilgi göstermesi de bu dönemin ürünüdür. Özellikle sıcak yaz günlerinde, İstanbul halkının buradaki bostanlardan, bağ ve bahçelerden meyve sebze aldığı, ulu ağaçların, ıhlamurların altında, çayırlarda eğlenip dinlendikleri bilinir. Abdülmecid'in 1861'deki ölümünden sonra, Abdülaziz (hd 1861-1876) ve II. Abdülha-mid (1876-1909) Çırağan ve Yıldız saraylarını kolay kolay terk etmemişler ve çevre halkının ilgi gösterdiği Ihlamur Mesiresi'nin saray açısından önemi azalmıştır.
II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sa-rayı'nın dört bir yanında alınan güvenlik önlemlerinin parçası olarak Ihlamur yolunun başına Jandarma Mektebi Sokağı' nm köşesine, kuleli, mazgallı, iki katlı ve halk arasında Süslü Karakol diye anılan bir karakol binası yaptırılmıştır. Daha sonra uzun süreler harap durumda kalan bina 1980'lerde restore edilerek lokanta haline getirildi. Yine II. Abdülhamid döneminde, Ihlamur Kasrı'nm yakınına Nüzhetiye Karakolu kuruldu. II. Abdülhamid 1909'da tahttan indirildiğinde yerine geçen V. Mehmed (Reşad), şehzadeliği sırasında da sevdiği Ihlamur Kasrı ve Mesiresi'ni tahta çıktıktan sonra da unutmadı. Buraya sık sık geldiği, bahçesinde gezindiği, I. Dünya Savaşı sırasında da yeni kurulan alaylara sancak verilmesi törenini burada yaptığı bilinir.
I. Dünya Savaşı sırasında ve Cumhuriyet kurulduktan sonra, 1950'lere kadar kendi haline bırakılan, zaman zaman geçici amaçlarla kullanılan Ihlamur Mesiresi
köşkleri ve bahçeleri TBMM Başkanlığı tarafından 1951'de İstanbul Belediyesi'ne verilmiş, daha sonra geri alınmış, 1980'le-rin başlarında restore edilerek ziyarete a-çılmıştır.
Ihlamur Mesiresi'nin Cumhuriyet'ten sonra hazineye geçen geniş alanı, Çelik Gülersoy'un naklettiğine göre bir tapu o-yunu veya garip bir yanlışlık sonucu, anneleri Neyir Hanım'ın devletten bir alacağına mahsuben Abdülhak Şinasi Hisar ve kardeşi Selim Nüzhet Gerçek'e geçmiş, onlar da araziyi Vitali Levi'ye satmışlardır. Daha sonra bu şahıs parsellenenıeyen bu araziyi hisse hesabıyla çeşitli hissedarlara satmış; bu arada Ihlamur Mesiresi içindeki tarihi nişan taşları, havuzun mermerleri vb sökülmüş, tahrip ve yok olmuştur.
1950 sonrasındaki hızlı yapılaşma ve arazi yağması sürecinde, Ihlamur Mesiresi çevresi önce yavaş yavaş, 1970'lerden sonra pek hızlı bir şekilde değişmiş; vadinin iki yanından, Nişantaşı ve karşısındaki Yıldız Tepesi yamaçlarından aşağılara doğru inen apartmanlara Beşiktaş'tan Muradiye'ye doğru ilerleyen apartmanlar, siteler katılmış; Ihlamur Kasrı ve Bahçesi'nin çevresi betonlar arasında kalmış; eski köşkler yok olmuş; Fulya Deresi'ni burada yapılan stadyum yutmuş; Yıldız yönündeki yamaçta kurulan bayram yeri kaldırılmış; birbiriyle kesişen yollar eski bostanların yerini almış ve nihayet kentin, Bü-yükdere Caddesi, Boğaziçi Köprüsü ve çevre yollarını Beşiktaş'a bağlayan ana u-laşım arterinin yan yollarından birinin eski Ihlamur Mesiresi'nin ortasından geçirilmesinden sonra da, Ihlamur Mesiresi'nden geriye yalnızca Ihlamur Kasrı ve Bahçesi kalmıştır.
Bibi. Çelik Gülersoy, Ihlamur Mesiresi, ist., 1983; M. Cavid Baysun, "Hacı Hüseyin Bağı", Tarih Dergisi, C. IV (1953), (istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını); Eldem, Türk Bahçeleri.
istanbul ıhlamur kasrı
Beşiktaş ve Nişantaşı arasındaki vadide yer alan Ihlamur Mesiresi'ndeki kasır.
Bu vadide daha önceleri Hacı Hüseyin Bağı olarak anılan mesirenin bilinemeyen bir tarihte miriye geçmesinden sonra padişah için bir bağ evi yapılmış ve Hacı Hüseyin Bağı Köşkü diye amlagelen bu yapı özellikle I. Abdülhamid (hd 1774-1789), III. Selim (hd 1789-1807) ve II. Mahmud (hd 1808-1839) tarafından kullanılmıştı. I. Abdülhamid dönemi sadrazamlarından Seyyid Mehmed Paşa burada bir namazgah yaptırmış; III. Selim ve II. Mahmud zamanında da buraya nişan taşlan dikilmişti. Zamanla Ihlamur Mesiresi olarak da tanınmaya başlayan bu bahçede 1846'da Abdülmecid (hd 1839-1861) Fransız şair Alphon-se de Lamartine'i(-») kabul etmişti. Lamar-tine, sıradan bir sebze ve yemiş bahçesi o-larak algıladığı bahçe içinde gördüğü köşkün sadeliği karşısında şaşkınlığım gizle-yememiştir. Osmanlı padişahının köşkünün dört köşe bir mekân olduğunu, içinde hiçbir eşyanın bulunmadığı salonunun ör-
ISLAHAT FERMANI
112
113 ISLAHAT-ITURUK KOMİSYONU
tasında fıskiyeli bir havuzun yer aldığını ve burada büyük bir ıhlamur' ağacına bakan tek bir penceresinin olduğunu kaydeden Lamartine, ayrıca köşkün çevresinin dışarıdan beyaz bir perde ile örtüldüğünü belirtmiştir.
Abdülmecid, Hacı Hüseyin Bağı Köş-kü'nün yerine 1849-1855 arasında iki yeni biniş kasrı ile bir çeşme inşa ettirerek, Nüzhetiye adını verdiği bu mesirede yapılan av partileri ile ok talimlerinde söz konusu yapıları dinlenme yeri olarak kullanmaya başladı. Abdülmecid tarafından Niğogos Balyan'a yaptırılan ve Merasim Köşkü ile Maiyet Köşkü olarak adlandırılan bu iki kasır, devrin mimarlık anlayışını yansıtır. Bunlardan Merasim Köşkü, a-sıl Ihlamur Kasrı'dır. Yüksek bir subasman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan yapılmıştır. Abartılı cephe bezemeleri girlandlar, istiridye kabuklan, vazolar, salkımlar ve sütunçeler-den oluşur. Giriş cephesindeki iki kollu merdiven ve balkon dikkat çekicidir. Mer-
Ihlamur Kasrı Merasim Köşkü salonu. Ali Hikmet Varlık, 1993
Ihlamur Kasrı
Yavuz Çelenk, 1994
diven kollarının ulaştığı terastan yapıya girilir. Giriş holünün iki yanında iki oda ile çatıya bağlantıyı sağlayan bir ara mekân bulunmaktadır. Batı tarzı dekoratif elemanlarla bezeli dış cephesinin tersine, yapının içi oldukça sadedir. Subasman katına giriş, yapının iki yanındaki balkonları taşıyan kolanların ardındaki iki kapıdandır.
Merasim Köşkü'nün biraz ilerisinde bulunan Maiyet Köşkü daha sade bir yapıdır, iki katlı olan bu yapıda, giriş cephesinde gene iki kollu bir merdiven bulunmaktadır. Girişin ortasında bir hol ve merdivenler ile köşelerde 4 adet oda yer almaktadır.
Ihlamur Kasrı ve Mesiresi, Abdülaziz (1861-1876) ve V. Mehmed (Reşad) (1909-1918) zamanında da ilgi görmeye devam etti. I. Dünya Savaşı sonrasında ve Cumhu-riyet'in ardından, 1950'lere kadar çoğunlukla boş ve bakımsız kalan köşkler 1951' de istanbul Belediyesi'ne verildi. Belediye Başkanı ve Vali Fahrettin Kerim Gö-kay(-0 1952'de Harem Köşkü'nde "Tanzimat Müzesf'ni kurdu, Merasim Köşkü'nü de ziyarete açtı. Sonraki yıllarda köşkler belediyeden ayrılarak müze olmaktan çıkarıldı. 1980'lerin başlarında köşklerin onarımına girişildi. Özellikle Merasim Köşkü tümüyle restore edildi. Halen bu iki yapı ve bahçe ziyaretçilere açık bulunmaktadır.
Bibi. A. de Lamartine, Souvenirs, impressi-ons, pensees etpaysages, pendant un voyage en Orient, Paris, 1832-1833; M. Sözen, Devletin Evi Saray, ist., 1990, s. 158-165; P. Tuğlacı, The Role ofthe Balyan Family in Ottoman Architecture, ist., 1990, s. 374-377.
TÜLAY ARTAN
ISLAHAT FERMANI
18 Şubat 1856 tarihli Islahat Fermam Osmanlı Devleti'nin çöküş çağında Batılı güçlerin etkisiyle yapılan reform girişimleri arasında en bilinen örneklerdendir. Doğrudan nedeni ise Kırım Savaşı'nı sona erdirmek üzere Mart 1856'da yapılan Paris Konferansı öncesinde, bansın ön koşullarını hazırlayan Viyana protokolüdür. Bu belge Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan uyruklarına tanınan hakları teyit etmesini ba-
rışın ön koşulu olarak getiriyordu ki, esasen 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşma-sı'yla Ortodokslara hamilik olanağı elde eden Rusya bunu daha sonraki savaşlann zahiri gerekçesi olarak kullanmıştı.
Islahat Fermanı bir açıdan Tanzimat Fermam'nın bir devamıdır. Her iki doküman da ülkenin vatandaşlarına değil doğrudan Batılı devletlere hitap etmektedir, ilan edildiği koşullar itibariyle Kırını Sava-şı'nın hemen sonunda, Osmanlı Devleti' nin savaş masrafları nedeniyle Mısır gelirleriyle Suriye ve îzmir gümrük vergilerini ipotek ederek yaptığı ilk borçlanmaların hemen ertesinde olması dikkat çekicidir. Bu açıdan Osmanlı Devleti'nin mali konularda kendine çekidüzen vermesi gereği de Islahat Fermanı'nda ikinci dereceden bir tema olarak yer almıştır. Aynı günlerde istanbul'da Batılı devletlerin elçileri etkilerini artırmışlar ve devlet işlerine doğrudan müdahale eder hale gelmişlerdi, ingiltere Elçisi Stratford Canning bu fermanın imzalanmasında birinci dereceden etkili olmuştur. Tanzimat Fermanı'nı ilan e-den Mustafa Reşid Paşa, daha uzun bir metin olan Islahat Fermanı için Âli ve Fuad paşaları sert şekilde eleştirmiştir. Aynı yılın sonlarında dördüncü kez sadrazam cilan Mustafa Reşid Paşa bu sadaretinde ingiliz ve Fransızlar başta olmak üzere yabancı elçilerin müdahalesinden iyice bunalmıştı. Öyle ki, bazı yazarlar Islahat Fermam'nın üçte ikisinin azınlıkların, üçte birinin ise yabancıların imtiyazlarına ayrıldığını ifade etmiştir. Ancak birçok yazar fermanın Hıristiyan uyruklara tanınan hakların teyidinden öteye gittiği kanısındadır. Islahat Fermam'nın maddelerine gelince, bunlar Müslüman olmayanlara askeri ve sivil okullara girme hakkı; ceza ve ticaret davalarının laik özellikli karma divanlarda görülmesi; yeni ceza, ticaret ve usul kanunlarının hazırlanması, yabancılara gayrimenkul edinme hakkı (bu Batı sermayesi için çok önemliydi), gayrimüslimlere asker olma hakkı tanınması, fakat bedelle kaçınma olanağı, iltizama ve rüşvete son verilmesi, maaşların düzenli ödenmesi ve bütçe yapılması gibi hususları içeriyordu. Fermanın gayrimüslimlerin haklan üzerinde bu kadar durması Tanzimat Fermam'n-dan sonra bunların şikâyetlerinin aralıksız devam etmiş olmasıydı. Esasen hiçbir hak ve ayrıcalığın imparatorluğun ayrılıkçı unsurlarını tatmin etmesi düşünülemezdi. Nitekim ilerleyen yıllarda kilise ve azınlık okullarının sayısı artmış ve bunların her biri kendi milliyeti için çalışan birer merkeze dönüşmüştür. Böylece modern devlet yolunda adım atılmaktan çok, fiiliyatta Hıristiyanların imtiyazları için bir imkân teşkil etmiştir. Bazı yazarlar ise Rumların bu fermandan pek memmun olmadıklarını, çünkü Hıristiyanlar arasında 400 yıldır sahip okluları ayrıcalıklı konumu yitirdiklerini belirtmişlerdir. Tanzimat Fermanı'nı genişleterek yenileyen Islahat Fermanı Osmanlı sisteminin teokratik niteliğinde bir değişikliğe yol açmamış, dini farklılıklardan doğan imtiyazları ve ayrılıkçılığı önleyememiş ve zaten olanaksız olan birle-
şik bir yurt yaratma çabasında başarısızlığa uğramıştır. Fermanın göstermelik kalması ve belki sadece imtiyazların yönünü Hıristiyanların lehine değiştirmiş olması imparatorlukta huzursuzlukları artırmıştır. Islahat Fermanı'nın Müslümanlar açısından ilk tepkileri Cidde Ayaklanması ve Kuleli Olayı(->) olmuştur. Cidde'de yabancılara saldıran Müslümanlar Batılı devletlerin tehditleriyle idam edilmiş, Kuleli Ola-yı'nda ise yabancılara tanınan ayrıcalıklar nedeniyle Abdülmecid'i devirmeyi hedefleyen bir komplo ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Sırbistan'dan Suriye ve Lübnan'a kadar bir dizi farklı din ve mezhebe dayanan isyan birbirini izlemiştir. Hıristiyanların şikâyetlerinin devam etmesi üzerine 10 Mayıs 1868'de yeni bir "nutk-ı hümayun" ile "hangi dine ve mezhebe mensup bulunurlarsa bulunsunlar bütün tebaaların aynı vatanın çocukları olduğu" fikri teyit edilmiş, ama imparatorluğun çöküşüne giden olaylar zincirinin devamı içinde refah ve birlik amacı hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Kimi yazarlar da sadece Tanzimat ve Islahat fermanlarının değil arazi ve ida-re-i vilayet kanunlarının da hep emperyalist devletlerce ileri sürülen idari ıslahat zaruretlerine verilen cevaplar olarak addedilebileceğini ifade etmişlerdir. Namık Kemal, Islahat Fermanı'nı ele alan bir yazısında (Hürriyet, no. 4, 20 Temmuz 1868)
bu olayın Batılı devletlerin müdahalesiyle aslında tüm halkı değil sadece Hıristiyan-ları gözettiğini belirtmiş ve Batılıların sadece işlerine geldiği zaman işlerine geldiği şekilde müdahale etme tutumlarını e-leştirmiştir.
Bibi. Y. Abadan, "Tanzimat Fermam'nın Tahlili", Tanzimat, ist., 1939, s. 31-58; R. G. Okan-dan, "Amme Hukukunda Tanzimat Devri", ae, s. 97-128; H. Veldet, "Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat", ae, s. 139-209; S. C. Antel, "Tanzimat Maarifi", ae, s. 444-462; Z. F. Fm-dıkoğlu, "Tanzimatta içtimai Hayat", ae, s. 619-659; H. Z. Ülken, "Tanzimattan Sonra Fikir Hareketleri", ae, s. 757-775; I. Sungu, "Tanzimat ve Yeni Osmanlılar", ae, s. 777-857; I. Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, îst., 1985; ay, imparatorluğun En Uzun Yüzyılı, ist., 1987; H. Cin, "Tanzimat Döneminde Osmanlı Hukuku ve Yargılama Usulleri", 150. Yılında Tanzimat, Ankara, 1992; S. Aksin, "Siyasi Tarih", Türkiye Tarihi, 3- Osmanlı Devleti 1600-1908, ist., 1988.
M. TANJU AKAD
ISLAHAT-I TURUK KOMİSYONU
İstanbul'da yolların düzenlenmesi ve genişletilmesi amacıyla 19 Eylül 1865'teki Hocapaşa yangınından sonra oluşturulan imar komisyonu.
19. yy'm ortalarına kadar istanbul yollarının düzenlenmesine ilişkin sistemli bir çabaya rastianmaınaktadır. Tanzimat dönemi yöneticileri Avrupa kentlerinin düzenli-
Islahat Fermanı için Batı'da yapılmış bir afiş, 1856. Galeri Alfa
ligi ile kıyaslandığında istanbul'un imar, düzen ve temizlik bakımından eksikliklerinin farkına varmışlardı. Bu sıralarda Paris'te Haussmann'ın gerçekleştirdiği imar hareketlerinin de Osmanlı yöneticileri ü-zerinde etkisi olmuştur. Ama Osmanlı başkentinin idari merkezi hüviyetini taşıyan Babıâli civarındaki genişlikleri 2,25-8 m arasında değişen yolların genişletilmesi için harcanan çabalar ancak 1865'te Hocapaşa yangınından sonra etkisini göstermiş ve bu yangınla açılan yerlerde yolların düzenlenmesi için Islahat-ı Turuk Komisyonu adıyla bir heyet oluşturulmuştur. Komisyon üyeliklerine Meclis-i Vâlâ üyelerinden Refik Efendi ve Subhi Bey, Arif Bey, Hariciye teşrifatçısı Kâmil Bey, Mustafa . Efendi, Ticaret Müsteşarı Server Efendi, Mahkeme-i Teftiş üyelerinden Ferid Efendi, Erkân-ı Harbiye Reisi Mahmud Paşa ve şûra üyelerinden Ahmed Muhtar Efendi getirildiler.
Komisyonun yangından sonra Divan-yolu'nun açılması, yangın yerlerinin haritalarının çıkarılması, yangın alanındaki ahşap binaların yerlerine kagir binalar yaptırılması, yolların genişletilmesi, harcamaların planlanması gibi görevleri bulunuyordu. Komisyonun etkili olabilmesi için üyelerinin yönetimde söz sahibi kişiler arasından seçilmesine ve Erkân-ı Harbiye' den 10 kadar subayın yapılan işleri denetlemesine dikkat edilmişti. Komisyonun çalışmalarına hukuki çerçeve getirmek amacıyla 1848 tarihli Ebniye (binalar) Nizamnamesi kaldırılmış ve yerine yeni hazırlanan Turuk ve Ebniye Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. Yeni nizamname, eski nizamname gibi sadece İstanbul'u değil tüm ülkeyi kapsamına alıyor ve harita yapımına, kamulaştırmaya, parsellemeye, yol genişliklerini ve bina yüksekliklerini belirlemeye ilişkin hükümler taşıyordu.
Osman Nuri Ergin'in incelemelerine göre Hocapaşa yangın yerinde cami ve abidelere ilişilmemiş, geri kalan yerlerdeki arsaların yüzde 25'i yolların genişletilmesi için bedel ödenmeden kamulaştırılmış, ahşap yapı inşasına izin verilmemiş, açılan sokakların yaya kaldırımlarına taş döşenmiş, küçük sokaklara arnavutkaldırımı yaptırılmıştır. Cadde ve sokakların altında denize kadar uzanan tonoz lağımlar inşa edilmiştir.
Komisyon bu işleri 4 yılda 45.000 altın lira harcayarak gerçekleştirmiş ve harcamalarının bir bölümünü imara açtığı arsaları satarak karşılamıştır. Komisyon yangın alanındaki işleri bitirdikten sonra kentin başka bölgelerinde de yollar ve meydanlar açmıştır. Bunların başlıcalan Ayasofya Meydanı, Beyazıt Meydanı, Unkapanı Caddesi, şimdiki Ankara Caddesi, Mercan ve Fincancılar yokuşları, Sultanhamam ve Bahçekapı, Azapkapı, Karaköy Caddesi, Beyazıt-Aksaray caddesidir.
Komisyon çalışmalarını 1869'a kadar sürdürebilmiş ve bu tarihten itibaren de görevlerini şehremanetine devretmiştir.
Dostları ilə paylaş: |