Ünden bugüN


İBRAHİM 122 123 İBRAHİM AĞA ÇAYIRI MESCİDİ



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə31/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   140

İBRAHİM

122

123 İBRAHİM AĞA ÇAYIRI MESCİDİ

tün bilinç yitikliğine uğrayan ibrahim, kentin her yerinde her an gözüken, ne zaman nereye gideceği bilinmeyen, aklına estiği an masum insanları idam ettiren, IV. Mu-rad'dan da korkutucu bir kimliğe büründü. Naîmâ, onun bu halini "Mizac-ı lâtifi hareket iktizâ idüb gâhi tahtıravan ve gâhi esb-saba-raftar ve gâhi koçîlere suvar olup şehirde seyr ü sülük âdetleri olmağla..." sözleriyle bir tür delilik olarak açıklar. Gideceği şeyhe bir an önce ulaşmak için a-raba yasağı koyan ibrahim, Salih Paşa'ya kesin buyruk verip hiç kimsenin istanbul'da araba ile dolaşmamasını emretti. 17 Eylül 1647 günü Davutpaşa'daki bir imama giderken önüne bir araba çıktı. O sırada ikindi divanını toplamış bulunan Salih Paşa'yı imamın evinde kuyu ipiyle boğ-durttu. Mühr-i hümayunu, Kaptan-ı Derya Kara Murad Paşa'ya göndermişken "şehir oğlanı" olan Ahmed Paşa, ibrahim'i kandırıp mührü götürenleri denizden çevirttirip kendisi vezirazam oldu.

Harem kadınlarının şivekârlıklarma ve oyunlarına giderek daha fazla tutulan ibrahim'i, cariyeler zendostluk oyunlarıyla kendilerine daha çok bağlamışlardı. Giderek tüm hazine gelirleri harem kadınlarına sarf edildiğinden askere ulufe verilemez oldu. ilmiye ve ordu rütbeleri açık artırma ile satılmaya başlandı. Taşranın a-yanlan, eyalet beylerbeyleri ise istanbul'a rüşvet ve hediye akıtmaktan yoksul düştüler. Padişaha zamanında kâr gönder-meyen Bursa kadısı idam korkusu ile Keşiş Dağı'na (Uludağ) çıkıp kâr kesen işçilere nezaret etmek zorunda kalırken Anadolu'da Haydaroğlu halkı soyuyordu. Var-dar Ali Paşa da haklı gerekçelerle ayaklanıp istanbul'a yönelmişti, ibrahim ise bir hasekisinin mücevher toplu arabasıyla Da-vutpaşa Bahçesi'ne gidişini tüm istanbul halkının izlemesi için buyruklar veriyordu. Saray ve hanedan geleneklerinde olmayan bir yönteme daha başvurdu ve bir cariyeyi nikâhlı eş seçerek sur-ı hümayun düzenletti. Tüm devlet erkânını "ay yüzlü cariyeler, cevahir takılar" hediye etmekle görevlendirdi. Bundan sonra, saray hareminde yeni nikâh törenleri ve düğünler yapıldı. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre koynuna aldığı her cariyeyi gönlü geçince bir vezire veya beylerbeyine çırağ etmekte ve paralar almaktaydı. Saraydan çıkma cariyelerle evlenenler, ibrahim'in rüşvet işlerine bakmaktaydılar. Vezirazam Ahmed Paşa'nın kardeşi ibrahim Ağa bunlardandı. Kadırga'daki Beşir Ağa Konağı' na yerleşen ibrahim Ağa gece gündüz içip eğleniyor, eşi Hubyar Kadın aracılığı ile de sarayla ilişkisini sürdürüyordu. Padişahın gönderdiği bostancıyı içki meclisinde başına tabak vurup yaralayacak denli korkusuzdu. Kumkapı semtinde "sebû-ber-dûş" gezenler, ayaktakımından sayısız kişi, ibrahim Ağa'nın adamlarıydı.

istanbul'da doğrular ve namuslular şaşkın ve korkak, reziller cesur olmuştu. Yahudi bezirgânbaşı Harun, rüşvet işlerine bakan bir başka saray adamıydı. Yine bir başka rüşvet aracısı ve haremin en nüfuzlu musahibesi olan Şekerpare'nin (Şehsu-

var Usta) sürgüne gönderilmesinin ardından, kendisinin ve adamlarının mallan müsadere edildiğinde ortaya 16 sandık dolusu cevahir, altın ve gümüş çıkmıştı, ibrahim, önünde açılan sandıkları görünce "Hay kâfir kahpe. Bana akşam ekmek a-lacak akçem yokdur deyü yemin ederdi!" dedi. Şekarpare'nin evinde, beyaz, sarı zerbaft kaplı kürkler, 200 yorgan, inci işli zerduz örtüler, 200 kese de nakit bulundu. Kethüdası, Aksaray çarşısında asıldı. Mısır'da ölen Şekerpare'nin Eyüp'teki türbesi boş kaldı.

28 Haziran l648'de gurup vakti istanbul'da deprem oldu. O yüzyılın bu en şiddetli yer sarsıntısında bazı camilerin minareleri ve yüzlerce ev yıkıldı. Müneccimler "haziran ayında deprem olması"nı, padişahı bir uğursuzluğun beklediğine yordular. Diğer yandan, giderek ağırlaşan dış sorunlar, sınır güvensizliği, Girit seferi, Anadolu'daki ayaklanmalar doğrudan ya da dolaylı başkenti etkiliyordu. Venedik ablukası yüzünden donanma Marmara'ya açılamamaktaydı. Vezirazam Ahmed Paşa'nın kethüdası Arnavut Ahmed, tezkire-cisi Şânizade Mehmed Efendi, çavuşbaşısı Gejgerden Durak, selamağası Sarı Mustafa istanbul'da terör estirmekteydiler. Bunlardan işkence görmeyen esnaf kalmamıştı. Zenginlerin mallan müsadere ediliyor; bunlardan pay alan vezirazam, Ana-doluhisarı'nda, Incirli'de, istanbul'da yeni konaklar, Küçükçekmece'de köşk yaptırıyordu.

ibrahim'in son tutkusu samur oldu. Eyüp'te oturan ve geceleri haremde kalıp padişaha Acem masalları anlatan "Yahudi kızı" bir akşam "Evvel zaman içinde bir padişah varmış. Sarayının her tarafını samurla kaplatmış..." sözleriyle başlayan bir masal nakledince ibrahim de masal kahramanı padişaha öykünmek istedi. Eyalet valilerine fermanlar yazıldı. Samur ve "takviyet-i bah" (seks gücünü artırmak) i-çin amber istendi, istanbul'daki kapı kethüdalarından zorla samur ve amber bedelleri alındı. Samur hediye etmeyenin işi görülmez oldu. Harem odaları birer ikişer samurla kaplanıyordu. Bu tutku, piyasayı da etkiledi ve 100 kuruşluk samur, 1.000 kuruşa fırladı. Ozanlar "böyle giderse gün gelip domuz kafasının da kıymete bineceğine" ilişkin şiirler yazdılar. Her türlü vergiden muaf ilmiye sınıfı için de ilk kez samur vergisi kondu. Rusyalı gemiciler, kendi ülkelerinden samur ve kürk yükleyip bunları istanbul'da pazarlamaya, karşılığında tiftik, mazı, şap, gülyağı gibi ihracı yasak mallarla altın ve gümüş alıp götürmeye başladılar, ibrahim'e yapılan, içi dışı samur kaplı, elmas düğmeli her bir üstlük, 8.000 kuruşa çıkmakta, her gün bir yenisi dikilmekteydi. Yolsuzluklara ve baskılara dayanamayan Galata kadısı, bir bohçaya aba hırka, Mevlevî külahı koyup vezirazama çıktı. Görevden istifa ettiğini bildirdi. Ahmed Paşa, şeyhülislamla ilmiye büyüklerinin istenenleri verdiklerini, kendisinin de vermesi gerektiğini söyleyince, kadı efendi, bu zulüm nedeniyle iki aya kalmayıp istanbul'un bir zelzeleyle bata-

cağı tehdidini savurdu. "Bu şehirden sürgün gitmek, burada kalmaktan ehvendir!" dedi. Bundan cesaret alan ulema, ocak a-ğaları ile temasa geçti. İbrahim ise harem eğlencelerine dalmıştı. Havuzda, murassa kayığının dümen başına oturuyor, su üstünde dolaşırken çepeçevre çalgıcılar, oynak oyun havaları çalıyorlar, hamamdaki yarı çıplak cariyeler de ellerinde serpme ve sepetlerle balık yakalayıp padişahtan bahşişler alıyorlardı. İstanbul'un ünlü oyuncu kolları sırayla hareme çağırılı-yordu. ibrahim, akide kolunu pek beğeniyor, Süğlün Şah'ın, Mahmud Şah'ın, Çerkeş Şah'ın, Nazlı Yusuf'un figürleri karşısında kendinden geçiyordu. Haremde de oyuncu ve şarkıcı yetiştiren kalfalar vardı. Bunlardan, Sultana Sporca (Pis Sultan) ibrahim'in tahttan indirilmesinden sonra saraydan kovulunca istanbul'da bir ev tutmuş, satın aldığı cariyelere oyunlar, şarkılar, cilveler öğreterek paşa konaklarında paralı gösterilere başlamıştı. İbrahim, bir gece ani bir kararla sekizinci hasekisinin dairesini döşetmek istedi. Vezirazam, gece yarısı bedesteni zorla açtırdı. Dükkân ve mahzenlerden ipekli kumaşlar, samur ve vaşak kürkleri toplatıldı. Daire döşendi. Fakat İbrahim beğenmedi. Defterdarı azletti. İbrahim kendi kız kardeşlerinin mallarına da el koydu. Sultan efendileri, çok düşkün olduğu Telli Haseki'ye (Hü-maşah) cariye tayin etti. Bu çılgınlıkların bir patlamaya yol açacağım sezinleyen Kösem Valide, ibrahim'i uyarmak isteyince İskender Bahçesi'ne sürgüne gönderildi. Nihayet ibrahim'in, kendisine, tamamen mücevherle işli bir yeni saltanat kayığı yaptırtmak için esnaftan, ulemadan, ocak ağalarından ve devlet adamlarından vergi toplatmaya kalkışması, aynı günlerde Vezirazam Ahmed Paşa'nın, oğlunun düğünü vesilesiyle Topkapı dışındaki bahçede sabahlara kadar süren içkili, çalgılı, oyunlu, eğlenceler düzenlemesi, beklenen sonu çabuklaştırdı. Samur ve amber vergisi vermemekte kararlı ocak kethüdası Kara Murad Ağa, Girit seferinden yeni dönmüştü. Kendisinden vergi almaya gelen bakıkuluna "Ben Girit'ten geldim. İnce perdahı barut ile yağlı kurşundan gayri nesnem yoktur. Samur ve amberin adını biz ilden işitiriz, görmemişiz!" dedi ve bakıkulunu kovdu. Bu olayın duyulması herkese cesaret verdi.

7 Ağustos 1648'de geceden başlayan temaslar ile ocak ağalan Etmeydam'nda Orta Cami'de, ulema ise Fatih Camii'nde toplandı. Sabahleyin ocaklılar silahlanmış o-larak Fatih Camii avlusunda toplanmaya başladılar. Durumu haber alan Vezirazam Ahmed Paşa korkup kaçtı. İbrahim'in gönderdiği haseki ağa camide tartaklandı. Sofu Mehmed Paşa camiye çağrılıp vezirazam ilan edildi ve saraya gönderildi. Mehmed Paşa, İbrahim'e, ayaklanmanın önlenmesi için Ahmed Paşa'nın yakalanıp idam edilmesi gerektiğini söyledi. Padişah "Bre köpek koca! Vezirazam olmak içün kulu tahrik etdin. Bu cemiyet bertaraf olduktan sonra göresin. Senin hakkından gelürüm" dedi.

İstanbul, büyük ayaklanmalar öncesindeki görüntüsünü almıştı. Dükkânlar ve çarşılar açılmadığı gibi, ocak ağalan da sur kapılarını kapattırmışlardı. ibrahim'e, "Böyle gafletle padişahlık olmaz. Ayak divanı isteriz!" diye haber gönderdiler, ibrahim, bostancılara emirler verip saray surlarına ve burçlarına toplar yerleştirtti. O gün İstanbul'da cuma namazı kılınamadı, cuma selamlığı(-0 da düzenlenmedi. Akşam o-lunca ulema, Fatih Camii'nde sabahlamayı kararlaştırdı. Gece Ahmed Paşa'nın konağını askerler yağmaladı. Yakaladıklan eski vezirazamı Sofu Mehmed Paşa'ya getirdiler. Cellat Kara Ali tarafından boğulan Ahmed Paşa'nın cesedi bir beygire bağlanıp Atmeydanı'nda çınar altına bırakıldı. Ertesi gün orada parça parça edildiği için, bu vezirazam ölümünden sonra Hezarpare (bin parça) Ahmed Paşa olarak anılmıştır. 8 Ağustos sabahı Şeyhülislam Abdürra-him Efendi, ulema topluluğu, ocak ağaları ve kapıkulu askerleri Atmeydam'na geldiler, ittifaka katılmayan Rumeli Kazaskeri Muslihiddin Efendi, Sultan Ahmed Camii önünde linç edilip öldürüldü. Cinci Hoca kaçarak kurtuldu. Topluluk, Kösem Sul-tan'a, Şehzade Mehmed'i göndermesini, camide cülus(->) yapılacağını bildirdiler. Kösem Valide, camide cülus olmayacağını, saraya gelmeleri gerektiğim uyarınca saraya yöneldiler. Ulema ve ocak ağalan Ha-rem-i Has dehlizine geldiklerinde resmi unvanı "sahibetü'l-makam ümmü'l-mü'mi-nin Valide Sultan" olan Kösem, başında siyah ibrişim dest-mâl örtülü, mirvehe (yelpaze) sallayan bir haremağası ile göründü. Topluluk, kendisini saygıyla selamladı. Muslihiddin Ağa, padişahın davranışlarının şeiratla ve akıl ile bağdaşmadığını, ortalığın karıştığım, düşman gemilerinin istanbul yolunu kapattığını, sınırda kalelerin birer ikişer elden çıktığım, oysa padişahın eğlenceden başını alamayıp rüşvet için her yola başvurduğunu anlattı. Ulemanın fetva verdiğim ve şehzadenin tahta layık olduğunu söyledi. Abdürrahim Efendi ile Karaçelebizade Abdülaziz Efendi de ağır ithamlarda bulundular. Eski kazaskerlerden Hanefi Efendi "Tabi ve zurna ve ceng ve şeştar sadâsı, Ayasofya minaresinde müezzinlere ezanı yanıltır. Bedesten basu-lub tüccarın mallan gasbedildi. Avretlere tasallut eksik olmaz. Ümmet-i Muhammed ırz ve can korkusuna düştü" dedi. Kösem Sultan "Ya sabiden padişah olur mu?" diye sorunca Şeyhülislam akıldan yoksun büyüğün hükümdarlığının caiz olmadığını, akıllı çocuğun ise hükümdar olabileceğini izah etti. Kösem Sultan bu cevap üzerine "Öyleyse içerü varayım sarıcığın sar-dırıb çıkarayım!" dedi.

Bâbüssaade önüne kurulan tahta IV. Mehmed oturtuldu ve biat töreni yapıldı. İbrahim'in katına çıkan bir heyet, tahttan indirildiğini açıkladı, ibrahim, padişah olduğunu ileri sürünce, Abdülaziz Efendi "Hayır padişah değilsin. Cihanı haraba verdin. Vaktini lehv ü gaflet ile geçirdin. Rüşveti faş, zalemeyi âleme musallat etdin. Küffar Bosna'yı istila etdi. Seksen kalyon Boğaz'ı tutmuş. Senin haberin yok!" diye-

rek ağır hakaretlerde bulundu. Silahdar ve çuhadar, ibrahim'in koltuğuna girerek hapsedileceği Kafes Kasn'na götürdüler. Kapı önüne gelindiğinde ibrahim "Elhamdülillah, hele bir cemaat başı oldum!" dedi. Bu, söz, kimi tarihçilerce onun Osmanlı hanedanının sonraki kuşaklannın atası olduğunu ima ettiği biçiminde yorumlanmıştır.

9 Ağustos günü İstanbul'da ibrahim'in kaçtığı dedikodusu yayıldı. Çarşı ve dükkânlar yeniden kapandı. Herkes evlerine çekildi. Sofu Mehmed Paşa, şeyhülislam, vezirler ve ulema sarayda toplandılar. Mimar getirtilip ibrahim'in hapsedildiği harem iç köşkünün kapısı ve pencereleri tuğla ile ördürüldü, ibrahim ise bağınp çağırıyordu. Sesini duyan enderun halkı "Bu olur mu, bir padişahı tahttan indirib tut ki diri mezara gömdüler. Bir masumu iclâs eldiler. Biz ânın çok iyiliğin gördük. Hemen anlaşıb dışan çıkaralım ve tahta cülus etdirelim" dediler. Dışanda da kapıkulu sipahileri Sultan ibrahim'den yana bir eyleme hazırlanıyorlardı. Devlet erkânı, olacaklardan korkarak ibrahim'in boğulmasını kararlaştırdı. Şeyhülislam Abdürrahim Efendi "İki halife müctemi oldukda biri katledilmek lazımdır" diye fetva verdi. 18 Ağustos l648'de saraya gelen vezirazam, şeyhülislam ile bostancıbaşı ve cellatlar, örülen duvarlar yıkıldıktan sonra Kafes Kasn'na girdiler. Cellat Kara Ali(->), İbrahim'in bağırıp çağırmasından korkarak bir köşeye saklanmıştı. Mehmed Paşa değnekle vurup içeri soktu. Sırtında al renkli atlas entari, ayağında kırmızı şalvar, başında bir takke ve elinde Kuran olan İbrahim, Abdürrahim Efendi'ye "Baka Abdürrahim... İşte Kitabullah. Beni ne hükümle öldürtürsün" diye bağırdı. O sırada cellatlar kement atıp boğdular. Ölüsü ha-soda avlusuna çıkarıldı. Namazı kılındıktan sonra Ayasofya'da, eskiden vaftizhane olan, I. Mustafa'nın da gömüldüğü yere defnedildi.

8,5 yıllık saltanatı sırasında yaşanan deprem ve yangınlar, kuyrukluyıldız doğması, sıcak yağmur yağması (müneccimler bu olayı, yıldızların soğumasına vererek kıyametin yakın olduğunu ileri sürmüşlerdi) vb olaylar, îstanbullularca ibrahim'in u-ğursuzluğuna yorumlanmıştı. Bu kısa dönemde İstanbul kürk samur ticaretinin, ü-fürükçülüğün merkezi oldu. Ülkenin her tarafından muskacılar, şeyhler İstanbul'a akın etmişlerdi. Kentte akıl almaz yasaklar uygulandı. Örneğin, İbrahim, Topkapı Sarayı'nın sahil köşklerine inip cariye-leriyle halvet düzenlediğinde haremağa-lan, açıktan geçen gemilere, kayıklara mak-rama, yağlık sallayarak geri döndürtürler-di. Vezirazama sık sık hatt-ı hümayun yazıp yeni cariyeler isteyen İbrahim'in, M. Penzer'in yazdığı gibi bir kriz anında haremdeki tüm kadınları boğdurtup denize attırmış olması asılsızdır. Fakat töre ve yasa tanımazlığı gerçekti. Örneğin, mimar-başılar, bu göreve ömür boyu getirilirlerken o, Kasım Ağa'yı azletmiş, uyanları da dinlememiştir.

İstanbul'da hiçbir eseri bulunmayan İb-

rahim, Topkapı Sarayı'nda birtakım çalışmalar yaptırtmıştır. Bağdat Köşkü önündeki iftariye, döneminden kalmadır. Sepetçiler Kasn'nı yeni baştan yaptırdığı gibi Galata Surlan içerisinde, Kurşunlu Mah-zen'e yakın Andon Kilisesi de hükümdarlığı sırasında camiye çevrilmiştir.

ibrahim'e "Deli" sanını II. Meşrutiyet dönemi (1908-1918) tarihçileri vermişlerdir. Zevk konusundaki doyumsuzluğu, düşünce ve sağduyu kıtlığı, aceleciliği, yönetim bilgisinden ve kültürden yoksunluğu, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklan, bu nitelendirmeyi haklı gösterir. Adları bilinen hasekileri Turhan Hatice Valide Sultan(->), Sa-liha Dilâşub, Hatice Muazzez, Hümaşah (Telli Haseki), Ayşe Sultan, Mahenver Sultan, Şivekâr Sultan'dır. 9 oğlundan 3'ü padişah olmuştur.

Bibi. Tarih-iNaima, III, 450 vd, IV, 1-324; Ta-rih-i Solakzade, 766 vd; J. von Hammer, Dev-let-i Osmaniye Tarihi, X, ist., 1337, s. 3-121; Uzunçarşıh, Osmanlı Tarihi, III/l, 206-239; T. Gökbilgin, "ibrahim", lA, V, 880 vd; Ahmed Refik, Samur Devri, ist., 1927; Kömürciyan, istanbul Tarihi; Uluçay, Padişahların Kadınları, 56 vd; Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1971; Evliya, Seyahatname, I, 267 vd; M. Pen-zer, The Harem, Londra, 1936, s. 186; Ç. Uluçay, "Sultan ibrahim Deli mi Hasta mı idi?", Tarih Dünyası, S. 12 (1950).

NECDET SAKAOĞLU



İBRAHİM AĞA ÇAYIRI MESCİDİ

Kadıköy llçesi'nde İbrahim Ağa Mahalle-si'nde Cami Sokağı, Zaviye Sokağı ve Dr. Eyüp Aksoy Caddesi'nin kesiştiği yerde bulunur.

Yapı III. Murad'ın (hd 1574-1595) bâ-büssaade ağası İbrahim Ağa tarafından 988/1588'de yaptırılmıştır. Minberini Hacı Veliyüddin koydurmuştur. Bir dönem Kadirî tekkesi olarak kullanılan yapı I. Mahmud döneminde (1730-1754) tekrar cami şeklini almış, 1939'da Vakıflar îdare-si'ne geçmiştir. Çatısı ahşap, duvarları kagir, minaresi tuğladan olan yapı son dönem onarımıyla sıva kaplanmıştır. T. Öz

ibrahim Ağa Çayırı Mescidi

KadirAktay/Onyx, 1994

İBRAHiM AĞA ÇEŞMESİ

124

125

İBRAHİM MÜTEFERRİKA

yapıyı hacca gidenlerin toplu halde dua ettikleri yer olarak göstermektedir.

Yapıya camekânlı bir ön girişten ulaşılır. Küçük bir son cemaat yerinden sonra ana mekâna geçilir. Kare bir plan şeması gösteren ibadet alanı, içeriden ve dışandan iki kat görünümü veren her cephede ikişer pencere ile aydınlık kılınmıştır. Alt kısımda bulunan pencereler dikdörtgene yakın kare şeklinde tipik bir ev penceresi görünümündedir. Bu pencerelerin alt kısımlarına kadar bütün yapı mermerle kaplanmıştır. Üstteki pencereler sivri kemerli o-lup burada bulunan küçük yassı camlar çeşitli renklerde boyanmıştır.

Mihrap yüksek dikdörtgen mermer bir kaide içinde, yarım yuvarlak bir niş şeklindedir. Vaaz kürsüsü mermer bir levha olarak belli bir yükseklikten sonra ahşap malzeme ile kaplanmıştır. Yine mermer malzemeden olan minberin üst kısmında bulunan küçük pencereli odacıkta "sa-kal-ı şerifin olduğu söylenmektedir. Ana mekân ve kadınlar mahfilinin tavanı oldukça sade bir şekilde ahşap çubuklarla kaplanmıştır. Yapıya, son dönemde doğu tarafından ek bir alan yapılmıştır. Oldukça basit görünümlü olan bu ek alana ana mekândan geçildiği gibi dışarıdan, kuzeyden de bir giriş vardır. Bu ek alan doğuda 4, güneyde ve kuzeyde 2'şer pencere ile aydınlatılmıştır. Kadınlar mahfiline bu ek bölümün dışından da ayrı bir merdivenle ulaşılmaktadır.

Kadınlar mahfili iki tane sıvalı paye ile taşınıp, sıva ile kaplanmış halde balkon çıkması yapılmıştır. Mahfile son cemaat yerinden beton bir merdivenle çıkılmaktadır. Oldukça sade olan kadınlar mahfili kuzeyde dört tane sivri kemerli kısa pencere ile aydınlatılmıştır. Son cemaat yeri ince uzun dikdörtgen şeklinde olup bir bölümü kadınlar mahfiline çıkmak için kullanılan merdivene ayrılmıştır.

Minare ana mekânla aynı yükseklikte bir kare kaideye sahip olup silindir gövdeli ve bodurdur. Pencereler dışarıdan demir parmaklıklıdır. Mihrap dışarıya taşkın olup, hemen önünde ibrahim Ağa'nın mezarı bulunur. Bunu takip eden geniş bir a-landa nazire yer alır. Çatı meyilli ve kiremit kaplıdır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 242; Öz, İstanbul Camileri, II, 32.

ERGUN EGÎN



İBRAHİM AĞA ÇEŞMESİ

Fatih ilçesi, Uzun Yusuf Mahallesi'nde, Me-cit Bey Sokağı üzerinde, bu sokağın Uzun Halil Sokağı ile Yayla Caddesi arasında kalan kısmındadır.

I. Mahmud'un (hd 1730-1754) kapı ağası İbrahim Ağa tarafından yaptırılan çeşmenin iri nesih bir hat ile hakkedilen tamir kitabesi, aynataşınm biraz üzerinde o-lup, metni 1158/1745'te Mukim adında bir şair tarafından yazılmıştır.

Çeşme, moloz taş, tuğla ve horasanhar-cı kullanılarak inşa edilmiş büyük bir su haznesinin önünde yer alır ve mermer kaplamalıdır. Çeşmenin dikdörtgen formdaki nişini çevreleyen bordürde, altlı-üst-

lü bir konumda yerleştirilmiş, ikişer adet "çiçekli vazo" tasvirine rastlanır. Yüzeyden nişe geçiş ise içbükey formda bir hareketlenme ile sağlanmıştır. Çeşmenin bir silmeyle çerçeve içine alınan aynataşı, alt-lı-üstlü yerleştirilmiş, dikdörtgen formda iki teyzini panodan oluşur. Bunlardan alt kısımdaki pano, kenger yaprağı, "C" kıvrımı, yumurta formu (himatyon), sütunçe-ler ve sülüs tarzda yazılmış, su ile ilgili bir ayet-i kerimeden müteşekkil, Türk baroğu tarzında bir teyzinata sahiptir. Üstteki panonun teyzinatı ise girift "C" kıvrımları ve soyut bitkisel motiflerden oluşmuştur.

Halkalı sularından Hekimoğlu Ali Paşa Suyolu ile beslenen çeşme, kurumuş ve lülesi kopartılmıştır. Fakat, günümüzde tekneye yan taraftan monte edilmiş bir musluk vasıtasıyla akıtılan şehir suyu kullanılmaktadır.

Çeşmenin günümüzde oldukça harap vaziyette bulunan teknesi ise sonradan çimento ile sıvanmak suretiyle ve çok kaba bir şekilde yapılmıştır. Çeşmenin hafif dışa taşkın kornişi bugün yerinde durmakta, ancak saçak kısmı bulunmamaktadır.

Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 178-179; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, îst., 1993, s. 400; Çeçen, Halkalı, 165; Fatih Camileri, 323.

HALUK KARGI



İbrahim Ağa Çeşmesi

Haluk Kargı, 1994

İBRAHİM EDHEM PAŞA TÜRBESİ

Üsküdar'da Mihrimah Sultan Camii'nin doğusunda, hazire içinde yer alan Tanzimat dönemi sadrazamlarından ibrahim Edhem Paşa (ö. 1893) ile yakınlarının gömülü olduğu türbe.

Kare bir mekân üzerine tek kubbeli o-larak muntazam kesme taştan inşa edilmiştir. Sivri kemerlerle dört sütun üzerine oturan düz çatılı bir revaktan pandantifler üzerine tek kubbeli mekâna girilir. Mermer revağın altındaki giriş kapısının üzerinde Al-i Imran suresinden, "Her nefis ölümü tadıcıdır" mealindeki ayeti içeren kitabe bulunmaktadır. Ana mekânda barok üslupta kalem işleri hâkimdir. 6 ahşap sandukadan ortadaki Edhem Paşa'ya aittir. Onun sağında,.kayınbiraderi Tershane mektupçusu Mehmed ismet Efendi'nin (ö.

İbrahim Edhem Paşa Türbesi

Kadir Ahtay/Onyx, 1994

1895), bunun yanında Edhem Paşa'nın hanımı Fatma Hanım'ın (ö. 1903), arka sırada, pencere önünde Edhem Paşa'nın oğlu ismail Galib Bey'in (ö. 1895), onun sağında diğer oğlu Mustafa Mazlum Bey'in (ö. 1893) kabirleri vardır. Diğer kabrin kime ait olduğu bilinmemektedir.

Mukarnas sütun başlıkları, kaş kemerleri, titiz kesme taş işçiliği, dövme demir pencere şebekeleri, pandantiflerindeki kalem işi madalyonları ile neoklasik üslubun bir örneği olan bu türbe hayli ilgi çekmektedir. Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 347. .

İ. GÜNAY PAKSOY



İBRAHİM EFENDİ (Kuşadalı)

(l 774, Kuşadası - 1845, Râbığ [bugün Suudi Arabistan'da]) Halvetîliğin Şabanî-lik koluna bağlı Çerkeşîlikten kendi adına ayırdığı Kuşadavîlik ya da Ibrahimî-lik olarak tanınan tarikatın kurucusu ve mutasavvıf.

Ailesi hakkında yeterli bilgi yoktur. Yalnızca babasının Mustafa Efendi adında bir demirci ustası olduğu bilinmektedir, ilk eğitimini annesinden aldı. Ardından Denizli'ye giderek ulemadan Musa Efendi' nin derslerine katıldı. Daha sonra istanbul'a geldi ve Feyziye Medresesi'ne devam etti. Burada "Deli" lakabıyla tanınan Emin Efendi'nin öğrencisi oldu. Zahiri ilimlerin yamsıra tasavvufa yönelmesi ve Beşikçi-zade Tekkesi(-0 Postnişini Beypazarlı el-Hac Ali Efendi'ye (ö. 1819) intisap etmesi bu döneme rastlar. 1815'te şeyhi Ali Efendi tarafından Şabanîliğin Çerkeşî kolunu yaymak üzere Mısır'a gönderildi. Bir süre buradaki Gülşenî Âsitanesi'nde misafir olarak kaldı. Ancak faaliyetlerinin Hıdiv Mehmed Ali Paşa'ya ihbar edilmesiyle Mısır'dan ayrılarak istanbul'a döndü. Tekrar Feyziye Medresesi'ne yerleşti ve

Beypazarlı Ali Efendi'nin vefatından sonra Hacı Halil Efendi'nin Aksaray Sinekli-bakkal'da inşa ettirdiği, kendi adıyla anılan tekkede tarikat faaliyetlerine başladı. Bu faaliyetler tekkenin 1833'tg yanmasıyla son buldu. Tekkesinin yeniden inşasına karşı çıkan ibrahim Efendi, önce Kos-ka'da, sonra Fatih'teki konağında 1843'e kadar müritlerini sohbetle eğitti. Bu tarihte ilk defa hac yolculuğuna çıktı ve bir süre Şam'da yaşadı. 1845'te ikinci defa hac için Şam'dan ayrıldı ve ziyaretini tamamlayıp dönerken yakalandığı kolera nedeniyle Mekke ile Medine arasındaki Râbığ Köyü'nde vefat etti.

Kuşadalı ibrahim Efendi, 19. yy'da Halvetîliğin istanbul'daki son büyük kol kurucusu olarak kabul edilir. Kendi adına kurduğu Kuşadavîlik, Halveti tarikatının Şabanîlik koluna Çerkeşîlik, Nasuhîlik ve Karabaşîlik aracılığıyla bağlanır. Tarikat silsilesi ise Beypazarlı Ali Efendi'den, Mustafa Çerkeşî'ye (ö. 1814) ulaşarak, ondan sonra Muhammed bin Muharrem Zoravî, Mudurnulu Abdullah Rüşdî, Mehmed Na-suhî (ö. 1718), Karabaş-ı Velî (ö. 1685), Kastamonulu Mustafa Musliheddin Çelebi, ismail Çorumî (ö. 1647), Ömer Fuadî (ö. 1636) ve Abdülbâkî Iskilibî (ö. 1588) aracılığıyla Şeyh Şaban-ı Velî'ye (ö. 1568) varır.

Halvetîliğin istanbul'da Melamîlik ile kaynaştığı başlıca tarikatlardan birisi olan Kuşadavîlik, ibrahim Efendi'nin yetiştirdiği halifeler tarafından şehir hayatında güçlü bir şekilde temsil edilmiştir. Kuşadalı'nın İstanbul'da faaliyet gösteren halifelerinden Muhammed Tevfik Bosnavî (ö. 1866), Hüsrev Paşa'nın kethüdası olup, üçüncü devre Melamîlerinden Ahmed Amiş Efen-di'ye(->) Halveti icazeti vermiştir. Böylece temelde Nakşibendîliğin hâkim olduğu üçüncü devre Melamîliği içinde Kuşadalı'nın tasavvuf anlayışı Amiş Efendi tarafından sistemleştirilmiştir. Bosnavî'nin diğer halifelerinden Mustafa Enverî (ö. 1872) tarikatı Üsküdar'daki Nalçacı Halil Tekke-si'nde temsil etmiş ve buradaki Kuşadalı' ya bağlı tasavvuf anlayışı Cumhuriyet döneminde de etkisini sürdürmüştür, ibrahim Efendi'nin bir diğer önemli halifesi, Keçe-cizade Ali izzet Efendi'dir (ö. 1855). Fatih Çarşamba'da Rumeli Kazaskeri Hasan Re'fet Efendi Tekkesi'nin ilk postnişini olup burada Kuşadavîlik meşihatını başlatmış ve kendisinden sonra ibrahim Efendi'nin halifelerinden Mehmed Kırımî Efendi (ö. 1857) ile Ahmed İzzet-Efendi (ö. 1875) posta geçmişlerdir. Kuşadavîliğin istanbul'daki ikinci önemli merkezi sayılan bu tekkenin son postnişini Ahmed İzzet Efendi'nin oğlu Hayri Bey'dir (ö. 1893). Kuşadalı ibrahim Efendi'nin istanbul'da faaliyet gösteren diğer halifeleri Kapanî Hacı Hüseyin Efendi (ö. 1847), Ali Fethi Rusçukî (ö. 1857), Aydî Mehmed Efendi (ö. 1871), Ali Fikri Efendi (ö. 1876) ve Mehmed Necib Efendi'dir (ö. 1889).

Kuşadalı ibrahim Efendi'nin tarikat anlayışında dikkati çeken başlıca nokta, tekke organizasyonuna ağırlıklı bir şekilde yer vermeyişidir. III. Selim (hd 1789-1807)

ve II. Mahmud'un (hd 1808-1839) modernleşme hareketlerim yaşayan ve bu karmaşık toplumsal ortamda tekkelerin kültürel açıdan bir yozlaşma dönemine girdiğini savunan Kuşadalı, özellikle 1833'ten sonraki faaliyetlerini tekke dışında gerçekleştirerek yatay bir örgütlenme modelini e-sas almıştır. Tasavvuf eğitiminin temelini oluşturan "sülük" ve "irşad"ın tekke dışına çıkarılarak sürdürülmesinde, Kuşada-lı'yı büyük ölçüde etkileyen Melamîliğin de payı vardır. Bu açıdan ibrahim Efendi' nin tasavvuf anlayışı tekkelerden çok konak ve köşklerde düzenlenen sohbet toplantılarıyla, aralarında Ahmed Cevdet Paşa'nın da-bulunduğu istanbul'un seçkin tabakasında yaygınlaşmıştır.

Sünnî akideye bağlı bir mutasavvıf sayılan Kuşadalı ibrahim Efendi, yaşadığı dönemde tarikat ve tekkelerin yozlaşmalarına çarpıcı bir örnek olarak Bektaşîliği göstermiştir. 1826'da yeniçeriliğin kaldırılması ve Bektaşîliğin yasaklanması konusunda II. Mahmud'un izlediği politikayı desteklemiş, bu tarikatın 19. yy'm başlarındaki sosyokültürel faaliyetlerinin başlıca muhaliflerinden biri olmuştur. Kuşadalı'nın halifelerine ve yakın çevresindekilere yazdığı mektupları, onun tasavvuf anlayışını en geniş şekilde yansıtmaktadır. Bu mektupların büyük bir kısmı Ankara'da Milli Kütüphane ile istanbul'da Fatih Millet Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi ve Tıp Tarihi Enstitüsü'ndedir.



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin