Görevliler, Meren'i göle bakan geniş bir kapısı bulanan bir odaya aldılar. Odada fazla eşya yoktu. Duvarlar ve tavan mat sarı mermer kaphy. di. Meren'i beyaz mermer zeminin ortasında duran şilteye yatırdılar, giy. silerini çıkardılar ve kirlenenleri aldılar. Sonra, bakır bir borudan odanın bir köşesindeki eviyeye akan sıoak su ve süngerle vücudunu sildiler. Suda bir kükürt kokusu vardı ve Taita suyun yeraltı kaynaklarından geldiğini tahmin etti. Ayaklarının altındaki mermer zeminin de hoş bir sıcaklığı vardı ve aynı suyun kanallarla yeraltından geçirilmiş olduğunu düşündü. Görevliler keten havlularla Meren'i kuruladılar ve biri bir çanaktan çam ko- | kulu bir sıvı içirdi. Sonra gittiler ve Taita, Meren'in yatağının yanına oturdu. Kısa bir süre sonra da Meren derin bir uykuya daldı, Taita bu uykunun , içtiği iksirden kaynaklandığını biliyordu.
Yeni ortamı incelemek için bu ilk fırsatıydı. Odanın yanındaki yıkanma odasının kapısına bakınca, arkasında bir insan aurası bulunduğunu I keşfetti. Belli etmeden oraya yoğunlaştı ve duvara gizlenmiş bir gözetleme deliği olduğunu ve oradan kendilerini gözetlediklerini anladı. Uyanır uyanmaz Meren'i de uyarması gerekecekti. Sanki gözetleyenlerden haberi yokmuş gibi, gözlerini başka tarafa çevirdi.
Az sonra, dizlerine kadar inen bembeyaz tunikler giymiş bir erkekv bir kadın geldi. Sihirli boncuklardan, tahta heykelciklerden veya ben# büyü malzemelerinden yapılmış kolye ve bilezikleri olmadığı halde, Ta> !
350
11. Yaz,t
onların cerrah olduğunu anlamıştı. Onu adını söyleyerek kibarca selamladılar ve kendilerini tanıttılar.
Kadın, "Ben Hannah," dedi.
Adam ise, "Ben de Gibba'yıın," dedi.
Hemen hastayı muayene etmeye başladılar. Başta, sargılı başına hiç bakmayıp avuç içlerine ve ayak tabanlarına baktılar. Karnını ve göğsünü muayene ettiler. Hannah çıkardığı izi incelemek üzere, ucu sivri bir sopayla sırtını çizdi.
Ancak tatmin olduktan sonra başıyla ilgilenmeye başladılar. Gibba, Meren'in başını çıplak dizlerinin arasına kıstırdı. Boğazına, kulaklarına ve burun deliklerine baktılar. Sonra Taita'nm gözüne bağladığı sargıyı çözdüler. Sargı artık kurumuş kan ve iltihapla kirlendiği halde, Hannah sarılışın-daki ustalığı takdir etti. Sanatına duyduğu hayranlığı göstermek için Taita'ya başını salladı.
Gümüş bir dilatör kullanarak gözkapaklannı açık tuttular ve boş göz çukurunu incelemeye başladılar. Hannah parmağının ucunu çukura sokup dikkatlice muayene etti. Meren inledi ve başını çekmeye çalıştı, ama Gibba dizlerinin arasında sıkıca tutuyordu. Sonunda ayağa kalktılar. Hannah, Taita'ya başını eğdi, parmak uçlarını birleştirip dudaklarına götürdü ve, "Lütfen kısa bir süre bizi affedin," dedi. "Hastanın durumunu tartışmamız lazım."
İkisi birlikte bahçeye çıkıp çimlerin üstünde yürüyerek yoğun bir konuşmaya daldılar. Taita da kapıdan onların auralarım inceledi. Gibba'nın, güneşe tutulmuş bir kılıç gibi parlayan aurası vardı ve Taita onun yüksek entelektüelliğinin soğuk ve tarafsız olduğunu gördü.
Hannah'ı inceleyince, hemen onun da bir Uzun Yaşayan olduğunu
anladı. Çok tecrübeliydi ve çok fazla becerisi vardı. Belki de tıbbi yeterli-
''§i Taita'nınkinden fazlaydı ama şefkat duygusundan yoksundu. Aurası
enl ve acıydı. Tek taraflı düşünecek kadar uzmanlığına adanmıştı ve
edıamet, şefkat gibi duygular taşımıyordu.
351
Wilbur Smith
İkili hastanın odasına dönünce, her ikisi adına Hannah'm konuşma sı normaldi. "Biran evvel ameliyat etmeliyiz," dedi. "Yatıştırıcının etkisi geçmeden."
Dört iriyarı görevli tekrar gelip Meren'in kol ve bacaklarının başına çömeldi. Hannah bir tepsiye yayılmış gümüş cerrahi aletlerini çıkardı.
Gibba, Meren'in göz çukurunu ve etrafını kokulu bir bitkisel solüsyonla temizledi ve sonra iki parmağıyla gözkapaklarını iyice açıp gümüş dilatörü aralarına yerleştirdi. Hannah tepsiden ince, sivri uçlu bir neşter seçti ve göz çukurunun üstünde tuttu. Sol elinin işaretparmağı ile iltihaplı göz astarında kesin bir nokta bulmak istermiş gibi arkasını yokladı, sonra da parmağını bulduğu noktada tutarak neşterin ucunu yönlendirdi. Dikkatle eti yokladı. Metalin etrafına kan birikince, Gibba fildişi bir çubuğun ucundaki maşayla tuttuğu temiz bezle sildi. Hannah neşteri yarısına kadar batırdı. Açtığı yaradan aniden yeşil bir iltihap fışkırdı. Odanın tavanına kadar sıçramıştı. Meren haykırdı ve bütün vücudu yay gibi büküldü, adamlar bütün güçlerini kullanarak zapt edebildiler.
Hannah neşteri tepsiye bıraktı ve göz çukurunun etrafına pamuklu J bir tıkaç bastırdı. Tavandan akan iltihabın kokusu ağırdı. Meren üstüne abanan adamların ağırlığıyla tekrar yatağa çökmüştü. Hannah çabucak ti-kaçı gözünden çekti ve kestiği yere bronz bir forseps soktu. Taita yaraya gö- j mülü olan şey kazınırken çıkan sesleri duydu. Hannah yakaladığı şeyi iyi-1 ce kavramak üzere forsepsi sıktı ve sonra yavaşça, eli titremeden geri çek" ti. Sulu bir iltihap akıntısıyla birlikte yabancı madde de çıkmıştı. Hannah I forsepsle tutup yakından baktı. "Ben bunun ne olduğunu bilmiyorum, sen ? biliyor musun?" Avucunu uzatmış olan Taita'ya bakıyordu. Sonra çıkardı-1 ğı nesneyi Taita'nın avucuna bıraktı.
Taita ayağa kalkıp ışıkta bakmak üzere açık kapıya gitti. Ebatları11, göre ağırdı, çam fıstığı kadar bir şeydi. Taita baş ve işaretparmağı üe uze
352
11. Yazıt
rini kaplayan kanla iltihabı temizledi. "Kızıl Taşlar'dan fırlayan bir kıy-ımk," diye bağırdı.
Hannah, "Tanıdın mı onu?" dedi.
"Bir taş parçası. Nasıl gözümden kaçmış anlayamadım. Bütün parçaları bulduğumu sanıyordum."
"Kendini suçlama Büyücü. Çok derine gömülmüştü. Bize yol gösteren enfeksiyon olmasa biz de bulamayabilirdik." Hannah ve Gibba göz çukurunu temizleyip tampon yaptılar. Meren tekrar bayılmıştı. İriyarı adamlar onu kendi haline bıraktılar.
"Artık daha rahat dinlenir," dedi Hannah. "Ama yaranın kuruması ve gözü yerine takmamız birkaç günü bulacaktır. O zamana kadar sakin bir şekilde istirahat etmeli."
Bizzat tanık olmamıştı ama Taita, bazı Hintli cerrahların, mermer veya camdan, aslı gibi boyanmış takma göz yapabildiklerini duymuştu. Mükemmel bir çözüm olmasa bile boş bir göz çukuru görmekten iyiydi.
Cerrahlara ve asistanlarına teşekkür etti. Başka görevliler gelip tavandaki ve yerdeki pislikleri temizleyerek yatağı değiştirdiler. Son olarak, Meren uyanana kadar başında beklemek üzere orta yaşlı bir kadın geldi ve Taita bir süre hasta odasından kaçabilmek için onu kadına emanet edip dışarı çıktı. Çimleri geçip sahile yürüdü ve taş bir bank bulup oturdu.
Uzun, zorlu yolculuktan ve ameliyatı izlemenin geriliminden dolayı yorgun ve sıkıntılıydı. Kemerindeki keseden kızıl taş parçasını çıkardı ve tekrar inceledi. Sıradan bir taş gibi görünüyordu ama Taita bunun aldatıcı olduğunu biliyordu. Minik kristaller parıldıyor ve Taita'yı geri püskürten sıcak bir ışık yayıyordu. Ayağa kalkıp suyun kıyısına gitti ve taşı fırlatmak üzere kolunu kaldırdı. Ama o bunu yapamadan, suda, sanki dibinden bir canavar çıkacakmış gibi büyük bir hareketlenme oldu. Taita korkuyla geri sıçradı. Aynı anda ensesini soğuk bir rüzgâr yalamıştı. Ürpererek etrafı-
353
F:23
Wilbur Smith
na bakındı ama korkulacak bir şey görmedi. Şiddetli rüzgâr, çıktığı gibi aniden durmuş, hava yine sakin ve sıcak bir hale gelmişti.
Tekrar suyun yüzeyinde oluşan halkalara baktı. Sonra daha önce gördüğü timsahları hatırladı. Elindeki taş parçasına baktı, masum görünüyordu ama o soğuk rüzgârı hissetmiş ve huzursuz olmuştu. Taşı yine kesesine koyup çimlere döndü. Yan yolda bir daha durdu. Dikkatini dağıtan onca şey arasında, sanatoryumun cephesini incelemeye fırsat bulamamıştı. Meren'in odasını da içeren blok, ana yapının uçundaydı. Beş tane büyük blok daha görüyordu. Her biri, komşularından, üzerindeki pergolaya asma dallan sanlmış olan birer terasla aynlmaktaydı. Dallardan üzüm salkımla-n sarkıyordu. Bu kraterde her şey doğurgan ve bereketli görünüyordu. Bu binalarda, yüzyıllardır burada keşfedilen ve geliştirilen bir sürü olağanüstü bilimsel harika olduğundan emindi. İlk fırsatta hepsini doğru dürüst inceleyecekti.
Aniden kadın sesleri duyuldu. Dönüp arkasına bakınca, daha önce karşılaştıkları esmer tenli üç kızın kıyıdan geldiklerini gördü. Tamamen giyinmişler ve başlanna yabani çiçeklerden taçlar takmışlardı. Hâlâ oldukça keyifli gibiydiler. Taita acaba kıyıdaki pikniklerinde o güzel Jarri şarabını fazla mı kaçırdılar, diye merak etti. Ona aldırmayıp son bina bloğuna kadar gittiler. Sonra çimenlerin üstünden geçip binaya girdiler. Rahat davranışları Taita'nın ilgisini uyandırmıştı. Onlarla konuşmak istedi, bu garip küçük dünyada olup bitenleri kavramasına yardım edebilirlerdi.
Ancak, güneş batmaya başlamıştı ve bulutlar toplanıyordu. Hafiften bir yağmur çiselemeye başladı. Yüzüne düşen damlalar serindi. Kadınlarla konuşacaksa acele etmesi gerekiyordu. Arkalanndan gitti. Çimenlerin ortasında adımlan yavaşladı ve kadınlara duyduğu ilgi bulutlandı. Bir işe yaramaz, diye düşündü. Meren'in yanında kalsam daha iyi olur. Durup gökyüzüne baktı. Güneş, krater duvarının ardına gitmişti. Neredeyse karanlık basmış gibiydi. Az önce zorunluymuş gibi görünen kadınlarla konuşma fikri,
354
11. Yazıt
zihninden tamamen silinmiş gibiydi. Tekrar dönüp telaşla Meren'in odasına koştu. Taita içeri girince, Meren doğrulup oturdu ve halsiz bir şekilce gülümsedi.
Taita, "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu.
"Belki de sen haklıydın Büyücü. Bu insanların yararı dokunmuş gibi görünüyor. Çok az ağrım var ve kendimi daha güçlü hissediyorum. Ne yaptılar bana, anlatsana."
Taita kesesini açıp taş parçasını gösterdi. "Başının içinden bunu çıkardılar. Orada çürüme yapmış, sıkıntılarının sebebi buymuş."
Meren taşı almak için uzandı ama sonra elini geri çekti. "Küçücük ama çok belalı. Bu iğrenç şey gözümü çıkardı. Elimi bile sürmek istemiyorum. Horus adına at onu, çok uzaklara fırlat." Ama Taita taşı yeniden kesesine attı.
Bir hizmetçi akşam yemeklerini getirdi. Her şey çok lezizdi; iştah ve afiyetle yediler. Üstüne de, horul horul uyumalarına yardım eden sıcak bir sıvı içtiler. Ertesi sabah erkenden Hannah ve Gibba geldi. Meren'in gözündeki sargıları açınca, iltihabın ve şişkinliğin iyi durumda olduğunu görüp sevindiler.
"Üç gün içinde halledebiliriz," dedi Hannah. "Ancak o zaman yara bileşir, ama yine de tohumlamayı kabul edecek kadar da açık olur."
Taita, "Tohumlama mı?" dedi. "Bilgili kardeşim, ben söylediklerini anlamadım. Gözünün yerine taş veya camdan bir göz takacağınızı sanıyordum. Bu bahsettiğin tohumlar da nereden çıktı?"
"Ayrıntıları sana anlatamam Büyücü kardeşim. Sadece Bulut Bahçe-leri Loncası ustaları bu özel bilgileri paylaşabilir."
355
Wilbur Smith
"Sergilediğiniz ustalıklardan öylesine etkilendim ki, daha fazlasını öğrenemeyince doğal olarak hayal kırıklığına uğrattım. Bu yeni keşif jSe daha da heyecan verici. En azından, bu yeni işlemi izlemeyi dört gözle bekleyeceğim."
Hannah cevap verirken hafifçe kaşları çatıldı. "Bu yeni bir yöntem değil Büyücü kardeşim. Buluşu bu noktaya getirebilmek için, Bulut Bahçele-ri'nde beş kuşak cerrah kendini bu işe adadı. Yine de mükemmelliğe erişmedi ama her geçen gün bizi hedefimize biraz daha yaklaştırıyor. Bununla birlikte, eminim ki sen de kısa sürede Lonca'mıza girebilir ve bu çalışmada yanımızda yer alabilirsin. Aynca, katkılarının eşsiz ve paha biçilmez olacağından da eminim. Bu arada, İç Halka'nın dışında kalanlara açıklamamızda mahzur bulunmayan şeyleri seninle tartışmaktan zevk duyarım."
"Gerçekten de sormak istediğim bir şey vardı." Dün, önce ormandaki gölde, sonra da kıyıdan dönerken gördüğü kadınları sorma fikri zihninin gerilerinde gizleniyordu. Onlar hakkında biraz daha bilgi almak için uygun bir fıtrattı bu. Ama daha soru dudaklarına ulaşamadan, yine solmaya başladı. Taita, soruyu orada tutabilmek için çabaladı. "Sana şeyi soracaktım..." Soruyu hatırlamak için şakaklarını ovuşturdu. Kadınlar hakkında bir şeydi ama... Hatırlamaya uğraştı ama güneş doğunca dağılan sabah sisi gibi aklındaki dağılmış gitmişti. Aptallığına sinirlenip içini çekti. "Bağışla beni, ne olduğunu unuttum."
Hannah ayağa kalkarken, "Demek ki çok önemli bir şey değilmiş-Muhtemelen tekrar hatırlarsın," dedi. "Bu arada, senin çok büyük bir botanikçi ve şifalı bitki uzmanı olduğunu öğrendim Büyücü. Biz de bahçelerimizle gurur duyarız. Onları görmek istersen, sana rehberlik etmek benim için zevk olur."
Taita, sonraki günlerin çoğunu Hannah'la Bulut Bahçeleri'nde geçıf' di. Bahçeleri çok ilginç bulacağını tahmin etmişti ama gördükleri beklen-
356
11. Yazıt
tilerinin yüz katıydı. Kraterin yarısını işgal eden bahçeler, dünyanın her türlü ikliminden gelen, inanılmaz çeşitlilikte bitkilerle doluydu.
"Bahçıvanlarımızın bunları toparlaması yüzyıllar aldı," diye açıkladı Hannah. "Bütün zamanlarını becerilerini geliştirmek ve her türün gereksinimlerini anlamakla geçirdiler. Pınarlarda kaynayan sularda çeşitli ilaveler var ve iklimi yönetebileceğimiz kapalı alanlar yaptık."
"Daha da fazlası olmalı." Taita tam anlamıyla tatmin olmamıştı. "Bunlar, yüksek dağlarda yetişen dev lobelia'larla, tropik yabanıl ormanlarda yetişen tik ve maun ağaçlarının nasıl yan yana olabildiğini açıklamıyor."
"Zeki bir insansın Kardeşim ve de haklısın. Ilıman iklim, güneş ışığı ve besinlerden fazlası da var. Lonca'ya girince, Jarri'deki mucizelerin büyüklüğünü anlamaya başlayacaksın. Ama şimdilik tam bir aydınlanma beklememelisin. Burada bin yıllık bir bilgi ve bilgelik birikiminden söz ediyoruz. Bu kadar değerli olan hiçbir şey bir günde elde edilemez." Dönüp Ta-ita'ya baktı. "Bu hayatta ne kadar kaldığımı biliyor musun Büyücü?"
"Uzun Yaşayanlar'dan olduğunu görebiliyorum," dedi Taita.
"Tıpkı senin gibi Kardeşim," dedi Hannah. "Ama, sen doğduğunda bile ben yaşlıydım ve hâlâ Gizemler'e çıraklık ediyorum. Şu son birkaç günde seninle arkadaşlık etmek çok hoşuma gitti. Biz sık sık kendimizi Bulut Bahçeleri'nin görkemli entelektüel değerlerine kaptırıp gittiğimiz için, seninle sohbet etmek bitkisel bir iksir içmişim gibi hoş bir etki yaptı- Ama artık dönmek zorundayız. Yarınki ameliyat için son hazırlıkları yapmam gerekiyor."
Bahçe kapısında ayrıldılar. Daha akşama vardı ve Taita ağır adımlarla gölün etrafından dolanarak gitmeye karar verdi. Kraterin tüm muhteşem güzelliklerine hâkim belli bir nokta vardı. Oraya gelince, devrilmiş bir ağaç gövdesine oturup zihnini berraklaştırdı. Havada leopar kokusu arayan bir antilop gibi, etrafını kuşatan kötü bir güç olup olmadığını araştır-
357
Wilbur Smith
1
di. Tespit edebildiği bir şey yoktu. Ortalık sakindi ama bunun bir yanılsa ma olabileceğini de biliyordu: cadının inin6 yakın olmalıydı, çünkü her t(j psişik işaret onun varlığını göstermekteydi. Bu gizli krater onun için hari ka bir barınaktı. Taita'nın keşfettiği çeşitli mucizeler de onun sihriyle ya. pılmış olmalıydı. Daha yarım saat önce Hannah, "Ilıman iklim, güneş iş,, I ğı ve besinlerden fazlası var," derken bunu kastetmişti.
Gözünün önünde Eos canlandı, canavar bir örümcek gibi ağının ortasında oturmuş sabırla avını beklemekteydi. O görünmez ağların kendisi I için örüldüğünün farkındaydı, zaten çoktan ağa takılmış durumdaydı.
Şu ana kadar, çevresindeki havayı pasif ve sessiz yöntemlerle kont- i rol etmişti. Birkaç kere Fenn'e ulaşmak için girişimde bulunmak istemişti, ama bunu yapmak demek, cadıyı onun mekânına götürmek demekti. Fenn'i böyle bir tehlikeye atamazdı ve zihnini tekrar kapamak üzereydi ki, haykırarak ellerini şakaklarına götürmesine yol açan psişik bir dalga çarptı. Sendeledi, neredeyse kütükten düşüyordu.
Yakında bir yerde bir trajedi oynanmaktaydı. Zihninin böyle bir keder ve acıyı, adeta havadan üstüne çöken böyle bir kötülüğü kabullenmesi güçtü. Okyanusta boğulmak üzere olan bir yüzücü gibi, dalgaya karsı mücadele etti. Artık dibe batmak üzere olduğunu düşünürken, baskı azaldı. Ona dokunan feci olayın ve müdahale etmek için elinden bir şey gelmemesinin karanlık hüznüyle baş başa kaldı.
Tekrar ayağa kalkıp kliniğe gidecek hale gelmesi için aradan epeyce zaman geçmesi gerekti. Kıyıya varınca gölün ortasına yakın bir yerde başka bir kargaşanın olduğunu gördü. Bu kez, tanıklık ettiği olayın fiziksel bir gerçeklik olduğundan emin olabilirdi. Bir grup timsah kuyrukları havayı döverek yüzeye çıkıyordu. Bir leşi parçalamak için hırsla dövüşüyor-muş gibiydiler. Taita onları seyretmek üzere durdu ve erkek bir timsahın sudan tamamen çıktığını gördü. Hayvan kafasını sallayıp bir külçe çiğ etl
358
11. Yazıt
havaya savurdu. Sonra eti tekrar yakalayıp dönerek suyun altında gözden kayboldu.
Taita neredeyse hava kararana kadar göle baktı, çok sıkıntılıydı ve sonra çimlerden Meren'in odasına yürüdü.
O odaya girer girmez Meren uyandı. Dinlenmiş ve Taita'nın kasvetli halinden etkilenmemiş gibiydi. Akşam yemeklerini yerken, Hannah'in ertesi gün yapmayı düşündüğü ameliyat hakkında marazı şakalar yaptı. Kendisinden, cam göz takılacak bir kiklops olarak söz ediyordu.
Ertesi sabah erkenden Hannah ve Gibba peşlerinde asistanlarıyla geldiler. Meren'in göz yuvasını muayene ettikten sonra, bir sonraki aşamaya hazır olmasını söylediler. Gibba bir doz bitkisel uyuşturucu hazırlarken, Hannah da alet tepsisini yerleştirdi ve gelip Meren'in yanına oturdu. Zaman zaman Meren'in sağlam gözkapağını açıyor ve gözbebeğinin büyümesini inceliyordu. Sonunda, uyuşturucunun etkisini gösterdiğine ve Meren'in huzur içinde uyuduğuna emin oldu. Gibba'ya başını salladı.
Gibba kalkıp odadan çıktı ve az sonra su mermerinden yapılmış minik bir çanakla geri geldi. Çanağı kutsal bir emanetmiş gibi taşıyordu. Dört görevli yine Meren'i sıkıca tutsun diye bekledi ve çanağı ancak ondan sonra Hannah'a uzattı. O da yine Meren'in başını dizlerinin arasına kıstırdı, yaralı gözkapağını açtı ve gümüş dilatörü yerleştirdi.
Hannah, "Teşekkürler Dr. Gibba," dedi ve kalçalarının üstünde hafifçe ve ritmik olarak sallanmaya başladı. O arada Gibba ile bir tür ilahi söylemeye başladılar. Taita, Tenmass dilindeki bazı fiil köklerine benzer bir-toç kelimeyi tanıdı. Bunun daha ileri, daha gelişmiş bir dil yapısı olduğu-nu tahmin etti.
359
Wilbur Smith
İlahi bitince Hannah tepsiden neşteri alıp, ucunu yağ kandilinin ale vine tuttu ve hemen göz çukurunun iç astarına birbirine paralel, yüzeySe, iki kesik yaptı. Taita'ya, duvarın ıslak kili emmesi için hazırlık yapan bi boyacıyı hatırlatmıştı bu hareketi. Kesiklerden kan sızmaya başladı ama Hannah küçük bir şişeden birkaç damla ilaç dökünce kanama derhal durdu. Gibba pıhtılaşan kanları temizledi.
Hannah, "Bu ilaç sadece kanamayı durdurmuyor," diye açıklama yaptı. "Tohumlama için yapışkan vazifesi de görüyor."
O da Gibba gibi büyük bir dikkatle su mermeri çanağın kapağını açtı. Daha iyi görebilmek için boynunu uzatan Taita, çanakta az miktarda, yarı geçirgen, donuk sarı renkli jöle olduğunu anladı, küçük tırnağını ancak kaplardı. Hannah, küçük bir gümüş kaşıkla jöleyi sıyırıp aldı ve son derece özenli davranarak Meren'in göz çukurunda yaptığı kesiklere yerleştirdi.
Sonra yumuşak bir sesle, "Gözü kapatmaya hazırız Dr. Gibba," dedi. Gibba dilatörü geri çekti, sonra da gözkapaklarım iki parmağıyla iyice birleştirdi. Hannah, koyun bağırsağından yapılmış bir ipin takılı olduğu gümüş iğneyi aldı. Hünerli parmaklarıyla alt ve üst gözkapaklarım birleştiren üç dikiş attı. Gibba, Meren'in başını tutarken, o da, Mısır'daki mum-yacıların yaptığı gibi keten şeritlerle sardı. Burun delikleri ile ağzının hizasında boşluklar bırakmıştı. Sonra, tatmin olmuş bir edayla arkasına yaslandı. "Teşekkürler Dr. Gibba. Her zamanki gibi paha biçilmez yardımların oldu."
Taita, "Hepsi bu mu?" diye sordu. "Ameliyat bitti mi?"
Hannah, "Eğer çürüme ya da başka bir komplikasyon oluşmazsa, on iki gün sonra dikişleri alacağım," diye cevap verdi. "O zamana kadar, başlıca işimiz gözü ışıktan ve hastanın ellemesinden korumak olacak. Bu donemde büyük bir sıkıntı çekecek. Öyle şiddetli yanma ve kaşıntı hissedecek ki, yatıştırıcı ilaçlarla bile tam olarak rahatlayamayacak. Uyanık^
360
11. Yazıt
kendisin' tutsa bile, uyurken gözünü ovalamaya çalışacak. Gece gündüz îjtjmli hastabakıcılar başından ayrılmayacak ve elleri bağlı kalacak. Pen-reresiz, karanlık bir hücreye taşınması lazım, ışık acısını artırır ve tohumlamanın çimlenmesini engeller. Himayendeki adam açısından gerçekten zor bir dönem olacak ve başa çıkmak için yardımına ihtiyaç duyacak." "Biri sağlam olduğu halde neden iki gözü birden kapatmak gerekiyor?" "Sağlam gözünü algıladığı nesnelere doğru oynatırsa, yeni göz de aynısını yapmaya çalışır. Oysa mümkün olduğunca hareketsiz durması lazım."
Hannah'ın uyarılarına karşın, Meren tohumlama işleminden sonraki ilk üç günü hafif sıkıntılarla atlattı. En büyük derdi bir şey görememek ve buna bağlı olarak da sıkılmaktı. Taita, onu oyalamak için, birlikte yaşadıkları maceraları, gittikleri yerleri, tanıdıkları kadınları, erkekleri anlattı. Nil'in kurumasının ülkelerine neler yaptığını, halkın nasıl acı çektiğini, Nefer Seti ile Kraliçe'nin felaketlerle nasıl başa çıktığını konuştular. Gal-lala'yı ve bu uzun serüvenden döndüklerinde nelerle karşılaşabileceklerini tartıştılar. Bunlar, çok daha önceden konuşup bitirdikleri konulardı ama Taita'nın sesi Meren'i yatıştırıyordu.
Üçüncü gün, Meren göz çukurunda zonklayan ağrılarla uyandı. Zonklamalar kalp atışı gibi muntazamdı ve o kadar ıstırap veriyordu ki, her sancı saplanışında içgüdüsel olarak iki eliyle gözünü tutmaya çalışıyordu, faita görevliyi Hannah'ı bulmaya yolladı. Kadın hemen geldi ve sargılan aÇ'P. "Kangren yok," dedi ve yeni bir bandaj yapmaya başladı. "Bu bekle-?g'nıiz sonuç. Tohumlar tuttu ve kök salmaya başladı."
"Bahçıvan gibi konuşuyorsun," dedi Taita.
361
Wilbur Smith
"Öyleyiz zaten, insan bahçıvanıyız," diye cevap verdi Hannah.
Meren sonraki üç gün boyunca uyumadı. Ağrı şiddetlendiğinde inlj. yor, kafasını yastığa vuruyordu. Hiçbir şey yiyemiyor, sadece her gün birkaç çanak su içebiliyordu. Nihayet uykuya dalabildiğinde, sırtüstü yatmış, ti, kolları deri şeritlerle bağlıydı ve sargının ağız boşluğundan horultuları geliyordu. Tam bir gün ve gece boyunca uyudu.
Uyanınca kaşıntı başladı. "Sanki gözümde ateş karıncaları dolaşıyor." İnleyerek, yüzünü hücrenin taş duvarlarına sürtmeye çalışıyordu. Güçlü bir adam olduğundan, onu zapt edebilmek için görevli iki arkadaşını daha çağırmak zorunda kaldı. Ama uykusuzluk ve açlık yüzünden eriyip gitmiş gibiydi. Kaburgaları tek tek sayılır hale gelmiş, karnı iyice içeri çökmüştü.
Yıllar içinde birbirlerine öylesine yakınlaşmışlardı ki, Taita da onunla birlikte acı çekiyordu. Ancak Meren kısa ve huzursuz uykulara daldığı zaman hücreden kaçabiliyordu. Öyle zamanlarda onu hastabakıcıya emanet edip botanik bahçelerinde geziniyordu.
Taita, bu bahçelerde kendisini eski günlere götüren garip bir huzur buluyordu. Bitkiler belli bir düzende yerleştirilmemişti: bazıları aşırı gelişmiş cadde ve sokaklardan oluşan bir labirent gibiydi. Her köşeyi dönüşte başka bir güzellikle karşılaşılıyordu. Ilık ve güzel havada çiçeklerin birbirine karışan kokuları insanı mest ediyordu. Bitkiler o kadar sıktı ki, bu cenneti oluşturan bahçıvanlardan ancak birkaç tanesiyle karşılaşabilmiş*! Taita ortaya çıkar çıkmaz, onlar da insan değil hayaletmişler gibi gözden kayboluyorlardı. Taita her ziyaretinde enfes yeni çardaklar ve gölgeli yollar buluyordu, ama bir dahaki gidişinde onlar gitmiş, yerlerine en az o kadar güzel ve cezp edici yenileri gelmiş oluyordu. Burası zarif ve çarpıcı sürprizlerle dolu bir bahçeydi.
Tohumlamanın on ikinci gününde Meren biraz daha sakinleşmiş &' biydi. Hannah gözünü yeniden sardı ve durumdan memnun olduğunu be-
362
11. Yazıt
lirtti- "Ağn tamamen geçer geçmez gözkapağındaki dikişleri alacağım ve kaydettiği ilerlemeyi görebileceğim," dedi.
Meren huzurlu bir gece daha geçirdi; sabah iştahlı ve neşeli bir hal-je uyandı. Hastadan çok Taita kendini bitkin ve tükenmiş hissediyordu. Gözleri hâlâ kapalı olduğu halde Meren, Taita'nın durumunu, dinlenme ve yalnız kalma ihtiyacını kavramış gibiydi. Taita, genelde pek ince düşünceli olmayan dostunun arada bir gösterdiği hassasiyete hep şaşardı. Meren, "Bana yeterince hastabakıcılık ettin Büyücü. Bırak, gerekirse yatağıma yapayım. Git dinlen. Eminim ki perişan görünüyorsundur," dediğinde yine şaşırdı.
Dostları ilə paylaş: |