Dördüncü ve sonuncu savaşçı ayaktaydı. Atışını yapmak üzere pozisyon almış, mızrağının sapını sağ omzuna yaslamıştı. Savaşın verdiği
296
11. Yazıt
rUh haliyle gözleri kançanağı gibiydi ve Taita onların Fenn'e kilitlenmiş olduğunu gördü. Kasırga'nın sırtında dimdik oturarak mükemmel bir hedef oluşturuyordu. Basmara ağır mızrağı fırlatırken yüzünü buruşturdu.
Taita sadağından başka bir ok çekerken gücün sesiyle. "Çök Fenn," diye bağırdı. "Atın sırtına yapış!" Kız öne yattı ve yüzünü Kasırga'nın yelesine gömdü. Taita yayını kaldırdı, teli burnuna ve dudaklarına değdirene kadar gerdi ve oku bıraktı. Mızraklı adam, mızrağını fırlatmak üzere dönüşüne başlamıştı, ama Taita'nın çakmaktaşı uçlu oku adem elmasına saplandı ve anında öldürdü. Ama mızrak elinden fırlamıştı ve Taita çaresizlik içinde Fenn'e doğru gelişini izliyordu. Fenn yüzünü eğdiği için onun gelişini görmedi ama Kasırga gördü. Mızrak burnuna doğru yaklaşırken hızla yana kaçıldı ve başını savurdu, o arada Taita bir an için mızrağı göremedi. Kızı ıskaladığını düşünüp rahatlar gibi oldu. Ama sonra onun acı ve hayretle bağırdığını duydu ve tayın sırtında kıvrandığını gördü.
"Vuruldun mu?" diye bağırdı ama Fenn cevap vermedi. Sonra mızrağın Kasırga'nın böğründen aşağı sallandığını ve ucunun yere çarptığını fark etti.
Duman Yeli'ni tayın arkasına doğru döndürünce, mızrağın başının Fenn'in çıplak bacağına saplanmış olduğunu gördü. Dizginleri bırakmış ve iki eliyle tayın boynuna sarılmıştı. Ona doğru döndü ve Taita, renginin kül gibi olduğunu, yeşil gözlerinin, yüzünün yarısını kaplayacak kadar açılıp kendisine dikildiğini gördü. Mızrağın sapı yere çarptıkça Fenn'in bacağına yeniden batıyordu ve Taita, onun yarayı iyice büyütüp parçaladığını biliyordu. Anadamann yakınında bir yere saplanmıştı. Eğer tam o damara isabet etmiş olsaydı Fenn şimdiye kadar ölmüş olurdu.
"Sıkı tutun sevgilim," diye seslendi ve omzunun üstünden arkasına göz attı. Bir grup Basmara son hızla arkalanndan gelmekteydi. "Şu anda duramayız. Durursak anında tepemize binerler. Seni almaya geliyorum."
Taita kılıcını çekip tayın yanına geldi. Yapacağı hareketi dikkatle hesapladı. Kızın görünüşü, yıllar önce yitirdiğini düşündüğü çevikliği ka-
297
Wilbur Smith
zanmış gibiydi. Zihnini sallanan mızrağa odakladı. Ağır bronz kılıcı savururken, güç kelimesini haykırdı: "Kydash!"
Sanki elindeki kılıç canlı bir nesneydi. Keskin kenarında, bütün ağır. lığın ve enerjinin toplandığı bir nokta vardı. Sert ağaçtan yapılmış mızrak sapını, tam ucuyla bağlantı yerinin bir parmak üzerinden ince bir filiz gity budamıştı. Sap yere düştü ve Taita, Fenn'in o anda rahatladığını algıladı.
"Şimdi de seni almaya geliyorum," dedi kılıcı kınına sokarken. "Hazır ol." Duman Yeli'ni tayına iyice yanaştırdı ve Fenn kollarını güvenle ona uzattı. Kolunu kızın beline dolayıp bir tutuşta kaldırdı. Terkisine aldığı Fenn hemen kollarını boynuna doladı.
"Sen gelene kadar çok korkmuştum Taita," diye fısıldadı. "Artık her şeyin yoluna gireceğini biliyorum."
"Sıkı tutun, yoksa hiçbir şey yolunda gitmez." Dişleriyle tuniğinden bir parça koparıp, mızrağın ucunu iyice içeri bastırdı ve kopardığı bezle sıkıştırdı. "Pek düzgün veya güzel olmadı ama," dedi. "Sen tanıdığım en cesur kızsın ve Tamafupa'ya gidene kadar bu şekilde fazla sarsılmayacaksın."
Peşlerindeki Basmaralar geride kaldılar ve az sonra ağaçların arasında gözden kayboldular. Artık tırısa kalkıp öğle olmadan Tamafupa'ya varabilirlerdi.
Tamafupa'ya vannca, Taita, Meren'e, "Herkesi silah başına çağır," diye emretti. "Bu iblisler bir saat geçmeden burada olur." Fenn'i Duman Yeli'nin sırtından alıp kulübelerine götürdü ve yavaşça yatırdı.
Mızrağın ucunun etrafındaki pıhtılaşmış kanı temizlerken Fenn'i yatıştıracak biçimde konuşuyordu. Sonra bacağı muayene etti. Ameliyi hazır olmadan, yaraya tampon yapmış olduğu bezi çıkarmamıştı.
298
11. Yazıt
Sonunda, "Zaten her zaman tanrıların sevgilisi olmuşsundur," dedi. "Mızrak, ana damarını küçük parmağının tırnağı kadar sıyırmış. Eğer ucu-nlln yarayı oymaya devam etmesine izin verseydik, ana damara kadar açılabilirdi- Şimdi sen güzelce yat, ben de sana bir içecek hazırlayayım." Seramik bir çanakta ezdiği kırmızı toza, ocaktaki kömürlerin üstünde bekleyen kaptan sıcak su kattı. "Bunu iç. Acıyı hissetmeyeceksin."
İlaç etkisini gösterirken Taita da deri tıp çantasını karıştırdı. Gümüş kaşıklarını muhafaza ettiği ayrı bir bölümü vardı. Bildiği kadarıyla, bu setten sadece bir cerrahta daha vardı ve o da ölmüştü. Hazır olunca, kulübenin önünde dolanan Meren'i çağırdı. "Ne yapacağını biliyorsun," dedi.
"Elbette. Bunu daha önce de kaç kez yapmıştım."
"Ellerini yıkamışsındır tabii ki?"
Meren'in ifadesi değişti. "Evet," dedi kuşkulu bir sesle.
"Ne zaman?"
"Bu sabah, devriyeye çıkmadan önce."
"Tekrar yıka."
Meren her zaman yaptığı gibi, "Bunun için bir sebep göremiyorum," diye mırıldandı ama ocaktaki sıcak sudan bir çanağa doldurdu.
Taita gümüş kaşıkları ateşe tutarken, "Bir çift ele daha ihtiyacımız olacak," dedi. "İmbali'yi çağır."
"İmbali'yi mi? O bir vahşi. Adamlarımdan birini çağırsam olmaz mı?"
"O güçlü ve akıllı," diye karşı çıktı Taita. Daha da önemlisi kadındı. Taita başka bir erkeğin Fenn'in çıplak bedenini tutmasını istemiyordu. Meren'in görmesi de yeterince kötüydü ama kaba saba bir askerin görmesi kadar değildi. Shilluk kadınları da o kadar akıllı değildi. "İmbali'yi ça-P\" diye tekrarladı. "Ve ona da ellerini yıkat."
Kırmızı toz Fenn'i uyuşturduğu halde, Taita mızrağın ucunu elleyin-ce kız inledi ve kıpırdandı. Taita, Meren'e bir baş işareti yaptı. İkisi Fenn'i oturur pozisyona getirdiler, sonra Meren arkasına çömelip kızın kollarını S°ğsünde çapraz yaptı ve sıkıca tuttu.
299
Wilbur Smith
"Hazır," dedi.
Taita, Fenn'in ayağının dibinde diz çökmüş olan İmbali'ye baktı. "Bacaklarını sıkı tut. Sakın kıpırdatmasın." İmbali de öne eğilip Fenn'in ayak bileklerini kavradı. Taita derin bir nefes alıp zihnini yoğunlaştırdı. Uzun, kemikli parmaklarını esnetirken, yapması gereken her hareketi aklından geçirdi. Hasta ne kadar uzun süre acı çekerse, bedeni ve ruhu o kadar hasar görür ve iyileşme şansı o kadar azalırdı. Çabucak mızrak ucunu tutan keten bezi kesti ve düşey olarak kaldırdı. Fenn yine inledi. Meren deri parçasını hazır tutuyordu ve dilini ısırmasın diye Fenn'in dişlerinin arasına kıstırdı.
"Dikkat et, tükürüp atmasın," dedi Taita. İyice yaklaşıp yarayı inceledi. Çakmaktaşının içeride oynaması yarayı oldukça büyütmüştü ama yine de gümüş kaşıkları sokacağı kadar yer yoktu. Şişmiş eti eliyle yoklaya-rak ana damarın yerini saptadı. Sonra iki parmağını sokup yarayı genişletti ve parmaklarını sıcak etin içine biraz daha daldırıp ucun keskin kenarlarına dokundu. Fenn haykırarak çırpındı. Meren ve İmbali biraz daha sıkı tuttular. Taita da yarayı biraz daha genişletti. Çok hızlı olmakla beraber, son derece kontrollü ve kesin hareketler yapıyordu: birkaç saniyede ucun keskin kenarlarının yerini tayin etmişti. Fenn'in eti ve kas lifleri onlara takılmış durumdaydı. Taita boştaki eliyle kaşıklan alıp bacağın üstüne koydu ve mızrak ucunun iki tarafından yaraya soktu. Uca takılmasınlar diye eliyle idare ediyordu.
Fenn, "Beni öldürüyorsun!" diye haykırdı. Meren'Ie İmbali bütün güçlerini kullanıyorlardı ama çırpınan kızı zor zap etmekteydiler. Taita iki defa kaşıkları mızrak ucunun kenarlarına oturtmayı başardı ama Fenn'in çırpınması yüzünden kaydırdı. Sonunda kaşıkların tam yerine oturduğunu hissetti. Cilalı metalleri ucu kavrayacak şekilde kıstırıp tek hareketle yukarı çekti. Yaranın kanlı dudakları bu harekete direndiği için bir emme se-
300
11. Yazıt
j duyuldu. Fenn'in etine gömülü parmak uçlarında, damarının düzgün bir se|cilde attığını hissedebiliyordu. Sanki o damar kendi ruhunu yansıtıyordu. Kaşıkları damarın yanından geçirirken iyice dikkat kesildi. Çakmaktanım metal kaşıkların arasından azıcık kaydırsa damarı kesebilirdi. Yavaşça biraz daha baskı uyguladı. Yaranın kenarlarının bel verdiğini hissetti ve sonra, aniden, kana bulanmış gümüş kaşıklar ve çakmaktaşından mızrak ucu dışarı çıkıverdi. Çabucak kendi parmaklarını da çekti ve yaranın kenarlarını birleştirdi. Serbest eliyle Meren'in uzattığı kalın keten tamponu alıp kanamayı kesmek için yaraya bastırdı. Fenn'in başı geriye düşmüş, feryatları hafif inlemelere dönüşmüştü, bacaklarındaki gerilim de azaldı ve omurgasındaki katı yay gevşedi.
Meren, "Bu ustalığın beni hep şaşırtıyor," diye fısıldadı. "Hep huşu içinde seyrediyorum çalışmanı. Sen gelmiş geçmiş en büyük cerrahsın."
"Bunu sonra konuşuruz," diye cevap verdi Taita. "Şimdi dikiş için yardım et bana."
Kuzeydeki gözetleme kulesinden gelen bağırışları duyduklarında, Taita at kılından son dikişini atmaktaydı. Yarayı kapacak düğümü atarken, başını kaldırıp Meren'e bakmadı. "Basmaralar geldi sanırım. Artık görevinin başına geçmelisin. İmbali'yi de götür. Yardımların için teşekkür ederim iyi kalpli Meren. Yara kangren olmazsa çocuğun sana da çok teşekkür borcu olacak."
Fenn'in bacağını sardıktan sonra, kulübenin kapısına gidip Shilluk kadınlarının en güvenilir ve en hassası olan Lala'yı çağırdı. Kadın kalçasında taşıdığı çıplak bebeğiyle birlikte geldi. Fenn'le ikisi yakın arkadaştılar. Sohbet edip bebekle oynayarak çok vakit geçiliyorlardı. Lala, Fenn'i öyle solgun ve kanlar içinde görünce feryadı bastı. Taita, onu yatıştırmak ve yapaklarını göstermek için bir süre yanlarında kaldı. Sonra, kırmızı tozun et-KisıyJe uyuyakalan Fenn'e baksın diye onu bırakıp kendisi dışarı çıktı.
301
Wilbur Smith
Taita, Meren'in yanına ulaşmak için kalelerinin kuzey duvarına dayanmış merdiveni tırmandı. Meren, onu ciddi bir yüzle karşılayıp vadiyi gösterdi. Basmaralar üç ayrı birlik halinde ilerliyordu. Düzgün bir tırısla geliyorlardı. Başlıkları arkalarında dalgalanıyor ve birlikleri uzun kara yılanlar gibi ormana yayılıyordu. İnsanın kanını donduran, tüylerini ürperten biteviye şarkıları duyuluyordu. Taita iyice görebilmek için eğildi. Bas-maraların bütün aktif gücü karşılanndaydı ve kendileri ne yazık ki bir avuç insandan ibarettiler.
Yumuşak bir sesle, "Biz otuz iki kişiyiz," dedi. "Oniarsa en az altı yüz kişiler."
Meren, "Demek ki eşitiz Büyücü," dedi ve, "Güzelce eğleneceğimize bahse girerim," diye ekledi. Taita da, üstlerine çökmek üzere olan fırtınaya dudak bükermiş gibi yaptı.
Nakonto, İmbali ve kadınlarıyla birlikte korkuluğun diğer uçundaydı. Taita onlara doğru yürüdü. Her zamanki gibi, İmbali'nin soylu Nil hatları sakin ve kontrollüydü.
"Bu insanları tanıyorsun İmbali. Nasıl saldıracaklar?"
İmbali hiç duraksamadan, "Önce sayımızı anlayıp cesaretimizi sınayacaklar," diye cevap verdi.
"Bunu nasıl yapacaklar?"
"Kendimizi gösterelim diye doğrudan duvara hücum edecekler."
"Burayı ateşe vermeye çalışırlar mı?"
"Hayır Şaman. Burası onların kenti. Ataları burada gömülü. Mezarlarını asla yakmazlar."
Taita, Meren'in yanına döndü. "Kuklaları korkuluğun kenarına dizmenin zamanı geldi," dedi ve Meren emri Shilluk kadınlarına aktardı. Ka-
302
11. Yazıt
dınlar kuklaları korkuluğun dibinde hazır tutuyordu. Hemen korkuluk boyunca koşmaya başladılar, böylece Basmaralar duvann üstünde bir sürü kafa görüyordu.
Taita, "Tek bir hamlede garnizonumuzdaki asker sayısını iki katına çıkarmış olduk," dedi. "Şimdi Basmaralar bizi biraz daha ciddiye alır."
Mızrakçıların daha önce yakmış oldukları kulübelerin külleri üzerinde mevki alışını izlediler. Üç birlik, her birinin başında kendi lideriyle ayrı ayrı duruyordu.
"Dağınık ve düzensizler." Meren küçümser bir ses tonuyla konuşmuştu. "Bu bir ordu değil çapulcu yığını."
"Ama büyük bir çapulcu yığını," diye belirtti Taita, "Oysa biz küçük bir orduyuz. Kutlamalan zaferden sonraya bırakalım."
Basmaralar şarkı söylemeyi kestiler ve ortalığa büyük bir sessizlik çöktü. Basmara sıralanndan tek bir kişi ayrıldı ve duvarla aralarındaki yolun yarısına kadar ilerledi. Uzun pembe flamingo tüylerinden yapılmış bir başlığı vardı. Savaş kılığına hayran olsunlar diye adamlarının önünde poz verdikten sonra, cırtlak bir sesle, her cümlesinden sonra havaya sıçrayıp mızrağını kalkanına vurarak bir konuşma yaptı.
"Ne diyor?" Meren merak etmişti.
"Hakkımızda pek iyi şeyler söylemediğini tahmin edebiliyorum." Taita gülümsüyordu.
"Bir okla hevesini artırayım bari."
"En uzun menzilinden yetmiş adım ötede duruyor. Boşa harcayacak okumuz yok."
Basmaralann yüce şefi Basma'nın çalımlı bir yürüyüşle adamlannın arasına dönüşünü izlediler. Bu sefer de geri safların arkasında bir komuta pozisyonu almıştı. Alana yeni bir sessizlik çöktü. Yaprak kıpırdamıyordu. Rüzgâr bile kesilmişti. Gerilim, tropik bir fırtına öncesindeki gibi ağırdı. Sonra Şef Basma, "Hau! Hau!" diye uludu ve birlikleri ilerlemeye başladı.
303
Wilbur Smith
Meren, "Bekleyin!" diye uyardı adamlarını. "Bırakın yaklaşsınlar. Oklarını hazırlayın!"
Basmara safları en dıştaki işaret taşlarını geçmiş ve yine savaş şarkılarını söylemeye başlamışlardı. Mızraklanyla kalkanlarına vurarak tempo tutmaktaydılar. Her elli adımda bir, hep birlikte çıplak ayaklarını yere vuruyorlardı. Havalandırdıkları küller yüzünden, suyun içinde yürüyormuş gibi görünüyorlardı. Yüz-adım işareti olan taşlara vardılar. Sarkılan ve tempolan çılgınlık düzeyine ulaşmıştı.
Meren bir kez daha, "Bekleyin!" diye haykırdı, sesini ancak böyle duyurabilecekti. "Yaylan kaldınn!" Ön saflar, elli-adım işaretine yaklaşıyordu. Artık yüzlerindeki savaş boyalannı ayrıntılı biçimde görebiliyorlardı. Liderleri işaretleri geçmiş ve o kadar yaklaşmışlardı ki, duvardaki okçularla bakışıyorlardı.
Meren, "Ok yerleştir ve nişan al!" diye kükredi. Yaylar iyice gerildi. Okçular gözlerini kısarak nişan aldılar. Meren, kolları titremeye başlamadan önce atış emri vermesi gerektiğini biliyordu. Bir soluk alma süresinin ardından ikinci emir geldi. O anda, omuz omuza ilerleyen saflar da otuz-adım işaretine ulaşmıştı.
"Ok bırak!" diye bağırdı ve hepsi aynı anda oklannı attılar. O mesafeden tek bir ok bile hedefi şaşmazdı. Sessiz bir bulut halinde hep birlikte uçtular. İki okçunun aynı Basmara savaşçısına nişan almamış oluşu, us-talıklannın bir göstergesiydi. İlk saflardaki savaşçılar, yer yarılmış da içine girmişler gibi hep birlikte yıkıldılar.
Meren, "Serbest atış!" diye böğürdü. Okçulan tecrübenin verdiği ustalıkla ikinci oklarını hazırladı. Tek bir harekette hem de hiçbir telaş belirtisi göstermeden, oku yerine yerleştirip yayı germiş ve atmışlardı. Ikına Basmara safı da yıkıldı ve saniyeler sonra üçüncüler de onları izledi- Cesetler üst üste yığılıyor, arkadan gelenler üstlerinden atlıyordu.
304
11. Yazıt
"Buraya ok getirin!" Ses korkuluk boyunca yankılandı ve Shilluk kadınlar fırladılar, okları iki büklüm sırtlarında taşıyorlardı. Basmaralar gelmeye devam etti, okçular da, duvarın dibine gelip yukarı tırmanmak için hamle etmeye başlayana kadar üstlerine ok yağdırmayı sürdürdü. Bazıları tepeye ulaştı ama Nakonto, İmbali ve kadınları onları bekliyordu. Uzun saplı baltalar odun kesermiş gibi sürekli inip kalkmaya başladı. Na-konto'nun attığı savaş çığlıkları dehşet vericiydi.
Nihayet, fildişi düdüklerden çıkan tiz sesler, katliama aniden son verdi. Savaşçılar, külle kaplı alandan Basma'mn yeniden toparlamak üzere kendilerini beklediği yere çekildiler.
Meren, adamlarını denetledi. "Yaralanan var mı? Yok mu? Güzel. Oklarınızı toplamaya gidince, ölü taklidi yapanlara dikkat edin. Bu iblislerin en sevdiği numaradır."
Kapılan açıp, oklarını geri almak üzere koştular. Çoğunun ucu ölü ete gömülmüştü ve kılıç ya da baltayla kesmek gerekiyordu. Bu tüyler ürpertici bir işti ve çok geçmeden hepsi kanlı kasaplara dönmüştü. Oklarını topladıktan sonra, ölü Basmaraların mızraklarını da aldılar. Sonra kalelerine dönüp kapıları kapattılar.
Kadınlar kurutulmuş balık sepetlerini, karabuğday çöreklerini ve su tulumlarını koşturdu. Adamların çoğu daha lokmalarını bitirmeden, savaş şarkısı yeniden başladı ve yüzbaşılar onları korkuluğa çağırdı. "Silah başına!"
Basmaralar yine omuz omuza geldiler, ama bu sefer öndekilerde ormandan kestikleri uzun sırıklar vardı. Duvardaki okçular birini devirirse, arkadan gelen sırığı alıp koşmaya devam ediyordu. Sırıklar kalenin dış duvarına ulaşamadan, elli, elli beş adam daha öldü. Basmaralar sırığı kaldırmak üzere başına toplandılar ve duvara dayadılar. Sonra kısa saplı mızraklını dişlerinin arasına sıkıştırıp karınca sürüsü gibi sırığa tırmanmaya Sladılar.
305 F: 20
Wilbur Smith
Sırığın üstündeki ağırlık arttıkça, duvardakilerin onu itip devirmesi imkânsız hale geliyordu. Tepeye ulaşan savaşçılarla teke tek uğraşmak zorundaydılar. İmbali ve kadınları da erkeklerin yanına dizilmiş, uzun saplı baltalanyla önlerine çıkanı temizliyorlardı. Fakat Basmaralar kayıplanna aldırmaz gibiydi. Cesetlerin üstünden tırmanıp büyük bir heves ve ataklıkla dövüşe dalıyorlardı.
Sonunda, küçük bir grup korkuluğun üstüne ulaşmayı başardı. Sonuncusunu da geri atana kadar çetin ve acı bir mücadele yaşandı. Ancak, yeni dalgalar onlann yerini alıyordu. Tam, kaleyi savunanlar yorgunluktan bunalmış haldeyken düdükler bir daha öttü ve saldırganlar geri çekildi.
Su içtiler, yaralannı sardılar ve körelen kılıçlarını keskinleriyle değiştirdiler ama paydos kısa sürdü ve, "Silah başına! Tekrar geliyorlar," komutu duyuldu.
Meren'in adamları, güneş batana kadar iki atağı daha göğüsledi, ama sonuncusu pahalıya patladı. Basmaralar geri çekilirken sekiz adam ve İm-bali'nin kadınlarından ikisi ağır mızrak ve sopa yaralan almıştı.
Askerlerin pek azı günü sapasağlam bitirmişti. Bazılarında sadece hafif yara, bereler vardı. İki tanesinde ağır Basmara sopalarıyla oluşmuş kırıklar bulunuyordu. İkisi daha o geceyi göremeyecekti: birinin mızrakla bağırsakları deşilmiş, öbürü de ciğerinden yaralanmıştı. Çoğu yemek yiyemeyecek ve kulübesine kadar gidemeyecek ölçüde yorgundu. Susuzluk-lanm giderir gidermez kendilerini korkuluktan aşağı atıp terli zırhları ve kanlı sargılanyla uyuyakalmışlardı.
Meren, Taita'ya, "Burayı bir gün daha tutamayız," dedi. "Bu kale bizim için ölüm tuzağı haline geldi. Basmaraların bu kadar azimli olacağm1 düşünmemiştim. Kurtulmak için hepsini öldürmek zorundayız." Yorgi"1 ve karamsar görünüyordu. Gözyuvası ağn yapıyordu, sürekli bandı kaldırıp ovuşturmaktaydı.
306
11. Yazıt
Onu bu halde görmek, Taita'nın çok ender yaşadığı bir durumdu. "Burayı savunacak kadar adamımız yok," dedi o da. "İç hatta çekilmeliyiz." Kuyunun etrafındaki son savunma hattına baktılar. "Geceye kadar burada dayanabiliriz. Sonra da sabahki ilk düşman saldırısında köyü ateşe veririz. Bu onları birkaç saat, alevler sönene kadar uzak tutar."
"Peki sonra?"
"Atları hazır tutarız ve kuşatmayı yarıp kaçmayı deneriz."
"Nereye?"
"Bulunca sana da söylerim," diye söz veren Taita eklemleri tutulmuş bir halde ayağa kalktı. "Kaleyi savunan adamlarda mutlaka ateş çanakları olsun. Ben, Fenn'e bakmaya gidiyorum."
Kulübeye girdiğinde Fenn uyuyordu. Bacağını muayene ederek onu uyandırmak istemedi ama çenesine dokunup ateşi olmadığını anladı. Yara kangren olmamıştı. Lala'yı yolladı ve Fenn'in yanına uzandı. Üç nefes alamadan, derin, karanlık bir uykuya dalmıştı.
Şafağın belli belirsiz ışıklarıyla uyandı. Fenn yanında endişeyle oturmaktaydı. Gözlerini açar açmaz, "Öldüğünü sandım," diye bağırdı.
"Ben de öyle." Taita doğrulup oturdu. "Bacağına bakayım." Sargıla-rı açtı ve yaranın sadece hafif bir iltihap kapmış olduğunu gördü, kendi binden daha sıcak değildi. İrin kokusu da yoktu. "Giyinmen lazım. Hızla gitmek zorunda kalabiliriz." Tuniğini ve peştamalını giymesine yardım derken, "Sana bir koltuk değneği yapacağım," dedi. "Ama onu kullanmayı öğrenmek için fazla zamanın yok. Güneş doğunca Basmaralar mutlaka a,dıracak." Hemen hafif bir değnek yapıp bir de çapraz baş ekledi ve
307
Wilbur Smith
çapraz kısmın içini caput doldurup yumuşattı. Fenn ağırlığını değneğe verip Taita'nın da yardımıyla atların bulunduğu yere gitti. Aralarında, Kasır-ga'nın eyerini ve koşum takımını da taşıyorlardı. Kalenin dış duvarlarından bir ikaz duyuldu.
Taita, Fenn'e, "Kasırga'nın yanından ayrılma," dedi. "Seni almaya geleceğim." Sonra, koşarak duvarlara gitti, Meren orada onu beklemekteydi.
Meren'in ilk sözcükleri, "Fenn... o nasıl?" oldu.
"Ata binebilecek, hayvanların yanında bekliyor," dedi Taita. "Burada ne oluyor?"
Meren karşıyı gösterdi. İki yüz fersah ötede, Basmaralar ormanın kıyısında toplanmaktaydı.
Taita, "Pek azlar," diye gözlemde bulundu. "Dün akşamkinin yansı kadar."
Meren, "Güney duvarına bak," dedi.
Taita hızla dönüp büyük gölün bulunduğu yöne baktı. "Demek öyle! Dün yapmış olmaları gereken şeyi yapıyorlar," dedi kuru bir sesle. "İki yandan saldıracaklar." Bir an düşündükten sonra, "Bu sabah silah tutabilecek kaç sağlam adam var?" diye sordu.
"Üçü gece öldü ve askerlerimizden dört tanesi de Shilluk fahişelerini alıp karanlıkta sırra kadem bastılar. Basmaralar onları bulmadan fazla uzaklaşabileceklerini sanmıyorum. Yani, Nakonto, İmbali ve arkadaşları da dahil on altı kişi kaldık."
Taita, "Bir kişiyle birlikte eşyasını taşıyabilecek on beş sağlam atımız var," dedi.
"Bir Basmara atağını daha bekleyecek miyiz, yoksa dış duvarı ateşe verip dumanların arasından kaçmayı mı deneyeceğiz?"
308
11. Yazıt
Taita'nın karar vermesi uzun sürmedi. "Burada kalmak, ancak kaçınılmaz sonu geciktirmeye yarar. Atlarla şansımızı deneyelim ve yarıp geçmeye çalışalım. Niyetimizi adamlara ilet."
Meren koşarak gidip adamlarla konuştu ve hemen geri döndü. "Hepsi yapması gerekeni biliyor Büyücü. Ateş çanaklan da hazır. Zarı çanağa koyduk, atmayı bekliyoruz." Taita sessizce düşman birliklerini izliyordu. 0 bildik savaş şarkısı yine başladı, mızraklar kalkanlara vuruldu ve bu sesler, yüzlerce çıplak ayağın toprakta koşarken çıkardığı sese karıştı.
Meren yumuşak bir sesle, "Geliyorlar," dedi.
Taita, "Duvarı yakın," diye emretti. Adamlar kuru çıraları, ateş çanaklarına yaklaştırıp şilteleriyle yellediler. Alevler bir anda yükseldi.
Meren, "Geriye!" diye bağırınca yanan korkuluktan atladılar. Koşarak gelirken, sağlam olanlar aksayanlara, yaralılara yardım ediyordu. Onları seyreden Taita, bir anda kendini yorgun, zayıf ve yaşlı hissetti. Dünyanın bu uzak, yabani köşesinde mi bitecekti her şey? Bu kadar çile, acı ve ölüm hiçbir işe yaramayacak mıydı? Meren de ona bakıyordu. Omuzlarını dikleştirip kendini toparladı. Şimdi zaaf gösteremezdi: Meren'e, geri kalan diğer adamlarına ve her şeyden önce Fenn'e karşı görevleri vardı.
Meren, sakin bir sesle, "Gitme zamanı Büyücü," dedi ve merdivenden inmesine yardımcı olmak için kolunu tuttu. Atların yanına vardıklarında, bütün dış duvar kükreyen alevlerle kuşatılmış durumdaydı. Korkunç, yakıcı sıcaktan korunmaya çalıştılar.
Askerler at binmeye hazırdı. Meren düzeni kurdu. Tabii ki Fenn, Ka-
Slrga'nın üstünde ve yanında üzengiye binen İmbali ile gidecekti. Taita da
uman Yeli'ni alacak ve aynı şekilde Nakonto'yu üzengide taşıyacaktı.
ren kendi atıyla, kör tarafında İmbali'nin kadınlarından biriyle olacak-
Ve bütün diğer askerler de kendi atlarına bineceklerdi. Artık katırları
309
Wilbur Smith
kalmadığı için, boştaki iki ata da yiyeceklerini ve eşyalarını yüklediler. Hilto ile Shabako yedekleyecekti onları.
Alevlerin arkasında, görünmeden atlarına binip, hayvanların başını kapıya doğru çevirdiler. Taita, Lostris Tılsımı'nı yukarı kaldırdı ve üzerlerine bir gizlenme büyüsü yaptı, böylece düşmanlarının gözüne görünme-yeceklerdi. Böyle büyük bir atlı grup olarak düşman hatlarını yanp geçmenin zorluğunu biliyordu, ama ilkel Basmaralar yarattığı illüzyonlara kolayca kanacaktı.
Basmaralar yanan duvarı aşmak için zahmete girmemişlerdi. Belli ki, kurbanlarının içeride kapana kısıldığına ve gidip işlerini bitirmelerini beklediklerine inanmaktaydılar. Alevlerin diğer tarafında şarkı söyleyip naralara atıyorlardı. Taita ise, alevlerin dış kapıları yakıp çökertmesini bekliyordu.
Dostları ilə paylaş: |