1- Düşmandan gaflet
Birinci Düşman: Şeytan
İkinci Düşman: Nefsi hevesler
Üçüncü Düşman: Dünya
2- Ömürden gaflet
3- Yeteneklerden gaflet
4- Ölümden gaflet
Gaflet Nedir?
Bugünün bahsi “gaflet” in kötülüğü hakkındadır. Teveccüh ve tefekkürün karşıtı bir alçaklık. Ahlak açısından, “teveccüh ve tefekkür” insanın ne kadar yücelmesini sağlıyorsa “gaflet” rezilliği ise insanı o derece alçaltıp küçültür. Ve Kur'anın deyimiyle insanı hayvan derecesine belki de daha aşağılık bir makama düşürür.
“Andolsun ki, cehennem için de bir çok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. “1
Kalplerine gafletin hakim olduğu kimselerin gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama gerçekleri duymazlar; kalpleri vardır ama anlamazlar; bunlar ise hayvanlardır ve hayvanlardan da daha aşağılıktırlar. Kur'an da bu ayetten başka bir ayet daha olmasaydı bile bu ayetten bize gafletin ne kadar kötü ve kınanmış olduğunu anlayabilirdik. Gaflet kalpleri kilitler; göz ve kulağı mühürler.
“İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. Gafiller de işte bunlardır. “1
Gaflete sahip olanların kalbleri yoktur. Kalpleri mühürlenmiştir. Anlayan kalpleri anlamaz, kulakları duymaz ve gözleri ise gerçeklere karşısında kördür. Dolayısıyla bunların mühürlenmesiyle onları hayvan derecesine düşürmüştür.
Gaflet sıfatı;teveccühün aksine insanı alçaklığa çeker. Dünyaya ve ahirete sahip olmasını bırakmaz. Bu gafletin -düşünce ve teveccüh açısından- dereceleri vardır. Biz fiilen şimdilik geçiyoruz. Bugünkü sohbetimiz gafletin itibarı konusunu içermektedir; mertebelerini değil.
Gafletin Bölümleri:
1-Düşmandan gaflet
Önemle bilmemiz gereken bir konu da bu sıfat bizleri kendi düşmanımızdan gaflete düşürmektedir; bir kimse ise düşmandan gaflet içerisinde olursa düşman onu yok eder. Savaşın ön cephesinde bir anlık yapılan gaflet o cephenin düşmesine ve o insanların yok olmasına sebep olur.
-İlk Düşman: Şeytan
Pek çok düşmanımızın olduğunu bilmemiz gerekir; öyle bir düşman ki şeytan gibi yemin etmiştir. Kur'anı 'Kerim'in buyurduğuna göre: bu şeytan pek çok kere Allah'a yemin ederek salih kullar hariç -masum ya da masumlara tabi???- insanları saptıracağını ve cehenneme sürükleyeceğini belirtmiştir.
“İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka saptıracağım. “2
Biz böyle yemin içmiş bir düşmana sahibiz. Ondan gaflet ise alçaklığı oluşturuyor. Dünyada ve ahirette yüzsuyumuzu döküyor. Bu yemin içmiş olan düşman azdan başlıyor ama azla yetinmeyip herzaman ilerliyor. Kur'anı Kerim ise şöyle buyurmaktadır: şeytan sadece bir yoldan yaklaşmıyor; aksine her yoldan gelebiliyor.
Kur'ana göre şeytanın insana yaklaştığı yerleri kendisi şöyle belirtiyor:
“Beni azdırdığın için, Andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu sana şükreder bulamayacaksın” dedi. “2
Yani ey Allah'ım ben bu insanoğlu için bi hiç oldum onların saadetini de ellerinden ben alacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından gelerek onların doğru yolda olmalarını engelleyeceğim ve onların senin nimetlerinden yararlanmalarına engel olacağım.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: bu ayetin manası şudur: şeytan şunu demek istiyor: ahiret karşısında bu dünya hayatını onların gözüne büyük göstereceğim. Hem günah yoluyla ve hem de dini yoldan geleceğim. Dini yoldan kasıt; mukaddes değerlerle geleceğim: yani riya, kendini gösterme, yoluyla gelerek bu riyadır yapma, kendini göstermedir yapma, kibirdir yapma, diye detirdeceğim. Üstün insanlar için amelleri vesvese yoluyla fasit olur. Kandırma yoluyla insana gelir ve bu düşmandan gafletin sonunda insanın başına neler getirdiği ortaya çıkar.
İkinci Düşman: Nefse Uymaktır
İkinci düşman ise nefsin arzularına uymak ve nefs-i emmaredir.
Bu öyle bir nefs-i emmareder ki Hz. Yusuf'un bile ondan korkup Allah'a hitab ederek şöyle demesine sebep olmuştur:
“Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve bilmeyenlerden olurum. “ Dedi. 1
Olaydan galip olarak dışarı çıktığında bile Allah'a şöyle diyordu: Eğer sen olmasan ben hiç olurum. Hz. Mevlana nefs-i emmareyi kendi mısralarına şöyle ifade ediyor.
Nefs ejderhadır o ne zaman ölmüştür ki?
O araçsızlık (yemsizlik) gamından bitkin düşmüştür.
Eğer bazen insana karışmıyorsa bu yüzmek için su ve çalışmak için imkan bulmadığı içindir.
Merhum Mukaddes Erdebili -mercii taklide ulaşmasına ve defalarca İmam Zaman mehdi (a. S)'ınhizmetine ulaşmış olmasına rağmen- kensine: “beyefendi! Eğer siz bir kadınla bir evde tek başına olduğunuzda zina yapar mıydınız?” diye sorulunca merhum Mukaddes Erdebili “hayır” demedi. Şöyle buyurdu: “Böyle bir sahneyle karşılaşmaktan Allah'a sığınırım. “ bu cümleden yola çıkarak nefsi emmarenin genci ve yaşlısı, erkeği ve kadını, dindarı ve dinsizi diye bir şeyi yoktur. Herkes ve heran ondan sakınmalıyız. Çünkü sürekli bizimle savaş halindedir.
Musa bin cafer'den rivayet edildiğine göre Peygambe (s.a.a) şöyle buyurmuştur: bir grubu savaşa göndermişti. Döndüklerinde onlara şöyle sordu: selam olsunsize ey küçük cihadı kazanıp büyük cihada geçenlere. “ dediler: “Büyük cihad nedir?” Hazret şöyle buyurdu: “Nefis ile cihaddır. “ daha sonra şöyle devam etti:
“cihadın en faziletlisi neffisle yapılan cihaddır. “2 gerçekten de nefs-i emmareyle cihad en büyük savaştır; bu savaş içimizde her zaman devam etmektedir. Melekuti boyutumuz ile tabiat/dünyevi boyutumuz sürekli savaş halindedir. Genel de nefs-i emmaresi, heva ve hevesine galebe çalan insanlar da vardır. Nefs-i emmaresinden gafil ve bir nefis düşkünlüğü bir ömür pişmanlıkla geçirenler vardır. Yarım saat, bir saat, çeyrek dakika bir kadınla yalnız kalmak bir ömür rezillik, bir ömür pişmanlık, bir ömür yok olmaklıktır.
Üçüncü düşman: dünya
Üçüncü düşman ise dünyadır, dünya insanlar için çok tehlikeli bir düşmandır. Kur'an-ı Kerimin pek çok ayetinde insanlara: ey insan dikkatli ol! Dünyanınçekiciliği senialdatmasın! Dikkat et! Bu bir aldatmacadır, sakın aldanmayasın. Yok olan dünyayı ahiret hayatıyla bir tutmamalısın. Diye hatırlatma yapılmaktadır.
“Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. “1
Ey insanlar!Bu iki düşman: dünyanın süsü ve şeytan sizi aldatmasın ve dünyanın yalan hayatını ahiret hayatıyla bir zannetmeyin.
Behlül-i dana bir gün yolun ortasında büyük bir ok düştüğünü görünce, onu bir tarafından eline alıp kaldırmaya çalışıyor diğer tarafı yerden kalkmıyordu, diğer tarafından tutuyor kaldırmaya çalışıyor ama öteki ucu kalkmıyordu, ortasından tutuyor ama kaldıramıyor. Ona şöyle dediler: behlül! Ne yapıyorsun?” şöyle dedi: bu dünya ve ahirettir. Dünyayı kaldırıyorum, ahiret yerde kalıyor, ahireti kaldırıyorum dünya yerde kalıyor, her ikisini de kaldırmak istiyorum ama başaramıyorum. Yani pis ve kirli olan dünya ahiret ile bir sayılmaz.
“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenenmeyi ve bozgnculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akibet, takva sahiplerinindir. “2
Ahiret yurdu kendisinde yöneticilik aşkı ve dünya perest olmayan kimselere özgüdür. Dünya perestliğin sonucunda ahiret hayatının mahvolması vardır.
Büyük müctehit merhum beyefendi Şeyh Muhammed Taki Şirazi -(r. A), ilmi ameli yönden büyük araştırmacı ve kendini yetiştirmişbüyük insan dan şöyle naklediliyor: merhum Mirzay-i Bozorg vefat ettiği zaman onun yerine müctehit olacağı kararlaştırılmıştı. Ama onun cenazesine namaz kıldırmalarını istediklerinde onu bulamadılar. Bu taraf o taraf derken sonunda Hz. Mehdinin kaybolduğu bodrumda iki gözü iki çeşme ağlar halde onu gördüler. Olayın sonunu şöyle naklediyor: “Mirza-i Bozorg'un ölüm haberi bana ulaşınca kendi kendime “başkan oldun” diye düşündüm ve bu durum hoşuma gitti. Anladım ki ben taklit mercisine sahip değilmişim, çünkü benim dünyam bu merci makamıdır. Bunun için İmam Zaman (Mehdi) (a. F)'ın hizmetine gelerek onlara ve Hz. Zehra İs. A)'a yemin içtim ki liyakatim olmadığı için beni taklit mercii yapmasınlar.
“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgnculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akibet, takva sahiplerinindir. “1
Dünya aldatıyor, dünya insanı meşgul ediyor. Allah göstermesin eğer insan dünya hayatına gark olursa bataklığa düşmüş gibidir. An be an batar ta ki ölüm kapısını çalar. İpek böceği gibi kendi etrafında dönerek sonunu hazırlar.
Eğer dünya insanı oyalarsa, eğer insan bu büyük düşmandan gaflet ederse şüphesiz ki insanı helak eder. Kur'anın bu tekrarlarından bunun en büyük düşmanımızın olduğunu anlıyoruz.
Başımıza gelen gaflet: Örneğin: dünyanın düşmanlığı, nefs-i emmarenin düşmanlığı, şeytanın düşmanlığı yani kendi düşmanlarımızdan gafil olmamızdandır.
Bu üç düşmana dikkat etmek teveccühü gerektirir. Bilmeliyiz ki bu üç düşman ölünceye kadar bizimle birliktedirler. Ancak teveccüh vasıtasıyla, Allah ile ilişki vasıtasıyla, Ehl-i beyt'ine tevessül ancak bizim bu düşmana galebe çalmamızı sağlar. Veya gaflet sebebiyle o bize galebe çalar ve bizi cehennemlik yapar.
Ömürden Gaflet
Yok olmamızı sağlayan ikinci gaflet ise “ömür”den gafil olmaktır. Ömür çok değerli ve yüce bir nimettir. Velayet nimetinden sonra hiç bir nimet ömür nimetinden yüce değildir. Halk arasında ömrün “altın” gibi değerli olduğu söylenir. Ama bu yalnıştır; bu benzetme yalnış bir benzetmedir; ömür altın değildir, bilakis ondan çok daha değerlidir. Eğer insan gençliğinde ömrüne teveccüh etse; gençlik yıllarında hem dünya ve hem de ahiret saadetini elde etmesi mümkün olabilir.
Biz pek çok insan tanıyoruz henüz ömürlerinden kırk elli yaş geçmemesine rağmen ömürleri iftiharlarla doludur. İslam'ın ve Şia fıkhının yayılması ve Şia fıkhı için yazdıkları ikiyüzü aşkın kitapları mevcuttur. Pek çokları da vardır ki yüz yıl yaşamışlar ama yalnızca hayvan gibi kalmışlar. Yiyen bir hayvan gibi ve bir hayvan örneği gibi de dünyaya veda etmişler. Rivayetlerde geçtiği gibi; “bir kaya gibi geldi ve yavaş yavaş cehenneme geri döndü. “ Yetmiş yıl bir insan yaşar sonunda ise cehenneme gider!
“Şüphesiz ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı yoktur. “1
Ömürlerinde gaflet içerisinde uyuyanlar bedbaht olan kimselerdir. Peygamber (s.a.a)'in buyurduğu gibi:
“İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar. “
İnsanlar uykudadırlar, ölüm meleği geldiği zaman uyanırlar. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Azrail geldiğinde insan bakar ki ömrü gaflet içerisinde geçmiş, ömründen bir şey istifade etmemiş ve iş işten bile geçmiş. O zaman şöyle diyor:
“Ey Allah'ım! Beni dünyaya gönder de kabrim için, kıyametim için ve insan olmam için amel yapayım. “2
(Müminun/99-100)
Ölüm kapıyı çaldığında bir şey yapmadığını anlayınca ve ömrünü gaflet içerisinde geçirmiş ise şöyle der: “Ey Allah'ım! Beni geri gönder. “ Kendisine şöyle seslenilir: ama geri dönmek imkansızdır.
Kur'an'da şöyle buyuruluyor: sadece ölüm anında değil, cehenneme girerken bile orada sızlanarak, ah çekerek şöyle der: “Ey Allah'ım! Beni geri gönder de ahiret yurdu için çalışayım. “ Ama cevap olumsuzdur. Kur'anın buyurduğu gibi:
Ayetin yarısı buraya gelecek (fatır/37)
“Onlar orada Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! Diye feryat ederler. . . “3
Yani cehennemlikler cehennemde ah-u figan ederler. Onların sözlerinden biri şudur: “Ey Allah'ım! Bizi dünyaya geri gönder de salih ameller işleyelim. “ Onlara şöyle denir: “Size yetmiş yıl ömür verilmedi mi, ne yaptın? Gençlik ve yaşlılık dönemin olmadı mı? Gençliğinde ne yaptın? Yaşlılığını nasıl harcadın?
Ayetin diğer yarısı buraya gelecek (Fatır/37)
Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı) Zalimlerin yardımcısı yoktur. “1
Sana ibret alacağın kadar ömür vermedik mi? Allah kahırla şöyle diyor: Cehennemde tadın bu şiddetli azabı, çünkü zalimin yaveri yoktur. Bu zalim kime zulm etmiştir? Kendine zulüm, neden kendine zulüm? Çünkü elli, atmış veya yetmiş yıl ömürle dünyanın saadetini satın alabilirdi, başkasını saadetli yapabilirdi, iftiharlar yaratabilirdi, ama ömür ve gençlikten gaflet, gençliğin boşa gitmesine sebep oldu; bu ömür ve gençlik o kadar değerli bir nimettir ki rivayetlerde mahşer ehli mahşer sırasına girdiklerinde, sıra onların hesab ve kitabına gelmeden, onlardan bir soruşturma yapılır ve soruşturmada onlardan iki şey sorulur: “Önce ömrünü ve sonra da gençliğini. “nereye harcadığı sorulur.
Herkes ve özellikle değerli gençlerim, genç kız ve erkekler! Gençliğinize dikkat edin! Ömrünüzün kıymetini bilin! Gençlikte mutluluğun saadetini yakalayabilirsiniz. Kırk yaşından yukarısı artık oturmaktan başka bir şey olmaz. Eğer kendin için biriktirmiş bir şeyin olmazsa artık daha çalışamazsın. Gençliğinizin boşa gitmemesine dikkat ediniz! Dikkatli olun ki gençliğiniz cesurlukla, şehvetle, yersiz işlerle geçmesin! Hepiniz, yaşlı ve gençler! Ömrünüze dikkat edin.
İnsanın bir günde dünya ve ahiret saadetini temin etmesi mümkündür. Yaşamdan ve bu büyük nimetten gaflet insanı sessizliğe çeker. Kur'an'ın deyimiyle hayvan gibi aşağılık ve belki bundan da daha aşağılık bir dereceye düşürür.
3- Yeteneklerden gaflet
Üçüncü gaflet ise Kur'anın önemle vurguladığı gibi insanın yeteneklerden gaflet içerisinde olmasıdır. Bu insan acayip bir varlıktır. Kur'anın görüşüne göre bu insan “Allah'ın güvendiği” bir valıktır. Bu Allah'ın güvendiği insan eğer yeteneklerini kullanabilirse çok yüce bir makam elde edebilir ama, ne yazık ki insan kendi yeteneklerini kullanmıyor. Ayette şöyle buyuruluyor:
Ahzap/72
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. “1
Biz emaneti aleme teklif ettik ama kabul etmediler. Yeteneği olan insan onu emaneti kabul etti. Kur'an diyor ki:
“Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. “
Bu insan çok zalim ve çok cahildir. Gaflet insanı yeteneklerine yöneltemediği için insan cahil oluyor. Gaflet insanı yetenklerinden istifade etmesine engel oluyor. Kendinde saklı olan bu yetenekleri boşa harcayan insan ise zalim oluyor. Su açısından olaya bakalım. Bu akan suyu israf eder ve kimsenin istifadesine sunmazsanız hem cahil ve hem de zalim olursunuz. Arazi çok var ama, açlık da var. Emirel Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Suya ve toprağa sahip olup ta fakir olanlar Allah'ın rahmetinden uzaktırlar. “ İster kimse olsun ister toplum. Bizim saklı yeteneklerimiz vardır ve bu saklı yeteneklerden istifade etmeliyiz. Eğer istifade etmezsek Allah'ın, Peygamberlerinin ve masum imamların laneti bizim üzerimize olur.
4- Ölümden Gaflet Etmek
İnsanın gaflet içerisinde olduğu dördüncü husus ise “Ölümden gaflet”tir. Hepimiz biliyoruz, ölümlüyüz, ama, ölümden gaflet, kabirden gaflet, kıyametten gaflet, cehennmeden gaflet, cennetin nimetlerinden gaflet halindeyiz. Bu gaflet bizi çaresiz kılmıştır. İnsan gece ve gündüz günde bir kere iki kere üç kere ölümü düşünmelidir. Ben ve sizler acaba buradan salim çıkabilir miyiz, veya yok? Belli değil. Acaba minberden inebilecek miyim ya da yok? Belli değildir. Acaba bu gece kabirde ilk gecemiz mi olur ve ya yok? Belli değildir. Hepimiz ölümden gaflet halindeyiz. Eğer ölüm gelirse acaba ilk gecemizde kabirde rahat mıyız ya da yok? Kabir hayatı müşkildir, müşkil.
Rivayetlerde okuduğumuz gibi; bir kimse ölmüştü, Resulullah (s.a.a) geldiğinde kabrin üzeri kapatılmıştı. Hz. Resul elini kabrin üzerine kaydu. Hamd suresini okudu ve ağladı, o derece ağladı ki kabir gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Sonra şöyle dedi:
“Bu mekan için birazcık düşünmek gerekir. Çalışmak lazım. Amelsiz olmaz. “ Rivayetlerde şöyle okuyoruz: “Kabir her gün bize seslenir. Bu alemden büyük haberler var ama biz sağırız. Her gün kabir bize seslenir. Kabir şöyle seslenir: Ey benim sahibim! Ben karanlık bir evim benim için ışık gönder. Benim arkadaşım yok bana arkadaş gönder. Benim yılanım ve akrebim var bu senin kötü amellerinin sonucunda oluşan yılan ve akreplerdir. Bir şey yolla. Yani tevbe et ki tevbe akrep ve yılanı yok eder. Benim halım yok bana halı gönder. Kabir bize düzenli olarak seslenir: Bana geleceksin dikkatli ol! Bu evini düşün. Bu evini ihya et. “1 Bizi sürekli evimizin boyanması, halılarının değiştirilmesi, evimizin temiz olması ilgilendirdiği kadar bu gece ölürsek acaba kabir hayatımız nasıl olur onu hiç düşünüyor muyuz? Ve bundan daha üstün bir sıkıntı olabiliri mi? Ama biz bundan gaflet halindeyiz.
Berzah alemi bir yıl mıdır yoksa bin yıl mıdır? Belli değildir . On milyon yıl mı, bir milyar yıl mı? Belli değildir. Bu berzah alemi amel istiyor. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Şiilerim! Berzah alemi kendi malınızdır. Kıyamet günü siz bizim şefaatimize kavuşacaksınız, ama berzah ve kabir alemine dikkat ediniz. “2
Bir milyon yıl veya daha fazlası için ne yaptın? Kıyamet günü sıkıntılı bir gündür, kıyamet günü Kur'an'ın dediğine göre insan herşeyini vermeye hazırdır yeterki kurtulsun, ama faydasızdır. ,
Kur'an şöyle buyuruyor: İnsan kıyamet gününde böyle olur ve şöyle ister: (Meraric/11-15)
“Birbirlerine gösterirler (fakat herkes kendi derdindedir. ). Günahkar kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. Asla. . . “1
Kıyamet gününde insan şöyle der: Ey Allah'ım çocuğum eşim, herşeyim bütün yeryüzündeki insanları al, beni kurtar. Yani Ey Allah'ım! Bütün alem cehennemlik olsun ama ben kurtulayım, şöyle hitap olunur: “Asla olmaz. “ Amelinle baş başa kalırsın, eğer amelin iyi ise, saadet ve eğer amelin kötü ise şekavet. “ Kıyamet günü çok zor bir gündür. Bazı vakitler insan rezilliklerinden ta çenesine kadar terleyecektir. Kıyamet gününden gaflet etmeyelim. Cehennemden ve azabından cennet ve nimetlerinden gaflet etmeyelim.
Rivayetlerde şöyle okuyoruz: Cehennem ehlinin hasletlerinden birisi de şudur: Cehennemlik cehenneme gittiği zaman cennete bakarak cennette boş bir saray görür ama sahipsiz; huriler görür ama eşsiz bahçeler görür ama sahipsiz, o cehennemde yanar ama köşkü hurileri, eşi, bahçesi, sahipsiz kalır.
Dördüncü Oturum
Yakin'in Fazileti
-Yakin'in tarifi
-İmanın çeşitleri
1-Yakini iman
2-Araştırmaya dayalı iman
3-Yakin
Yakin'in fazileti
Konumuz ahlaki faziletler ve rezillikler hakkındaydı. Tefekkür ve teveccühün faziletini anlatmıştık. Tefekkür ve teveccühün zıddı olan gaflet, konusunda da kısaca konuştuk. Şimdi ne yapalım ki gafil olmayalım. Ne yapalım ki tefekkür, teveccüh ve tezekkür bizde canlansın. Bunlara değinmiştik.
Yakin'in tarifi
Bugünün bahsi bir başka fazilet hakkındadır. Konumuz; teveccüh ve tefekkür fazileti gibi önemli olan “yakin”in fazileti hakkındadır. Yakin ilmin benzeridir. İlim akılla, ama yakin kalb ile ilgilidir. Eğer bir şey akla uygun ise ona ilim denir ve eğer hem akıl ve hem de kalp ile derk ediliyorsa buna “yakın” denir.
Yakın sebat manasındadır. Çünkü bilinen kalbte sabitleşiyor ki-İmam (r. A)'ın dediği gibi: “kalbin inanması gerekir. “ buna yakın denir. Bazı şeyleri akıl kabul eder buna ilim denir. Bazan bundan da üstün olur; kalpte yerleşir, kalpte etki bırakır ve kalb mutmain olur. Kalp mutmain olduğu ana yakın diyorlar. Yakin insan için en büyük faziletlerden biridir. Çünkü ahlak ilmiyle uğraşan alimler ilimlerde ahlaki faziletler ve düşüklükleri incelediklerinde birinci fazilet olarak “yakin”i kabul ederlerdi. Biz ilk fazileti teveccüh ve tefekkür kabul ettik. “yakın” sıfatı ise tefekkür ve teveccühle bir saymamışsak ondan aşağıda olduğundan değil.
Şuanda size bahsettiğim yakin din ile ilgilidir, tabiat ilmine veya dini olmayan ilimlerle ilgili değildir. Onun da kendine ait bir konusu vardır şimdilik bizim konumuzun dışındadır. Şuanki konumuz olan yakının din ile ilgisi vardır. Yakin edelim ki Allah vardır, yakin edelim ki diriliş, kabir, berzah, kıyamet, cennet ve cehennem vardır. Yakin edellim ki Allah adildir. Allah alim ve kadirdir. Allah Rauf ve merhametlidir. Yakin edelim ki Kur'an haktır. Peygamber son nebidir. Yakin edelim ki Emirel Müminin ve on bir oğlu Peygamberden sonra Halife ve vasidirler. Yakin etmeliyiz ki Peygamber ne demiş ise yerindedir. Eğer “yap” demiş ise gerçek maslahattır. Eğer “yapma” demiş ise gerçek bir kötülüğü vardır. Buna dinde yakin diyorlar. Bu okuduğumuzdan başka insan için üç çeşit yakin vardır:
-İmanın çeşitleri
1- Taklidi İman
Birinci bölüm ilimdir. İnsanların çoğunluğu delilsiz, burhansız, bilinçsiz yani taklidi bir ilimle İslamdan haberdardırlar. Eğer bu taklidi ilimle ilerleyebiliyorsa bu taklidi ilimle de cennete girebilir. Vacipleri yerine getirip; yasaklardan korunursa, özetle bu dünyadan göçtüğünde Allah ile irtibatlı olursa cennete girebilir. Alimlerin deyimiyle “burhanın sonucu” bunların önündedir.
İnsanların yüzde doksan dokuzu usul-i dinde delil ortaya koyamazlar. Usul-u din alanında kendilerine yetebilecek derecede ilimleri vardır. Ama bu ilim ne akıllarında ve ne de kalplerinde yerleşmiştir. Onda uygun delil ve bürhanları yoktur. Bu ilim insanı cennete sokabilir ama kazancı yoktur. Sıkıntılarda ve olağandışı olaylarda içgüdülerden biri harekete geçerse o diğer ilim bir şey yapamaz. O içgüdüye karşı koyamaz. Kendisi için bir sorun ortaya çıksa direnemez. Genelde yere çakılır. Bazı vakitler ise isyan ediyor. Yaratıcıya hem şikayette bulunabiliyor. Kur'an'ı Kerim bu konuya şöyle işaret ediyor:
“Hac/11”
“İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüzçevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir. “ 1
İnsanlardan bazısının imanı sözdedir. (ya'budullahe ala harfin) İmam Hüseyin (a. S)'ın buyurduğu gibi: “İmanları sadece lakırtıdan ibarettir. “ İmanı kalbine ve beynine yerleşmemiştir. Bu tür imanın ismini ben “taklidi iman” koymuşum. Kur’an şöyle buyuruyor: “sözde iman” bilindiği gibi Kur’an’ın tabiri ne kadar güzel. Yine Kur’an şöyle buyuruyor: iman edenlerin yüzde ellisi bu tür imana sahiptirler ve istisnai durumlarda direnç gösterememektedirler. Eğer nimetler onlara verilirse, eğer huzur ve rahata sahip iseler, refah ve huzura düşkünlükleri onları dünyaya bağlar. Eğer onlar için sıkıntı ortaya çıkarsa direniş gösteremezler.
Bazı zaman insan yolda gittiği zaman ayağı taşa saplanır, bütün vücuduyla yere yığılır yani yere çakılır. Kur’an şöyle buyuruyor -elbette bu benzetme akılla hissedilir-: kendisine bir sıkıntı geldiğinde yere çakılır, yüzüstü düşer ve isyan eder; Kur’an şöyle buyuruyor-elbette akli hususların hissi şeylere benzetilmesidir- kendisi için bir sıkıntı ortaya çıkarsa yere saplanır ve inkar eder, Allah’dan şikayetçi olur; onda şüphe ve evham ortaya çıkar. İşinden muhtevasız bir şey ortaya çıkar. Şöyle buyuruluyor: “. . . O dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir. “ Bu hem dünyasını ve hem de ahiretini kaybetmiştir. Açıkça iflas edenlerden olmuştur.
Bu ayetten başka bir yönde de istifade edebiliriz. Aziz genç erkek ve bayanlar! Bu ayetten istifade edin. Bu istifade şudur: Ey müslüman! Senin imanının sözde olmaması gerekir. Ey Müslüman! İmanın taklidi iman olmamalıdır. İmanın kafana delillerle yer etmesi gerekir. İmanın kalbinde yakinen yer etmelidir. Sözde iman; bir şey okumamış veya müslüman olmayan kimselere aittir. Ama, gençlerin imanı sözde iman olmamalıdır. Diploması olan bir genç kıza sorulduğunda Allah’ın varolduğuna delil nedir? Açık ve kesin bir delil getirmesi gerekir. Eğer genç bir erkekten Kur’anın ta kıyamete kadar süreceğinin delili nedir? Diye sorulduğunda hemen bir delil getirmelidir. Usul-u din hakkında herkes özellikle de gençler lafta iman derecesinden ileri gitmeli, ikinci ve üçüncü bölüm imana ulaşmalıdırlar.
Dostları ilə paylaş: |