-Dini meseleleri bilmenin zarureti
Müslüman kendine yetecek kadar dini hükümleri yani Allah’ı ve onun yazdıklarını bilmelidir. Müslüman dinin genel hükümlerini birmek zorundadır. Yani kendine lazım olan meseleler hakkında bilgili olmalıdır. Kadın ve erkek fıkhi amelleri bilmek zorundadılar. Kadın ve erkek Kur’an-ı bilmek zorundadırlar. Kur’an-ı güzel okuyabilmelidirler. Aynı şekilde işinin meselelerini de bilmek zorundadır. Eğer yöneticiyse idarecilikle ilgili mseleleri bilmek zorundadır. Eğer tacirse kazanmanın meselelerin bilmek zorundadır. Bir kimse evlenmekistiyorsa İslamda aile içerisinde nasıl davranacağını öğrenmek zorundadır. Eğer kadın evlenmek istiyorsa kadının kocasına, çocuğuna ve evine karşı olan görevlerini bilmek zorundadır ve İslam’ın bu konuda ne dediğini bilmesi gerekir. Müslüman bir kimse islam ahlakını ve islamın emrettikleri bilmelidir. Müslüman bir kimse Usul-u dini delillerliyle kendine özgü hususları bilmek zorundadır. Tevhid ile ilgili delilleri Allah’ın varlığını ispat edebilmeyi dirilişi, Risalet ve İmamet konularını kendine özgü bir şekilde bilmek zorundadır. Bu müslümanın vazifesidir. Bir müslüman eğer sinin sosyal alanından haberdar dğilse bu onun için büyük bir eksikliktir. Rivayetlerde geçtiğine göre; bu kimse vacibi terketmiştir. Bu hadisi nebeviyi herkes işitmiştir sanırım:
“İlim öğrenmek her Müslüman üzerine bir farzdır. “1
Müslüman öğrenci makamında olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.a)’in dediği gibi “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin” vurgulamak gerekirse: her insan, genelde çocuk, genç ve yaşlı, kadın, erkek, herkes her zaman ilim öğrenmelidirler. Her zaman ilimle meşgul olmalıdırlar. Öğretici veya öğrenmek zorunda olmalıdırlr.
Eğer bunu tekit etmezsek ve maksat bu ikinci mana ise o da şudur: çocuk dünyaya geldiğinde fıtratında ilm-i yabi???? Canlıdır ve fıtratında varolan yemek yemek ve su içmek eylemleri gibi bu ilim aramak ve ilim bulmak fıtratında mevcuttur. Sağ kulağına ezan ve solkulağına kamet okumak müstahaptır bundan amaç ise ilim bulma ve ilmi aramaya olan ilgisinin olduğunu ortaya koymaktır. İslam çocuğun kulağına “Allahtan başka ilah yoktur” ve “Muhammed onun elçisidir” bunları okuyarak derisinde et ve kemiklerinde o bu sözlerle etkilensin. Rivayette geçtiğine göre eğer çocuk odada uyanıksa onun yanında erkek ve kadın birleşmemelidir. Birleşirlerse bu çocuk kötü büyür. Anne ve babalar dikakt etmelidirler ki çocukta bulunan ilim arama ve ilim bulma isteği ilk günden beri onda mevcuttur. Eğer o zaman ilim talep ve arama isteği onda bulunmuyorsa çok geçmeden çocuk ilim arama ve bulmaya başlar. Çocuk konuşamadığı için annesine soru soramamaktadır ama babasına soru ve önerileri vardır, çünküo ilim arama ve öğrenme peşindedir. Peygamber (s.a.a)’ın şu sözünü buna yorumlayabiliriz. Şöyle buyuruyor: “beşikten mezara kadar ilim öğren” İslamın şiarı “İlim taleb etmek her Müslüman üzerine farzdır” Kur’an’ınve İslamın şiarı şudur: “Mücadelde/11”
“. . . Allah sizden inananları ve kendileirne ilim ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. . . “2
Cahiliye döneminde uygulanan ve övündükleri hurafeler ayağımın altındadır. Yani lağv edilmişlerdir. Ama bu peygamber ve Kur’an takva ve ilim imtiyazını lağvetmemiştir.
İlim ehlinin başkaları üzerine üstünlüğü
Okuduğumuz “alimlerle cahiller bir değildir” ayeti alimlerle cahillerin arasındaki fark; yalnızca bir derece değildir. Aralarında derecelerle fark vardır. Bilen ve bilmeyen arasındaki farkı bu ayet açık bir şekilde ortaya koymuştur. Dini kuralları bilen bir kimse ile bilmeyen bir kimse arasında Kur’an açısından büyük farklar ve imtiyazlar vardır.
Hişam İbn-i Hakem, genç bir delikanlıydı, henüz bıyıkları bile çıkmamıştı, İmam Sadık’ın, Ben-i Haşim ve Kureyş’ten yaşlı ve eşraftan insanlar bulunduğu bir sırada içeri girmişti. Hazret ayağa kalktı ve durdu ve Hişam’ı kenarına oturttu. Be iş mecliste bulunanların ağrına gitti. İmam Sadık (a.s) şöyl ebuyurdu: “Bu kalbiyle, diliyle ve eliyle bizim yardımcımızdır. “2 Bu genç islamın tebliğcisidir, ilim sahibidir. İman ve ilimleri olan kimseler başkalarına karşı ütün ve hem de çok üstündürler. Yani imam şunu demek istemiştir velev ki bu genç tir ama ilim ehli olduğu için sizden üstündür. İslamın şiarı bu ise nasıl olurda bir kadının dini konuları bilmemesi onun için eksiklik sayılmaz. Eğer bir beyefendi Kur’an okumasını bilmiyorsa bu onun için çok büyük bir eksik ve ayıptır. Okur yazarlıkta bunun gibidir. Sizden rica ediyorum hepiniz genel ilimlerden haberda olunuz. Hepiniz dini ve genel bilgileri öğrenin ki İslamda “alem” denilen bir yere sahip olasınız. Bir kimse ameli ilimlere veya Kur’an ilmine veya Ehl-i beyt rivayetlerine, islamın tanıtımına, usul-u dine veya ahlak ilmine, her hangi ilme karşı yeteneği varsa o ilimde kamil olmalıdır, işte buna dinde alim diyoruz. Buna ilave olarak İslam açısından müslüman için bir imtiyaz veya pek çok imtiyaza sahip olması gereklidir.
Dini ilimlerin hepini bilmek önemlidir. Ama Kur’an ile ilgilenmek daha önemlidir. Ne yazık ki gençlerimizin kur’an ile ilgi yoktur. Gençlerimizden bir çoğunun diploma ve lisansı vardır ama Kur’an okumayı bilmiyorlar bu ise utanç ve eksikliktir. Bir bayanın diploması var ve okumayı, ilmi seviyor ve okuyor ilerliyor ama Kur’an okumasını bilmiyor, işte bu bayanın ilmi Kur’anın nazarında bir eksiklik ve de büyük bir eksikliktir.
Kur’an şöyle buyuruyor:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. “
Kim benim zikrimden yüzçevirirse –bu “benim zikrim” in örnekleri çoktur. Birincisi Kur’an’dır- yani Kur’ana ayağının tersiyle vuran bir kimse, Kur’an-ı okuyamayan bir kimse, Kur’an ile amel etmeyen kimse bu açıdan örnektir ama İmam Sadık (a.s)’ın dediği gibi başka bir açıdan örnek teşkil edenler ise şu kimselerdir: namaz kılmazlar veya namazlarını eğlenceye alırlar.
Kur’an şöyle buyuruyor: Kuranla ilgisi bulunmayan kimseler iki belaya maruz kalırlar: dünyada mutsuz bir hayata sahiptirler; yani neyapacağını bilemeyecek dertlere mübtela olur. Gençtir ama kalbinde bir hüzün vardır. Evlenir ama kalbi sıkıntılıdır. Yaşlanır sıkıntısına sıkıntı eklenir ve sonunda sıkındı ve hüzün içinde ölür. Dünyası ise kararmıştır.
Kur’an münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:
“Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. “1
Yani şüphe ve kuşkuları sürekli artarak güçlenecek ve kalplerini parçalayacak, ölünceye kadar şüphe içerisindedir. Hiç bir şeye karar verememektedir. Din konusunda da böyledir. Bazen normaldir, bazen ise Allah’dan şüphe eder, bazen Kur’an ve Peygamberden şüphe eder, minber ve mihraptan şüphe eder, bir gün inkilabi olur, bir gün ise inkilaba karşı, her zaman şüphe ve tereddüt içerisindedir. İnkilabın nimetlerinden yararlanırsa inkilabi olur, bazen inkilaabi gözüken birinden bir fitne, bela veya kötü bir şey görürse inkilaptan döner. Bu durum şüphe ve kuşku içerisindedir. Kur’an’ınbuyurduğugibi bir gün Müslümandır, bir gün kafir:
“İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını artıranları”
Onun için kötü bir durumdur. Bu kimse kötü bir arkadaşa sahip olursa imanını elden kaybeder; eğer Allah ona merhamet ederse imanını ölünceye kadar koruyabilir, ama sadık bir imanla bu dünyadan göçemez. Bir kimsenin imanı kalbinin derinliklerine yerleşmemişse imanını kabire götürebilmesiçok zordur. Çok büyük bir müşkildir. Eğer ondan dünya sevgisi alçaklığı varsa budaha da mümkünsüzleşir. Ölüm anında Azrail –Allah’ın mukarrep meleği- gelir. Ölüm anında herkes İster kafir, ister mümin, ister Şia, ister Şia olmayan Hz. Ali’yi görür.
Hz. Emirel Müminin Haris bin Hameda ni’ye şöyle buyuruyor: Haris! Ölüm zamanı herkes beni görür. Ruhumuz Hz. Ali’nin emriyle alınır. Kararlı bir imana sahip değilse, imanı eksikse, yakin bir imanı yoksa ve imanı temelsiz ise o zaman şeytan çok çalışır: bir tarafta şeytan, bir tarafta dünya sevgisi. Kalbinin pençeleri dünyaya saplanmıştır. Ruhunu zorluk içinde çıkacaktır. Rivayetlerde okuduğumu üzere bazılarının ruhu bir kimsenin damarlarının çekilmesi gibi çekilerek alınır. Gitmek istemiyor ama onu zorla götürürler. Zorla canını bedeninden çekerler. Emirel Müminin izin verir ve alemlerin yaratıcısının meleği canını almak ister o istemez. Düşmanı Azrail olarak canını verir. Neuzu billah Emirel Müminin’in ve Allah’ın düşmanı olur. Bu hal ile dünyadan göçer. Sadece imansız değildir aksine kalbinde Allah’a, Emirel Müminin’e ve Azrail’e karşı düşmanlık vardır. Kalbinde etrafında bulunan meleklerin düşmanlığı vardır.
Sizden özellikle gençlerden şu duayı çok okumalarını tavsiye ediyorum: “Allah’ım sonumuzu hayırlı kıl” yetmiş-seksen yıl ya Ali ya Ali deyelim ama ölüm zamanı cahilliğimiz, şüphe ve tereddütümüz hasebiyle o hazrete düşman olarak bu dünyadan göçelim.
2-Tereddüt Cehaleti
İkinci kısım tereddüt durumudur. Acaba inkilap doğru musur yada yok? Acaba Mollalar doğru mu söylüyor yada yok? Acaba İslam doğru mudur yada yok? Acaba Şia doğru mudur ya da yok? Allah var mıdır ya da yok? Bu durum şüphe ve tereddüt halidir. Şüphe ve kuruntu hali insanın hem dünyasının ve hem de ahiretinin kaybolması demektir. Ruhta bir diken gibi insana eziyet eder. Eğer gözünüze sürekli bir diken batsa size eziyet etmez mi? Şüphe ve kuruntu durumu da böyledir. Birşeyler yapınız ki dinde itikatta şüphe ve tereddütleriniz kalmasın. İtikatınız sağlam olmalı her şeye inanmalısınız. İnkilapçı isen gerçek bir inkilapçı ol. Bu kimdi ve ne oldu, buyol ne oldu, gelecek yıl ne olacak bunlar seni kaydırmamalıdırlar. İki hidis İmam Sadık (a.s)’dan okumaktayız:
-İmanda sabit kalmak
İlk rivayet: “Müminler bir dağ gibidir. Hiç bir rüzgar ve tufan onu yerinden sallayamaz” her ne kadar yağmur ve kar yağsa dağ yerindenasla hareket etmez. Mümin şüpheci değildir. Mümin inanç açısından bir dağ gibi sabittir. Hiç bir olay, hiç bir musibet onu hareket ettiremez. “fırtınalar onu hareket ettiremez. “
İkinci rivayet: “Müminler başak gibidir” buğday başağı elastikiyetlidir, rüzgar her ne kadar şiddetli de eserse buğdayı yerinden sökemez. Yani buğday başağı gibi elastikiyetli ve dağ gibi de köklü olun. Gençler inançlarınızda dağ gibi olun. İnançlarınızı delil üzere kabul edin. İnançlarınız hususunda direnin. Sabit olun. Bu gün bu, yarın öbürü demek doğru değildir. Bazılarını görüyoruz, bugün birinin müridiyken yarınona düşman olup bbaşka birinin müridi haline geliyor. Bunun sevgisi ve iradeti baştan yanlıştır. Genelde cahil insanlar hep böyledir. Güzel bir hutbeye kapılır da mürit olur, ama ertesi gün bir tek sözdenincinirse hemendüşman kesilir. Evlerde de bazı hanımlar böyledir. Kocası bir yıl, iki yıl, on yıl buhanıma iyilik eder, ama bir gün kızınca bir kötü söz söyleyince bu bir tek söz o on yıllık iyilikleri ortadan silip süpürür. Buradan o kadının baştan beri gerçekten sevmediğini anlıyoruz. Veya kadının biri gece gündüz eşi için zahmet çeker en küçük bir hata yapacak olursa örneğin; çayı geç demlemiş veya yemeğe fazla tuz kaçırmış olursa bütün o muhabetleri ortadan kalkar. Buradan anlaşıldığı üzere o baştan beri sabit bir dağ olmamıştır. Rica ediyorum eğer muhabbetiniz varsa dağ gibiolun. İnançlarınızda dağı andırın. Güçlü bir iradeniz oldun. Güçlü iradeniz olsunki işlerinizde karar alabilesiniz. Yüce inançlara sahip olun bu yüce inançlar vasıaasıyla dağları andırın. Hiç bir şey sizleri harekete geçirmesin. Ölünceye kadar Allah’ınizniyle böyle yaşayın. Eğer bütün dünya ve şeytanlar el elede verse sizleri yerinden hareket ettirmesin.
Yedinci Oturum
Cehaletin Rezillikleri
3-Bileşik Cehalet
-İmam Sadık (a.s)’dan bir rivayet
3-Bileşik Cehalet
Cehaletin üçüncü bölümü olan bileşik cehalet; birinci ve ikinci kısım cehaletten daha kötüdür. Bu cehaletin ikimanası vardır, başka bir tabirle iki kısımdır. Birinci kısım şairin dediği gibi:
“O kimse kibilmiyor ve bilmediğini bilmiyor,
Ömür boyu cehalette ölünceye kadar kalıyor. “
Ya cahildir ama cahil olduğunu kabul etmiyor. Bu husus önceden zikr olunmuştu. İstilahta mürekkep cehalet değildir. –gerçi bir gurup bunu mürekkep cehalet biliyorlar- ama bu yanlışlıktır. Şair burada yanlış yapmıştır. Gafletin manası ise şudur: bilmediğini bilmemek. Bazen bildiyor ama bildiğinin bile gafilidir. İşte şairin dediği gibi:
“Bir kimse ki biliyor ve bildiğini bilmiyor,
Onu uyandırın ki uykuda kalmasın. “
Şair Bey ikinci beyitte söylediği gibi güzel bir ilaç belirtmiştir. Kimse bazen bilmediğinin cahilidir. Bazen de bildiğinin gafletindedir. Özetle her ikisi de gaflettir. Gaflet, tefekkür ve teveccühün zıddıdır ve bu konuda söhbet etmiştik.
Felsefe ve ahlak alimlerinin “cehaleti mürekkep” bilmediği halde bildiğini hayal etmelerini içeren İkinci bölüm çok tehlikelidir. Alim değildir ama alim olduğunu zannediyor. Değerli değildir ama değerli olduğunu zannediyor. Tam anlamıyla bir cehennemliktir ama cennetlik olduğunu hayal ediyor. Çirkindir ama güzel olduğunu zannediyor. Evinde kötü ahlaklıdır ama kendisinden sorulduğunda: “evde kötü ahlaklı mısın?” “hayır, aksine ben evde çok iyiyim. “ diyor. Allah ve Peygamber ile işi yoktur ama halkın arasında kendisinden daha iyi mümin olmadığını zanndiyor. Bu çok kötü bir durumdur. Öyle tehlikelidir ki Kur’an-ı Kerim bunu şöyle dile getiriyor: bu kötülük kalbine yerleşmiş ise ve busıfatla mahşer gününe gelerek alemlerin yaratıcısıyla inatlaşaktır. Orada bile cehaletimürekkebiyle amel edecektir. Eline siyah kapaklı defteri verildiğinde direnecek, Allah’ınhuzurunda yemin içecek ve şöyle diyecek: Ey Allah’ım! Ben iyi bir kimseydim, cennetliktim sen beni cehenneme koymak mı istiyorsun?” Kur’an bu tür insanlar hakkında şöyle buyuruyor:
“O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada size yemin ettikleri gibi, o’na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar. “
Şöyle buyuruluyor: kıyamet günü olduğu zaman cehaletini bilmeyen insan yemin ederek kendisini; dünya nasıl cennetlik ve iyi bir insan olduğunu zannediyorsa Allah’ın huzurunda da cennetlik olduğunu zanneder. İnsanlara yalan yere yemin ederek iyi olduklarını söylüyorlardı. Ve Allah’ın huzurunda da aynı şekide yalan yere yemin ediyor. Kur’an bunların, ne kadar da yalancı olduklarını söylüyor. Öyle olmuşlardır ki kıyamet günü bile gerçeğin zıddına hareket ediyorlar.
Kur’anın dediği gibi okumuşlar, cahiller, aydınlar, yobazlar, beyler ve hanımlar arasında bu kötülük çokca görülmektedir. Öyle bir tehlike almaktadırki kıyamet gününde Allah’a karşı koyarak şöyle derler: “Alalh’ım! Sen yanlış yapıyorsun ve meleklerin bu dosyayı benim için yanlış hazırldılar. Ben cennetliğim, sen beni cehenneme atmak istiyorsun! Yemin ediyor ve devam ediyor: Ey Alalh’ı! Kendi hakkın için yanlış yapıyorsun; ben iyi bir insanım.
Cehl-i mürekkeb ile ilgili bu ayetten başka bir ayet Kur’an da olmasaydı bile dikkatli olmamız ve bu “cehl-i mürekkep” kötülüğüne sahip olmayalım. Kur’an-ı Kerim bu kimseleri çok kötü ve alçak kimseler olarak belirtiyor. Kıyamet gününün iflas edenleri bu kimselerdir. Onu hemözel bir tekitle Kur’an şöyle ifade ediyor:
“Deki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. “1
Şöyle buyuruyor: size ziyana uğrayanları, asileri ve şansızları haber vereyim mi? Onlar kötü işler yapar ama yaptığı işin iyi olduğunu zannederler. Cahildirler ama alim olduklarını zannederler.
Mescide gitmez, ayağı minbere değmez, ona: “minber ve vaaz ehli olsana”denildiği zaman şöyle der: “ben bu mollalardan daha çok biliyorum. “ Bir kadın evine, çocuklarına ve eşine karşı çok kötüdür ama ona dendiğinde hanım! Sen kötüsün. O ise şöyle diyor: siz yanılıyorsunuz; ben çok iyiyim! Hatta eğer anne- babası onanasihat etse bile onları bile dinlememekte inatla bu cehl-i mürekkeb içinde diretmektedir. Ailede ve toplumda kötü bir insandır ama kendisini çok iyi zannetmektedir. Cehennemliktir ama kendisinin cennetlik olduğunu zannetmektedir.
-İmam Sadık (a.s)’dan bir rivayet
Bu rivayeti sizin cehl-i mürekkebin ne kadar kötü olduğunu bilmeniz ve insanı ne kadar şanssız kıldığını ortaya koymak için okumak istiyorum. Şöyle buyuruyor: “Adamın biri halk içinde ün salmıştı. Onu duarı makbul bir insan biliyorlardı. O kadar şöhrete sahiptiki ben onunla tanışmak istiyordum. (Ehl-i Beyt’le ilişkisinin olmadığı belliydi. İmam Sadık ile diyaloğu olmayan kimsenin sonu nasıl da bedtbaht oluyor. ) İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: sokakta bir kimsenin etrafının çevrili olduğunu gördüm. Benimle olan kimseşöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! İşte bu sizin kendisyle tanışmak istediğiniz kimsedir. “ İleri gittim beni gördüğünde halktan ayrıldı ve gitti. Ben de onu sessiz bir yerde bulup onunla konuşmak için arkasından gittim. O adam ekmekçiye girip iki ekmek çalarak çıktığını gördüm.
Şaşırmıştım, o kadar değerlive saygın bir kimse niçin bu hırsızlığı yapmıştı? Daha sonra bir mağazaya girerek iki tane nar çalarak çıktı ve bir harabeye girerek bunları sadaka verdiğinigördüm. (elbette dört kimseye) harabedençıkmak istediğinde önünü kestim ve şöyle dedim: bu yaptıkların neydi? Şöyle dedi: “ne yaptım?” Ben her şeyi gördüm. O adam şöyle dedi: “Sen kimsin?” İmam şöyle buyrdu: “ben Cafer bin Muhammed’im o adam şöyle dedi: “sen ki Peygamberin torunusun bilmiyor musun Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: Kim (Allah’ın huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. “
Bir kimse iyilik yaparsa Allah ona on misli fazlasıyla inayet eder, eğer bir günah yaparsa yaptığının aynısı yazarlar.
Bu ayet senin yaptığınla ne ilgisi vardır? Şöyle dedi: ben ik iekmek ve iki nar çaldım, dört günah yaptım ama, bu nar ve ekmekleri dört kimseye sadaka verdim ve kırk iyilik yapmış oldum. Kırk sevaptan dört sevabı çıkarsan otuz altısevap geri kalır. Bak ne güzel alışveriş. Ben o adama şöyle dedim: “---” sen asla iyilik kazanmadın. Sekiz günah işledin. Dört günah şunun için işledin: izinsiz halkın malını çaldığın için. Diğer dört günah ise o malları halktan izinsiz o dört kimseye verdiğin için. Sen ne sevabı aksine sekiz günah işlemiş oldun. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: cehl-i mürekkebin insana nelerin yaptırdığını gördün mü?
Değerli ve sevgili insalar işte sizin bu rivayete dikkat etmelisiniz. Gerçekten acaba böyle şeyler mümkün olabirlir mi? İçimizde bunun gibi insanların örnekleri çoktur. Kimse bir malı stok ve zamlı satıyor; bir vampir gibi halkın kanını içiyor, ama yirmi gün ve ya on gün toplantı (ölülerin arkasından okutmak için yapılan toplantı çev. ) yaptırıyor ve yüz bin tümen para harcıyor, bunun o adamdanhiç bir farkı yoktur. O adam çalıp fakirlere vermiş, bu adam ise çalıp toplantı yaptırmış!
Bir kadıngece gündüz sabahlara kadar nazam kılıp Allah’a raz-u niyaz ediyor ama kocasının kalbi bukadının elinden kan ağlıyor. Eşinin hakkını vermiyor. Bu o hırsız adam gibidir. Bu adam hırsızlık yaptı fakirlere verdi, bu kadın eşinin hakkından çaldı onun yerine gece namazı kıldı.
Beyefendi sadaka veriyor, fakirlere eli açık davranıyor, yüz bin tümen sadaka veriyor; adamın karısı ve çocukları aç ve sefil ki: “evinde yanan lambanın mescide haram olduğunu. “henüz anlamamış.
Bundan daha önemlisini söyleyelim: bir kimse vardır ama humus vermiyor. İmam Bakır şöyle buyuruyor: Bir kimse humus vermese: bu ayet o kimsenin hakkındadır: “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar. “
Yetim malıyiyenler gerçekte ateş yemiş gibidirler. Melekuti gözleri olan kimseler onların ateş yediğini görürler. Kıyamette ise tandır gibi kendisinden ateş çıkar bir halde gelirler. Humusunu vermemiş ama zahirde hayır yapıyor, işte bunların hepsi hırsızdırlar.
Sekizinci Oturum
Cehaletin İlacı
-Basit cehaletin ilaçları
-Terdit cehaletinin ilaçları
-Mürekkeğ cehaletinin ilaçları
-Müslüman cahil ve yeni Müslüman olmuş bir Hristiyan
Cehaletin İlaçları
Önceki oturumlarımızda cehaletin çeşitleri ile ilgili konuşmuştuk bu oturumda da inşallah onun ilaçlarının yollarına değineceğiz:
-Basit Cehaletin İlaçları
Basit cehaletin ilaçları bilinmektedir; öğrenmek ve bilmek için ilerlemelisin ve İslamın şiarının “Bütün Müslümanlara ilim öğrenmek farzdır” eğer bir kimse işini ilimden öne geçirirse yanlışlık yapmıştır. Peygamber (s.a.a)’ın adetinden biri; yeni müslüman olmuş bir kimseyi başka bir müslümanın eline veriyordu ve onun ilimde alim olmasını sağlar. Alimde derinleştiğinde ise onu bırakırdı. Yani Peygamber sadece kelime-i şehadetle yetinmiyor ve şöyle buyuruyor: şimdi Müslüman oldunuz, namaz kılmalı, namazın dini meselelerini bilmelidiniz. Oruç tutmalı, orucun meseleleri vardır; bir Müslüman gibi amel etmelisiniz. Amelsin müslümanlığın faydası yoktur. Sizinde bildiğiniz gibi Kur’an-ı Kerim’de 75 ayetten fazla ayetler imanla birlikte “salih amel” yapılmasını emretmektedirler. Amelsiz imanın faydası yoktur. İmansız amelinde faydası yoktur.
“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. “
Yaratılış aleminin hakikatine yemin ederim. Bir grup ki onlar da iki kanat vardırlar. İmanları olduğu gibi amelleri de vardır. İkinci grup ise iman ve amelleri olduğu gibi emr-i bil maruf ve nehyi anil münker yapmaktadırlar. “birbirine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. “ Hem iyiliğiemredeler ve hem de kötülükten sakındırırlar.
Bu küçücük sure olmasına rağmen çok azametli bir suredir. Asr-ı saadette birbirleriyle karşılaştıkları zaman birbirlerine “Asra andolsun ki insan hüsrandadır. “ Diğeri ise “muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler müstesna. ““diye okurdu. Bu müslümanın sonucunun nasıl olacağı bellidir. On yılda dünyanın yarısını ele geçirir ve dünyayı harekete geçirir. Bununla birlikte iman amelsiz amelsiz de iman olmaz. Birlikte olmaları gererkir. Bir kimse amel yapmak istiyorsa alim olması gerekir. İlimsiz amel de olmaz. Bir kimse namaz kılar ama meselelerini bilmezse namazı batıl olur. Namazın kuralları vardır. Bir kimse abdest alır ama abdestin şartlarını bilmezse gusul alır ama guslun şartlarını bilmez. Bazı vakitler şu durumlarla karşılaşabiliriz ki adam yetmiş yaşına gelmiştir gusul alırken şöyle niyet ediyor: “Allah için hayız guslu yapmaya niyet ettim” zannetmeyin bu sözler sadece halk arasında yaygındır, hayır bunların örneği çoktur. Bir kimsenin minber ve mihrapla ilgisi olmazsa dini konuları nasıl öğrenebilir? Genel bilgileri bilmesi ve yazması bir insana vaciptir ve gereklidir. Bir kimsenin genel dini hükümleri bilmesi vacip ve gereklidir. Bilmeyen kimse cehenneme girer. Kıyamet gününde namaz kılmışlar ama namazları yanlış olduğu için kendilerine şöyle seslenilir: “niçin öğrenmedin?” Namazın mı önemliydi veya pazarın mı? Acaba evlen mi hayırlıydı namaz kılman mı? Acaba diploma alman mı, lisans alman mı ve ya doktor vey amühendis olman mı gerekliydi yoksa namaz kılman mı?Burada mühendis ve doktor olmak ma ahirett eise din lazımdır. Niçin öğrenmedin? Hemen onu orada cehenneme gönderirler.
Beylerin çok zor bir görevleri daha vardır o da şudur:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. “
Yani erkekler kendidinlerini bilmeleri yanında eşlerine ve çocuklarına öğretmek zorundadırlar. Kendi meseleleri bilmeleri yanında hanımlarına kız ve erkek çocuklarının da sorunu onun üzerinedir. Kız çocuğu dokuz yaşına girdiğinde erkek çocuğu on beş yaşına girdiğinde ona dinini öğretmesi babanın üzerine farzdır. Şöyle dediler: “Ey Allah’ın resulü! Baba ve annesi müşrik olanlar nasıl?” Resulullah şöyle buyurdu: “müslümandırlar ama çocuklarının dünyasını düşünürler ama ahiretini düşünmezler. Peygamber şöyle buyurdu: “Eyvahlar bu çocuklara. 1 Anneler kızlarının diplomasının olmasını, dikiş, nakış ve el işilerinin umrunda oldukları kadar onların dinini düşünmemektedir. Yazıklar oldu bu kız ve erkeklere ki babası onlrın doktor, mühendis ve diplama almasını düşündükleri kadar o çocukların dinlerini düşünmemektedir. Seçme ve yerleştirme sınavlarına kabul olmasa ne kadar da üzülmektedirler. Annesinin uykusu kaçmakta!Babası ise çok rahatsız olmaktadır. Dinde ne yazık ki umursamazdır, sanki hiç bir şey olmamış gibi, asla rahatsızlık duymamaktadır.
Dini bilgileri herkesin bilmesi ve öğrenmesi vaciptir. Merci-i taklit yetmiş yıl zahmet çekiyor bir risale yazıyor ve siz o risaleyi öylesine öğrenmenize imkan yoktur. Okumalı, incelemelibaşkalarından sormalı ve minber ve mihrapla işi olmalıdır. Beyler hanımlar! Kendin, kızın ve ya evladın eğer minber ve mihrapla ilgilenmiyorsa başına Hz. Peygamber’in de buyurduğu gibi dünya ve ahirette üç büyük dermanı olmayan dert verir:
“????”
Yani bir zaman gelirki ümmetim müslümandır ama minber ve mihrapla ilgisi kalmayacaktır. Mescidler halvet, minberin ayakları yalnız, bunlar mescidden ve mihraptan kaçıyorlar, koyunun kurttan kaçar gibi. Sonra şöyle devam ettiler. Müslümanlar böyle olduğunda Allah ümmetimin başına bir kimseyi musallat eder ki ne dini, ne acıması, ne de hilmi vardır. Yani Saddam’ı Irak halkına musallat ettiği gibi. Yani Amerika’yı müslüman ülkerlerin başına musallat ettiği gibi. Bu Amerika’nın ne dini ne merhameti ve ne de acıması vardır. Gördün mü halka ne yaptı kendisinin de dediği gibi: Vietnam’a atmadığım bombaları Irak’ın başına attım. Bu Peygamberin de buyurduğu gibi insanların minber ve mihraptan uzaklaşmaları nedeniyle bunlr başına gelir.
İkincisi: “???” Çok para kazanırlar ama sürekli ne yapacağını bilemez haldedirler. Para çoktur ama bereketsiz, pahalılık ve tedirginlik çoktur. Paralrı da olsa berekti yoktur. Bereketin olmaması nedemektir biliyormusunuz? Yani bir köşkü vardır ve içinde oturan geveze bir hanımefendisi de vardır. Bu köşkün başına bu geveze hanımefendi sayesinde ne belaların geleceği bellidir. Güzel hayat, bol para hatta hizmetçisi bile var ama geveze bir kocası da var. Bu kadının yoksul bir evde yaşaması burada yaşamasından daha iyi olurdu. “*” yiyecek şeyler çok var ama kötü yiyorlar. İlki ve ikincisi o kadar önemlideğildi. Üçüncü bela çok daha önemlidir: “*” yani kendileri bir Şia olarak dünyadan göç edemezler. İşinin ortasında veya sonunda inancını kaybeder ve şeytana taparak, paraya taparak ölür. Emirel Müminin (a.s)’a buğz ederek dünyadan gider. İmanın kalpte öyle yeşleşmesi lazımdır ki şeytan oraya giremesin. Eğer imanınızın sağlam olmasını istiyorsanız dinde alim olmalısınız. Minber ve mihrapla ilgilenmelisiniz. Heryerde özellikle de Kun’da insanların ruhaniyetlikle ilgileriyoktur. Kum’lulr ki bu kadar içlerinde ruhaniyetlerin bulunmasına rağmen ama o kadar da onlardan uzak durmaktadırlar. Kum diğer yerlere benzemez. Bazı yönlerden ileriyse bazı yönlerden de o kadar geride kalmıştır.
Cehalet kötü bir sıfattır. Bu kötü sıfatı yok etmeliyiz. Hanımfendi! Dinde alim olmalısınız. Beyefendi sen de dinde alim olmalısın. “Asr” suresinin dediğinin yanısıra senin alim olmangerekir, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker (iyiliği emretmek kötülüktensakındırmak) yapmalısın. Senin bilmeli, çoluk çocuğuna da öğretmelisin. Arkadaşına da öğretmelisin. Bu basit cehalet konusuydu.
Cehl-i Terdid’in İlaçları
Cehl-i terdid konusunda söylemek istediğimiz ise şudur: cehl-i terdidinilaçları çok kolaydır. Yani şunun gibi; derdimiz çok büyüktür ama çaresi ise çok kolay ve önemsizdir. Cehl-i terdid; insanda şüpheninhakim olduğu bir cehalet durumudur. Zayıf iradesini yüceltiyor ama iradenin sağlamlaşması lazımdır. Ne yapmalıyız kiirademiz sağlam olmalı? İşimizi iradeli yapmalıyız. Bu ne demektir? Yani şüphe ve tereddüdü önemsiz kılmalıyız. Acele yapılması gerekek yerlerde acele karar verilmelidir. Acaba bu yol mu soğrudur, yoksa diğer yol mu? Acele bir yolu seçmelidir. Acaba bu işi yapmalı mıyım yoksa hayır yapmamalı mıyım? Eğer hayırlıysa hemen yapmalısın. İnancında ve dini sorunlarda sende böyle şüpheler oluştuğunda hemen “Lailade İllalah” de ve diğer işlerini yapmaya giriş. Uyurken “lailahe illallah”, otururken ve kaklarken “lailahe illallah” de ve yürü. Bir kimse varsa onunla konuş ve kendini sakındır. Kendini sakındırdığın zaman yavaş yavaş şüphe ve tereddüdün ortadan kalktığını göreceksin.
Cehl-i terdid kötü bir cehalettir. İnsanda şüphenin oluşması kötüdür. Ama ilaçları ise kolaydır. Hanıfendi akşama ne pişireceğinin tereddüdü içindedir ama neyi pişireceğine hemen karar vermelidir. Bugün pazara gitmeli mi yoksa gitmemeli mi diye ikilem içindedir. Hemen karar almalıdır. Bunlar şüpheli kimse için böyledir, sıradan insan için değil. İnsan aklını kullanmalıdır. Eğer aklı çalışmıyorsa başkasıyla fikir alışverişinde bulunmalıdır. Eğer meşveret yapması onu bir yere ulaştırmamışsa o zaman istihare etmelidir. İstiharenin özelliklerinden biride şudur: eğer aklı ermiyorsa eğer meşvereti de onu bir yere götürmemişse o zman şüpheden kurtulması için veya Allah göstermesin kalbinde cehl-i terdid onda hakim olmasın diye istihare yaptırmalıdır. Bu da cehl-i terdid konusunda döylenecekler.
Cehl-i Mürekkebin İlaçları
Cehl-i mürekkebe gelince bu cehaleti nasıl ortadan kaldırabiliriz? Yolu şudur: Kendi inancını alem üzerine arzetmelisin. Tahir İmamların ashabının alışkanlığı bunun gibiydi. İmam Sadık, İmam Rıza ve İmam Hadi(a.s)’ın içlerinde öyle insanlar vardı ki onlrın hizmetine glerek kendi inançlarını onlara gösteriyorlardı. Onlardan birisi de Rey şehrinde yaşayan ve büyük alim olan Abdul Azim Hasan’i idi. Rivayetlerde de yeraldığına göre kabrini ziayeret eden kimse Hz. Hüseyin’i ziyaret etmişgibi sevap alır. İmam Hadi(a.s)’ın ziyaretine gelerek ona şöylededi: “Ey Resulullah’ın torunu, imanımı sana arzetmek istiyorum. Allah’ı kabul ediyoru, sıfatları böyledir. Peygamberliği kabul ediyorum. Kur’an ve imameti de kabul ediyorum. Hz. Hadi (a.s) onun bütün inançlrını beğendiler ve şöyle buyurdular: “*” “bu benim dinim ve ceddimin dinidir. Ne güzel bir dinin var” dedi.
Siz bir ev almak istediğinizde, aldatılmayasınız diye o mimar bu mimar, o arkadaş bu arkadaş herkesi götürüyorsunuz. Şimdi bir şeye inanmak istiyorsan alimlerin yanına gitmen gerekmez mi? Kendiniz ki seçemiyorsunuz. Sen ki ev yaden anlamıyorsun. Eğer uzmanına danışmadan bir ev alırsan insanlar seni kınar. Aynı şekilde bir şeye inanmak istediğinde de uzmanına danışmaz ve sonuçtada kötü bir şey ortaya çıkarsa seni kınarlar. Hatta eğer doğru bile olsa, küstahlığın sebebiyle bile olsa seni kınarlar. Alimler olmasa insanın bir şey seçmesinin imaknı yoktur. Eğer siyasette olsa siyaset alimlerine, eğer sosyal alanda olsa sosyal alanda alim olana eğer dinle ilgil iolsa din alimlerine bu inancınızın doğru olup olmadığını sormalısınız. Eğer yanlıştır serse hemen terketmelisiniz. Eğer doğrudur derse o inancı kabul etmeli va bu alanda daha da ilerlemelisiniz. Burada esnek olmalısınız. İnançta zorbalık kadın ve erkek için kötüdür. Bazı vakitler bu inatçılığın yüzünden büyük tehlikelerle karşılaşırsın. Bazı hanımlar böyledir ama onlarla konuşmak bile olmuyor. Bazı beyefendilerde öyledir ama yükün altına giremiyorlar. Eğer ona doğru söylenirse özellikle de bunu söyleyen hanımıysa kabul etmiyorlar. Beyefendi gerçeği kabul etmelisin ister bu gerçeği ister hanımın isterse de başka bir kimse söylemiş olsun. Davranışın, hareketin ilk önce aklını harekete geçir. Aklınla ileri git. Gerçekte açık ve zaruri bir iş ise hiç, eğer şüphelenmiş isen meşveret yap. Zira Kur’an-ı Kerim de iki yerde meşvereti öğütlemektedir:
“. . . İş hakkında onlara danış. Kararını da verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. . . “1
Ey Peygamber! Meşveret yap, karar aldığın zaman meşveret et. Başkalarının fikrine saygı göster. Müminlere de dikakt çekerek:
“. . . Onların işleri aralarında danışma iledir. . . “2
Yani Müslümanlar aralarında görüş alış-verişinde bulunurlar ne kadın ve ne de erkek ayırt etmeksizin. Psikiyatristler şöyle diyorlar: Beyefendi! Hanımını ve çocuğunu yanına al ve onlarla görüş alışverişinde bulun ki; şahsiyetleri gelişsin. Bu cümle Emir’el Müminin (a.s)’ın buyurduğuyla aynılık arz ediyor:
“hanımlarınızla görüş alışverişinde bulunun, hem de muhalefet edin. “ Erkekler buna kötü bir anlam vererek şöyle diyorlar: hanımlarla meşveret etmeli, ama onun aksini yapmalıyız. Bu sözün ne kadar anlamsız ve boş olduğu açıktır. Emirel Müminin (a.s)’ın kastetmek istediği ise şudur: hanımınla görüş alışverişinde buluneğer dediği doğruysa kabul et, ama eğer acaba dediği güzel mdir, değil midir diye şüpheye düşüyorsan eğer senin aklın sana senin görüşünün daha doğru olduğunu söylüyorsa senin görüşünü onunkinden öne geçirmelisin. Sen aklınla hareket edersin ama kadın daha çok duygusal hareket eder. Savaştıklarında ise akıl duyguya galebe çalar. O halde “şaviruhunne” (görüş alışverişinde bulunun), “halifuhunne” (karşı koyun)dan kasıt budur. Yoksa bilinen mana değil.
İnsan arkadaşıyla, hanımıyla ve çocuklarıyla görüş alışveişinde bulunmalıdır. Esnek olmalı ve kendi görüşünde sabit olmamalıdır. Zorba olmamalıdır. İnatçı olmamalıdır. Kendi görüşü özellikle din konusunda böyle olmak insanı dünya ve ahirette mahveder. Eğer cehl-i mürekkep olduğuna ihtimal ediyorsan üstad bir dindar, akıllı alim bul ona dinini arz et ve onun yolunda ilerle, bak doğru mudur yanlış mı? Eğer bir yerde şüphelenmişsen doğru mudur yoksa yanlış mı? Acele git ondan sor, sakın cehl-i mürekkep seni perişan ve sersefil etmesin.
Dostları ilə paylaş: |