Zor dönem devrimcileri (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)



Yüklə 1,22 Mb.
səhifə37/53
tarix06.09.2018
ölçüsü1,22 Mb.
#78071
növüYazı
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   53

Habip yoldaş şahsında Ekimci olmayı kavramıştım. Kimsede olmayan malzeme bizde olur, hiçbir malzememizi şu veya bu şekilde idareye kaptırmayız, her zaman en önce bizim yayınlar girer. Hiç girmiyorsa, bir yolu bulunur ve yayınlar alınır. Herşeyi en önce Ekimciler yapar, herşeyi en önce Ekimciler düşünür. Ekimci bir militanın politik uyanıklığı üst düzeydedir. Hiçbir şeyden çekinmez, politik cesareti yüksektir. Bir şeyi Ekimciler yapamıyorsa, kimse yapamıyor demektir. İşte Ekimci olmak bu idi: Her zaman bir adım önde olmak!

98 sonlarında partimiz Ankara’da operasyon yemiş, birçok genç yoldaşımız gözaltına alınmıştı. Bir ay sonra ilk duruşmaya çıkmışlardı. Duruşmaya aileleri de kalabalık olarak gelmişti. Duruşma sonrası hakim bizim yoldaşların ailelerine sesleniyor: “Bakın, çocuklarınız cezaevine, Habip’in ziyaretine gidiyorlarmış. O Habip kim biliyor musunuz? Adamın bir sürü ismi var. Adı(267)bile belli değil. Çocuklarınıza sahip çıkın!”

Cezaevinin ikinci müdürleri sık sık Habip’i “ziyaret” ederlerdi. Bir gün yine ikinci müdürlerden bir tanesi ziyarete geldi. Sohbet esnasında Habip yoldaşa söylediklerine çok gülmüştük; “Ya Habip, sizin örgüt küçük müçük, ama koalisyondaki anahtar partiler gibi. Temsilcilik sizde, idareyi sıkıştıran siz.” Yine periyodik aramalardan birinde cezaevi müdürlerinden biri Habip’in elini sıkarak, “Habip, ilkokul mezunuyum diyorsun, ama sen burada üniversite bitirmiş kadar oldun. Kızıl Bayrak'idi her hafta sayfalarca yazın çıkıyor. Valla ben inanmıyorum senin ilkokul mezunu olduğuna” diyordu. Bir başka gün cezaevinin dış güvenliğinin bölük komutanını tutup koğuşa getirmişti. Komutan bize verilmeyen Kızıl Bayrak'ın son sayısını da alıp getirmişti. Habip’e; “Kızıl Bayrak’ı sürekli takip ediyorum. Kosova sorunu konusunda Amerikan emperyalizmine söylediklerinize katılıyorum. Ama Sırplar'a fazla bir şey söylemiyorsunuz.” dedikten sonra, elindeki Kızıl Bayrak'ın son sayısından örnekler gösteriyordu. Habip yoldaşın yazılarının yayınlanıyor olması, idari personelin gözünde Kızıl Bayrak'a ilgiyi artırıyordu.

***

Ümitler geleli çok olmamıştı. Boş bir günde futbol oynamaya hazırlanıyorduk. Ümit gibi “okuyan, yazan bir teorisyen”in futbol gibi bir oyunu oynamak istemeyeceğini düşünerek davet bile etmedik. Fakat o oynamak istedi. Takıma aldık, ama aldığımıza pişman olduk. O kadar hırslı oynuyordu ki, onun sokak eylemlerinde, çatışmalarda nasıl olacağını düşünebiliyordum.

Müthiş bir yoldaşlık sevgisi vardı. İçindeki bu sevgi(268)yoğunluğu onun çok duygusal birisi olduğunu gösteriyordu. Ağlamayı onun kadar doğal bulan bir başkasını tanımadım. Yoldaşlığı anlatırdı; “Üzerine gelen kurşunları paylaşmaktır yoldaşlık”. Ulucanlar’da üzerimize gelen kurşunları paylaştık onunla.

Ümit’in eşi Melek’le görüşmelerini bir gün dinlemek isterdim. Sanıyorum yaşamımın en zengin içerikli görüşü olurdu. Görüşten sonra Ümit’i sorguya çekerdik; “İstanbul’da ne var ne yok? Şu fabrika nasılmış? Yayınlarda ne var ne yok? Gazete niye gecikmiş? Gençlikte ne varmış?” Hepsini uzun uzun anlatırdı. O anlatırken, Ümit yoldaş yine internete bağlandı, derdik... Melek’in geleceği görüşlerden önceki akşam Ümit bütün işlerini büyük bir süratle yapardı. Yazıları yazılmış, dizgisi yapılmış olurdu. Dizgiyi yetiştiremezse ben yardım ederdim, sabaha kadar bitirirdik.

İşte görüşlere böyle hazırlanırdı Ümit yoldaş. Melek 3 haftada bir görüşe gelebiliyordu. Tam geleceği hafta koğuş işgalinden dolayı idare görüşleri iptal etti. Bu böyle 4 hafta sürdü. 4. haftanın sonunda, görüşe bir gün kala Ümit yoldaş şehit düştü.

Bir gün eğitim toplantısı yaparken Habip yoldaş hızla koğuşa girdi; “Yoldaşlar! Adli koğuşlar birbirine girmiş, idare asker sokmaya hazırlanıyor. Siz de hazırlanın!” Hemen aceleyle toparlanarak gerekli malzemeleri üzerimize aldık ve organize bir biçimde askerin girebileceği kapıya koştuk. Kapıya vardığımda Ümit’in çoktan oraya vardığını gördüm. Sonra ortam sakinleşti. Kapıya iki nöbetçi bırakıp çekilmeye karar verdik. Nöbetçileri bıraktık, ama Ümit yoldaş gelmiyordu. Parti-Cepheli arkadaşlar Habip’e şikayet ediyorlardı; “Habip sizin arkadaş çekilmiyor.” Habip gidip güç bela getirdi Ümit yoldaşı. Partimizin Ümit gibi kadrolarının olması(269)beni hep gururlandırdı.

26 Eylül Ulucanlar saldırısından sonra getirildiğimiz Yozgat Cezaevi’nde arkadaşlarla konuşuyoruz. Başka bir devrimci örgütten bir arkadaş Ümit yoldaş vurulduğunda yanındaymış. Vurulmadan önce, barikat kuran, silahlarla bekleyen robocopları göstererek, kitleye, “haydi arkadaşlar saldıralım!” diyormuş. Orada vurulmuş. Yoldaşlar yaralı olarak getirdiler bana. Çok ağrıları vardı. Onu öyle görünce çok sarsıldım, kocaman gövdesine sarıldım. Normal zamanlarda birlikte olduğumuzda da ne kadar çok severdim onu kucaklamayı.

Yoldaşlarımızı katlettiler. Acımız büyük, ama hesabımız da büyük olacak!

Özgür Soylu(270)

*************************************************

“Yaratıcılığın sonu, isyanın sınırı” yoktu...

Tuna yoldaş,

Açıkçası yoldaş beni bu yazı için hazırlıksız yakaladın. Kızmakta haklısın, çünkü bu gerçekleşen zaten bizim ortaya attığımız kehanet değil mi? 27 yaşımızda ölecektik! Sen sözünü tuttun, sıra bende.

Acı ve hüzün yer almamalı bu yazının tek bir hücresinde dahi. Ama önceki denemelerimde bunu başaramadım. Duyar gibiyim, diyalektiği gözden kaçırıyorum, değil mi? Bir insan yaşama ne kadar sevdalıysa, ölümü de o denli yanında taşır. Buna diyalektikte zıtların birliği ilkesi deniliyor. Haklısın, her zaman olduğun gibi...


Yüklə 1,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin