747 - CİLD 2
YEDİNCİ BÖLÜM
BARLA VE İKİNCİ ISPARTA HAYATI
(25 Şubat 1926 - 25 Nisan 1935)
HZ. ÜSTADIN BARLA HAYATI, DÖRT BÖLÜM VE BİR SON FASILDA DEĞERLENDİRİLECEKTİR.
748
749
BARLA HAYATI BİRİNCİ KISIM
Hazret-i Üstad bu tarihe kadar, yani Barla'ya ayağını bastığı güne kadar, Van'dan ayrılalı bir seneden on gün eksik... Onun mübarek yaşı da elliden(1) bir ay eksik...
Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın Barla hayatı, vesika ve belgelerle ve yazılmış risale ve mektuplar senedleriyle -ilk ve eski hayatına nisbetle- daha çok zengin ve rengin olmasına rağmen, onun önünde adeta mebhut ve mütehayyir kaldım. Hangi tarafını yâd edeyim? Hangi yönünü yazayım?.. diye hayalimin önünde sahilsiz bir deniz suretini alan Üstad'ın BARLA HAYATI beni bir kaç gün düşündürüp durdurdu.
Risale-i Nur'un te'lifinde cilvelenen ilâhî inayet tecellilerini mi? Yoksa o Hazretin ruhuna inen şu'le-feşan ilhamatın, kalbine ifaza olunan cuşacûş feyiz ve Nurların, aklına i'ta olunan binlerce esrar ve hikmetlerin suretlerini mi ele alayım?.. Halbuki bunları daracık ibarelerle kâğıt üstüne kalemle tasvir etmek, bilhassa ve bilhassa benim gibi kimselerin haddinin çok çok üstünde bir mes'eledir.
Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın salâhiyetli ve kalemi seyyal bir evlâd-ı manevisi ve yüksek bir talebesi olan zatın kaleme almış olduğu Barla hayatını düşündüm. Edibane, şâirane pek parlak ve çok güzel ve coşkun bir tasvir... Fakat benim takib ettiğim tarz, daha çok delil ve vesikalara dayanan, senedli, sağlam rivayetlere istinad eden mukayeseli ve menkıbeli olması için, daha başka bir şekildir. Öyle ise şu edibane, şairane tasvir cihetini büyük Tarihçe-i Hayat kitabına havale ederek, bu kitabın mukaddemesinde arz ettiğim veçhile, onun her safha hayatının yalnız dış keyfiyetini ve zahire sızan yönünü ele almakla; ehl-i dünyanın ona reva gördüğü zulümlü bed-muamelelerinin şekillerini, onun da onlara karşı gösterdiği sabırlı, istikrarlı, muhkem ve metin tavırlarını.. Ve dağlar kadar sağlam ve rasin olan azm ve iradesinin sızıntıları olan etvar ve hareketlerini.. Aynı zamanda ehl-i dünyanın haksız ve kanunsuz zulümlü muamelelerine karşı hak ve gerçek, susturucu cevabî mukabelelerini.. Ve bunların yanında kudsî cihadının mu'in ve yardımcıları olan kendi talebe ve kardeşlerine karşı gösterdiği mürebbîlik ve mürşidlik hallerinin vasıf ve modellerini.. Ayrıca da Risale-i Nurların te'lif ve neşir hizmetlerinde takib etmiş olduğu sevk ve idare tedbirlerinin esaslarını kaydetmeye çalışacağız.
Buna başlamadan önce de Barla hayatı hakkında hülâsalı ve küçük bir tasvir yapmak isteriz:
(1) Hazret-i Üstad'ın 1877 Mart'ında dünyaya gelmiş olduğu hesabına göredir.
750
BARLA DENİNCE
Evet, Barla denince, insanın aklına hemen Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi(2) ve Risale-i Nur eserleri gelir. Tabii ki Bediüzzaman'ı bilen, işiten ve ilgilenenler ve Risale-i Nurları okuyan ve duyan kimselerin aklına gelir ancak...
Yine Barla denince: Ecnebilerin dinsiz komitelerinın plânlarıyla, yerli tinetsiz hempalarını bulup, Türkiye'de dinsizlik rejiminin uygulandığı en karanlık devirler hatırlanır. Aynı zamanda, Kur'an dellallığını uhdesine alarak din adına manevi cihadını başlatan Hazret-i Bediüzzaman'ın aziz şahsında; dine karşı yapılan su-i hareketlerin, zulümlerin, cebir, zorbalık ve tuğyanların hüküm sürdüğü dönem tahattur edilir.
Yine Barla denince: Bir taraftan bin seneden beri İslâm dini ve Kur'an'ın aleyhinde zındık kâfirlerin terâküm etmiş olan düşmanlık, ğayz ve kinlerinin zehirli iğrenç kusuntuları (*) hatırlandığı gibi... Öbür tarafta İslâm dininin temel kaidelerinin evham, vesvese ve şüphelerin paslarından arındırılıp temizlenerek yeniden parlayıp cilâlanmasına vesile olmuş ve olacak olan Risale-i Nur eserlerinin zuhuru, tulu'u ve inkişafı göz önüne gelir.
Hülâsa: Mübarek Barla ismi, bir taraftan dinsiz kâfirlerin azgın tuğyanlarının dönemini hatırlattığı gibi.. Öbür taraftan me'yus ehl-i imana müjde ve beşaret meltemlerini, sürûr ve ferah nesimini, ümit ve canlılık esintilerini ve bu dinin ebedîliğinin kırılmaz, mukabele edilmez hüccet ve burhanlarının elmas kılıncının parıldamasını, ışıldamasını bildiren ve gösteren ve ilâhî va'adlerin ve mev'ud zaferlerin bad-ı sabasının güzel rayiha ve kokularını koklattıran devreleri hatırlattırır, gözler önünde canlandırır ve hakeza!..
NOT Hazret-i Üstad'ın Barla Hayatının daha güzel, daha canlı edibane ve şairane tasvirini görmek isteyenler, büyük Tarihçe-i Hayat kitabında çok güzel ve edebî bir beyanla tarif ve tasviri yapılmıştır. Oraya havale ederiz. Biz de bu makamda onu düşünüp bu kısacık tarifle iktifa ediyoruz.
(2) Zarif bir tevafuktur ki: Üstad Bediüzzamanın eski lakabı olan KURDÎ kelimesi, cifır ve ebced hesabıyla 234 rakamını gösterdiği gibi, Barla isminin ebcedi makamı da yine aynı rakamı göstermektedir. Bu zarif tevafukla, Barla ismi hakiki müsemmasını bulmuş olarak ve yeryüzünde ve dünyada bu ismin hürmetle anılmasına ve mübarekiyet kazanmasına vesile olmuş olarak; İsim ile müsemma birbirlerini bulmuş ve artık Hazret-i Üstad eski lâkabını bırakmış, Kürdî'yi Nursî yapmıştır, Belki bu remizli mana ile artık Barla'Iı olmuştur denilebilir.(.:)
(.:) Bu tevafukâ ve bulan zata Barekellahü elfün... M.Sungur.
(*) Misal için aynı günlerde yayınlanan “Resimliay “dergisi Nisan 1927’deki sayısında iğrenç bir insan iskeleti çizerek altında da “Ahirete inanır mısınız?” yazısını bir anket tarzında koymuş ve Türkiyede yaşayan Abdullah Cevdet, Abdülhak Hamid ve Ercümend Ekrem gibi meşhur dinsizlerin menfi fikirlerini de neşretmiştir.
751
ISPARTA MERKEZİNDEN BARLA NAHİYESİNE GETİRİLİŞİ
Bilinmiyen Târaflarıyla Said-i Nursi kitabında; Üstad'ı Eğridir'den Barla'ya muhafız olarak getiren, Isparta'nın Gelendost ilçesinin Yenice köylüsü jandarma eri Şevket Demiray'dan rivayet edildiğine göre;(3) 1926 yılının birinci cemresinin düştüğü bir zamanda, Hazret-i Üstad Bediüzzaman Barla'ya, sekiz buçuk sene kalacağı en mübarek bir menziline gelmiş bulunuyordu. Birinci cemrenin düştüğü günler ise, 20 Şubat günlerine rastlar. Bediüzzaman'ı Eğridir'den Barla'ya götüren jandarma erinin bu hadiseden dolayı halk arasında şöhret kazandığı ve "Bediüzzaman'ı Barla'ya götüren Şevket" diye lâkablandığı söylenmektedir.
Hadiseyi Jandarma Şevket Demiray'dan dinliyoruz:
"Eğridir pazarından(4) bir gün sonra, sabahleyin beni Belediyeden çağırdılar. Gittim. Orada kaymakam, jandarma kumandanı, Belediye encümen azaları ve bir de kırk yaşlarında gözüken başında sarığı, sırtında cübbesi olan, bakışları heybetli bir zat-vardı. Jandarma kumandanı bana hitaben:
"Bak oğlum, bu Hoca efendiyi alıp Barla'ya götüreceksin. Bu zat meşhur Bediüzzaman Said Efendi'dir. Vazifen çok mühimdir. Oraya karakola teslim edince, evrakları imzalatır, döner durumu buraya da bildirirsin" dedi.
Baş üstüne diye vazifeyi aldım.. ve oradan Hoca Efendi ile çıktım. Yolda "Hocam sen benim atamsın, kusura bakma, ne yapalım vazifedir" dedim. İskeleye geldik, orada bir kayıkçı ile anlaştık. Elli kuruşa götürmeyi kabul etti. Kayık parasını Bediüzzaman Efendi çıkardı verdi. Sonra on kuruşu vererek, bir kilo çekirdeksiz kuru üzüm aldırdı. Kayığa binerken, eşya olarak elinde bir sepeti, sepetin içinde çay demliği ve bir kaç bardak, bir tane seccade.. Diğer elinde de bir kelam-ı kadim vardı. Gemide iki kayıkçı ile kayıkçının tanıdığı bir zat, iki de biz, beş kişiydik. Öğleden sonra idi. Hava soğuktu. Günlerden birinci cemrenin düştüğü zamandı. Göl, yer yer buz tutmuştu. Önde kayıkçının biri, elinde uzun bir sopa ile buzları kırarak yelkenli kayığa yol açıyordu. Bediüzzaman Efendi, yolda bize birer parça kuru üzüm ve Şark işi pestil ikram etti.
Dikkatle haline bakıyordum; son derece sâkin ve mu'tedil idi. Etraftaki dağları ve gölü seyrediyordu. Parmakları ince uzun idi. Sanki içinde elektrik yanıyor gibi pırıl pırıl parlıyordu. Taşlı gümüş bir yüzüğü, sırtında çok kıymetli kumaştan bir abası vardı.
(3) Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nursi, 6. Baskı S: 262
(4) Eğridir pazarı o günlerden beri hep perşembe günü oluyor. Buna göre Hazret-i Üstad'ın Barla'ya ayak bastığı gün mübarek cuma günüdür, denilebilir. A.B.
752
Günler bu mevsimde kısa olduğu için hemen ikindi namazı vakti girmişti. Kayıkta namaz kılmak istedi. Kayığın yönünü kıbleye çevirdik. "Allahü Ekber" diye bir sada duydum. Ömrümde bu şekilde heybetli ve haşmetli bir tekbir alışı ilk defa duymuştum. Öyle bir tekbirle namaza durdu ki; hepimiz adeta ürperdik. Hali hiç bir hocanın haline benzemiyordu. Biz kayığı kıbleden ayırmamaya çalışıyorduk. Selâm verdikten sonra bize döndü ve "Beli kardeşim, zahmet ettiniz!" dedi.
Çok nâzik ve efendi bir adamdı. İki saatlik bir deniz yolculuğundan sonra Barla iskelesine çıktık. İskelede korucu Burhan dolaşıyordu. Ona seslendim. Geldi. Hocanın sepetini, postunu elinden alıp merkebe yükledik. Bu esnada gemici Mehmet, bekçinin tüfeğini alarak korudaki keklikleri avlamak istedi. Fakat Bediüzzaman mani oldu. "Şimdi bahar yakındır. Bunların yavrulama mevsimidir, yazıktır. Beni dinlerseniz vazgeçin" diye ateş etmelerine mani oldu. Keklikler de uçtular, adeta başımızın üstünde bizi takib eder gibi üstümüzden uçuştular.
Ben tüfeğimi sol omuzuma astım. Hoca Efendinin sol koluna girdim. Yavaş yavaş bir saat kadar yayan yürüdükten sonra, Barla'ya ulaştık. Sahilden uçan keklikler, Barla'ya kadar üzerimizden ayrılmadılar.
Akşam yaklaşmıştı. Barla'daki Akmescid'in yanında bulunan karakola indik. Orada nahiye müdürü Bahri Baba ve karakol kumandanı vardı. Bediüzzaman Efendi'yi onlara teslim edip, evrakı imzalattım. Geceyi orada geçirdikten sonra, sabahleyin tekrar Eğridir'e döndüm.(5)"
İşte, Hazret-i Bediüzzaman Said-i Nursi mübarek Barla'ya ayak bastığı gün, Van'dan ayrılalı on bir ay yirmi gün geçmiş oluyordu. Barla onun üçüncü sürgün yeri olmuştu. Mübarek ve aziz ömrü de tam elli yaşını doldurmak üzere idi. Hicri takvime göre olsa 51 yaşını dolduruyordu.
Üstad, Şevket Demiray'ın anlattığına göre Barla'ya geldiği ilk gecesini karakolda misafir geçirir. Sabahleyin nahiye müdürü Bahri Baba, Barla'nın eşrafından olan Muhacir Hafız Ahmed'e: (Ahmed Karaca) "Hoca Efendi'ye bir yer bulununcaya kadar evindeki misafirhanesinde misafir etmesini teklif etmiş. O da bu teklifi tereddütsüz kabul ederek, koca Bediüzzaman'ı alıp evine götürmüş ve o aziz ve şerif misafire mihmandar olmuştu. Muhacir Hafız Ahmed Efendi, gözünün nuru ve aziz misafiri olan Bediüzzaman'ı misafirhanesine götürmüş..ve bir odayı ruh u canı ile ona tahsis etmişti. Dellal-ı Kur'an olan Hazret-i Üstad bir hafta kadar; İlerde büyük ve güzide talebelerinden birisi olacak olan mübarek muhacir Hafız'ın evinde kalmış ve ona misafir olmuştur.
(5) Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nuısi, 6. Baskı S: 263
753
Şimdi, Hazret-i Bediüzzaman'ın "mihmandarı" ulvi şerefine nail olan Muhacir Hafız Ahmed'in bilahere Hulusi Bey'e mahrem bir sır şeklinde anlattığı bir hatırasını, Hacı Hulusi Bey'in lisaniyle dinliyeceğiz. Hatırayı kaydetmeden önce, Muhacir Hafız Ahmed'in kimliği hakkında bir iki şey yazıyoruz.
MUHACİR HAFIZ AHMED KİMDİR?
Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın mihmandarı Muhacir Hafız Ahmed Barla'da 1948 yılında vefat etti. Rumeli'den muhacir olarak geldikleri için, unvanı Muhacir Hafız Ahmed olmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri Barla'yı ilk şereflendirdiği günlerde, onun evinde bir hafta kadar misafir kaldığı bu zat, Barla halkının eşraf ve zenginlerinden olduğu için, aynı zamanda bir din adamı olması hasebiyle de, bu mihmandarlığın ulvi müstesna şerefine münasib görülmüş ve nahiye müdürü tarafından ilk önce kendisine bu mihmandarlık teklif' edilmiş.. o da o teklifi ruh-u canıyla kabul ederek, Bediüzzaman gibi bir din rehberinin mihmandarlığı şerefine nail olmuştur. Allah rahmet eylesin, amin...
MUHACİR HAFIZ AHMED'İN HATIRASI:
Yazacağımız hatıra, Bediüzzaman'ı evinde misafir ettiği, o çok şerafetli ilk günlerine ait, mahrem ve sırlı şekilde Albay Hacı Hulusi Bey'e anlatmış, ben de bizzat Hulusi Ağabeyden aynen şöyle dinlemiştim:
"Üstad Hazretleri bizim evde misafir kaldığı günlerde, kendisine hususi ve müstakil bir oda tahsis ettik. Serbestçe abdestini alıp ibadetini yapsın diye...
Biz gecelerde onun yattığını görmedik. Bir gece geç saatlerde uyanmıştım. Baktım ki, bizim köşk sallanıyor, adeta gidip geliyor. Üstad ise, odasında "FERDUN-HAYY'ÜN
KAYYUM'UN-HAKEM'ÜN-ADL'ÜN KUDDÜS'ÜN"(1) diye sesli bir şekilde ve aheste aheste zikrediyor. O, her bir "FERD'ÜN-HAYY'ÜN..."
(1) Merhum hulusi agabayden şu zikir hakkında başka tarz riveyetler varsada, ancak şahsen ben böyle düyduğumu çok iyi harlıyorum. A.B.
754
dedikçe, köşkümüz de adeta onun zikrinin ahengine ayak uydurmuş gibi, raksa gelip sallanıyordu. Hemen bizim hanımı uyandırdım. "Kalk manzaraya bak!" dedim.. ve "Galiba Devlet kuşu başımıza kondu.Hanım da dikkat etti, o da hissetti.
O gece biz hanımla şöyle bir karara vardık: "Madem ki Cenab-ı Hak bu büyük insanı bize misafir etmekle bu lütfu yaptı. Bizde bu geceden itibaren artık bacı kardeş gibi yaşıyacağız.Karı-kocalık münasebetlerimiz artık hiç olmıyacak..:' dedik.
Hakikaten Muhacir Hafız Ahmed, Üstad Hazretleri Barla'da bulunduğu müddetçe, hanımını sık sık ikaz eder, dermiş ki: "Ne yapıp yapıp, yaptığımız va'de vefa gösterelim. Bu zatı hep memnun etmeliyiz Barla'dan memnun olarak ayrılmalıdır. Eğer hata etsek, bu zat bizi yakar.” Bu hikaye Barlalılarca da meşhurdur.
BARLA'LI SIDDIK SÜLEYMAN'IN HATIRASI:
Sıddık Süleyman, Barla'da Muhacir Hafız Ahmed'den sonra; -O zaman çok genç olmasına rağmen- Üstad Bediüzzaman'ın büyüklüğünü, manevî kemalâtını ve yüce din rehberliğini anlamış bir insan... Hazret-i Üstad Barla'ya geldikten kısa bir müddet sonra, onun hususî hizmetine girmiş ve en hassas bir şekilde Üstad'ının arzularını anlıyarak, sekiz küsûr sene zarfında Üstad'ın hususi bir çok hizmetlerini görmüş olduğu halde; daima Üstad'ını memnun etmiş, hiç bir vakit gücendirmemiştir. Sıddık Süleyman'ın bu üstün meziyetlerinden dolayı, Hazret-i Üstad ,ona ”SIDDIK" ünvanını vermiş ve artık isim ve şöhreti "Sıddık Süleyman" olmuştur. Ne bahtiyarlık, ne mutluluk ona... Allah rahmet eylesin. Sıddık Süleyman, 6 Mayıs 1965'de Barla'da vefat etmiş ve Barla mezaristanına defnedilmiştir. 1962 yılında bir yaz mevsimi Barla'daki evinde ziyaret ettiğimiz ve çorbasını içtiğimiz merhum Sıddık Süleyman Ağabey, Üstad'ıyla ilk tanışmasını ve hizmetine giriş şeklini şöyle anlatmıştı:
755
"Hazret-i Üstad Barla'ya geldiği senenin ilk baharında tanışmıştım. Hadise şöyle oldu: Bir bahar günü ikindiden sonra idi. Barlalı bir kısım gençlerle birlikte, köyün aşağı dere kısmından gelip, köyün içinden geçen yolun kenarında toplanmış, konuşuyorduk. O güne kadar kendisiyle tanışıp da konuşmamıştım. Çünkü henüz çok gençtim. Fakat Üstad’ın hemen her gün sabah evinden çıkıp kırlara gittiğini ve akşama doğru eve döndüğünü görüyordum. O günü yağmur yağmış, yerler çamurdu. Hazret-i Üstad, bizim toplanıp konuştuğumuz yerin onbeş metre kadar ötesinden geçiyordu. Eliyle bize selâm işaretini verdi. Selâmını aldık. Baktım ki, mübareğin bir ayağında ayakkabısı var, ötekisinde yok. Ayakkabısının birisi yırtılmış elinde.. Dayanamadım, "`Gideyim bu muhtereme bir yardım edeyim" dedim. Arkasından yürüdüm. O evine taraf gidiyordu. Kendisine arkadan yaklaştım. Yürürken bir ara başını çevirdi ve bana: "Gel kardeşim!" dedi.
Beraber evine çıktık. Çeşmeden su getirdim. Ayakkabılarını yıkadım. Ellerine su döktüm. İsmimi sordu. "Süleyman" dedim. Sonra bana: "İşin olmadığı zaman arasıra gel!" dedi.
İşte o gün, bugün, artık kendisinden ayrılamadım. Onun nurlu ve tatlı sözleri beni kendisine bağladı. Hemen hemen her gün yanına gider, hizmetlerini görür, verdiği ders ve sohbetlerini dinlerdim. O da ekser hususi işlerini bana yaptırırdı"
BİR SADAKAT HATIRASI
(SIDDIK SÜLEYMANIN SADAKATI HAKKINDA BİR NAKİL)
Hz. Üstad Bedi'iz-zaman'ın hizmetkarlarından Hüsnü Bayramoğlu Ağabey 26 Şubat 1995 günü Urfada kalabalık bir cemaat huzurunda anlattı:
Bir gün Üstadımız bize demiştiki: "Ben Barlada iken, (1926-1934) nahiye müdürünün hanımı - dindarlığından - beni görmek, ziyaret etmek istemiş.. Bir gün kocasıyla birlikte menzilime gelmişler. Kadın, ayakkabılarını dış kapıdaki merdivenlerin başında (odunluğun yanında) bırakmış, kocası ise, ayakkabılarıyla beraber yukarı çıkmıştı. Ben, onları yukarıda odamda oturttum, ders yapmaya başladım. Tam o sırada kalbime geldi ki; “ya şimdi Sıddık Süleyman kapıya gelse, bir kadının ayakkabılarını orada görse, kalbine ne gelecek acaba” dedim...
Sonra misafirler gittiler, Sıddık Süleyman geldi.. Ona:"Biraz evvel kapıya geldin mi?” diye sordum. "Evet, geldim Üstadım” dedi. "Kapıda ne gördün” dedim. Dedi:" Bir kadının ayakkabıları vardı, onun için girmedim” "peki aklına ne geldi?” "Hiç!..” dedi. "Bir ziyaretçi kadın Üstadla görüşüyor” dedim,
756
ben de yukarı çıkmadım, İşte, sizlerin de Sıddık Süleyman gibi olmanızı istiyorum.”
(Not: Aynı bu hadiseye benzer bir sadakat dersi de Mehmet Fırıncı'nın hatıratında vardır.) İstersen bak : "Son Şahitler-3, Sh:243)
ÜSTAD'IN BARLA'DAKİ HAYATI
Şimdi Üstad'ın Barla hayatının seyrine dönüyoruz:
Hazret-i Üstad, Muhacir Hafız Ahmed'in evinde bir hafta kadar misafir kaldıktan sonra, eskiden köyün toplantı yeri olan iki odalı ahşap bir evi ona tahsis ederler. Hazret-i Bediüzzaman Said-i Nursi'nin sekiz buçuk sene kalacağı ve hayatının, iman ve Kur'anın feyizdar nurlu dersleri ve hizmetleri noktasında en verimli, en semeradar bölümünü içinde geçireceği Nur'un ilk ve çekirdek medresesi işte bu ev olacaktı.
Evet, bu menzil, tam Üstad'ın aradığı bir yerdi. Hemen bitişiğinde mescid.. Önünde, muazzam ve muhteşem, belki bir kaç asırlık bir çınar ağacı.. Altında, gece gündüz durmadan lahutî ahenkli sesiyle harıl harıl akan bir çeşme vardır.
Menzil, fılhakika manzara itibariyla çok güzeldir. Ön tarafında Barla'nın bağ ve bahçeleri, daha biraz ötede mübarek şirin, masmavi "Eğridir gölü" vardır.
BARLA NAHİYESİ
Barla köyü veya nahiyesi, mevki' itibariyle çok güzel, lâtif ve şirindir. Buz gibi, ab-ı hayat gibi, selsebil gibi çeşmeleri ve pınarları... Bahar aylarında dolup taşan dereleri ve göklere ser çekmiş, kardan sarıklı yüce dağları vardır. Barla'da yer yer Nurların te'lifine menzil olmuş, Cennet misal mevki'leri vardır. Karadut, Karakavak, Mezaristanındaki Ardıç ağaçları, Karaca Ahmed Sultan, Bey deresi ve Cennet bahçesi... Daha daha Barla'nın etrafında çeşitli mesafelerde bulunan Koca pınar, Taşlıpınar, Deliklipınar... Hele üç dört saat mesafedeki Çam
Dağı, Tomus kayası.. ve Nurların te'lifine, müellifinin ibadet ve münacaatlarına menzil olmuş ve Hazret-i Üstad'ın "Ben burayı Yıldız Sarayı'na değişmem" dediği Çam Dağı tepesindeki yüksek ağacın başında yapılmış "Üstü açık odacık" Nur köşkü vesaire... pek şirin, çok tatlı ruh-efza, dil-küşa menziller ve yerleri vardır.
757
Hazret-i Üstad Barla'dan 1934 yazında(6) ayrıldıktan sonra ve 1954 yazında Emirdağı'ndan Isparta'ya gelip Barla'yı ziyareti arasında, tam yirmi bir sene geçmişti. Barla'yı ve yirmi bir sene evvel sekiz buçuk sene oturduğu menzilini, doğduğu yer olan Nurs Köyüne ve babasının evine benzetiyordu. Barla'yı 1954'de ziyareti sırasında, çok heyecanlı bir halet-i ruhiye içerisinde, Nurs köyüne ve ondaki babasının evine şiddetli bir benzerlik içinde olduğunu çok garib bir tarzda müşahede ederek gelmiş, bu mevzuda o sıra şunları yazmıştı:
"Risale-i Nur'un birinci medresesi ve tarlası olan Barla karyesine 25 senelik bir müfarakattan sonra, aynen meskat-ı re'sim Nurs karyesine karşı olan sıla-i rahimden daha ziyade bir saikle geldim, gördüm ki: Aynen Nurs köyünün vaziyetindeki o eski medresem gibi.. ve Nurs'taki babamın aynı hanesi gibi...(7)"
Hülâsa: Barla köyü ve çevresi, temiz ve soğuk sularıyla, lâtif havasiyle, yaylalı mesiregâhlı menzilleriyle, Üstad Hazretlerinin tam arzu ettiği, inziva ve uzlet halet-i ruhiyesine uygun, sâkin ve mübarek bir karye idi.
Barlalı Muhacir Hafız Ahmed ve Sıddık Süleyman gibi, diğer yerli Müslaman halk da, Bediüzzaman'ın yüce kemalâtını az zaman zarfında anlamış ve takdir etmişlerdi. Bir nahiye müdürü ve bir muallimden başka, bütün köy halkı ona karşı son derece hürmetkârlık içine girmiş, kimisi kâtiplik vazifelerinde bulunmuş.. Kimisi samimi talebe olmuş.. bir kısmı ahiret kardeşi, bazısı ciddî dost ve muhibb, bazısı da onun hususi hizmetlerinde bulunmuş ve iyi komşuluk yapmıştır. Barla halkı böylece aşağı yukarı hepsi de Bediüzzaman Hazretlerinin hürmetkârları olmuş, iman ve Kur'an derslerinden istifade etmeye başlamışlardı.
Muhacir Hafız Ahmedler, Hafız Tevfikler, Hafız Halidler, Sıddık Süleymanlar, Abdullah Çavuşlar, Mustafa Çavuşlar, Mes'udlar, Mübarek Süleymanlar, Muallim Ahmed Galibler ve saireler...
İşte Hazret-i Bediüzzaman Barla'ya, böyle temiz fıtratlı, samimi Müslüman insanların samimi dostlukları içinde hayatını sürdürerek, Barla'nın-yukarda mevki' ve menzil adları verdiğimiz yerler gibi- hemen her gün kırlarına, deniz kenarına, yahud da Barla'nın bağlarına, mesiregâhlarına gider, ya te'lif vazifesiyle, ya tashih işleriyle, yada tefekküratla meşgul olurlardı.
1962'de Barla'daki evinde ziyaret ettiğimiz merhum Sıddık Süleyman Ağabey, bize Barla'nın etrafındaki dağ ve tepelerini, dere ve kayalıklarını
(6) Tatlı bir tevafuktur ki Hz.Üstad, 1934 yılında Barla’dan ayrıldığı vakit, Ağustos ayı sonları idi. 20 sene sonra geldigi zaman yine aynı ayın sonu idi.
(7) Nurun İlk Kapısı Mukaddemesi
758
göstererek: "Üstadımız Barla'ya geldikten sonra, hemen her gün şuralara çıkar, akşamleyin evine dönerdi. Hatta diyebilirim ki: Barla'nın şu gördüğünüz hiç bir dağ ve tepesinin, dere ve
bayırının, bağ ve bahçelerinin bir karış yeri yoktur ki, Üstadımızın mübarek ayakları değmemiş olsun. En sarp ve dik kayalıklara da çıkar, zirvesinde oturur, afakı seyreder, tefekkür ederdi." diye konuşmuştu.
Merhum Sıddık Süleyman'ın bu hükmünü te'yid eden Mustafa Sungur Ağabeyin de şu rivayetidir: "Üstad'ımız bir gün Barla'daki dağ ve tepeleri bize göstererek: "Ben Barla'da iken, gençlik zamanımda bu dağ ve dereleri gezer dolaşırdım. En sarp kayalıklara bile çıkardım" mealinde buyurmuşlardı dedi.
DÜNYA'DA OLUP BİTENLER
(Hazret-i Üstad Van'dan alınıp Barla'ya getirildiği günden, ayrıldığı güne kadar Dünyada ve Türkiye'de olup bitenler)
Hazret-i Üstad Bediüzzaman, Barla'ya sürgün gönderildiği seneler, Türkiye'de dinsizlik rejimini yerleştirmek için, çoktan beri plân kurup pusuda fırsat bekliyen gizli zındık komiteler; yeni hükûmetin, "hilâfetin ilgası ve lâdinî Cumhuriyet prensibini benimsemesi" gibi inkılablı hareketlerini, kendi plân ve projelerine müsaid ve esnek bularak, fırsat ganimeti ve müsaid zemin addederek zehirlerini kusmaya başladılar. Başta İslâm dininin kök ve temelleri olan İmanın erkânına karşı gazete ve kitaplarla alenî olarak hücuma geçtiler. o zamanki hükûmet, buna da fikir ve vicdan hürriyeti diyordu... Kimisi haşri inkâr, kimisi melaike ve cinlerin vücudunu inkâr, kimisi Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) peygamberliğini tezyif, kimisi Arap düşmanlığı altında Kur'an-ı Azimüşşan için, haşa çöl kanunu diye inkâr ve tezyif şeklinde meydana çıktılar. Lâdinî cumhuriyetin, onların zehirli fikirlerine, açık ve esnek kanunlarında, fikir ve vicdan hürriyyeti namı altındaki hükümlerine dayanarak, serbest zehir saçtılar. Halbuki bunları yapanlar, güya bir kaç sene önce İslâm dini müdafii olan Osmanlı ve Türk idiler. Lâkin hükümeti idare edenlerin içinde bile, bu gizli zındık komitelerin adamları, belki Türkiye'deki gizli şubelerinin reisleri de var idi. Böylece bir taraftan Meclis'ten çıkan esnek kanunlara, bir taraftan da hükûmette mühim mevkiler işgal etmiş adamlarına sırtlarını dayayarak, zehirler saçmaya, açıktan açığa gazete ve kitaplarla küfrî olan fikriyatlarını yaymaya başladılar.
İşte Üstad Bediüzzaman, bu dinsiz, zındık komitelerin bütün plân ve desiselerinin kökünü kazıyacak şekilde, Kur'an'dan aldığı küllî ilham şu'leleri ile; akıl, mantık ve hikmet meydanında eserler vücuda getirdi. Barla da hiç bir zaman boş durmadı. Mütemadiyen imanın erkânını tahkim edecek il
Dostları ilə paylaş: |