KöŞe yazilari siralamasi



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə1/10
tarix28.07.2018
ölçüsü0,86 Mb.
#61231
növüYazi
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10



KÖŞE YAZILARI SIRALAMASI:

301. Jinekolojik Onkoloji’nin 25. Yılı .................. 27.1.2014

302. TV de doktor programları ………..………… 30.6.2014

303. Üniversitede Hayaller ve Gerçekler ……. 16.6.2014

304. Kırk Yıl Sonra Taş Binada ......................... 24.3.2014

305. Ben Giderdim ................................................. 5.5.2014

306. Bu Yıl KİRPİ Dergimizi Çıkaramadık ........ 7.5.2014

307. YÖKSİS ........................................................ 21.4.2014

308. Nasıl uyuyayım ki ......................................... 22.9.2014

309. Acılı Bir On Dokuz Mayıs .www.turkiyebulteni.com 2014

310. Kasılmak ve Övünmek ................................ 3.11.2014

311. Gülsem mi, Ağlasam mı? ............................. 29.12.2014

312. At sineğinde Vefa .............................. 20.10. 2014

313. Yaz Ayları ............................................ 6.10.2014

314. Olmadı Arkadaşlar ………………….…….. 17.11.2014

315. Öncü Olabilmek ……………………………. 1.12.2014



316. Kongre Dediğin ……………………..…..... 15.12.2014

317. Daha Kaç Kere ……………………………. 18.5.2015

318. Keramet Sakalda mı Acaba ……………….. 29.6.2015

319. Ülkeden Umudu Kesmemek Lazım ...... SANSÜRLÜ



320. Yine Kars’tayız ............................................ 12.1.2015

321. Gazeteci ...................................................

322. Köşe Yazıları Nerede .................................. 23.2.2015

323. Küme Düşenler ............................................. 15.6.2015

324. Yoğunda Yemekte Ne Demek ...................... 9.2.2015

325. İfade Etmek .......................................

326. Milli Kütüphane ......................................... 20.4.2015

327. Erken Teşhis ……………………….…………23.3.2014

328. Dekan Toto .................................................... 18.4.2016

329. Cılkını Çıkarmak …………………………. 28.9.2015

330. Bir Katliamın Ardından …………………… 19.10.2015

331. Robotik Cerrahiler Nereye ………………… 3.11.2015



332. Yine Hakkınca Sevinemedik ……………… 16.11.2015

333. Üç-Beş İyi Adam ………………………….. 30.11.2015

334. Üniversitelerde Kontenjan Azaltılması …… 14.12.2015

335. Doçentlik Sınavla mı, İkramla mı? ……….. 4.1.2016

336. Palyatif Bakım Merkezleri ……………....... 8.2.2016

337. Hekimlerin Mesleki ve Özlük Sorunları … 25.1.2016

338. Erkenden Doçent Olmak ……………… 2.5.2016

339. Kafayı Kuma Gömmek …………… 8.3.2016

340. Hoşçakal Arkadaşım, Diyebilmek ...................

341. Doktor Düşmanlığı ................................ 4.4.2016

342. Mevlithanlar ……………………....….. 21.1.2016

343. Mevlithanlar 2 …………….......……….. 6.3.2017

344. Ya Tutarsa …………………..………

345. Şiddeti Önlemek .................................. 28.11.2016

346. İnsanları Anlayabilmek ................ 20.3.2017

347. Dengenin Bozulması ....................

348. Kol Sentır .....................................

349. Asistanları Dinlemek Lazım .................... 27.6.2016

350. Akredite Olmak ................ 4.11.2016

351. Bir Kongrenin Daha Ardından ............. 23.1.2017

352. Eğitimiz ve PISA Sınavları ................... 9.1.2017

353. Rektörlük Atamaları ....................

354. Bugün 6 Aralık 2016 ........... 20.2.2017

355. Ekmek Yemeyin ne demek ............ 17.4.2017

356. Şehirlerimizin İşgali .................. 1.5.2017

357. İki Ziyaret, İki Dost, İki Kitap ..........

358. At Binenin, Kılıç Kuşananın ...........

359. Nerde O Eski Yorumcular ...................

360. Turgut Özal Tıp Fakültesi Olayı .............

361. Eve Hırsız Girmiş ...............................

362. TJOD 2017 Kongresi .......................

363. Bir Hekim Daha Katledildi .............. 29.5.2017

364. Gaziantep .........................................

PARAYA TAHVİL ETMEK,



İZİNSİZ ÇALIŞAN YABANCI DOKTORLAR

VERİR SINAR, ALIR SINAR,


haldunguner.com.tr/wp-admin/

Kullanıcı adı : haldunguner

Şifre : haldun1guneR


HİÇBİRŞEY AZMİN YERİNİ TUTAMAZ

YETENEK BİLE …YETENEKLİ FAKAT BAŞARISIZ İNSAN ÇOKTUR
ZEKA BİLE …ÜRÜN VERMEMİŞ DAHİLER ÇOK SIK RASTLANIR.

EĞİTİM BİLE..DÜNYA NİCE EĞİTİMLİ İŞE YARAMAZLARLA DOLUDUR.


YALNIZ AZMİN VE KARTALILIĞIN GÜCÜ SONSUZDUR.

ROY CROCK

( MC DONALDS’IN KURUCUSU )

Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,

Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,

Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

KONGREDE KONUŞMA YAPMAK,

Hürriyet gazetesi ismet berkan köşe yazısına bakılacak,

Kanatsız kuş... Louis de Bernier
Doğan Ceyhan Yüzüncü yıl göz Prof. Tıbbi hata medimagazinde bakılacak.


KÖPRÜDEN GEÇMEK,
TOPLANTI ENFLASYONU,
Enflasyondan her zaman korkmuşuzdur. Cari fiyat seviyesinde toplam talebin toplam arzı aşması. Latince şişme anlamına gelen inflare kelimesinden türemiştir. Enflasyon ilk defa 1835 yılında ABD’li bir devlet adamının vermiş olduğu bir konferansta kullanılmıştırnflasyon

Kaynak: http://enflasyon.nedir.com/#ixzz3SOG6SWvX




ZAMAN ZAMAN AKSAMA OLUYOR 

Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İrfan Şencan, birçok hastanede ameliyatlarda kullanılacak malzeme bulunamadığı gerekçesiyle ameliyatların iptal edilmesiyle ilgili Hürriyet’e şunları söyledi: “SGK, doğal olarak ödeyici kurum olarak aynı malzemeyi daha ucuz fiyata satın almak ister. Bu malzemelerin hepsi sonuçta CE belgesine sahip. Çok kalitesiz malzeme konusu var ama çok abartılıyor. SGK da ‘aynı işi gören malzemeye daha az nasıl öderim’ diye düşünüyor. Bu gayet doğal. 300 liraya satılan malzemeye ‘100 lira öderim’ diyebiliyor. Bu rakam bulunurken zaman zaman bizim de şahit olduğumuz hatalar oluyor. Malzemeler toplu olarak alınırken, düşük rakam bulunabiliyor ama bir daha almak istediğinde o fiyata bulamıyorsun. Hastane alsa zarar ediyor. Firma ise ‘ne kadar ucuza verirsem hastaneler daha ucuza almak isteyecek’ diye satmak istemiyor. Hastane SGK’nın ödediği fiyata malzemeyi alamazsa Sayıştay’a hesap vermek zorunda kalıyor veya hastayla karşı karşıya geliyor. Hastanenin üzerinde ek yükler de var. Örneğin, Çocuk Esirgeme Kurumu payı, bilimsel araştıramalar payı, personele ödenen ek ücretler gibi. Bunlar yüzde 8’i bulabiliyor. Tamam hastaneler kâr etmesin ama zarar da etmesin. SGK ödemeyi ne kadar kısarsa, hastaneler o kadar zarar ediyor. Bu tür sorun yaşandığında da SGK ile mutabakatımız fiyatları tekrar gözden geçirme biçiminde oluyor. Zaman zaman aksamalar olduğu doğru. Bu gözden geçirmenin, fiyat revizyonları daha sık olması gerekir.


Aleksander Samsonov

Elhan Piriev

12x30 metre boyutlarında 4 tablo. Yan yana getirildiklerinde toplam boyları 120 metreye ulaşıyor.

En fazla dava bu uzmanlık alanlarına açılıyor!

Dr.Bayrak, ‘’Türkiye’de Yüksek Sağlık Şurası’na gelen dosyalara bakıldığında yüzde 34,7’sinin Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarına ait olduğu, ikinci sırada Genel Cerrahi, üçüncü sırada ise Pediatri Uzmanlığı geldiğini görüyoruz.’’
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Etik Kurulu Üyesi Dr.Samet Bayrak, uzmanlık dallarına göre açılan davalar ve Adli Tıp Kurumu’na gelen vakaların detayları ile ilgili Medimagazin’e açıklamalarda bulundu.

Dr.Samet Bayrak

Dünya literatürüne göre tıp uzmanlıkları arasında en riskli olan uzmanlık alanının Kadın Hastalıkları ve Doğum olarak gösterildiği bilgisini veren Bayrak, 

‘’Türkiye’de Yüksek Sağlık Şurası’na gelen dosyalara bakıldığında yüzde 34,7’sinin Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarına ait olduğu, ikinci sırada Genel Cerrahi, üçüncü sırada ise Pediatri Uzmanlığı geldiğini görüyoruz.’’ açıklamasında bulundu. 


Türkiye’ de 2001-2005 yılları arasındaki Yüksek Sağlık Şura’ sına  gelen dosyaların uzmanlık dallarına göre dağılımı -  Kaynak: Prof. Dr. A. Nezih Gök (GATA 5 Mart 2005)

Beş dosyadan biri!

Adli tıp kurumunda aleyhinde karar verilen dosyaların 5’te birinin Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarına ait olduğuna dikkat çeken Bayrak, ‘’ Bunun nedeni şu ki; Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak hem kadına hem de annenin karnındaki bebeğe bakıyoruz ve doğum yaptırıyoruz. Bu çok büyük riskler içeren bir ihtisas dalı.‘’dedi.

Adli Tıp Kurumunda klinik uygulama hatası saptanan uzmanlık dallarına göre dağılımının detaylarına da değinen Bayrak, ‘’Bu rapora göre de en sık hata saptanan uzmanlık dalı yüzde 22,2 ile kadın doğum iken, genel cerrahi ve pratisyen hekimlik alanları da onu izliyor.’’ ifadelerini kullandı.




 

Adli Tıp Kurumunda klinik uygulama hatası saptanan uzmanlık dallarına göre dağılım

 

 ‘’ABD’de uzmanların yüzde 78’ine en az bir kere dava açılmış’’



Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Kadın Hastalıkları ve Doğum Cemiyetinin verilerine de değinen Bayrak, ‘’ABD’de uzmanların yüzde 78’ine en az bir kere, yüzde 34’üne ise 3 kere dava açılmış. Uzmanların yüzde 12'si açılan davalar nedeni ile mesleği bırakmış.  Mesleğe devam edenler ise büyük kanser ameliyatları ve diğer büyük girişimleri yapmayı bırakmış. Tüm bu nedenlerle hem ABD’de hem de Türkiye’de defansif tıp gelişiyor.’’ dedi.
Doktorları bekleyen 5 hukuki risk ve bu riskleri azaltıcı altın öneriler!
Türkiye’de açılan davalar konusunda istatistiki bir verinin olmadığını söyleyen Bayrak, ‘’Ancak Türkiye’de de şunu görüyoruz ki; uzun yıllar önce çok yüksek puanlarla girilen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlığı Bölümü 50 puanın altına düştü ve son 3 Tıpta Uzmanlık Sınavında bu bölüm tercih edilmedi.’’ ifadelerini kullandı.

Uzmanlar en çok bu nedenden dava ediliyor!

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarının en çok otuz yedinci hafta ve sonrası gebeliklerde yaşanan problemleri nedeni ile dava edildiği bilgisini veren Bayrak,

‘’Bebek kaybı, erken doğum, özürlü bebek doğması ve erken doğuma bağlı bebekte oluşan sıkıntılar davaların çoğunluğunu oluşturuyor. Bebek 3-5 aylıkken yaşanan problemler çok az.  Yine çok az yaşanan bir diğer sıkıntı ise hekimin hastaya yeterli ilgi göstermediği iddiasından kaynaklanıyor.

Farklı bir diğer neden ise bebekte meydana gelebilecek bir sıkıntı hakkında aileye bilgilendirmede bulunan komşular ve çocuk hekimleri. Bu kişiler ailelere oluşan problemin kadın hastalıkları ve doğum uzmanının hatası olduğunu söyleyebiliyorlar.’’ şeklinde konuştu.

Davalarla nasıl başa çıkılır?

Türkiye’ de yer alan malpraktis sigortaları ile kamu, üniversite ve özel hastanelerde çalışan doktorların aleyhine açılan davalarda ücretin yarısını hekim öderken yarısını ise çalıştığı kurum üstleniyor.

İskandinav ülkelerinde bu tip davalarda hekimler aleyhine dava açılmadığını belirten Bayrak, ‘’Orada şu sorgulanıyor; acaba hekim bu hatayı neden yaptı? Sistem sorgulanıyor. Bugün Türkiye’de bilirkişilik ile ilgili dosyalar Danıştay 10.Daire emsal kararları var onda da; ‘İdareyi sorgulayın’ diyor. Acaba idare işlerin işleyişin özenle yürütülüp yürütülmediğini takip ediyor mu?  Bizim en büyük sıkıntımız,  özellikle kadın doğum uzmanlarının, sistem sorgulanmadan günah keçisi haline getirilmesi.’’  ifadelerini kullandı.

 

  gaita (gaita uzmanı )



29.05.2017 13:59:50
Hâaa , bir de şu var, unutmadan söyleyeyim : amerikada doktorlar en yüksek kazanan meslek gurubu. Buna rağmen uzmanların yüzde 12'si davalar nedeniyle mesleği bırakmış. Bizim ödediğimiz tazminatlar maaşımıza göre kıyas dahi edilemeyecek kadar astronomik rakamlar. Amerikada en kötü uzman yılda 400 bin dolar kazanıyor. Türkiyede en yüksekten döner alan doktor yılda en fazla 150 bin kazanır , o da çok küçük bir doktor gurubu. Amerikada bir yan dal uzmanı ortalama 1 milyon dolar kazanıyor. Bu büyük bir zulümdür ve böyle gitmez.

2) gaita (gaita uzmanı )

29.05.2017
Buradam bakanlık yetkililerine son bir umut şunu söylüyorum ki ( umarım okuyan olur) lütfen artık şu malpraktis yasasını yumuşatın. Bakın uzmanı tüm istatistikleri objektif olarak önünüze koymuş. Eminim bunların daha ayrıntılısı sizin önünüze de geliyordur. Yahu son 3 tus kadın doğum gibi bir zamanlar en yüksek puan ile giriş yapan bölümü yazan dahi olmamış !!! Bu büyük bir hadise , mutlaka tedbir lazım. Yanlış mıyım Allah aşkına? Tedbir almayacak olursanız kimse yazmaz ve tahminen birkaç yıla kadar çok ciddi uzman sıkıntısı baş gösterir. Zaten kadın doğum puanları 50 puanın dahi altına düşmüş vaziyette. Ayani şekilde diğer uzmanlarda çok muzdarip vaziyette. Bu malpraktis yasası bizim gece rüyalarımıza giriyor inanın ki. Ben bir hatamdan dolayı neden 1 milyona varan tazminat ödeyeyim? Ben o parayi ömür boyu biriktiremem. Malpraktis sigortasını devlet hastanesi veya özel hastane oder. Ancak doktorun özel muayenehanesi varsa doktor öder. Hele hele hapis cezası tam bir zulüm. Hiçbir doktor bile bile hastasına zarar vermez , tutup doktora hapis cezası vermek hangi insafa sığar ? Doktorun tıbbi ihmali varsa uygun ceza ile cezalandırılır ki bu bile doktor için büyük bir stresdir ve zaten bu malpraktis yasasından önce bu kanunlar zaten vardı ama iyi yürütülmüyordu, bu kanunlara işlerlik kazandırılır. Vur deyince resmen öldürdünüz bizi. Bu işten bizden çok vatandaş mağdur. Ben 18 yıllık doktorum , cok iyi hatırlıyorum , operatörler eskiden yaptıkları birçok operasyonu mortalite ve morbidite riski nedeniyle yapmıyor. Anestezi birçok operasyona onay vermiyor. Ne olacak bu vatandaşın hali ? Ne olursunuz artık bu yasayı yumuşatın ; hem vatandaş kurtulsun hem biz. Ayrıca şunu söyleyeyim , malpraktis yasası yıllardır var ama henüz vatandaş haklarını tam bilmediği için davalar hala beklenenden az sayıda. Yakında bu davalar beşe ona katlanacak ve birçok hekim cidden büyük mağduriyet yaşayacak, eğer ciddi önlemler almazsanız sadece kadın doğum değil birçok bölümü artık tercih edecek doktor bulamayacaksınız.

3) tugrul (kardiyoloji uzmanı)

29.05.2017
TUS'da tercih yaparken genç meslektaşlarımıza yol gösterici olur bu haber!

4) Osman D (Doktor)

29.05.2017
Öğrenciler bazen gelip soruyorlar: "Abi TUS'ta hangi bölümleri yazalım?" diye. Bu yazı o sorulara güzel bir cevap. Yani çözüm basit. Listeye bakın, bu bölümleri yazmayın arkadaşlar. Zira size karşı bir dava açıldığında yanınızda hiç kimse kalmıyor. Ne size idealist nasihat verenler, ne amirleriniz, ne de diğer şifa verdiğiniz hastalarınız. Avukatınız, savcı, hakim siz ve kaderiniz. Baş başa kalıyorsunuz. Bu kısa hayatta huzurunuzu kaçırmaya hiçbir şey için değmez. Bu bölümlerden, içkiden, kumardan ve sigaradan uzak durunuz. Mutlu mesut yaşamaya bakınız.
364. GAZİANTEP ,
2017 Türk Jinekoloji ve Obstetrik Dermeği kongresi nedeniyle biz kadın doğumcular, yine Antalya’dayız. Henüz yeni gelmişim, kongre daha başlamamış, açılış akşama, etrafa bakındığımda Gaziantep’ten Dr Samet Bayrak ve eşini görüyorum. Kahvaltıdan sonra, bir Rus ressamın şehirdeki Atelyesine gideceklerini söyleyerek, beni de davet ettiler. Ressam ve arkadaşı, bir minübüsle gelip bizi otelimizden aldılar.

Samet Bayrak hem doktor, kadın doğum uzmanı, hem bilirkişi, hem de tarihçi. Meşhur, Gaziantep savunmasını enine boyuna araştırıyor. Samet ve arkadaşları, yakın tarihimize ışık tutacak olan, dönemin tarihi belgelerini Fransızlardan satın alarak, Türkçe’ye tercüme etmeye başlamışlar.

Zamanın Antep direniş ve savunmasını, ben de biraz biliyorum. Kurtuluş savaşı henüz başlamamış. Antep Fransızların işgali altında, halk bunu içine sindirememiş, silahına sarılmış, başlamış kendini savunmaya. Öyle muhteşem bir savunma ki, sonunda Fransızlar, pes ederek, şehri terk etmek zorunda kalmışlar. Hem de daha kurtuluş savaşımız bile başlamadan once!

Antep ve Maraş, kendi savunmalarıyla, ülkemiz için güzel bir örnek oluşturmuşlar, bu nedenle de 1920 de henüz kurulan Büyük Millet Meclisi Antep’e tıpkı Mustafa Kemal’e verildiği gibi, Gazi’lik ünvanı vermiş. O, artık Gaziantep adını almış. Mustafa Kemal’in nüfus cüzdanı da, bizzat Gaziantep Nüfus Müdürlüğü’nden çıkartılmış.

Samet bey, ziyaretimizi yolda anlatmaya başladı. Gaziantep savunması ile ilgili olarak, bir müze kurmaya karar vermişler. Büyükşehir belediye başkanları Fatma Şahin hanımın da olaya sahip çıkmasıyla, önce kırkbeş dönümlük arazi alınmış. Inşaatı tamamlanmak üzereymiş.

Antep harbini tasvir eden resimleri hazırlaması için, Anıt Kabir müzesinin resimlerini de yapan, Rus ressam Aleksander Samsonov ile anlaşılmış. Kendisine zamanın belgeleri, fotoğrafları verilmiş. Çalışmalar için, Antalya, Döşemealtı organize sanayide, iki atelye yeri tutulmuş. Aracımızı Aleksander kullanıyor. Yanında, olayları tasvir eden maketleri hazırlayan ve bizim de tercümanlığımızı yapan, Azeri asıllı Gürcü Elhan Piriev var.

Atelyelerde hazırlanmakta olan resimleri görüyoruz. Her biri on iki metre boyunda, otuz metre uzunluğunda. Yanlış yazmadım, 12x30 metre. Ikisi bitmek üzere. Toplam dört tane olacaklarmış. Bu arada, olayları tasvir eden maketler ve zamanın Fransız tanklarının yapımına da başlanmış.

Atelyede çaylarımızı içerken, zaman içinde kendilerine, boyamalar için ayrıca 8-10 genç ressamın da yardım ettiğini anlattılar. Babası da ressam olan Samsonov, Moskova Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu. 1987 yılından beri Grekov Askeri Ressamlar Stüdyosu’nda çalışıyor. Kendisine, 2004 yılında, ‘Rusya Devlet Sanatçısı ‘ ünvanı verilmiş. Pek çok ödülü var. Sanatçı daha çok, tarihi-askeri tarzda resimler yapıyor. Anıt Kabir’in dışında, İstabul Harbiye Askeri Müzesi, Manisa Büyükşehir ‘Çanakkale Şehitleri Müzesi’ resimlendirmelerini de yapmış.

Samsonov bana, ‘Resimlerle Türkiye Terihi’ adlı kitabını, imzalayıp hediye etti. Bu bilgileri de oradan öğrendim.

Atelyelerde yapılanlardan, ben şahsen çok etkilendim. Henüz tam bitmemiş olsalar da, resimleri gördüğümde, kendimi Antep savunmasının tam da ortasında buldum. Şehitler boşuna şehit olmuyor. Her yapılanın bir bedeli, bir de şerefi de var. Gazilerimiz ve şehitlerimiz asla unutulmazlar, unutmamalıyız.

Medyada, gazete ve TV kanallarında, daha çok olayların, olumsuz tarafları, aykırılıkları ve çirkinlikleri görülüp, resimlenir. Köşe yazılarında da onlar yazılır.

Ben, burada size, Gaziantep’te yapılan güzellikleri göstermeye çalıştım. Ülkemiz, bana göre oldukça gelişmiş ve çok güzel bir ülke. Ülkemizde, güzel işler de olmuyor değil. Birilerinin, köşe yazarı ve gazetecilerin, bu güzelliklerin gösterilmesine katkılarının olması gerekiyor. Işte, tam ben de bunu yapıyorum.

Bu nedenle Gaziantep Savunması Müze çalışmalarını başlatanları, başta büyükşehir belediye başkanı sn Fatma Şahin, Dr Samet Bayrak, ve çalışma arkadaşlarını gönülden kutluyorum. Müze açıldığında da, gelip görmeyi çok istiyorum.

363. BİR HEKİM DAHA KATLEDİLDİ,
Haberi Medimgazinde okuduğumda, kahroldum.

Elazığ'daki Fırat Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Muhammed Said Berilgen, makamında silahlı saldırıya uğradı. Medikal malzemeler satan Sercan Gök, Başhekim Prof. Dr. Muhammed Said Berilgen’in makam odasına girerek tabancayla ateş etti, ardından aynı silahla intihara teşebbüs etti.



Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Elazığ Fırat Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof Dr. Muhammed Said Berilgen hayatını kaybetti. Gelen yorumlara bakıyorum:

Gazi Tıp’tan arkadaşımız Prof.Mustafa ilhan şöyle yazmış :’Bir Hekim, Bir İnsan katledildi!.. Fırat Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof.Dr Muhammed Said Berilgen, Kıymetli Hemşehrim bugün görevinin başında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti...



Bir ocak söndü, ikisi hekim adayı dört kızı babasız, kıymetli eşi eşsiz, asistanları, öğrencileri, hastalar öksüz kaldı...

Şiddet hiçbir şekilde, hiçbir alanda kabul edilemez, çok üzgünüz,

Allah Rahmet Eylesin, Mekanı Cennet Olsun’.

Dr Metin yazıyor :

Acillerde şiddet ve terör gittikçe tırmanıyor. Sağlık Bakanlığı personelini hiç korumuyor. Acil hekimi ve çalışanı perişan haldedir. Görevimizi yapamaz hale geldik. Çalışan hekimler acillerden kaçıyor’.

Dr Murat Çelikten:

Vakti gelmedi daha hastane girişlerine X-ray cihazları koymanın? Hastaneye silah veya kesici delici hiç bir aletle girilmemesi yasağı ne zaman düşünülüyor?

Kaç şehit vermeliyiz bu yasak için?

Hangi torpilli meslektaşımızın başına bir şey gelmesi beklenecek (Allah korusun) memlekette silahla ne belediyeye, ne mahkemelere ne cezevlerine ne de Avm lere giremezsiniz. Ama hastaneler yol geçen hanı oraya girmek serbest’.

Şifa için gidilen yere silahla girilmez!!!’

Elazığ Valiliği saldırıyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, ‘24.05.2017, saat 11.45 sularında Fırat Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Muhammed Said Berilgen, hastanedeki makam odasında silahlı saldırıya uğramıştır. Ağır yaralanan başhekim Prof. Dr. Berilgen, hastanemizde tedavi altına alınmıştır. Kimliği tespit edilen saldırgan şahıs olay akabinde intihar girişiminde bulunmuş ve tedavi altına alınmıştır. Olayla ilgili geniş çaplı adli ve idari soruşturma başlatılmıştır. Hastamıza Allahtan şifa diliyor, dualarınızı bekliyoruz’ denildi.

Valiliği kutluyorum. Aman da ne güzel yazmışlar. Ne de olsa resmi bildiri. Öncesinde ve sonrasında neler yaptınız. Ne gibi önlemleri gündeme getirdiniz? Çıt yok. Valiliğe, adliyeye silahla girilir mi, girilmez tabi. Peki ya hastanelerimize!!! Örneği meydanda.

Hepimizin başı sağ olsun arkadaşlar. Onun bunun eline silah tutuşturanlar, devamlı doktorlar aleyhine demeç verenler, (sağlıkta dönüşüm öyle demiyor muydu?) gazetelerinde yazanlar, TV kanallarında doktor karşıtı ve şiddeti öven programlar yapanlar, toplumu devamlı geren siyasiler, yüce milletimizi getirdiğiniz nokta işte budur. Eserinizle övünebilirsiniz.

O, demir parmaklıklı taştan duvarlar, elektronik sistemler, korumalar bile, gün olur sizleri koruyamayabilir. Bir gün sizler de, sade vatandaş gibi halkın arasına yani güverteye çıkarsınız. Unutmayın bu tombala, bir gün size de çıkabilir‬. Hiç istemem ama, işte o gün geldiğinde kendinize bakacak, doğru dürüst tedavi edecek doktor ve sağlıkçıyı zor bulursunuz.



362. TJOD 2017 KONGRESİ,
Mayıs ayında, Antalya’da yine bir kadın-doğum kongresindeyiz. Arkadaşlar, Avrupa EBCOG kongresini de getirmişler. TJOD ve EBCOG kongreleri birlikte gerçekleşiyor.

EBCOG’un açılımı, European Board & College of Obstetrics and Gynaecology. Onlar 25. yi, biz de 15. kongremizi gerçekleştiriyoruz. Yabancılar genelde kendi aralarında gruplaşıyorlar. arada tanıdıklarımız da oluyor, kimiyle sohbet, kimiyle selamlaşıyoruz. Katılım gayet iyi, sadece ülkemizden 2.500 e yakın kaydımız var. Yabancılar, eşler, çocuklar ve firma temsilcileriyle birlikte 4.000 kişiyi buluyor.

19 mayısa iki gün kalmasına rağmen, Avrupa kongresi olması nedeniyle! açılışta istiklal marşımızı okuyamasak ta, ay yıldızlı penyelerimizle ellerde bayrak, biz o akşam onuncu yıl marşını hep birlikte büyük bir coşkuyla salonları inleterek söyledik.

Açılış konuşmalarının ardından salonun değişik yerlerinden çıkan Avrupa’ lı dört tenor, klasik müzikten aryalar seslendirdiler. Bu sunum, çok da etkileyici oldu. Bazı arkadaşlar, bizde dört tenor ayni anda bulunur mu diye hayıflandılar.

Kongrede, ‘Ameliyathanelerde, Dünya Sağlık Örgütü’nün 19 maddelik kontrol listesinin kullanılması’ nı anlatayım demiştim. Program sıkışıklığından yer bulunamadı. Kongre gazetesi çıkarılır diye, 19 mayıs için de, bir şeyler hazırlamıştım. Ekonomik koşullar nedeniyle gazete de çıkarılamadı. Genç arkadaşlardan Bora ve Buğra kardeşler, sağ olsunlar, Türkçe ve İngilizce olarak, yabancıların Atatürk hakkında söylediklerini toparladılar. Onlar hazırladılar da, sunmaları için uygun bir ortam bulunamadı.

Kongre aktivitesi bulunmayan bir akşam, uzmanlıklarını Gazi Tıp Fakültesinden almış arkadaşlarla birlikte, geleneksel akşam yemeğimizi planladık. Duygu hemen bir whatsApp grubu oluşturdu. Zaman içinde birbirini tanımayanlar da yemekte tanışmış oldu. Gençler hem birbirleriyle, hem de hocalarıyla hasret giderdiler. Birlikte resim çektirdik. Bu arada, önceden görüp te, haber veremediklerimiz dışında, kongreye geç gelenler de, internetteki fotoğraflarımızla yetindiler.

Bir başka akşam, aramızdan dokuz yetenekli arkadaşın katıldığı ‘Bu Ses Jinekoloji’ ses ve şarkı yarışması’ yapıldı. Orkestranın, bastırıcı ve aşırı yüksek sesine rağmen, tüm yarışmacılar oldukça başarılıydı.. İsmail İtil ve Orhan Ünal finale kaldılar. İpi göğüsleyen Orhan oldu. Bana göre yarışmada ikisi de birinci olmalıydı

Balo akşamında, gençler yine kıyasıya coştular. Fazla gürültü olduğundan benim yaşımdakiler, emekliler, daha sessiz ortamlara yöneldiler.

Kongrenin ilk gününde, altı saat süren, Avrupa board sınavı da yapıldı. Yabancı oturumlara olan katılım, bizimkilerin pek rağbet etmemesi nedeniyle biraz düşük oldu. Kongre süresince hava, genelde kapalı ve yağmurlu olduğundan, son gün hariç Havuz ve Deniz salonları hep boş kaldı.

Bir kongrenin bitiminde daha, meslektaşlarımız, yorgun ama fikren zindeleşmiş, bilgileri yenilenmiş, dostluklar pekişmiş olarak, eski ve yeni dostluklarla gelecek kongrede görüşmek üzere ayrıldılar.



361. EVE HIRSIZ GİRMİŞ,
Antalya’da TJOD kongresindeyim. Eşim de, ameliyat olan torunumuza bakmak için kızımıza gitti. Anlayacağınız evde kimse yok. On yıldır, hanımla ben, on beş, yirmi günde bir, Ankara-İstanbul kara yolundayız. Elimiz erdiğince ve fırsat buldukça geliyoruz. Arada sırada uğradığımızdan, ev, sıklıkla boş kalıyor.

Emekli olduktan sonra, artık İstanbul’da yaşayalım dedik. Ama henüz İstanbullu olamadık. Ömrümün elli yıldan fazlasını Ankara’da geçirmişim. Anılar, yaşananlar ve dostlarımızdan, bir çırpıda ayrılıvermek çok zor. Bu nedenle oradaki evi de kapatmadık. Dostlarımız, komşular ilgileniyorlar. Alarmı var, güvenlikçiler vs.

Burada henüz alarm taktırmamıştım. Sitede etrafımız duvarla çevrili kapıdan her gelene dur bakalım diyorlar. Güvenlik için kameralar konuldu. Yirmi dört saat, devamlı ekranda izleniyor. Hırsızlık olmaz dedik, oluyormuş meğer. Eskiler, ‘hırsıza kilit olmaz’ derler. Doğru söze ne denir. Site güvenlikçileri, kamerada görünce, polisler gelmiş, kaçmak zorunda kalmışlar.

Ne olur ne olmaz, biz kendimiz de alarm taktıracağız. Devamlı otursak, ben biliyorum yapacağımı. Koyarım bahçeye bir Kangal ya da Akbaşlı. O zaman da bahçe talan oluyor. Bitişik komşunun köpeği var, var da, o daha çok gündüzleri bana havlıyor, gece korkar diye içeriye alıyorlar.

Bizim hırsız, alıp götürecek bir şey de bulamamış. Emekli evinde, takı, altın, rüşvet parası, yedi yüz bin liralık saat ve dahi, döviz bulunmadığını ne bilsin. Dalmış içeri. Oğlum önce bir bak, evde para sayma makinası var mı diye. Sonra gel, ayakkabı kutularını gör. Bak bakalım, burası, bakan, genel müdür evine benziyor mu?

Ben kendime kızıyorum, ah nato kafa ah. Yazsana girişe, ‘burası bakan, genel müdür evi değildir, emekli evidir’ diye. Gelmiş, her bir dolabı boşaltmış, kitaplarıysa hiç ellememiş, ortalığı talan edip, alacak bir şey de bulamadan çekip gitmiş. Sayesinde yıllardır görmediğimiz eski dost eşyalarımızı, giysileri vs yeniden görmüş olduk.

Eskilere gittim yine, bu olay bana yıllar önce, 2003 te yazdığım bir şiirimi anımsattı.
HIRSIZLAR,
Büyük hırsızlar yalılarda

Yazları Bodrum, Marmaris,

Paris, Monte Carlo’da kumarda

Kışın İsviçre’de kayakta.

Küçüklerse, geceleri evlerde

Yağmur var, çamur var

Görülüp enselenmek

Balkondan düşüp, ayağı kırmak

Yakalanıp, mapus yatmak var
Ne o, az biraz paraya,

Birkaç takıya mı fit oldun

Olacak şey değil,

Çalacaksan adam gibi çal kardeşim

Hortumculuk, naylonculuk mu yapacaksın

Önce yolunu yöntemini öğretsinler.


Komisyonlarını sakın unutma,

Sonra kustururlar adamı.

Götüreceksen büyük götür,

Çalacaksan büyük çal,


Yoksa, yarım kilo peynir,

Bir somun ekmek için

Hele adamı da vurursan,

Beş sene yatarsın arkadaş.


Bir ülkede, ‘yollarda ne kadar çok yapma kasis varsa, o ülkede trafik kurallarına uyulmadığının göstergesidir’ derler. İkincisi, bir ülkede, ev ve işyerlerinde ne kadar çok kamera ve alarm sistemi varsa, o ülkede o kadar çok hırsızlık oluyor demekmiş. Ben dahil, bazılarımız yeni öğrendik .
360. TURGUT ÖZAL TIP FAKÜLTESİ OLAYI,

Çok değil bir yıl öncesine gidelim. 15 temmuzda, hain terör örgütü ihtilale kalkışmış, tepemizde jetler uçmakta, Cumhuriyetimizi simgesi Meclisimizi, Cumhurbaşkanlığını bombalıyorlar. Halk yollara dökülmüş, karşı çıkmış ve dur arkadaş demek için, kendini tankların önünde siper etmiş. Bombalarla, kurşunlarla vurulup, yaralanmış, şehit düşmüş. Ambulanslar çalışıyor vızır vızır. Ankara’da Cumhurbaşkanlığı önünden, habire vurulanları taşıyorlar.

En yakın hastane çok yakınında, Turgut Özal Tıp Fakültesi. Yetiştirin oraya komutları. O da ne, inanılmaz bir şey oluyor. -Acilimiz yok, doktorumuz yok diyerek gelen yaralıları hastanelerine kabul etmiyorlar. Hemen ileride, benim fakültem olan Gazi Tıp Fakültesi hastanesinde ise, personelinden doktoruna nöbetçi olanlar seferber olmuş. Yaralıların, kimi ameliyathanelere, kimi yoğun bakımlara kimi acil servislerde, sedyelerde bakıma alınmış, tedavilerine orada devam ediliyor. Olayı duyan, evinden koşmuş, yeşilini giyen ameliyathaneye.

Tüm bu uğraşılara rağmen, maalesef, asker, polis ve sivil olmak üzere, ülke genelinde, iki yüz elli kadar vatandaşımız kaybedilmiş.

Sonradan olaylar netleşince, feto terör örgütüne bağlı olduğu saptanan ‘Turgut Özal Tıp Fakültesi ve Hastanesi’ önce kapatıldı. Ardından bir süre sonra Sağlık Bakanlığı’na devri yapılarak, yeniden Ankara’ lıların hizmetine açıldı.

Aslında hastane yeni değil. Ankara’nın ilk özel hastanelerinden. Her gün evden işe işten eve, giderken önünden geçtiğim bir hastane.

İki şeyi ben hiç anlayamıyorum.

Birincisi, Ankara’nın göbeğinde, Cumhurbaşkanlığı’nın, Jandarma Genel Komutanlığı’nın yanı başında nasıl oluyor da, Feto terör örgütüne ait bir hastane hatta merhum bir cumhurbaşkanının adıyla, Üniversite haline getirilip, onun tıp fakültesi oluyor? Haberli, habersiz, nasıl filizleniyor. Buna izin veren hangi makamlardır? Meclis’ mi? YÖK’ mü? Bakanlar Kurulu mu? Kim, kim? Sade bir vatandaş olarak, bilmek benim de hakkım, birileri bunu bana açıklasın.

İkincisi, haydi diyelim orada bir fakülte hastanesi açıldı. Ne durumdadır, nasıl çalışıyor diye, hiç denetlenmez mi? Denetiminden kimler sorumludur? Öğretim üyesi, doktor, hemşire sayısı yeterli midir? Acil servisi efektif olarak çalışıyor mu? Ameliyatlık acil bir hasta gelse hemen ameliyata alınabiliyor mu? Bu hastanelerin kontrolüne kimler bakar?

Ankara il sağlık müdürlüğünün, hastanelerden sorumlu denetim görevlileri, olaylardan sonra, geriye dönüp, denetleme kayıtlarınıza hiç baktınız mı? Arkadaşlar, işte ben şahsen, bir vatandaş olarak bunları çok merak ediyorum.

Hani kontrol için, devamlı muayenehanelere dadanan görevliler, Turgut Özal Tıp Fakültesi hastanesinin, ve acil servisinin denetimini en son ne zaman yaptınız? Oradaki ortam, acilde çalışan doktor, hemşire, personel yeterli midir? Ameliyathaneleri, acil tomografi, MR imkanları ne durumdadır diye. Zaten orada çalışanlar da, fetocu olduklarından mı, yoksa kendilerini yeterli bulmadıklarından mı olsa gerek, gelen yaralıları hastanelerine kabul etmemişler.

Ankara’nın göbeğinde, fetocu terör örgütüne bağlı, Tıp Fakültesinin, açılmasına ön ayak olanların, bu izinleri veren makamların, iş bu denetimleri yapmayanların da bir sorumluluğu olmalı. YÖK’ün görevi, fakülte, üniversite açtıktan sonra bitmez, bitmemeli. Açtıktan sonra da, oralara işler nasıl gidiyor diye, gidip denetimde bulunmanız gerekmez mi ? Yoksa, YÖK’ün görevi, ‘biz açarız, gerisi ‘saldım çayıra, mevlam kayıra’ mıdır?

Birileri, çıkıp açıklasın. Sorumlu, sen, ben, biz, her kimlerse. ‘Görevimizi hakkıyla yapmadık, yapamadık, hepimiz uyuduk, biz 15 temmuza kadar, odalarımızda çay içip, dostlarımızda sohbet ediyorduk. Bu işlerin asıl sorumlusu, Uganda baş gardiyanıdır, o da Patagonya, Patagonluk işleri pek yüksek genel müdürüne bağlıdır’ deyiverin gitsin? İnanırım ben. Ne olur açıklayın. Cesaret.

359. NERDE O ESKİ YORUMCULAR ?

İlk sayısından beri, on altı yıldır gazetenizde köşe yazıları yazıyorum. Bu süreç içinde, yıllar geçtikçe, aramıza pek çok köşe yazarı katıldı. Bir kısım köşe yazarımız, doğal nedenlerden, bir kısmımız başka nedenlerden dolayı, yazmayı bırakarak aramızdan ayrıldılar. Bazıları başka kulvarlarda yazılarına devam etmeye başladılar.

Yazmakla ilgili olarak, bir büyüğümüzün, ‘yazı yazmak kolay değildir, insan babasına bile bir sayfalık mektubu bir çırpıda yazamaz, ne demeli, neyi nasıl izah etmeli, istenileni, istenilmeyeni, onayladıklarını ya da onaylamadıklarını karşındakileri üzmeden, kırmadan nasıl dile getirilmeli, işte bu çok zor bir uğraşıdır. Bu nedenle her isteyen yazar olamaz’ dediğini hatırlıyorum. İlk günden beri bu sözler hiç aklımdan çıkmamıştır.

Sanatçılar, filminin izlenip izlenmediğini, kasedinin dinlenip dinlenmediğini, yazarlar kitabının satılıp satılmadığını, hep merak ederler. Bu nedenle, hakkında yazılanları, eleştirileri, ve satış grafiklerini ve istatistikleri yakından takip ederler. Eleştirmenlerin görüşlerini dikkatle okurlar.

Ben de yazılarıma gelen, yorum ve eleştirileri, hem okur hem de takip ederim. Şimdiye kadar, Medimagazin’deki yazılarımı, beş ayrı kitapta topladım. İlk yıllarda yazılanlara hiç eleştiri ve yorum çıkmazdı. Sonradan yorumcu ve yorum patlaması dönemini yaşadık. Kitaplarımda, her yazımın sonunda, gelen yorumlara, hiç değiştirmeden, kısaltmadan, olumlu-olumsuz her türlü eleştiriye yer verdim.

Ancak, son zamanlarda yazılara gelen eleştiri ve yorumlar, hiç gelmez oldular. Sanki bir emirle, bıçakla kesilmişler gibi. İşte ben buna çok hayret ediyorum. Medimagazin eskisi gibi okunmuyor desek, internet ve istatistikler öyle demiyor.

Acaba ülkemizde, son günlerde, gazetecileri, yazarları, yorumcuları korkutan ürküten bir şeyler mi oldu? Ülkemizdeki hoşgörü ve demokratik ortam mı bozuldu? Korku dağları mı sardı? Ülkenin demokratik yapısı mı, geriledi? Demokrasi ve cumhuriyetin temel ilkelerinden ödün verilmeye mi başlandı? Bilemem ben, yorumunu yine okuyucuya bırakmak en doğrusu.

Aslında ben, sağlık ve eğitim gibi ana konuların dışına taşmamaya, özellikle politik söylemlerde bulunmamaya, mecbur kalmadıkça isim belirtmemeye, azami gayret gösteriyorum. Bu nedenle, ‘yazılarımın yumuşadığı’ şeklinde sözel eleştiriler de almıyor değilim. Buna karşılık, ‘dikkat et başına bir şeyler gelebilir’ şeklinde yorumlar bile aldığım olmuştur. Doğu-batı, pandül, yol ya da, çizginin iki karşıt ucu gibi. Ne kadar da ironik.

Şimdiye kadar yazdıklarından dolayı, kimseyi mahkemeye vermedim. Ama bir keresinde, beni mahkemeye bile verdiler. Sonuçta, adalet yerini buldu ve ben kazandım. Masrafları da karşı taraf ödemek durumunda kaldı.

İlk günden beri, her türden yorum ve eleştiriye açığım. Farklı görüşleri, okumaktan ve görmekten hiç gocunmam.

Eleştirmenler, yorumcular, konularının duayenleri, meslektaşlarım, troller, kraldan çok kralcılar, her neredeyseniz, facebook ya da twiterdeki gibi, eleştiri ve yorumlarınızı bekliyorum. İki satır da olsa, yazın yahu. Korkunun ecele faydası yoktur derler. Cesaret arkadaşlar.


358. AT BİNENİN, KILIÇ KUŞANANIN,
2017, ilkbahar gelmiş, nisanın başında, İstanbul’da düzenlenen ‘Acıbadem Kadın Doğum Günleri’ toplantısındayız. Bu yıl beşincisini gerçekleştiriliyorlar. Hiç kimse küçümseyip de burun kıvırmaya kalkmasın, gözlü gözsüz görsün ve de okusun diye rakamla yazıyorum, 1.400 ün üzerinde bir katılım var.

Kadın Doğum Günlerine, katılım ücretsiz. Kendi alanımızda, İnfertilite, Onkoloji, Perinatoloji ve Ürojinekoloji konularına olabildiğince yer vermişler. Salon tıklım tıklım dolu. Meslektaşlarımızın oldukça istekli olduklarını gözlemliyorum.

Kongrenin düzenleyicileri, Mete Güngör ve Bülent Tıraş. Biri onkolog diğeri ise infertiliteci. Birlikte çalıştıkları hastanede, aralarında gereksiz kısır çekişmelere girmemişler, kavga etmemişler. Sadece sırt sırta, kafa kafaya verip kendi bilimsel alanımızda, meslektaşlarımız için, ‘en iyisini nasıl yapabileceklerini’ düşünmüşler. O konuda kafa yormuşlar. Başarılı da olmuşlar.

Toplantıların açılışında, rektör dahil, kongre başkanları ve TJOD başkanı ayrı ayrı konuşarak, kadın doğum alanındaki sorunlarımızı, kendi alanımızda nelerin nasıl yapılmasına ait görüşlerini dile getirdiler.

Açılış konuşmalarından sonra, katılımcılar arasından üç meslektaşımıza çekilşle, Ipad ve Iphone hediye edildi. Çekilişi yapacak olan kongre başkanının, kendisinin yetişmesinde bilimsel katkıları olan iki duayen hocasını sahneye davet ederek, çekilişi birlikte yapmaları, etik bir davranış olarak sanırım pek çokları için iyi bir örnek olmuştur.

Ben şahsen Ankara Tıp Fakültesi’nden yetişmiş bir meslektaşınız olarak yapılanlarla ve arkadaşlarımla gurur duydum.

Bu etik davranış, rektörlük, dekanlık, müdürlük, amirlik, başhekimlik, anabilim dalı, bilimdalı başkanlığı, vakıf- dernek yönetimi, ders saati, performans, ameliyat önceliği, muayene odası, hasta yatağı, ultrason cihazı, bilgisayar, yazıcı, otopark yeri, ve buna benzer daha pek çok, nedenler yüzünden, üniversite, fakülte, anabilimdalı, hastane ve klinik arkadaşları, hatta oda komşularıyla bile, çekinmeden didişip kavga eden, meslektaşlarıyla bir türlü geçinmek istemeyen meslektaşlarımıza, sanırım iyi bir ders olmuştur.

Maalesef kongrede, havuz-deniz salonları, kayak pisti ve tenis kortları, bulunmadığından, kongreye katılan meslektaşlar, çoğunlukla salonlarda bulundular.

Kırk civarında şirket standının bulunması da, endüstrinin desteğinin iyi bir göstergesiydi.

Meslektaşlarımız hastaneden yapılan robotik ameliyatları online izleme fırsatını da buldular.

Eskiler ne de güzel söylemişler, ‘At binenin kılıç kuşananın’ diye. Bilim adına hekimlik adına katkıları nedeniyle, Tıraş ve Güngör kardeşlerimi tekrar tebrik ediyor, ve bilimsel toplantılarının devamını diliyorum.



357. İKİ ZİYARET, İKİ DOST, İKİ KİTAP,
Emekli olduktan sonra, insanın boş vakti çok oluyor. Bu boş vakitleri, yerli yerince değerlendirmek lazım. Duydum ki Semih Baskan ağabeyim de İstanbul’da. ‘Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne dekan olmuş.

Yeri Anadolu yakasında, bana da oldukça uzak. Ziyaret etmemek olmaz diyerek, geçen eylülde, düştüm yollara. Üniversite Yerleşkesi Tuzla’da, çok da güzel, öğrenciler cıvıl cıvıl.

Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş Veli’ye giderken, boş gitmemek için dağdan Alıç toplayıp götürdüğünü, çoğunuz bilir. Genelde ben de, ziyaretlerimde, kitaplarımdan birini götürürüm. Semih ağabeye de son kitabımı götürmüştüm. Çok memnun oldu. Bana kendisinin de yazar olarak katıldığı, ‘İkinci Vatan ve Ankara Üniversitesi (1933-1970)’ adlı kitabı verdi.

Büyük Atatürk’ün, ‘o eşsiz ileri dünya görüşü ile, Almanya’dan kaçmak zorunda kalan Yahudi bilim adamlarının teklifini, hemen kabul edişini, Ülkemizde çalışmaya başladıklarında, günün güç koşullarına rağmen, maaş ödendiğini, bilimimize ve üniversitelerimize olan unutulmaz katkılarını anlatan o müthiş bir belgeseli, bir çırpıda okudum. Çok etkilendim. İstanbul üniversitesinden sonra Ankara’da, Hukuk, Siyasal, Dil ve Tarih-Coğrafya, İlahiyat, Ziraat, Veteriner, Tıp, Eczacılık ve Fen fakültelerinde çok önemli bilimsel katkılarda bulunduklarını, kaynağından okudum. Çok önemli bir belgesel olan kitap sayesinde, üniversitelerimizin, çağdaş bilimsel düzeylere ulaşmasında üstlendikleri rolleri öğrenme fırsatım oldu.

İkinci ziyaretim, bu yıl nisanda, torunumun ameliyatı nedeniyle, henüz tanıştığım, Metin Sabancı, Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinden Vedat Şahin hocamıza oldu. Ona da son kitabım, ‘Üniversitede Dostlara Hoşçakal Diyebilmek’ i götürdüm. Hoca, deontoloji ve etik değerlere son derece bağlı ve çok titiz bir hekim. Bana Cengiz Can, Ahmet Eryüksel ile birlikte yayınladıkları ‘Saraydan Hastaneye’ adlı referans eseri armağan etti.

‘Baltalimanı Sarayı’nı yaptıran, zamanın sadrazamı, Mustafa Reşit Paşa, bilindiği gibi, 1838 yılında Osmanlı’nın çöküşüne zemin hazırlayan, meşhur ‘Baltalimanı Ticaret Anlaşması’nı İngiltere ile Baltalimanı sarayında imzalamış, yine batılıların etkileriyle, 1839 da halka okuduğu Tanzimat Fermanı’nı da orada hazırlamıştır. Paşa, sadrazam olduğundan, 250 bin altına mal olan sarayı, sonradan hazineye geçirip, parasını da, cebine atmıştır. Daha sonra, oğlu Galip Paşa sultanın kızıyla evlenince, saray tekrar kendilerine geçmiştir! Zamanın teknolojisiyle yapılmış şaheser bir eser. Muhteşem pembe rengiyle, avizeleri, mermerleri, şömineleri ve tavan süslemeleriyle, Boğaz’da dalgalanan eşsiz bir bayrak gibi.

Cumhuriyetle birlikte boşta kalıp balık deposu olarak kullanılan saray, 1944 yılında Sağlık Bakanlığı’na devredilerek, ‘Ortopedi ve Kemik Hastalıkları Hastanesi’ne dönüştürülmüş. Ortopedi alanında, referans hastanelerin başında gelen hastanede, her gün çok sayıda ameliyat yapılıyor. Başta Vedat ve Timur hocalar olmak üzere, hekimleri son derece bilimsel. Etik ve deontolojiye titizlikle önem veriyorlar.

Kapısından döndüğüm başhekimlerini de görüp, keşke bir de teşekkür edebilseydim. Sanırım, sekreter arkadaşlar, başhekim müsait olduğunda aramak için aldıkları telefon numaramı, yanlışlıkla çöpe atıvermişler. Zira, günler geçti, bugüne kadar arayan da olmadı. Ne diyelim sağlık olsun!


356. ŞEHİRLERİMİZİN İŞGALİ,
Sadece şehirler mi, şehirlerden başlarsak, ilçeler, hatta köylerimiz bile işgal edilmiş durumda. İşgalciler canlı da değil üstüne üstlük. Modern yaşamın bir parçası olarak bellediğimiz, araba, minibüs, otobüs, Tır ve kamyonlar tarafından şehirlerimiz işgale uğramış durumda. Sadece yollar mı? Yolların dışında evlerin apartmanların dibi, yanı başı, bahçeler, yol kenarları, kaldırımlar. Modern kent yaşamında her ne varsa işgale uğramış durumda.

Ellili yıllardan başlayarak, evleri, bahçeleri yıkıp, şehirlerimize hançer gibi saplanan geniş caddeler, bulvarlar yapmışız. Aklıma ilk geliverenler, Vatan, Millet caddeleri, Tarlabaşı bulvarı, Ankara’da Celal Bayar, Sakıp Sabancı , İncek, Ostim vs. Harita mühendisleri ne güne duruyor. Açarsın şehir planını önüne, otur kes biç habire yol yap. Yaptık ta ne oldu yollar yine tıkandı.

Yol kenarları park eden araçlarla dolduruldu. İnsanın kan damarları neyse, yollar da kentlerin kan damarları. Damarlar daralınca, hipertansiyon ardından kalp krizleri, ver ilacı, tak stenti yap bypası, olur da, biz kentlerde ne yapsak olmuyor arkadaş. Araç bol, yollar tıkalı. Yol saçını başını.

Şimdi adına kentsel dönüşüm diyorla ya. İşte bir de o sistemdir işgalimizi arttıran. Sokak içinde beş katlı on daireli apartman yıkılıp, ayni arsa üzerine on beş, yirmi katlı binalar dikiyorlar. Gelsin altmış- yüz daireli heyula bir yapı. Eskiden ayni apartmanda 10 araba varken, olsun sana 60-70 araba, altına, yanına açık, kapalı otopark yapsan ne yazar. Arabanın çıktığı sokağı genişletmedikten sonra.

Sokak ayni, cadde ayni, bulvar ayni, içinden geçen araç sayısı ise sürekli artıyor. Eskiden apartmanlarda üç daireye bir araçlık otopark yeri mecburiyeti vardı. Şimdi her daireye bir araçlık yer bulunması zorunluğu getirilmiş. Günaydın, bunca zamandır aklınız neredeydi.

Büyük kentlerde, işe gidiş geliş, toplam olarak günde bir kaç saati yolda geçiriyoruz. Boşa geçirilen zamanlar. Yola çıkmadan internetten yol durumuna bakmadan asla yola çıkılmıyor. Uluslararası ulaşım için TEM otoyolu yapılmış, ardından şehir içi trafiğini bağlamışız. Trafik felç olunca şimdi üçüncü köprü ve yeniden otoyol yapılıyor. Kimse merak etmesin, kısa süre içinde onu da tıkarız biz.

Toplu ulaşımı yaygınlaştırmadan, iş merkezlerinin dışında, apartmanlara, şehrin kalabalık mekanlarına, metro duraklarına çok katlı otoparklar inşa etmeden, araçların yol kenarlarına, kaldırımlara park edilmesini önlemeden, sadece yeni bulvarlar açmak, rahmetli Necmettin Erbakan’ın deyimiyle ‘pansuman tedbirleri’ gibi görünüyor.

Sahi şu sık sık yurt dışına giden belediye başkanlarımız ve devlet büyüklerimiz oralarda nerelere bakıyorlar? Hep, çok merak etmişimdir.

Yabancılar nasıl baş ediyorlar. Hem arabaları bizden çok hem trafikleri bizden az. Kardeş şehirlerimiz var. Ne olur onlara bari bir bakın arkadaş.

Her gün çok kıymetli zamanlarımızı boş yere trafikte geçirmeyelim. İşe, okula adam gibi gidip gelelim. Hesabımızı kitabımızı da, ona göre yapalım.



355. EKMEK YEMEYİN NE DEMEK,
Medyada, TV ekranlarında hepimiz izler olduk, bazı meslektaşlarımız devamlı olarak ‘vatandaşa ekmek yemeyin’ mesajları göndemeye devam ediyorlar. Böyle söylenedursun, vatandaş onları çok da dinliyor mu bir bakalım.

Dünyada yıllık buğday üretimi 730 milyon ton. Bunun yarısını, Çin, Hindistan, ABD ve Rusya üretiyor. Ülkemizin üretimi de hatırı sayılır büyüklükte yıllık 19 milyon ton kadar. Her yıl üretilen doğal olarak tüketiliyor. Bu arada yılda 5-6 milyon ton buğdayı da işleyip un haline getirerek ihraç etmek için dışarıdan ithal ediyoruz.



Türkiye Kamu-Sen’in araştırmasına göre, ülkemizde açlık ve yoksulluk sınırının ücretlerin oldukça üzerinde seyrettiği, vatandaşların karnını doyurabilmek için ucuz olan ekmeğe yöneldiğini açıklanmış. Türkiye kişi başına yıllık ortalama 128 kilo ekmek tüketimiyle pek çok ülke arasında üst sıralarda yer alıyor.

Kamu-Sen’in ailelerin geçimlerini nasıl sağladıklarını, gıda ve ihtiyaçlarını hangi yolla karşıladıklarını ortaya koymak amacıyla yaptığı araştırma yaşanan ekonomik sorunların vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkilerini de ortaya koyuyor.

Araştırmaya göre, Danimarka’da 71, Finlandiya’da 51, Almanya’da 62, İtalya’da 68, kilo olan kişi başına yıllık ekmek tüketimi, Türkiye’de 128 kiloya kadar çıkıyor.

Türkiye’de et, peynir ve süt gibi ürünlerin tüketiminin ise Avrupa ülkelerinin yarısı kadar olduğu belirlenmiş. Açıklamada, “Kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak ve diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla vatandaşlarımız gıda harcamalarından tasarruf etmek zorunda kalmaktadırlar” deniliyor. AB’de ortalama 100-110 litre olan yıllık kişi başına süt tüketimi Türkiye’de 18-20 litreye, 88 kilo olan ortalama et tüketimi 16 kiloya ve 10-15 kg olan peynir tüketimi de Türkiye’de 7 kiloya kadar düşüyor.

Buna göre, Türkiye’de günlük kişi başına 54 gram süt, 44 gram et, 28 gram peynir tüketilirken, Danimarka’da kişi başına 296 gram süt, 276 gram et, 52 gram peynir tüketildiği belirlenmiş. (www.hurriyet.com.tr/turkiye-kisi-basina…) Ekmek yemeyin diyenlerin, iyi de ne yiyelim arkadaş? Sorusuna mantıklı cevaplarını maalesef göremiyoruz. Hoca, et, peynir, tereyağı, zeytinyağı fiyatlarından senin haberin var mı? Hem vatandaş yağı buldu diyelim, tek başına nasıl tüketilecek? Tek başına somun ekmek bile yenir de, tek başına yağ yenir mi? Sebzesi, eti nerde? Kim alacak? Ülkede işsiz ne kadar. Ben diyeyim beş milyon, sen de on milyon. Asgari ücretten, çıkar bakalım ev kirası, yol, elektrik, gaz ve suyu. Kalanıyla nasıl beslenmeli bir zahmet gel de onu anlat vatandaşa.

Ekranlarda ahkam kesmek çok kolay. Salla sallayabildiğin kadar. Karşı çıkan yok.

Sen ne dersen de, imam bildiğini okur derler. Halkımız da aynen öyle yapıyor. Her gün, hane halkı sayısına göre, evine üç-beş ekmek götürüyor. Halkın ana besin maddesidir ekmek. Halkın ekmeğiyle oynamamak lazım. Ekranlarda gözünün içine baka baka, vatandaşla dalga geçmemek lazım.

Durum ve ahval böyle olunca, vatandaşa ekmek yemeyin demek, gaflet ve aymazlık gibi görünüyor. Halk bildiğinden şaşmıyor. Büyüklerinden gördüğü gibi, ucuz olan neyse ona sarılıyor. Unlu mamullar, başında da ekmek geliyor.



354. GÜN 6 ARALIK 2016,
Bugün Ankara'da 52 yaşında bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı kalp krizi sonucunda vefat etti. Aynı hastanede çalışan bir hekim arkadaşının ifadelerini paylaşıyorum....

Hasta olarak başvuranların insanlık düzeyini ortaya koyuyor. Çok acı,çok..... .

Bugün Zekai Tahir Burak EAH çayyolu semt polikliniği -gebe polikliniğinde çalışan Dr. Sami Erbay işe gelmedi. Telefonundan arandığında açan kişi MI geçirdiğini ve hastanede olduğunu belirtti. Organize olup, yanına gidecek birkaç kişi ayarlanırken, Az sonra tekrar arandığında maalesef vefat ettiğini öğrendik. 
Hepimiz daha 52 yaşında olan meslektaşımıza çok üzüldük. Her hastasına vakit ayırır, USG de bebeği gösterir ve anlatırdı.

Kendisine MHRS den randevu almış olan vE sürekli takip ettiği hastalardan sadece 3-4 kişi ağladı ve çok üzüldü. Geri kalanlar işleri hallolmadığı için bozuldu. Bir kişi bağırdı. Kendisine durumdan hiç üzüntü duymadınız mı deyince, ama bizim de muayenemiz vardı dedi. Hepimizin randevuları dolu olduğu için 2.basamak usg ye geleceği güne Cuma'ya tekrar randevu verildi. O gün muayene olamazsam sorarım size dedi.

Gün boyu doktorlar ve hemşireler hastalarımıza ağlayarak baktık. Hepimiz probun ucunda teknisyen, spekulumdaki el, reçete yazan kalemden başka birşey olmadığımızı bir kez daha acıyla anladık.

Neden biri şifa bulmaya gelen,, öbürü şifa vermek için hayatını harcayan , insanlar birbirine düşmsn olsun?

Ama, halkla tüm sağlık çalışanlarının birleşerek bu büyük soruna çözüm bulmadı şart.

Ayrı ayrı hiç bir zaman olmadı, olmayacak. Maganda demek, sorunları çözümsüz bir yere bağlamak olur ve öyle oluyor.

Gelin, hep birlikte sorunlarımızı ortaya döküp, hep birlikte çözüm üretelim.

Yoksa hepimiz ölümle burun buruna kalacağız üfürükçülerin elinde.

Meslektaşımız, Dr.Halil Pak’tan alıntıdır..

Kıymetli hocam.. Hasta arrest resüsitasyona almış, entübe etmiş CPR yapıyoruz.. Sırtımdan oluk gibi ter akıyor. Dışarda bir hasta ( Durumdan kendisine bilgi verilmiş olmasına rağmen) ortalığı birbirine katıyor. Bir hemşire yok mu yav? Bir "ENJEKTÖRÜM (!) var (Dodex Amp.) yok mu yapacak biri? 


Anı hayal edin.. Ekip duman çıkartıyor Acilde.. vatandaş enjeksiyon derdinde.. Olaydan haberdar olmasına rağmen her türlü hakaret...
Yok daha bitmedi.. yapılan tüm müdahaleye rağmen dönmeyen hastanın yakınları çıkıyor bu krz sahneye kapı cam çerçeve iniyor.. küfürler hakaretler... darplar...
Allahaşkına bizim mesleğimizin adı ne? Suçu ne?

Son yaşadıklarımız, yıllar once Denizli Devlet Hastanesi’nde görev yaparken yaşadıklarımı anımsattı. Hastane doğum servisi, sadece şehrin değil, tüm vilayetin tek doğum kliniği. Günde 25-30 kadar doğum oluyor. Merhum arkadaşım Dr Dilek Tola ile birlikte haftalık nöbetleşe olarak hizmet veriyoruz. Hemen her gece acil ameliyattayız. Yine böyle zorlu bir nöbet ertesi, görevli personel elime bir sarı zarf tutuşturdu. Açıp baktığımda o sabahki imzamı atmamış olmam nendeniyle savunmam isteniyordu. Kalktım başhekime gittim. O gece sabaha karşı beşe kadar ameliyatta olduğumdan bahsedecek oldum. Başhekim ‘ne yapalım sen de kadın doğumcu olmasaydın, bak ben nöroloğum, yılda bir bilemedin ikiden fazla hastaneye gelmişliğim yoktur’ demesin mi. Kağıdı oracıkta yırtıp, bundan sonra hiç imza atmayacağımı söyleyip hışımla dışarı çıktım. Iki ay sonra da artık bu koşullarda çalışmam diyerek istifamı verdim.

Bazı meslektaşlarımızın bile bizi anlamakta zorlandıkları ülkemizde, halkın böyle davranmasına şaşmamalı.

Herkesin derdi, sadece kendi menfaati, gerisi mi, işte o da başka bir hikaye.


353. REKTÖR ATAMALARI.
Yıllardır, üniversitelerden, siyasilerden, öğretim üyelerinden, hem atayanlardan, hem de atanan ya da atanamayanlardan, rektör seçimleri ve atamalarla ilgili yakınmaları gözlemliyoruz.

Gözlemliyoruz da, yıllar geçtikçe bu konuda hiç bir şey değişmiyor.

Kendi üniversitem olan Gazi Üniversitesinde 2004 yılından beri yapılan her seçimde en çok oyu alanın, yani birinci gelenin yerine, hep daha arka sıradakilerden birileri atandı. 2004, 2008 te ikinci olanlar, 2012 ve 2016 da beşinci olanlar atandı. Yani her daim, öğretim üyelerinin çoğunluğunun iradeleri dışındakiler atandı.

2004 seçiminde zamanın rektörü, seçimde doğal olarak birinci oldu. Ancak, şartlar değişmişti. birinci olmasına rağmen atanmadı, yerine ikinci gelen atandı. Sonraki seçimde, işler başka yönde değişmişti. Zira eski cumhurbaşkanı gitmiş, yerine yenisi seçilmişti.. Bu seferde görevdeki rektör birinci oldu. Eski rektör de ikinci geldi. Bu kez, kör gözüne çomak sokarcasına, eski atamanın tam zıddı bir atama yapıldı. Önceki seçimde, birinci olup ta atanmayan rektör, bu seçimde görevdeki rektörün ardından ikinci olmasına rağmen atanarak rektör oldu. Kendinden öncekinin tercih etmediğini tercih edivermişti yeni cumhurbaşkanı. Hani devlette devamlılık esastı. Geç bunları hocam, biz bildiğimizi, yani imam bildiğini okur denildi!

O günlerde üniversite kulislerinde, rektörlük atamasında, yargıtay başkanı olan bir akrabanın rolü olduğu ve o esnada parti kapatma kararı arifesinde olan yargıtay ... falan filan, gibisinden fısıltı gazetesi dedikoduları duyuldu.

Aslında, iş bu rektör seçimleri, yıllardır oynanan bir komedi oyunu gibidir. Seçim öncesi adaylar, aylar öncesinden gelinlik kızlar gibi fakültelerde bölümleri dolaşmaya başlarlar. Programlarını ve vaatlerini bir bir sıralarlar. Söz edilen vaatlerin çoğu ütopik ve yapılamayacak işler olsa da, adayı dinleyen hocalar ketum ve ihtiyatlıdır. Ser verip sır vermezler. Birer çay ikram edip sunum yapan rektör adayını ‘hayırlı olsun hocam’ tekerlemesiyle sepetleyiverirler.

Aslında yüksek makamlarca, rektör olmasına karar verilen aday, aylar öncesinden, hafiften kulaklara fısıldanmaya başlamıştır bile. Hiç şaşmaz, şu rektör olacak denir, denildiği gibi de olur. Olabildiğince gizli bir el, o adayın durumunu ve oy oranını giderek güçlendirir. Seçim sonu, ilk altıya girenler, YÖK’e davet edilirler. Orada beş dakika içinde yapacaklarını anlatırlar da, anlattıkları kurulda pek de ilgi görmez. Sözüm meclisten dışarı, orada sanki dinliyormuş gibi yaparlar. Sıralama, belli icazetler neticesinde, zaten önceden kesin gibidir.

Sonuçta en çok oy aldığından, rektör olacağını kesin gibi gören, ve listede birinci sırada yazılan aday, erken öten horoz gibi, kutlamaları kabul etmeye başlamıştır bile. Bu meyanda, evinde, bahçesinde davet verenlere bile rastlanmıştır. Ama netice ilan edildiğinde, birden hevesi kursağında kalıverir.

Neyse bu komedi oyununa bir son verildi, yerine bir başkası geldi. Rektörlük seçimleri kaldırıldı. Artık başvurular direk YÖK’e yapılacak. Sözüm ona, üç kişilik sıralamayı yine YÖK yaparak, üst makama iletecek. Öncesinde, uhulet ve suhuletle yapılan temaslardan sonra, ‘biri esas oğlan, iki de dolgu maddesi bulunan liste’de kilerden biri Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.

Çok şükür, siyaset ara sıra da ilim ve dahi bilimin yuvası olan üniversitelerimiz, bu seçim komedisinden de kurtuldu. Hocalar, size ne kardeşim rektörden. Kim atanırsa atansın, siz biliminize, filiminize ve dahi kendi işlerinize bakın. Bırakın bu seçim işlerini. Üniversitelerde dahil olmak üzere, yerin kulağı vardır derler. Etrafınızda ispiyoncular, hafiyeler olabilir.

Bundan sonra, seçilecekler arasında, olsa olsa toto oynarsınız. Ne olur ne olmaz, konuşma ve tartışmalarınızı, en iyisi ona göre yapın da, ileride negatif duruma düşmeyin. İki yüz değil beş yüz üniversitemiz bile olsa, sıralama ve atamada etkisi ve dahi yetkisi olanlar, bu gibi işleri sizden çok daha iyi bilirler, biliyorlar, bileceklerdir. Sizler sadece kendi üniversitenizi, onlarsa, her üniversite, her fakülte, enstitü ve yüksek okulu bilirler. Her koridorda her pencerede, gözleri kulakları ve elleri vardır. bundan emin olun arkadaşlar.



Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin