“yeni TÜRKİYE”Yİ kuracak zafer iÇİn beşERİ ve mali kaynaklarin yönetiMİ



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə1/14
tarix02.08.2018
ölçüsü0,75 Mb.
#65905
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

1922: “YENİ TÜRKİYE”Yİ KURACAK ZAFER İÇİN

BEŞERİ ve MALİ KAYNAKLARIN YÖNETİMİ1
Fatma Eda Çelik*
“gelecek günler için

gökten âyet inmedi bize.

onu biz, kendimiz

vaadettik kendimize.”


Nazım Hikmet Ran, Kuvay-ı Milliye Destanı2
“Bu ne Dahiliye meselesi, ne Maliye meselesi ve ne de Heyeti Vükelâ meselesidir. Bu doğrudan doğruya inkılâbın doğurduğu bir meseledir. … başka memleketlerin tarihine nazaran maalesef düşmanımız olan İngilizlerden – misal olarak söyliyeceğim – esasatı hukukıye itibariyle, teşkilâtı umumiyei Devlet itibariyle dört asır gerideyiz. … Bu idarei umumiye bizim için ölmez bir meseledir. Yunanlılardan daha şiddetli bir meseledir. Bu ilân ettiğimiz esasata muvafık adım atmaklığımız meselesidir. Hükümet kurmak için adımımızı açmak mecburiyetindeyiz. Çünkü çok geç kalıyoruz. ... Eğer biz memlekette mevcut felâketi idariyeyi Yunan işgali şeklinde görerek tedabir almazsak zaferimizi sıfıra indirmiş oluruz. … zafer kadar şanlı, zafer kadar ruhlara şeref verecek, mâneviyatı artıracak bir idare tesisi için günlerimizi ve gecelerimizi birbirine katmak mecburiyetindeyiz.”
Abdülkâdir Kemali Bey (Kastamonu)3
1922 yılı Büyük Millet Meclisi Hükümeti için zafer yılıdır. Zafer, daha sonradan Başkumandanlık Meydan Muharebesi adını alacak 30 Ağustos’taki askeri başarının adıdır. Bu başarı, Yunanistan’ı Anadolu’yu boşaltmak zorunda bırakmış; İtilâf Devletlerini Mudanya’da masaya oturtmuş ve bütün işgal kuvvetlerinin tahliyesini sağlamıştır. Savaşın, iktidar mücadelesinin bir aracı ve en keskin biçimi olduğu kadar iktidar odaklarına niteliksel bir dönüşüm yaşattıracak bir güç olduğunu da ortaya koymuştur.4 6 Eylül’de Hâkimiyeti Milliye Gazetesi’nde yer alan “Bu orduya ‘taçlar deviren’ unvanı yakışır.” sözlerini doğrularcasına Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu monarşilerine zarar vermiş; İngiltere’de Hükümet düşürmüş; Müttefik Ülkelerin “Doğu Sorunu” olarak adlandırdıkları emperyalist şark siyasetini gözden geçirmelerine neden olmuştur. 1 Kasım’da saltanatın kaldırılmasına kadar giden süreci başlatarak İstanbul Hükümeti’nde varlık bulan Osmanlı İmparatorluğu’nu sona erdirmiş ve Büyük Millet Meclisi’ni Türkiye’nin tek hâkim gücü haline getirmiştir.

30 Ağustos zaferi, doğurduğu sonuçlar itibariyle ele alındığında, 1922 yılını idare tarihi açısından iki ayrı döneme ayırmak gerekir. 30 Ağustos öncesi ve sonrası dönem, iktidar mücadelesinin tarafları, pozisyonları ve stratejileri itibariyle birbirinden ayrılır. Örneğin, 1922 yılının ikinci yarısında İstanbul Hükümeti saltanatın kaldırılmasıyla, Yunanistan ise Anadolu’daki işgaline son verilerek Büyük Millet Meclisi tarafından iktidar mücadelesinin dışına atılmış; bir başka deyişle mücadelenin bir tarafı olmaktan çıkarılmıştır. İngiltere, 1922 yılının ilk yarısında Yunanistan’ın yanında ve Anadolu’da Ankara Hükümeti’nden ayrı bir devletten yana pozisyonunu alırken ve uzlaşmaz Şark Siyasetine uygun stratejiler geliştirirken; ikinci yarısında, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni resmen tanımak zorunda bırakılmış; Büyük Millet Meclisi Hükümeti lehine önerilen barış koşullarını değerlendirmeye alma noktasına gelmiştir.

İktidar mücadelesindeki niteliksel dönüşüm, 1922 yılının iki dönemi arasında Büyük Millet Meclisi Hükümeti açısından yönetsel sorunların farklılaşması anlamını taşımaktadır. Yönetim, bir yöneltme işi olduğu oranda kaynakların belirli bir amaca yöneltilmesi sorun alanlarını oluşturmaktadır. İlk dönem savaş için ikinci dönem barış için kaynakların yönetimi sorunuyla karşılaşılmıştır. 1922 yılının ilk yarısında taarruz için bütün beşeri ve mali kaynaklarını seferber etme sorunuyla karşılaşan ve buna uygun bir yönetsel yapıya ihtiyaç duyan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, 1922 yılının ikinci yarısında ele geçirilen Anadolu topraklarında hâkimiyetini tesis edecek ve yeniden inşa sürecini başlatacak yönetsel mekanizmanın kuruluşunu gerçekleştirmek zorunda kalmıştır.

BİRİNCİ DÖNEM: TAARRUZA HAZIRLIK

1922 yılının ilk yarısını 13 Eylül 1920 tarihinde zaferle sonuçlanan Sakarya Savaşı belirlemiştir. Sakarya Savaşı, Yunanistan’ın ileri harekâtının durdurulabileceğini göstermiş ve Büyük Millet Meclisi’nin askeri stratejilerini değiştirmiştir. Sakarya Savaşı’nın önemi, Büyük Millet Meclisi’nin sadece Yunanistan değil İtilâf Devletleri karşısında da bir başarı elde edebileceğini göstermiş olmasında saklıdır. Mustafa Kemal Paşa, 14 Eylül 1920 tarihinde “Ordumuzun, Avrupa'nın en mükemmel araçlarıyla donatılmış Konstantin ordusundan geri kalmaması gibi inanılmaz bir mucizeyi Anadolu halkının fedakârlığına borçluyuz.” dediği bildirisinde bu noktanın altını çizmiştir. Bu zaferle birlikte, o ana kadar savunma savaşı yapan ve mevzilerini korumaya çalışan Büyük Millet Meclisi Ordusu stratejisini değiştirmiş; zaferden hemen iki gün sonra 15 Eylül 1920 tarihinde Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, yurt genelinde seferberlik ilan etmiştir. Seferberlik, bütün işgal kuvvetlerinin Anadolu’dan atılmasına yöneliktir ve ordunun yeni bir strateji benimseyeceğini göstermiştir.

Sakarya Zaferi, Yunanistan’ın askeri ve mali açıdan zor bir döneme girmesine neden olmuştur. Yunanistan Başbakanı Gunaris, Dışişleri Bakanı Baltacis’le beraber, Müttefik Ülkelerden askeri ve mali yardım talep etmek üzere, 15 Ekim 1921 tarihinde 5 Mart 1922 tarihine kadar sürecek Avrupa gezisine çıkmıştır. Yunanistan Hükümeti, işgalleri altındaki toprakları Müttefik Devletlerin kendilerine yardım etmesi ve savaşı sürdürebilmek için en büyük koz olarak görmektedir. Daha Sakarya Savaşı devam ederken Gunaris, 10 Eylül 1921 tarihinde Küçük Asya Ordusu Başkumandanı Papulas’a işgalleri altındaki toprakların barış görüşmelerinde çok büyük önem arzedeceğine ilişkin bir telgraf çekmiş ve şöyle demişti: "İşgalimiz altında bulunduracağımız hat, barış görüşmeleri sırasında Yunanistan'a katılmasını isteyeceğimiz hattın mümkün olduğu kadar ilerisinde bulunmalıdır.” Gunaris, 27 Ekim 1921 tarihinde İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon ile görüşmesinde de Anadolu'da işgalleri altında bulunan bölgede 3 milyon nüfuslu 100.000 m²lik alanda sivil bir idare kurmak istediklerini söylemiştir. Bu idareyi kurma isteklerinin altında Batı Anadolu’daki ürünlerden yararlanarak savaşı devam ettirme arzusu da vardır.5 Çünkü, Yunanistan için anavatandan uzak askeri harekâtı sürdürmek gittikçe güçleşmektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Baltacis, 1 Aralık 1921 tarihinde Lord Curzon’la görüşmesinde Yunanistan’ın borç para almadan daha fazla tutunamayacağını itiraf etmiştir.

Sakarya Savaşı’ndan sonra, İngiltere, Yunanistan’ın büyük bir yenilgi aldığını ve Yunanistan ordusunun moralinin bozuk olduğunu kabul etmiştir. Müttefik Orduları Başkumandanı General Harington, 16 Eylül 1920 tarihinde İngiltere Savaş Bakanlığına gönderdiği raporda Yunanlıların bu kadar zayiat vereceklerini ve böyle çetin bir direnişi öngörmemiş olduklarını, Sovyetler Birliği iç savaşındaki Beyaz Ordu’nun ünlü kumandanlarından Denikin gibi yenildiklerini belirtmiş; milliyetçilerin dengeyi kendi lehlerine çevirdiklerinin kuşkusuz olduğunu ifade etmiştir. İngiltere, 27 Kasım-5 Aralık 1921 tarihleri arasında gerçekleştirilen İkinci İnönü Görüşmeleri sonunda görüşmelerin resmi tutanağında "Türkiye'yi ezmek plânı suya düştü. Anadolu'da yeni bir Devlet doğdu." sözleriyle kendi içinde yeni bir döneme girildiğini kabul etmiştir.

Sakarya Savaşı, Müttefik Ülkeler arasındaki görüş ayrılıklarını da pekiştirmiş ve “Doğu Sorunu” ittifaka zarar verir hale gelmiştir. Fransa, üçlü ittifakın temelini oluşturan 1915 tarihli Londra Anlaşması’na aykırı olarak 20 Ekim 1921 tarihinde Türk-Fransız İtilâfnamesi’ni (Ankara Anlaşması) imzalamıştır. Bu anlaşmanın üçlü ittifaka aykırı olduğu yönündeki İngiliz muhtırasına, 17 Kasım 1921 tarihinde, Türklerin çok kuvvetlendiği ve onlarla mücadele etmek için Güney’de yüz bin kişilik bir ordu bulunduramayacakları şeklinde karşılık verilmiştir. İtalya da Ankara Hükümeti’yle görüşmeler yapmak üzere Mösyö Cavaliere Tuozzi’yi görevlendirmiştir. Tuozzi, 24 Ekim-11 Aralık 1921 tarihleri arasında Ankara’daki görüşmeleri yürütmüştür. 7 Ocak’ta İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un, Signor Tuozzi'nin Ankara ziyareti hakkında Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a verdiği bilgiye göre, Tuozzi, tam bağımsızlık istedikleri için Kemalistlerle anlaşmaya varılamayacağı kanaatini edinmiş; bu nedenle, İstanbul Hükümeti ile anlaşma yapmanın elzem hale geldiğini ve Sevr Anlaşması’nda İstanbul Hükümeti’nin kabul edebileceği şekilde değişiklikler yapılması gerektiğini iletmiştir.

Yunanistan’ın yenilgisi ve ittifaktaki çatlak sesler karşısında güç durumda kalan İngiltere, bir yandan Fransa özelinde ittifakı konsolide etmenin, bir yandan da Ankara Hükümeti’nin genel bir taarruz başlatmasına fırsat vermeden barış müzakelerini başlatmanın yolunu aramıştır. İttifakın güçlendirilmesi için 19 Aralık 1921 tarihinde dört gün sürecek İngiltere-Fransa görüşmelerini başlatmıştır. Yunanistan’ı koşulların değiştiği ve Müttefik Devletlerin belirleyeceği yeni şartlar altında başlatılacak müzakerelere katılım konusunda ikna etmeye çalışmıştır.6 Gunaris, 30 Ekim 1921’de Atina’ya çektiği telgrafta yeni koşulların kabul edilmemesi halinde İngiltere’den hiçbir yardım alamayacaklarını iletecektir. Gunaris’in, 2 Kasım 1921 tarihinde müzakere önerisini kabul etmek zorunda kalmasına rağmen, Yunanistan Hükümeti 12 Kasım 1921 tarihinde İngiltere’ye bir muhtıra vererek, "İzmir ve Anadolu'daki Rum nüfusu, silahlı bir güçle korunacaktır. Bu konuda özel tedbirler alınmalı ve Türkiye'ye empoze edilmeli. Anadolu seferine çıkmakla haklıyız." diyecektir. Yunanistan’ın asgari koşullara razı olmadığı, Fransa’nın ise, Büyük Millet Meclisi Hükümeti lehine yeni şartlar belirlenmeden barışın mümkün olmadığını belirttiği bir durumda, İngiliz Kabinesi 21 Aralık 1921 tarihinde Curzon Planı olarak bilinen barış programını onaylamış ve 1922 yılını belirleyecek resmi görüşünü oluşturmuştur. Buna göre, önce Müttefik Ülkeler arasında uzlaşmaya varılacak, sonra Yunanistan ve Türkiye masaya oturtulacaktır. Bunun için öncelikle Sevr Anlaşması temel alınacak ve tarafların talepleri Sevr Anlaşması’nda ne gibi değişiklikler yapılabileceği üzerinden değerlendirilecektir. Gözden geçirilecek sorun alanları İzmir, Trakya, Kilikya ve Boğazlar olarak belirlenmiştir.

1921 yılının sonuna gelindiğinde İngiltere’nin fiili işgale son vermeden ve Yunanistan’ın geri çekilmeden Türkiye’yi masaya oturtma çabalarında, Türkiye’nin tutumunun ne olacağı özel bir önem kazanmıştır. Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Misakı Milli’ye bağlılığı, Müttefik Devletlerin Sevr Anlaşmasında asgari değişiklikler yapıldığı koşullarda Türkiye’nin yeni bir anlaşmaya ikna edilebileceği yönündeki görüşünü temelsiz bırakmaktadır. 15 Ekim 1921 tarihli İngiliz Haberalma Teşkilâtı İstanbul Kolu’nun raporunda, Sakarya Savaşından sonra Anadolu’yu baştan başa Misakı Milliye bağlı milliyetçilik dalgasının kapladığı tespit edilmiştir. Müttefik Orduları Başkumandanı General Harington, 11 Kasım 1921’de, Hükümet’in Misakı Milli yönünde talepler beyan etmesinden çekindiğini; İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, 6 Aralık 1921’de, Mustafa Kemal Paşa’nın Müttefik Ülkelere Misakı Milli’yi kabul ettirmek istediğini ve bunun gerçekleşmesi halinde çok güçleneceğini ifade etmiştir.7 Ancak, Türkiye’de ikili iktidarın varlığı ve İstanbul Hükümeti’nin uzlaşmacı tavrı Müttefik Devletlerin elini güçlendirmektedir. Başta Padişah Vahdettin olmak üzere, İstanbul Hükümeti, barış için arabuluculuk görüşmelerinin şart olduğunu ve bunun tek çıkış yolu olduğunu düşünmektedir.8 İstanbul Hükümeti, Sakarya Savaşı’ndan hemen sonra, 2 Ekim 1921 tarihinde Ankara Hükümeti’nden bir kez daha İngiltere’nin arabuluculuğuna başvurulmasını istemiş; ortak görüş oluşturulması için bir temsilcinin İstanbul’a gönderilmesini talep etmiştir. Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin 5 Ekim 1921 tarihindeki cevabı, 1922 yılında mücadelenin İstanbul Hükümeti sorunu çözülmeden sonuca ulaştıramayacağını gösterir nitelikte olmuştur. Büyük Millet Meclisi, artık İstanbul Hükümeti’nin, Türkiye’nin tek resmi hükümeti olarak tanınmasından ve diplomatik ilişkileri tek başına yürütmesinden rahatsızdır.9 BMM cevabında, “önemli ve ivedi sorunlar, Büyük Millet Meclisi'nce çözümlenir; İstanbul Hükümetince değil; ivedi durumlarda görüşümüzü öğrenmek için güvenilir bir adamınızı Ankara'ya gönderebilirsiniz” diyecektir. Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Yunanistan’ın savaş hazırlıklarını sürdürdüğü koşullarda Türkiye’ye sirayet eden sulh propagandasından rahatsız olduğunu da ifade etmiştir. Erkânı Harbiye Reisi Fevzi Paşa’nın 12 Aralık-13 Aralık 1921 tarihli konuşmaları, Ankara Hükümeti’nin barıştan kaçmadığını, ancak mevcut koşullardaki sulh propagandasının Müttefik Devletler lehine olduğunu ortaya koymuştur.

4 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa’nın, Türkiye ile Ukrayna arasında imzalanan Muhadenet ve Uhuvvet Muahedesi gerekçesiyle Ankara’da bulunan Ukrayna Temsilcisi Frunze aracılığıyla Lenin’e gönderdiği mektup, 1922 yılının birinci dönemine hangi koşullar altında girildiğini özetler niteliktedir. Mustafa Kemal Paşa, Lenin’e mektubunda, "Türkiye'nin hâlâ açık veya kapalı olarak çılgınca saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün mazlum milletlere kurtuluş yolunu göstermiş olmasıdır" demiştir.



Müttefik Devletler

1922 yılı Müttefik Devletler için konferans yılı olmuştur. Şark Siyaseti ve Avrupa’nın içinde bulunduğu iktisadi bunalım başta olmak üzere yaşanan sıkıntılar bu konferanslar kanalıyla aşılmaya çalışılmıştır.



Cannes Konferansı (6 Ocak-13 Ocak 1922)

Müttefik Devletler, 1922 yılının açılışını 6 Ocak-13 Ocak 1922 tarihleri boyunca sürecek Cannes Konferansı’yla yapmışlardır. Cannes Konferansı'na Yunanistan da davet edilmiştir. İngiltere Başbakanı Lloyd George ve İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Konferans kapsamında 12 Ocak’ta, Yunanistan Başbakanı Gunaris ile 21 Aralık 1921 tarihli İngiliz Barış Planını görüşmüşlerdir. Gunaris'in yardım isteğine Lloyd George, İzmir ve Trakya'nın bir bölümünü kaybetmeye hazır olması gerektiği şeklinde karşılık vermiştir. Başbakan Gunaris, Atina’ya gönderdiği 13 Ocak 1922 tarihli mektubunda, öneriyi şu şekilde özetlemiştir: İzmir'de devletlerarası himaye altında bulunacak bir hükümranlık; iki Rum, iki yerli Türk ve başka bir milletten bir başkasının bulunduğu idari komisyon; Trakya'da ufak bir sınır düzeltmesi. Gunaris, mektubunda, Yunanistan'ın bu şartları kabul etmemesi halinde felakete uğrayacağını da belirtmiştir.

Cannes Konferansı’nın başladığı gün Fransa Başbakanı Aristide Briand Hükümeti istifa etmiştir. Briand Hükümeti yerine, 12 Ocak’ta Poincaré Hükümeti kurulacaktır. Poincaré, Başbakanlığın yanı sıra Dışişleri Bakanlığı görevini de üstlenecektir. Bu istifanın geldiği gün, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nda 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması hakkında bir muhtıra hazırlığı yapılmaktadır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Ankara Anlaşması'nın hangi hükümlerinin tümüyle reddedileceğini, hangilerinin ise genel barış anlaşması içine alınabileceğini tartışmıştır. Azınlıklar, Türkiye-Suriye sınırı ve demiryolunun Suriye'de kalan kısmından Türkiye'nin asker geçirebileceğine ilişkin hükümler üzerinde durulmuş ve bu hükümlere itiraz edilmesi kararlaştırılmıştır. İstifa, Fransa’nın Çukurova’dan çekilmesinin tamamlandığı günlerde İngiltere’nin baskısı ile Fransa’nın bir dış politika değişikliğine gidebileceği endişesini yaratmıştır. Ancak, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, 21 Ocak’taki beyanında yeni Hükümetin Şark meselesinde eski Hükümetin politikasını takip edeceğini resmen bildirdiğini dile getirecektir.

Washington Deniz Konferansı (12 Kasım 1921-6 Şubat 1922)

1922 yılında toplanan konferanslar, emperyalist ülkeler arasındaki paylaşım savaşının sürmekte olduğunu da göstermiştir. 6 Şubat’ta sona eren Washington Konferansı'na katılan 5 ülke, deniz güçlerini sınırlayan bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre, beş devletin bulundurabilecekleri deniz silahlarının oranı şöyledir: ABD 5, İngiltere 5, Japonya 3, Fransa 1,75, İtalya 1,75. 1936'ya kadar sürmesine karar verilen anlaşma ile İngiltere'nin deniz üstünlüğü sona ermiş ve Amerikan-İngiliz deniz gücü eşitlenmiştir.



Paris Konferansı (22 Mart-26 Mart 1922)

Paris Konferansı’na, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Poincaré ve İtalya Dışişleri Bakanı Schanzer katılmıştır. 22 Mart’ta Türklere ve Yunanlılara üç ay süreli mütareke önerisinde bulunulmuştur. İtilaf Devletlerinin mütareke önerisi, iki ordu arasında 10 km'lik boşluk bırakılacak şekilde Türk ve Yunan kuvvetlerinin bulundukları yerde kalmalarını, üç aylık mütarekenin uzatılabirliğini, mütarekenin uzatılmasını istemeyen tarafın 15 gün önceden haber vermesini, tarafların ordularını takviye edemeyeceklerini ve ateşkes şartlarını denetlemek üzere Müttefik Ülkelerin komisyonlar kuracağını öngörmektedir. Yunanistan, bazı itirazlarla, 25 Mart’ta ve İstanbul Hükümeti ise, Trakya’nın da tahliye edilmesi talebiyle, 8 Nisan’da söz konusu mütareke şartlarını kabul edecektir.

Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, ateşkes önerisini öğrenince, Ankara Hükümeti'nin elinin kolunun bağlanmak istendiği düşüncesiyle, 23 Mart akşamı konferans bitmeden önce Paris'i terk etme kararı almıştır. 23 Mart’ta Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Poincaré ile görüşmesinde, Yusuf Kemal Bey, ateşkes şartlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmesi halinde, kendisinin Meclis önünde asılacağını söylemiştir. Teklif İcra Vekilleri Heyeti’ne ulaşır ulaşmaz, Heyet, cevap verme hakkının Büyük Millet Meclisi’nde olduğunu belirterek teklifi 24 Mart’ta Meclis gündemine taşımış ve teklifle ilgili karar alınana kadar aleyhte bir barış konferansı propagandasından kaçınmak için çeşitli önlemler almıştır. 24 Mart’ta 1489 sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararı ile Paris Konferansınca teklif edilen ateşkes şartlarının yayınlanmamasına karar verilmiştir. 27 Mart’ta da Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Birinci ve İkinci Ordu Kumandanlarından orduda ve halkta yayılmaya başlayan "barış yapılıyor" havasına karşı tedbir alınmasını isteyecektir. 24 Mart’taki Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nde, İngiltere'de kabinenin güz yaprakları gibi sallandığı ifade edilmiş ve sonuç almak için Paris Konferansı'nın değil, savaşın sonuçlanmasının beklenmesi gerektiği yazılmıştır. Bu arada, İcra Vekilleri Heyeti, kararın Başkumandanla müzakere edilerek alınması gerektiğini düşünerek, Mustafa Kemal Paşa ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile görüşerek teklifle ilgili bir Hükümet görüşü oluşturmuş ve görüşü 27 Mart’ta Meclis'e sunmuştur. Ankara Hükümeti, mütarekenin gündeme getirilebileceğini, ancak Batı Anadolu ve Trakya'nın derhal tahliye edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Ankara Hükümeti görüşünü oluştururken, 26 Mart’ta Paris Konferansı’nda yeni bir karar alınmıştır. Bu kararla Sevr Anlaşması'nda değişiklik öngören barış şartları belirlenmiştir: Yunanistan Anadolu'yu boşaltacak, Doğu Trakya Türkiye ve Yunanistan arasında paylaştırılacak, Doğu Anadolu'da bir Ermeni yurdu kurulacak, İstanbul Türkiye'de kalacak, Boğazlarda silahsızlandırılacak bölge daraltılacak, Türkiye "makul" bir tazminat verecek, mali ve adli kapitülasyonlar yumuşatılacak, Türkiye 45.000 jandarma ve 40.000 asker bulundurabilecek, Türkiye'de mecburi askerlik olmayacak. Müttefikler, söz konusu barış şartları altında görüşmelerin üç hafta içinde başlatılmasını önermişlerdir.

Paris Konferansı’nın önerisi üzerine 28 Mart’ta, Anadolu’da ateşkes önerisini reddeden ve ancak Misakı Milli’yi temel alan bir barışın kabul edilebileceğini duyuran mitingler dönemi açılmıştır. İstanbul’daki üniversite gençliği de 30 Mart’ta tarihe “Darülfünun Grevi” olarak geçecek boykotu başlatmıştır.

Büyük Millet Meclisi, 4 Nisan’da aldığı Heyeti Umumiye Kararı ile mütareke teklifine verilecek cevabi notayı kabul etmiştir. Nota, 22 Mart’taki notaya cevaben 27 Mart’ta verilen notaya benzer şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin, kat'i sulhten yana olmakla birlikte, mütareke şartlarını, tahliyenin başlaması ve mütareke döneminin dört ayla sınırlı olması koşuluyla, kabul ettiğini gösterir. Trakya mebusları notanın bu haliyle kabul edilmesine karşı çıkmış ve Paris Konferansı sonucunda alınan ikinci öneride ilkine kıyasla önemli değişiklikler olduğunu hatırlatırcasına, Trakya’nın İzmir kadar önemsenmediğini belirtmişlerdir.10 Ancak, Büyük Millet Meclisi’nin cevabi notada önerdiği tahliye konusunda öne sürdüğü koşulun önemi, İngiltere Savaş Bakanlığı’nın bu notanın kabul edilemeyeceğine ilişkin 7 Nisan’daki yazısından anlaşılabilir. Yazıda, barış konferansından önce Anadolu'nun boşaltılmasına yol açacak bu önerinin Ankara Hükümeti'nin elini kuvvetlendireceği, Yunanistan'ın da bu sefer Trakya'ya yığınak yapmasına yol açacağı ve bu vesileyle savaşın Trakya'ya kayarak Müttefik Devletleri doğrudan tehdit etmesine neden olacağı belirtilmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon da, aynı gün Paris ve Roma Elçiliklerine çektiği telgrafta tahliyenin hemen ateşkesi takip etmesinin mümkün olmadığını söylemiştir. Müttefik Devletler, 15 Nisan’da verdikleri resmi cevapta tahliye tarihinin öne alınabileceğini, ancak mütareke tarihi ile aynı zamanda olamayacağını, aksi halde Yunanistan’ın Trakya’ya tahkimat yapabileceğini ifade etmişlerdir. Ancak, Yunanistan 9 Eylül’deki zafere kadar böyle bir tahkimata girişmeyecektir. Yunanistan Savaş Bakanlığı, 17 Eylül’de Trakya'nın savunulması emrini verecek; Trakya'nın savunulması halinde İngiltere'nin yardımının devam edeceğini ifade edecektir.



Cenova Konferansı (10 Nisan-19 Mayıs 1922)

İtalya'da İtilaf Devletlerinin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla, 10 Nisan’da Cenova Konferansı toplanmıştır. 19 Mayıs’ta sona erecek Konferans Avrupa'nın yeniden yapılandırılması için gerekli mali ve iktisadi politikaların belirlenmesi ve Sovyetler Birliği ile Almanya sorunlarının görüşülmesi amacıyla, 34 ülkenin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.11 Cenova Konferansı, 1920'de Brüksel'de toplanan konferanstan sonra, Merkez Bankaları ile ilgili toplanan en önemli konferanstır ve konferansta Birinci Dünya Savaşı ile birlikte terk edilen altın standardının yerine altın döviz standardı kabul edilmiştir. Bu konferansta Sovyetler Birliği’ne getirilen öneriler, 1921 yılında devrimin Avrupa’da durdurulması sonrasında diplomatik yoldan boyun eğdirme ve kapitalist sisteme entegrasyon doğrultusunda olmuştur.12 Sovyetler Birliği’nden Çarlık dönemindeki borçları ödemesi ve devrimden sonra kamulaştırılan yabancılara ait mülklerin tazmin edilmesi istenmiştir.13 Konferansta, İngiltere bir konsorsiyum kurulmasını, Çarlık zamanından kalan borçların ödenmesi kaydıyla Sovyetler Birliği'nin de bu konsorsiyuma dahil edilmesini ve Türkiye'nin konsorsiyum dışında bırakılmasını önermiştir.14 Konferansın Sovyetler Birliği’ne uygulamak istediği yaptırımların arkasında, ülkede yaşanan açlık da büyük rol oynamıştır. Lloyd George, 19 Mayıs’ta konferans kapanış konuşmasında “Rusya, Avrupa’nın yardımı olmadan düzelemez” diyerek yaşanan açlığın altını çizmiştir. Versay Anlaşması sonrasında Almanya, bir sorun alanı haline gelmiştir. Konferansın bir diğer konusu da bu olmuştur.

16 Nisan’da Cenova Konferansı’nı kısmen sonuçsuz bırakacak Rapollo Anlaşması imzalanmıştır. Cenova Konferansı devam ederken konferansa konu olan iki devlet, Sovyetler Birliği ve Almanya, Rapollo Anlaşması çerçevesinde bir ittifak oluşturmuşlardır. Anlaşmaya göre, iki ülke arasında yeniden diplomatik ilişki kurulacak, karşılıklı olarak tazminat isteğinden vazgeçilecek, iki ülke ticarette birbirlerine en çok kayırılan millet ilkesini uygulayacaktır. Rapolla Anlaşması ile tesis edilen ittifak, Birinci Dünya Savaşı'nın bütün yükünün yıkılmaya çalışıldığı Almanya ve tecrit edilmeye çalışılan Rusya açısından büyük bir başarı sayılacaktır.

15 Mayıs’ta Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nde yayımlanan bir yazıda, “tefessüh arifesinde” denilerek, Cenova Konferansı'nın iflası Avrupa siyasî ve içtimaî teşkilâtının iflası olarak yorumlanmış; üç seneden beri devam eden konferansların umumî iflasının Avrupa burjuva usulünün iflası olduğu belirtilmiştir. 23 Mayıs’taki bir başka Hâkimiyeti Milliye Gazetesi yazısında ise, Konferans'ın başarısızlığının Ruslara yüklenmeye çalışıldığı, iflas eden bir siyasetin göstergesi olan Konferans'ın Lloyd George'un tarih sahnesinden çekilmesi sonucunu hazırlayacağı için minnettarlık ve şükranla anılması gerektiği ifade edilmiştir.

Sovyetler Birliği Dışişleri Komiseri Çiçerin'in bütün çabalarına rağmen, 10 Nisan’da toplanan Konferansa Türkiye davet edilmemiştir. Konferansa Ankara Hükümeti adına Celaleddin Arif Bey ile Bekir Sami Bey gözlemci olarak katılmıştır. Türkiye'nin, bir Avrupa Devleti değil, "Küçük Asya Devleti" sayıldığı için konferansa çağrılmadığı belirtilmiştir. Rusya Şûralar Cumhuriyeti Ankara Mümessili Aralof’un Meclise hitaben yazdığı ve 20 Şubat’ta Meclis’te okunan mektubunda da belirttiği üzere, Türkiye’nin konferansa çağrılmamasında Sovyetler Birliği ile Türkiye sorununun birbirinden ayrılmak istenmesi etkili olmuştur. Aralof mektubunda, askeri alanda kazanılamayan zaferin müzakerelerde iki ulusun [Sovyetler Birliği ve Türkiye] ayrı düşürülerek kazanılabileceğini düşünen Garba karşı müttehit ve birlikte bulunmanın gerekliliğinin altını çizmiştir. Ayrıca, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 22 Şubat’ta Sovyetler Birliği’ne konferansta Türkiye meselesinin konuşulmayacağını ve Türkiye’nin bu nedenle davet edilmeyeceğini iletmiştir. Oysa 12 Mayıs’ta Hâkimiyeti Milliye Gazetesi’nde de yayımlanan yazıdan anlaşıldığı üzere, Konferans’ta Türkiye konu edilmiş ve Sovyetler Birliği’nden barış için Türkiye üzerindeki nüfuzunu kullanması istenmiş; Sovyetler Birliği de barışın Türkiye’nin isteği doğrultusunda ve Moskova Muahedenamesine uygun şekilde yapılması gerektiğini belirtmiştir. 10 Nisan’da Meclis'te yapılan görüşmede, Türkiye'nin Cenova Konferansı'na çağrılmaması kınanmış; İcra Vekilleri Heyeti'nin konferansı protesto etmesi istenmiştir. Roma Mümessili Celaleddin Arif Bey, 22 Nisan’da Yunanistan’ın katılımına karşın Ankara Hükümeti’nin konferansa davet edilmeyişini protesto etmiştir.


Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin