1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə25/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   39

  • Özel görevli mahkemeler, bu bağlamda bir özel mahkeme niteliğini kazanması sıkıntıları yaşanıyor, bu sıkıntıları giderecek, devlet güvenlik mahkemelerinin bir devamı olduğu eleştirilerini ortadan kaldıracak anayasal güvencelerin getirilmesi gerektiğini yine belirtelim.

  • Kişi özgürlüğü ve güvenliği açısından, yasalar yoluyla burada belirli ortaya çıkan sıkıntıların giderilmesine yönelik -işte, okuyoruz basından, bakanlığın bazı çalışmaları var- belki burada gerekçeli olması gerektiğine ilişkin bu kararların, vurgunun Anayasa’da yapılması, belki bu kişi özgürlüğünü ve güvenliğini koruyacak bir işlev görebilir.

  • Din ve vicdan özgürlüğüne gelince, bu resmî belgelerdeki -Türkiye'de hep eleştirilir, ama bir türlü çözüm bulunmaz- dine ilişkin hanenin belirtilmesi uygulamasından vazgeçilmesi, bunu güvence altına alacak düzenlemeler getirilmesi.

  • Din ve ibadet özgürlüğüne ilişkin -vicdan özgürlüğü tabii ki mutlak sınırsız korumalı bir hak ama- bunun ibadeti, din ve ibadet özgürlüğü açısından sınırlama nedenleri, kamu düzeni ve genel ahlak olarak belirginleştirilmeli, zaten Anayasa’da dayanağı bulunan vicdani ret hakkına da ilişkin açık hüküm getirilebilir diyoruz.

  • Bilim ve sanat özgürlüğü açısından, burada yayma hakkına ilişkin olarak, yani bilimi üretme, sanatı üretme alanında yine bir mutlak alan sağlamak, ama bunun yayılması anlamında getirilecek sınırlamaların daha netleştirilmesi, “Anayasa’nın 1’inci, 2,’nci, 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.” şeklindeki ibarenin kaldırılması, net sınırlama nedenleriyle burada yapılacaksa yayma özgürlüğünün bilimsel ve sanat eserlerine belirli hükümler, netleştirici hükümler getirilebilir.

  • Toplantı, gösteri yürüyüşü alanında, bu hakkın etkisiz hâle getirilecek şekildeki sınırlamaların özüne dokunduğu ve geçersiz olduğu, anayasaya aykırı olduğu şeklinde bir ifade konulmalı. Bu anlamda, işte, spontane, kendiliğinden gelişen toplantılara ilişkin olarak daha koruyucu hükümlerin getirilmesi gerekir dedik.

  • Ticaret hukukçularımız özellikle şunu vurguladılar: Bu mülkiyet hakkı özellikle ve ekonomik faaliyet özgürlüğü alanında kişilerin karar alma serbestlikleri, çalışma ve eğitim yerini seçme özgürlükleri, ekonomik faaliyetlerini yapılandırma özgürlükleri, örgütlenme özgürlükleri, ekonomik faaliyetlere yönelik dürüst reklam yapabilme özgürlüklerini de kapsayacak şekilde geniş bir alana yayılması gerektiğini ve burada sözleşme içeriğini belirlemeye yönelik olarak serbestliğin belirli istisnalar dışında garanti altına alınması gerektiği belirtildi.

  • Bu toplu sözleşme ve grev hakkı açısından, yine kamu çalışanları açısından getirilen sınırlamaların kaldırılarak onların da diğer tüm çalışanlar gibi bu haktan yararlanabilmesinin yolunun açılması gerektiğini söyledik.

  • Mesela şöyle bir vurgu da bir arkadaş yaptı. Dedi ki: “Devletin yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarına ilişkin olarak yürüttüğü faaliyetler çalışanlarla sınırlı olmasın.” Yani biz de Anayasa’yı yirmi yıldır okuyoruz, ben böyle hiç okumamıştım. Yani sadece o madde yurt dışında çalışanlara devletin belirli yükümlülüklerini öngörüyor. Onun “orada yaşayanlar” şeklinde düzeltilmesi gerektiğini bir arkadaşımız vurguladı, bence de güzel bir vurgu, yani daha kapsayıcı bir düzenleme.

  • Çevre hakkına ilişkin, yine sağlıklı çevrede yaşama hakkı şeklindeki Anayasa’daki ifadenin ikiye ayrılarak, hem çevre hakkının güvence altına alınması hem de işte sağlık hizmetlerinin sosyal haklar bağlamında ayrı ayrı düzenlenmesi gerektiğine ilişkin bir görüş oluşmuş, ortaya çıkmış.

  • Yine, çevrenin korunmasının, yine bu belirli deniz, göl, akarsu kıyılarından yararlanmada bir dikkat edilecek kayıt olarak belirtilmesi gerektiğini söylüyoruz.

  • Şimdi, bu çok tartışmalı vatandaşlık hakkına ilişkin düzenleme. Burada şu vurguyu yapmakta yarar var. Biz, hep sosyolojik ve biraz da duygusal nedenlerle herhâlde, vatandaşlığın etnik belirli vurgulardan kaçınması gerektiğini söylüyoruz. Haklı bu görüş, ama hukuken de bu vatandaşlığı tanımlamak gerekir, yani hukuken burada bir hak var, bir hukuki boyut var, insanları devlete bağlayacak bir şekilde vatandaşlıklarının öngörülmesi gerekiyor.

  • Onun ötesinde, sosyolojik anlamda kişiler ulusa bağlılıklarına ilişkin farklı farklı değerlendirmeler yapabilirler. Yani biz şunu sağlamak durumundayız, maalesef yapamıyoruz, yani bu biraz da hukukçuların, Türk siyasetçilerinin, işte, sosyologların sorunu herhâlde, hukuki bir kavram ile sosyolojik bir kavramın arasındaki farkları ortaya koyarak, hukuki açıdan tanımlanan bir kavramın neden sorun yaratmaması gerektiğini net bir şekilde aktaramıyoruz herhâlde. O nedenle de belki, işte, kamu hizmetine girmede “Türk” ifadesi var, o “Türk vatandaşı” olarak düzeltilebilir. Bunun ötesine geçecek düzenlemeler, o sosyolojik algıları hukuk metninin içine sokma gibi bir riski doğuracak, bu da birleşmenin ötesinde belki de çatışmalara zemin hazırlayabilir.

  • Siyasi parti özgürlüğü. İşte, parti içi demokrasi diyoruz, tüm kararlar aşağıdan yukarı doğru alınsın diyoruz, ama bunun ötesinde adayların belirlenmesini de parti tüzüğüne bırakıyoruz ve parti tüzükleri de sanırım hemen hemen tümü merkez yoklamasıyla büyük ölçüde milletvekili adaylarını belirliyor. Bu sıkıntıyı gidermek belki de anayasa değişikliğiyle, bu konuda yapılacak bir düzenlemeyle giderilebilir.

  • Temel organlara gelirsek, burada hukuk fakültesinde ortaya çıkan ya da Özyeğin Üniversitesine genelleştirirsek ortaya çıkan eğilim parlamenter rejimin devam etmesinde. Yani burada şu öngörülüyor: Erkler arasındaki bu kurumsal dengenin, kontrolün sağlanmasına ilişkin yeni düzenlemeler mutlaka parlamenter rejim çerçevesi içinde kalınarak yerine getirilsin. Yani bu demek değil ki, tabii, bu denge ve kontrol başkanlık rejiminde sağlanmaz, ama parlamenter rejim içinde bu denge ve kontrolü sağlamaya yönelik düzenlemelerin yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz, bu bağlamda da işte, Türkiye'nin birikimleri açısından da, ta İkinci Meşrutiyet’ten beri bir parlamenter rejim geleneğinin olması, birikiminin olması, başkanlık rejimine ilişkin, özellikle siyasi partilere ilişkin, bizim partilerin özellikleri açısından uygun olmadığını söylemek gerekir. Yani partilerin disiplinli olması, siyasi, ideolojik farklılıkların yoğun olması, bütün bunlar Amerika’da başkanlık rejiminin başarıyla uygulanmasına rağmen Türkiye'de başarısızlığı ortaya çıkarabilir.

  • Bir de bu, yine Mecliste tartışmalar çok yoğun yaşanıyor İç Tüzük değişikliklerine ilişkin, orada mesela saydamlık nasıl sağlanacak, burada sorunlar var sanırım.

  • Uzlaşma konusunda, müzakere, katılım süreçlerine ilişkin olarak daha netleştirecek Anayasa’da hükümlerin olması gerekir. Tabii ki Parlamento daha etkin çalışsın, verimli çalışsın, ama biz bilelim ki Parlamentoda bir uzlaşmaya yönelik -tabii, bu belki hukuk kurallarıyla sağlanmayabilir ama- bir işte, şeffaf müzakere yapılan bir ortamın olduğunu en azından anayasal hükümler üzerinde görmek istiyoruz.

  • Yasamaya gelirsek, dokunulmazlığın kapsamının daraltılmasında yarar var herhâlde, sadece tutma, gözaltı ve tutuklama durumlarıyla sınırlandırılması dokunulmazlığın kapsamının önemli.

  • 14’üncü maddedeki istisnanın kaldırılması gerekiyor. Çok büyük sorunlar yaşanıyor. Anayasa’nın sözünü aynen uyguladığınız takdirde, hüküm alan milletvekillerine milletvekili seçilme yeterliliğine engel bir suçtan bu mahkûmiyet verilmişse, eğer Anayasa’yı uygulamak zorunluluksa, milletvekillerinin otomatik olarak düşmesi gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya sanırım Meclis. Bu tür sorunları gidermenin en rahat, en kolay yolu herhâlde geçici 14’üncü maddeyi, bu dokunulmazlık istisnası olmaktan çıkarmak gerek.

  • Seçim çevrelerinde büyük sıkıntılar yaşanıyor, o seçim çevrelerindeki temsil eşitliğini sağlayacak bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu görülüyor. Ülke barajının yüzde 5’i aşamayacak şekilde anayasallaştırılmasında belki yarar var.

  • Yürütmeye ilişkin bölümde, parlamenter rejimde tercihimizi yaptığımıza göre, Cumhurbaşkanımızın da tarafsız, siyaset dışı olacak şekilde olması gerektiğini öngörüyoruz. Halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanıyla bunu ne ölçüde sağlayacağız, işte, tarih konusunda da Meclis bir irade ortaya koydu ama, bu da Anayasa Mahkemesi önüne gidecek mi, gitmeyecek mi, bunları bilmiyoruz, ama şunu sağlamak da en kolay çözüm herhâlde, bir karar vermemiz gerekiyor, parlamenter rejim içinde kalacaksak yarı başkanlık ya da başkanlık rejimi gibi bir arayışın içine girmeyeceksek, Cumhurbaşkanı seçimini yine Meclise bırakmakta yarar var, sanırım, uzlaşmayla seçilecek bir Cumhurbaşkanı, halkın, bir partinin desteğiyle seçilmiş ve siyaseten o seçilmişliğin verdiği meşrulukla yürütmede yetki kullanmaya başlayan bir Cumhurbaşkanının parlamenter rejime daha uygun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

  • YÖK, işte, bizim üniversiteler açısından yetkileri hep eleştiriliyor, maalesef bu konuda da herkes, her siyasi parti aynı iradeyi ortaya koymasına rağmen, onu bir eş güdümle sınırlı bir işleve çekemedik. Burada sıkıntılar var, yetkilerinin daraltılması YÖK’ün, üniversitelerin idari, mali ve akademik özgürlüklerini güçlendirmenin gerekli olduğunu söyleyebiliriz.

  • Şu bağımsız idare otoriteler konusunda da, eğer böyle otoritelerin varlığını, bağımsız olduğunu iddia edeceğiniz otoritelerin varlığını hâlâ istiyorsak, o zaman bunu da Anayasa’da güvence altına almakta yarar var sanıyorum, çünkü mevcut hiçbir, bu tür adlandırdığımız bu idari otoritelerin, bağımsız idari otoritelerin özerk bir yapıya sahip olduğunu şu gün söylememiz mümkün değil.

  • Kanun hükmünde kararname de tartışma çıkarıyor. Şu gözlemimi de iletmeme izin verin lütfen, bu Başbakanlık Denetleme Kurulunun da kanun hükmünde kararnameye ilişkin görüşünü açıklamaktan çekindiği, onun üzerine, işte, siz Uzlaşma Komisyonu olarak bu konuda görüşlerin açıklanmasını, web sitesinin kapatılmasına karar verdiğinizi ilan ettiniz basına duyduğumuz kadarıyla. Bence, şeffaf, demokratik anayasa yapım sürecine çok zarar verildi bu sürece -haddim değil belki, kusura bakmayın özür dileyerek söylüyorum- böyle bir kararla, yani kamuoyuna yansıması…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tekrar eder misiniz efendim.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Bu web sitesinin kapatılması, ileri sürülen görüşlerin açıklanmayacağının belirtilmesi, sizin şeffaflık, demokratiklik, katılım, uzlaşma gibi tüm söylemlerinize inanılmaz derecede zarar verdi diye düşünüyorum, etrafımda, çevremdeki insanlar da böyle düşünüyor.

  • FARUK BAL (Konya) – Onu hemen açıklığa kavuşturalım.

  • Komisyon, tabii, oy birliğiyle karar veriyor ve şu karara vardı: Katılımı sağlamak amacıyla biz bütün kanalları açtık, vatandaşlarımızın görüşlerini buraya iletmesi için. Burada hiçbir tereddüt yok, ama iletilen görüşleri bizim reklam etmek gibi bir görevimiz yok ve reklam edileceklerin büyük bir kısmının da kamuoyunda karşılığı yok. Yani uçuk, ucube düşüncelerle… Bir kısmı böyle, hepsini böyle nitelendiremeyiz, ama bir kısmı böyle. Emekli bir zat yazmış, işte, benim anayasam bu olsun diye. Bunu, şimdi, bizim Türkiye Büyük Millet Meclisinin listesine koyup da buradan yayınladığımız takdirde, bu anayasa çalışmasının bir değersizleşme, itibarsızlaşma gibi bir durum ortaya çıkar.

  • Tabii, bir de hepimizin görüşü aynı. Biz, Türkiye’ye bir anayasa yapıyoruz. Bunun pozitif noktalarını bulmaya çalışıyoruz. O noktalarda yansıtılmasında bir mahzur yok, bunu da kendileri yapması lazım. Yani sizin bir görüşünüz var; siz bu görüşünüzü Komisyona sunuyorsunuz, diyorsunuz ki: “Benim görüşümü bir de sen reklam et, sen yayınla.” Bu, olmaz. Bunu siz yapacaksınız; yani görüş sahibi yapacak. Bu ayrıntıyı gözden kaçırıyor, öyle anlaşılan, arkadaşlar.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Ben vatandaş olarak yine tatmin olmadım.

  • Biraz önce yine başta yaptığımız şeye döneceğiz herhâlde. Biraz üstünkörü ve hukuki zeminden uzak bir çalışma izlenimi veriyor. Bu kaygı daha önceden de akla gelebilirdi. Yani Komisyona yapılan önerilerin bir kısmının çok niteliksiz olması, hiçbir işlev göremeyecek durumda olmasını -Anayasa yapacak, halk yapacak ya bu anayasayı; öyle lanse ediliyor.- onu yine halk kendi içinde bir elemeye, bir süzgeçten geçirme yetkinliğine sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir o zaman.

  • FARUK BAL (Konya) – Tabii, yani başlangıçta yayınlanması, arkasından yer alması şeklinde değerlendirebilirsiniz ama bunu dünyanın hiçbir ülkesi böyle yapmamış. Yani anayasa yapım sürecinde Finlandiya’dan, Güney Afrika Cumhuriyeti’ne kadar gidin hiçbirisi anayasa yapımıyla uğraşan organa gelen önerileri yayınlamak gibi bir görevi vermemiş ve onlar da böyle bir görevi üstlenmemiş.

  • Şimdi, bir de işin şey tarafı var; yani bunların hepsi yayınlandığı zaman bir tek bizde olmuyor ki, internete giriyor, herkes alıyor. Ee, şimdi, yani örnek vermek istemiyorum da çok ucube fikirlerin uluslararası alana yayılması da…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki… Evet, Korkut Bey öyle bir düşüncesini bizimle paylaştı. “Keşke buraya bildirilen her görüş internet sitesinde olsa, merak edenler incelese.” dedi. Biz de biraz önce Faruk Bey’in de ifade ettiği gibi o gerekçelerle, bunu zaten kendi internet sitelerinde yayınlıyorlar düşüncesiyle, yani yayınlanmasına bir yasak falan getirmedik, kendileri yayınlayabilirler. O gerekçelerle böyle bir düzenleme yapmıştık.

  • Ben tabii, görüşünüze saygı duyuyorum, saygı duyuyoruz.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Teşekkür ederim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Devam edebilirsiniz, buyurun.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Sağ olun, teşekkür ederim.

  • Yargıya KHK’nın, yani şunu belirtmek gerekir herhâlde: Yasama yetkisinin devri sonucunu doğuracak şekilde kullanılamayacağına ilişkin kanun hükmünde kararnamelerin bir hüküm belki getirilebilir. Daha net çizilebilir çıkarma yetkisinin sınırları. KHK çıkarma yetkisinin sınırları daha netleştirilebilir belki anayasada. Çünkü Anayasa Mahkemesinin son kararı bu konuda bütün önceki içtihadını ortadan kaldırıyor ve neden kaldırdığına ilişkin bir açıklık da içermiyor. O açıdan, ileride muhalefet olacak partiler açısından bu mevcut düzenlemenin korunması, KHK rejiminin kendileri açısından büyük sakıncalar doğuracağını herhâlde şimdiden gösteren birçok örneği bünyesinde barındırıyor.

  • Yargıya ilişkin şunları söylemekte yarar var sanırım: Bu HSYK ve Anayasa Mahkemesi oluşumunda yürütmenin etkisinin olduğuna ilişkin çok sık eleştiriler dile getiriliyor hatta en son Sayın Cumhurbaşkanı ile yüksek yargı organları ve Sayın Başbakanın ve Meclis Başkanının birlikte yaptıkları yemekte de bu yüksek mahkemelerin başkanlarının tarafsızlıklarına ilişkin, yürütme etkisine girdiklerine ilişkin eleştirilerden duyduğu rahatsızlıkları dile getirdiği ile basına yansıdı, ne ölçüde yansıdı; doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama.

  • Bu açıdan toplumda bir yargı bağımsızlığına ilişkin, yargının yürütmenin etkisinde kaldığına ilişkin belli kesimlerde bir görüş oluştu. Yine bir algı oluştu. Bu, en çok yargıya zarar veriyor, en çok hukuka zarar veriyor. Bunu giderecek, gerçekten mahkemelerin bir bağımsız erk olarak yasama ve yürütmenin yanında varlıklarını gösterebilecekleri bir yapının oluşturulmasında yarar var. Yani yeniden yapılanmaya sanırım her iki kurum da ihtiyaç duyuyor.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Her iki kurum derken, yargı…

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – HSYK ve Anayasa Mahkemesi.

  • Burada yine eksik kalışta “Yetmez ama evet” diyerek oluşturulan yapıda, yetmez olarak söylenebilecek mesela, bütün kararlarının yargı denetimine HSYK’nın açılması öngörülebilir. HSYK yine Genel Sekreterliğinin Adalet Bakanlığı özerk olduğunun ayrıca belirlenmesi gerekir; anayasal bir güvence belki bu noktada getirilmesine de yarar olabilir.

  • Meclisten seçilecek üyeler, Anayasa Mahkemesi üyeleri açısından basit çoğunluğun ötesinde tüm ülkelerde olduğu gibi uzlaşmayı sağlayacak şekilde bir nitelikli çoğunluğun oluşturulmasında yarar olabilir Meclis tarafından seçilecekse Anayasa Mahkemesi yargıçları. Bu tür sıkıntıları dile getirmek gerekir.

  • Yine işte, bireysel başvuru yolu getirilmesi olumludur tabii ki, ama orada da Anayasa hükümleri zaten çok bu konuda sınırlı. O sınırlılık içerisinde daha uygulamaya geçmedi ama Kanun, Meclisin çıkardığı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’da bu bireysel başvuru yoluna ilişkin, onun kapsamını daraltan, Anayasa’daki hükmü bile hayata geçirmeyen düzenlemeler olduğuna rastlamak mümkün. Bunu giderecek, daha detaylı olabilecek, bunun etkin kullanımını sağlayacak bireysel başvurunun düzenlemeler getirilebilir.

  • Son olarak, Anayasa Mahkemesine ilişkin Yüce Divan görevi, orada da büyük sorunlar çıkabiliyor. Mesela, Anayasa hükmünü biz şimdi tartıştık. Yine Mahkeme bir karar verdi, onun üzerine yargılamalar devam ediyor. Ama bütün bu tartışmaları giderecek herhâlde yine bu Yüce Divan görevinin Yargıtaya verilmesi daha makul olabilir.

  • Başta, arada değindim ekonomik hak ve özgürlüklere. Ekonomik hükümlerin de yine Anayasa’da okunmaz hükümler olmaktan çıkarıp, daha işlevsel hâle getirecek, bunları, temel ilkeleri bir başlık altında öngörecek anayasal hükümler olmasında fayda olduğu dile getirilmiş.

  • Pazar ekonomisinin başarısızlığa uğraması muhtemel alanlarda devlet ne gibi tedbirleri alabilir, ne şekilde alabilir? Bunlara ilişkin düzenlemeler getirilebilir.

  • İşsizlik, enflasyon ile mücadelede işte, iç pazarın belirli sektörler açısından korunmasına ilişkin burada ekonomik faaliyet özgürlüğüne sınırlamalar getirilebileceğine ilişkin hükümler öngörülebilir.

  • Onun dışında bizim Anayasa’ya ilişkin temel noktalardaki görüşlerimizi ben bu şekilde ifade edebilirim.

  • Teşekkür ederim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Korkut Bey, çok teşekkür ederiz.

  • Çok anlaşılır bir şekilde görüşlerinizi bizimle paylaştınız. Çok hassas konulara çok vukufla bize izah etme gibi bir açıklama yaptınız.

  • Çok teşekkür ediyorum.

  • Faruk Bey, buyurun.

  • FARUK BAL (Konya) – Evet, benim anayasa hukukçusu olarak öğrenmek istediğim iki konu var; biri belki dil bilimini ilgilendiriyor.

  • Şimdi, pek çok arkadaşımız ağız birliği etmişçesine, doğru olarak belki de “İnsan onuruna dayalı bir anayasa.” diyor.

  • Açık konuşayım, benim zihnimde “İnsan onuru” dediğimiz zaman insan şeref ve haysiyetini anlamaya çalışıyorum. Ama “şeref” belki onuru kapsasa bile haysiyeti kapsamıyor diye düşünüyorum.

  • Acaba, bu “İnsan onuru” denilen ibare insan şeref ve haysiyetinden farklı bir anlam mı yükleniyor? Varsa bunu öğrenmek istiyorum, yoksa bir terminoloji meselesi mi?

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Terminoloji meselesi olabilir. Şeref ve haysiyet daha çok özel hukukta maddi, manevi tazminatın gereği olarak Türkçemizde yerleşen bir terim ama onun ötesinde burada “İnsan onuru” dediğimiz ve onu temel hak ve özgürlüklerin kaynağı olarak gördüğümüz zaman, belirli sınırlamaların, özgürlüklere getirilen sınırlamaların eğer insanın insan olmaktan kaynaklanan minimum varlığına dokunuyorsa, o zaman insan onurunun da o düzenlemeyle ihlal edildiği sonucuna varabiliriz. Yani bu, özgürlükleri güvenceleyen daha geniş bir kavram olarak değerlendirilebilir insan onuru.

  • FARUK BAL (Devamla) – Tamam.

  • İkincisi Hocam, bunu bilmem lazım diye düşünüyorum. Biraz netameli konu; temel hak ve hürriyetlerin kullanılması.

  • Şimdi, temel hak ve hürriyetler her türlü ülkenin anayasasında belirli statülere göre kolektif olarak kullanımına izin veriliyor ve ne kadar kullanılırsa da o kadar demokratik diyorlar. Örneğin “işçiler” diyor “grev hakkı” diyor karşısına. “Memurlar” diyor “Şu haklar” diyor. Efendim “özürlüler” diyor “Bu hak” diyor. Bu kolektif hakların kullanımında statü belirliyorlar.

  • Şimdi, benim sorum şu: Temel hak ve hürriyetler din, mezhep, inanç ve etnisite bazında kolektif hak olarak kullanılabilir mi?

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Din özgürlüğü kolektif olarak kullanılabilir ama diğer özgürlüklerin bir…

  • FARUK BAL (Devamla) – Din özgürlüğünün, tabii, dini belki fazla söyledim. Mezhep özgürlüğü…

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – O sadece din özgürlüğünün çerçevesi içerisinde değerlendirilebilecek ve sınırları işte, kamu düzeni gibi, genel ahlak gibi ilkelerle sınırlandırılabilecek bir özgürlük. Ama onun ötesinde varılmak istenen, yani çok hukukluluğa kapı aralamak gibi geldi sizin sorunuz. Yani öyle bir kapı aralanmayacağına ilişkin işte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok açık, net bir şekilde bunu ifade ediyor. Yani demokrasilerde devlet her dine tarafsızdır ama hiçbir dini kurum devletin işlevini üstlenemez. Yani bir dini mezhep “Ben yargılama yapacağım, ben kendi eğitimimi sağlayacağım.” dediği anda devletin varlığını biz tartışırız. O zaman işte, sanırım çatışmalı bir durum ortaya çıkar. Yani bu, daha çoğulcu bir yapıyı sağlamanın ötesinde, aslında birlikte yaşarlılığı engelleyen sonuçlar doğurabilir. Din temelli…

  • FARUK BAL (Devamla) – Etnik bazlı olabilir mi?

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Ya da etnik bazlı bir özgürlük kullanımının ben Avrupa’da örneğini bilmiyorum.

  • FARUK BAL (Devamla) – Kolektif anlamda ama.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Kolektif anlamda tabii ki.

  • FARUK BAL (Devamla) – Bireysel anlamda…

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Tabii ki, yani bir…

  • FARUK BAL (Devamla) – Peki, teşekkür ederim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu, Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, anayasa çalışmalarıyla ilgili düşüncelerini bizimle paylaştı. Kendilerine çok teşekkür ediyoruz, çalışmalarında başarılar diliyoruz.

  • Tabii ki, bu görüşlerden Mayıs ayında başlatacağımız, başlatmayı planladığımız yeni anayasa yapım ve yazım sürecinde yararlanacağız.

  • Çok teşekkür ederiz.

  • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KORKUT KANADOĞLU – Ben teşekkür ederim çağırdınız, sağ olun.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Estağfurullah.



  • İstanbul Şehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Macit Kenanoğlu, Anayasa Uzlaşma Komisyonu 1 No’lu Alt Komisyona İstanbul Şehir Üniversitesi ve tabii özelde de Hukuk Fakültesinin yeni anayasa yapım süreciyle ilgili görüşlerini, önerilerini, tekliflerini bizimle paylaşacaklar.

  • Söz sizin efendim, buyurun.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Çok teşekkür ederim.

  • Anayasa Uzlaşma Komisyonunun başarılı olmasını ümit ediyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Yani bu hakikaten önemli bir aşama. Türkiye’de ilk defa bir sivil anayasa uzun bir süreden sonra yapmış olacağız; umarım çalışmalar sona erer.

  • Yalnız bizim prosedürel olarak merak ettiğimiz, bu yol, yani farklı görüşlerin tümünü aldıktan sonra siz mi bir metin oluşturacaksınız? Bu anlamda çünkü biz tekliflerimizi… Açıkçası şöyle bir handikabımız var: Nasıl bir sistem kurulacağına dair bir işaret görmedik. Yani başkanlık sistemi mi öngörülüyor, parlamenter sistem içinde mi kalacağız? Yani bizim tekliflerimiz daha çok parlamenter sistem üzerine dizayn edilmiş durumda. Dolayısıyla o çerçevede, belki öbür türlü şeyler refere edilseydi daha farklı öneriler de olabilirdi diye düşünüyorum ama mevcut durumda parlamenter sistem üzerinden gitmekte fayda var gibi görüyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bizim Komisyonumuz yeni anayasa yapımıyla ilgili kararlarını ittifakla alacaktır. Dolayısıyla bu Komisyonda her türlü düşünce, fikir, öneri tartışılacak ama en sonunda mutabakatla bir sonuca varılmaya gayret edilecektir. Dolayısıyla şu aşamada herhangi bir görüş serdetmemiz tabii ki, mümkün değil, doğru değil. Ancak bizim burada Komisyonumuzun altında bize yardımcı olan teknik heyetlerimiz var. Teknik heyetlerimiz, işte siyasi partilerden, üniversitelerden, sivil toplum örgütlerinden hatta vatandaşlardan gelen -23 alandı; 23 alanla ilgili biz bir anayasada bulunması gereken temel başlıkları tespit ettik, bunlar çoğaltılabilir de- düşünceleri bir sistem hâlinde arkadaşlarımız bunları yazıyorlar. Biz çalışmaya başladığımızda diyelim ki -Çok moda olduğu için söylüyorum- vatandaşlıkla ilgili kim ne demiş, hangi üniversite, hangi siyasi parti, hangi sivil toplum örgütü nasıl bir öneride bulunmuş? O konuyu görüşürken bunların tamamını biz Komisyon olarak gözden geçireceğiz ve tabii ki, burada dört tane siyasi parti grubu var. Ben iktidar partisinin bir temsilcisi olarak buradayım, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Faruk Bey burada. Tabii, bizim de parti olarak görüşlerimiz var. Bütün bunlar bir arada Komisyonumuz tarafından değerlendirilerek bir sonuca varılmaya çalışılacak. Yani sizin ve daha önce ve daha sonra burada görüş serdedenlerin hiçbiri laf olsun diye buraya talep edilmedi ve dinlenmiyor. Bunların hepsini biz değerlendireceğiz. Belki bunlar içerisinde hiç düşünmediğimiz öyle bir farklı öneri gelir ki “Ya bu öneri çok daha uygunmuş.” diye, bu öneri bile bizim metnimizde yer alabilir.

  • O bakımdan şu anda biz sadece veri toplama aşamasındayız. Düşünceleri, teklifleri, önerileri alıyoruz şimdi sizin önerilerinizi aldığımız gibi.

  • Buyurun efendim.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Şimdi, malum 82 Anayasa’sı oldukça çok sayıda değişikliğe uğradı bugüne kadar. Fakat ne hikmetse henüz yine istenilen ölçüde bir mutabakat oluşmadı. Dolayısıyla öyle anlaşılıyor ki, Anayasa’nın tümden değişmesi daha işlevsel olacak; bu kaçınılmaz.

  • Şimdi biz, temel, ilk, yani baştan itibaren başlayacak olursak, bu “Başlangıç” kısmıyla ilgili herhangi bir ideolojik ifadelerin içerilmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Yani bu, artık Türkiye’de oturmuş bir sistem var. Kimsenin herhangi bir şekilde cumhuriyetin dışında başka bir yönetim modeli isteyeceğini sanmıyorum hangi grup, hangi kesim olursa olsun. Yani bu anlamda başlangıcı böyle sadece etnik birtakım ifadeler… Şimdi “Türk milliyetçiliği” işte “Türkiye’nin millî menfaatleri” gibi tam da içeriği muğlak olan ifadelere boğmamak gerekir. Herkesin ortak mutabakat veya benimseyeceği bir ifadenin, çok kısa ifadelerin yer alması gerektiği kanaatindeyiz. Nötr bir ifade olursa bence daha sağlıklı olacak gibi geliyor. Onunla ilgili biz bir öneri metne koyduk.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Başlangıçla ilgili mi?

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Başlangıçla ilgili. Dolayısıyla yani demokratik ilkelere vurgu yapan ve herkesin bu kültürel çoğulculuğu içeren ve bunu muhafaza etmeye dönük ifadelere yer verilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

  • Biliyorsunuz, zaten bizim “Başlangıç” da darbe döneminin yaklaşımlarını ifade eden bir başlangıç kısmıdır. Sonradan oldukça rötuşlandı ama yine de hâlâ orada bir kısım ifadeler bence daraltıcı, sınırlayıcı hükümler şeklinde bulunuyor.

  • Bir de bu “Başlangıç” kısmını anayasaya dâhil etmemek, çünkü Anayasa Mahkemesinin yorumlarında bu karşımıza çok sayıda çıkıyor. Yani bir kısım iptal gerekçelerini başlangıca dayandırıyor Anayasa Mahkemesi. Biz de bunun normatif anlamda çok işlevsel olmadığını düşünüyoruz açıkçası. Onun için başlangıcı daha çok bir niyet izharı gibi görmekte fayda var. Yani burada bütün toplumsal kesimlerin, işte, kültürel grupların benimseyebileceği ortak bir metnin var olması daha sağlıklı gibi görünüyor açıkçası. Yani benim başlangıçla ilgili ifade edebileceklerim bunlar.

  • Diğer, özellikle problemli gördüğümüz alanlardan bir tanesi, bu “Değiştirilemez hükümler” meselesi.

  • Şimdi, tabii ki, devletin niteliğinin, şeklinin anayasada yer alması normal. Bir kısım belirlemelerin, işte başkent, bayrak, İstiklal Marşı bunlar bulunabilir anayasada ama bu değiştirilememe şeklindeki yaklaşımı sadece devletin şekline inhisar ettirmek faydalı olabilir. Yani cumhuriyet dışındaki diğer öğelere çok da böyle değiştirilemez nitelik atfetmek, hani başkent zaruret olursa değişebilir. Bilmiyorum yani ille de Ankara veya şehircilik açısından hakikaten zaruret görülebilir, başka bir yer belirlenebilir. Yani bunu böyle Anayasa’ya koyarak daraltmak çok bence işlevsel görülmüyor.

  • Biz sadece bunu, bu değiştirilmez hükümleri devletin şekline inhisar ettirelim diye düşünüyoruz. Ben yani birçok ülkenin anayasasına baktığımda da genelde buna vurgu yapıldığını görüyorum; yani Alman, İtalyan anayasaları, Fransa Anayasa’sı. Yani bizdeki kadar değiştirilemez hüküm başka anayasalarda yok. Yani daha çok devletin şekline vurgu yapılıyor. Bunun bizim tarafımızdan da benimsenmesinin bir handikap olacağını sanmıyorum. Yani biz bu konuda biraz daha rahatlatıcı bir düzenleme yapabiliriz.

  • Cumhuriyetin nitelikleri konusunda, zaten işte, o sosyal devlet, insan haklarına dayanma, işte hukuk devleti ilkeleri, laiklik gibi prensipler vurgulanabilir. Bunlarda herhangi bir problem biz görmüyoruz açıkçası. Dolayısıyla değiştirilemez hükümleri de sadece bir maddeye indirip, onu da cumhuriyetle sınırlandırmak bence daha sağlıklı olabilir.

  • Şimdi, burada bir üniter devlet ilkesi tabii önemli. Şimdi, biz diğer, yani federasyon tipi yönetim modellerine bugüne kadar yer verilmiş bir ülke değiliz. Yani üniter devlet ilkesinin çok problem çıkaracağı kanaatinde değiliz açıkçası. Bu prensip korunabilir Anayasa’da.

  • Devletin resmî dilinin var olması muhakkak gerekir. Mutlaka bir resmî dil uygulaması elbette ki, işlemlerin layıkıyla yürütülmesi için zaruridir. Ama devletin resmî dilinin olması demek, bence diğer dillere izin verilmez anlamına gelmemeli. Yani diğer kültürel gruplar, etnik unsurlar kendi dillerini hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan konuşup, yazabilmeliler açıkçası. Biz zaten üniversitelerde belli yabancı dilleri kendi çocuklarımıza okutuyoruz hatta yabancı dilde eğitim de veriyoruz. Yani bunu, içimizdeki diğer etnik unsurlara vermememiz için, bu hakkı, bir sınır yok. Fakat bizim herhâlde endişe ettiğimiz şey, genelde biraz zihinlerimizi şartlandıran ön düşüncelerimiz var. Yani devletin mutlaka bu tür şeylerden zarar göreceğini düşünüyoruz. Hâlbuki tam tersi olacağını düşünüyorum ben şahsen. Yani insanların bu devleti benimsemelerine, burada eğer kendilerini rahatça ifade edebiliyorlarsa, devleti benimseme noktasında çok daha işlevsel olacağı kanaatindeyim. Bunun yurt dışında da örnekleri var. Yani başka dilde eğitim yapabilmek birtakım esaslara bağlanabilir.

  • Yabancı dilde eğitim veya işte etnik bir başka dilde eğitim verirken, bunun mutlaka devlet denetimi altında olması mümkündür. Kolaylaştırıcı birtakım uygulamalarla bu tür eğitimlere imkân verilebilir. Bu, elbette bir altyapı gerektirir. Bir anda böyle bir şeye geçmemiz söz konusu değildir. Ama benim gördüğüm, yani ister mezhep olsun, ister etnik unsurlar olsun, ister başka ideolojik görüşler olsun herhangi bir şekilde kendi okullarını kurup, orada kendi dilleriyle eğitim yapmak istiyorlarsa, tabii ana dili öğrenmek kaydıyla bu uygulamalara izin verilmesi gerektiği kanaatindeyiz üniversite olarak.

  • Ben biraz toplumda bir rahatlatma olacağını düşünüyorum bu yolun, bu kabulün, bu uygulamanın; aksi takdirde sürekli problem. Yani kendi diliyle bir şeyler yazıp, öğrenme ihtiyacı, bunu bir temel insan hakkı olarak görmek lazım. Aksi takdirde, yani biz kendimiz şablon, üsten bir şablon giydiriyoruz.

  • Temel yaklaşımımız ihtiyaçları dikkate almak; yani kültürel, toplumsal, etnik unsurlar neyi istiyor, neyi talep ediyor eğer bunun karşılanabilir, makul ölçülerde uygulanabilirliği varsa yasaklama yoluna gitmememin daha işlevsel olacağını düşünüyoruz açıkçası.

  • Onun için bu, yani hani gündemde olduğu için söylüyorum. Yani Kürtçe ile ilgili olan taleplerin çok da reddedilmemesi gerektiği kanaatini taşıyoruz. Sadece Türkçeyi tek bir dil, eğitim dili olarak görmememiz, devletin kendi denetim unsurlarını iyi kurması şartıyla, eğitimin kalitesini artırıcı tedbirleri sağlamak kaydıyla bu tür imkânlardan yararlandırılmaları gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yani ben inisiyatifin devlette olması gerektiğini düşünüyorum. Devlet, bu konuda öncülük yapabilir. Çok o eski, klasik yaklaşımları bir kenara bırakıp, şimdi daha hürriyetçi, daha objektif ve insanların kendilerini ifade edebilmelerine imkân verecek yapıları kendimiz sisteme dâhil edebilmeliyiz. Bunlarla devletin pek zarar göreceğini düşünmüyorum. Çünkü biz daha önce de bazı şeyleri devletin varlık sebebi olarak görüyorduk. Kaldırdığımızda gördük ki, hiç öyle devlete bir zarar gelmedi. Bunların en önemlisi bu 141, 142, ve 163’üncü maddelerdi. Çok büyük baskı unsurlarıydı. Kaldırdığımızda, yani daha demokratik bir ortam, daha insan haklarının gerçekleştirilebileceği bir ülke şekline yaklaştığımızı düşünüyorum. Yani Türkiye, insan hakları konusunda bence kendi inisiyatifiyle Batı’lı devletlerin çok daha ilerisinde bir sistemi kurabilir. İlle de dışarıdan baskı altında bunu yapmamız gerekmiyor. Biz neticede, Avrupa Birliği ile mevzuat uyumlaştırıyoruz. Onların içtihatları, prensipleri hakeza bizim için uyulması gereken prensipler







  • uyulması gereken prensipler, hatta anayasa üstü ilkeler şeklinde uyguladığınız prensipler. Onun için biz kendi içimizdeki unsurlara, kendi vatandaşımız olan, yani sadece Kürtler değil, mesela bugün azınlıklar kendi dilinde eğitim verebiliyorlar, yani Rumlar ve Ermeniler Lozan’daki haklarına istinaden en azından ilköğretim seviyesinde bu imkândan yararlanabiliyorlar, yani azınlığa bu imkânı verirken bizzat vatandaş dediğimiz etnik unsurlara bu hakkı esirgemememiz gerektiğini düşünüyorum şahsen. Bu, aynı zamanda bizim fakültedeki hocaların da müşterek kanaatidir.

  • Onun dışında bu vatandaşlık meselesi var tabii. Vatandaşlık meselesinin de Türkiye’de bir problem oluşturduğu görülüyor. Şimdi, açıkçası yani Türk Anayasası’nda geçen “Türk vatandaşlığı” deyiminin çok da böyle etnik bir temeli olmadığı kanaatini taşıyoruz ama görünen o ki bu ifadenin biraz daha değiştirilip o şekliyle ifade edilmesi faydalı olacak, yani bunu “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” şekline dönüştürmenin, nihayet etnik bir ifade olmaktan çıkarmanın gerektiği sonucuna bu gelişmeler bizi götürüyor. Belki çok rahatsız edici bir boyutu yok “Türk vatandaşlığı” deyiminin ama bunun tanımlanmasında bir sıkıntı var, yani herkesi Türk kabul etmek. Şimdi, Alman Anayasası’nın da benzer bir tanımı var, Alman kimdir? Ya işte ırk olarak Alman ana babadan doğan veya vatandaşlık yoluyla Alman devletine bağlanana Alman diyor. Yani biz de Türk vatandaşlığını, vatandaşlık bağıyla Türkiye’ye, Türk devletine bağlı olana Türk diyoruz. Bizim de aslında kapsayıcı bir tanıma sahip olduğumuz söylenebilir ama görünen o ki başkaları bundan farklı şeyler çıkarıyorlar, o yüzden de bunu biraz ifade olarak “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” şeklinde…

  • Belki de Anayasa’ya vatandaşlık tanımı koymak da gerekmeyebilir, yani illa da, mutlaka vatandaşlığı tanımlamamız şart değildir. Şimdi, ben Anayasa’nın bazı maddelerine baktığımda nötr bir ifade olarak sadece “vatandaşlar” ifadesinin kullanıldığını görüyorum, yani herhangi bir önünde “Türk” veya başka bir niteleyici sıfat olmaksızın “vatandaşlar” ifadesi bence meramı anlatmaya yeterlidir. Dolayısıyla, zaten devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes o kapsama girebilir, illa da önünde bir “Türk” kelimesinin olması gerekmeyebilir ya da biz Anayasa’ya bunu koymayız, en azından anayasal bir problem oluşturmaz çünkü biz genelde her şeyi Anayasa’ya koyunca kendi kendimizi bir ölçüde de sınırlamış oluyoruz. İlle de vatandaşlık tanımını Anayasa’ya koyarak yapmak… Bunu kanunla da yapabiliriz, o çerçevede iki şeyin de mümkün olabileceğini düşünüyorum: Ya “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” şekline çevirelim veya Anayasa’da tanımlamaktan çıkaralım, bizi bu anlamda en azından daha kabul edilebilir bir metne götürecek diye düşünüyoruz.

  • Bunun dışında özellikle bu sistem meselesinde Cumhurbaşkanlığının konumunu bir tartışmakta fayda var. Şimdi, şu parlamenter sistemde ben mevcut durumun biraz ileride sıkıntı doğurabileceği kanaatini şahsen taşıyorum. Ben 1978’den itibaren Cumhurbaşkanı-Hükûmet çekişmelerini bir makale olarak çıkarmıştım, yani Korutürk’le Demirel, Korutürk’le Ecevit, Özal’la Evren, Demirel’le Özal, Demirel’le Tansu Çiller, Ahmet Necdet Sezer’le Recep Tayyip Erdoğan veya işte Bülent Ecevit. Şimdi bunlara baktığımızda, işte orada halkın doğrudan seçmediği bir Cumhurbaşkanının sistemde anayasal yetkileri çerçevesinde bir tıkanmaya yol açtığını görebiliyoruz. Yani, bizde Cumhurbaşkanı sembolik olmaktan çok, birtakım asli yetkileri kullanan bir makam şeklinde olduğu için sistemde büyük tıkanmalara yol açabiliyor. Şu anda halk desteğiyle gelmiş bir Cumhurbaşkanı parlamenter sistem içinde mevcut yetkilerle bu işi yapacaksa sistem bence biraz daha tıkanmaya müsait durumda, onun için ya Cumhurbaşkanının yetkilerini çok sembolik bir hâle getirmek lazım, halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı sisteme doğrudan, asli karar alma şeklinde müdahale edememeli ya da seçim sistemini değiştirmemiz gerekecek bu yetkileri kullanacaksa. O anlamda da Cumhurbaşkanlığı noktasında, bu yürütmeyi güçlendirme hevesi bizde daha çok Cumhurbaşkanını güçlendirme şeklinde tercih edildiği için biraz parlamenter sistemin ruhuna uygun gibi görünmüyor. Başta söylediğim şey onun içindi, yani sistem acaba kendini nasıl dizayn edecek, Başkanlık mı, parlamenter sistem mi? Bu çerçevede bu tür, yani kuvvetler arasındaki dengeyi biz ancak ona göre dizayn edebileceğimiz için bunların iyi organize edilmesi başta önem taşıyor, aksi takdirde sistemin zaten tıkanmaya doğru gideceğini kestirmek çok güç değil.

  • Bu temel hak ve hürriyetlerle ilgili biz biraz daha… Oldukça iyileştirme yapıldı tabii o konuda, herhangi bir itirazımız yok, yapılan değişiklikler 82 Anayasası’nın o ilk hâlindeki sınırlamaları büyük ölçüde rötuşladı ama biz genelde, gene de yaklaşım olarak çok zihniyetin değişmediğini görüyoruz, yani temel hak ve hürriyetler konusunda genelde böyle bir rezervlerin söz konusu… Hâlbuki esas olanın, bunların, bu hürriyetlerin tanınması olduğunu düşünüyoruz, bu zihniyet yerleşebilmiş olmalı. Yani ille de bir yerlere sınırlama koymamız gerekmiyor, zaten sınırlamanın… Hak ve hürriyetler suiistimal ediliyorsa ya suç işleme şeklindedir ya hakarete, tahkire veya suça teşvik şeklinde olabilir, o tür şeylerin zaten önlenmesi herhangi bir problem doğurmaz, hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde o tür suistimalleri önlemenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Yani, biraz bu temel hak ve hürriyetleri de daha emniyetli mekanizmalar hâlinde sunmamız gerekiyor, özellikle bu tutuklama, kişi dokunulmazlığı vesaire gibi noktalarda bizim biraz daha somut ve hukuki tedbirleri açıkça yerleştirmemiz gerekecek.

  • Şimdi, yani hukuk fakültesinde, yani hukuk öğrencileriyle muhatap olduğumuz için genelde veya işte hâkim veya savcılarla bu konularda zaman zaman belli programlarda bir araya geldiğimizde daha çok devlet refleksinin karşımıza çıktığını görüyoruz, yani hâkim ve savcı kendini devlet tarafında konumlandırıyor ister istemez. Bu niye böyle oluyor diye düşündüğümüzde, yani hukuk eğitiminin bizde bu anlamda biraz istediğimiz ölçekte işlevsel olmadığı kanaati ortaya çıkıyor. Yani, hukuk prensiplerine, hukuk devletine, hukuk ilkelerine inanan insanların yetişmiş olması lazım, şartlar ne olursa olsun bu prensipten vazgeçmemek lazım. Yani bizim hukukçularda bu konuda biraz sıkıntı yaşıyoruz ve bu da bizi hakikaten endişelendiriyor çünkü arzu edilen şey bu değil, yani bizim çok iyi içtihatlar geliştiren, yani hukuku daha ileri seviye götürecek hâkimlerimiz olması lazım, ciddi içtihat yapabilen ve bu içtihatlarında da sağlıklı açılımlar yapabilecek içtihatları ortaya koymamız lazım fakat genelde olmuyor, yorumlar ve kararlar ideolojik boyutta ortaya çıkıyor, tabii ki bu da hukuk mesleği açısından çok revaç gören bir husus değil.

  • Bu bir kısım kurumların Anayasa’da var olması bize çok sağlıklı gelmiyor. Yani nereden bakarsanız bakın, mesela Millî Güvenlik Kurulu, Yüksek Askerî Şûra, işte mesela bir kısım üst kurullar, işte YÖK, Diyanet İşleri Başkanlığı, bunların mutlaka anayasal kurum şeklinde dizayn edilmesi gerekmez, yani bizim Yükseköğretim Kurulunu veya Diyaneti anayasal olmaktan çıkarmamız gerekir, bunlar tartışmanın temelinde yer alan kurumlar açıkçası, kimseyi memnun etmeyen, kimsenin hoşlanmadığı, herkesin farklı talepleri dile getirdiği -dolayısıyla Anayasa’ya koyduğumuzda- veya Millî Güvenlik ya da Yüksek Askerî Şûra gibi idari… Özellikle Yüksek Askerî Şûra idari bir kurum, illa da, mutlaka anayasal bir makam olması gerekmez. Bu tür organları Anayasa’nın dışına çıkarmanın bizim yaşadığımız, tartıştığımız problemleri biraz daha azaltacağını düşünüyoruz. Bunlar teknik mesele olarak düzenlenebilir, illa da anayasal bir kurum şekline büründürülmesi gerekmiyor, dolayısıyla, eğer Anayasa’da bu tür kurullar varsa bunları da mümkün olduğu ölçüde devre dışı bırakmakta, Anayasa’nın dışında bırakmakta fayda var.

  • Yargı organlarına üye seçmek konusunda biz biraz daha inisiyatifi başka kurumlara verebiliriz, özellikle Meclise. Şimdi, Anayasa Mahkemesi üyelerini Cumhurbaşkanı seçiyor, Meclis çok az sayıda üye seçebiliyor veya işte o anlamda HSYK’ya -mesela diyelim ki ora biraz daha katılıma açık ama- şimdi Meclisin de büyük ölçüde seçiş yapabileceğine kaniyim ben. Yani bunun kuvvetler ayrılığı ilkesine ters bir tarafı da yok. Ben kendi doktora yeterliliğimden hatırlıyorum, bana “Meclis üye seçsin mi?” diye -o zaman da vardı- sordular, “Seçsin” dedim, beni ayıpladılar, yani kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşer diye bu. Hâlbuki ben aynı kanaatte değilim, Meclisin bu ülkenin en güvenilir organı olması lazım, halkın doğrudan temsilcilerinin yer aldığı bir Meclisin Anayasa Mahkemesine üye seçmesinin hiçbir mahzuru yok, Amerika’da da Yüksek Mahkemeye üye seçen Senato var, benzer uygulamaları diğer Avrupa devletlerinde de görebiliriz. Yani, bu seçim işlerini sadece Cumhurbaşkanına değil, Meclise de biraz sirayet ettirmekte fayda görüyorum açıkçası.

  • Anayasa’nın uzunluğu ve kısalığı meselesinde çok böyle, ne çok uzun ne çok kısa bir Anayasa, biz orta yollu bir Anayasa’nın var olması gerektiğini düşünüyoruz çünkü hakikaten biraz önce söylediğim kurumların bir kısmı devre dışı kalırsa Anayasa makul bir seviyeye gelecektir ama temel felsefe olarak hakikaten özgürlükçü bir anayasanın benimsenmiş olması gerektiği kanaatindeyiz. Bu felsefe sirayet etmeli Anayasa’nın bütün hükümlerine, böyle vesayetçi kurumlar oluşturmamalıyız.

  • Burası demokratik bir ülke, insanların iyi kötü tecrübeleri oluştu, yaşadığımız hadiselerin bize çok şey kazandırmış olması lazım, yani nereden baksanız yüz elli yıla yaklaşan parlamenter bir tecrübeyi göz ardı etmemek gerekir, insanlara biraz da güvenmek gerekir açıkçası. Yani, bizim temel problemlerimizden birisi de birtakım makamlara getirdiğimiz insanlara itibar etmeyip güvenmememiz, genelde hep suistimal edileceği düşüncesine kapılmamız. Hâlbuki tam tersi olması lazım, öteki istisna olmalı, yani insanların iyi niyetli hareketinden kimsenin kuşku duymaması lazım, herkesin bu ülkenin gelişmesine katkı yapmak için çalışacağını düşünmek lazım çünkü negatif düşününce ortaya pozitif bir uygulama çıkmıyor, tam tersi oluyor, herkes birbirine rakip gibi çalışıyor. Hâlbuki benim emin olmam lazım, yani benim hakkımda bir mahkemeye müracaat yapılmışsa hâkimin adil davranacağına dair hiçbir şüphe taşımamam lazım veya bu kurumlar arası uygulamalar için de geçerlidir, işte bir kanun Anayasa Mahkemesine gitmişse Anayasa Mahkemesinin bunu sadece hukuki açıdan değerlendireceğini gayet kesin bir inançla bilmesi lazım, aksi takdirde yaşadığımız tartışmaların sonu gelmez. Biz hangi metni oluşturursak oluşturalım, çok da bir çözüm sağlayacağını açıkçası düşünmüyorum. Yani, biz biraz bu zihinsel dönüşümü, işte Anayasa’dan başlayarak yansıtmamız lazım.

  • Genel olarak söyleyeceklerim bunlar, bir şey kaldı mı bilmiyorum veya sizin soracağınız bir husus varsa onlar üzerine tartışabiliriz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet Macit Hocam çok teşekkür ederiz. Böyle sohbet havası içerisinde -bakın, biz dördüncü grubu dinliyoruz, bir siyasi parti, siz üçüncü üniversitesiniz- bizi hiç yormadan, yani bu yorgunluk üzerine gayet zinde bir şekilde dinleme imkânı sağladınız.

  • Faruk Bey, buyurun.

  • FARUK BAL (Konya) – Hocam, anayasa hukuku anladığım kadarıyla ana bilim dalınız. Ben doğruyu bulabilmek adına bir ayrıntıda takıldım.

  • Şimdi, ana dille eğitim hakkı… “Yabancı dille nasıl yapıyorsak etnik gruplara da ana dilde eğitim hakkı verebiliriz.” dediniz ve benim takıldığım nokta, oraya bir cümle daha ilave ettiniz “Bu bir insan hakkıdır.” dediniz. Bunun uluslararası insan hakları belgelerinde, hangisinde böyle bir şeyi bulabiliriz?

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Şimdi, şöyle, resmî dil zorunluluğunu öngören anayasaların hepsinde resmî dil görebiliriz, bu bir anayasal hüküm. Mesela İspanya Anayasası’na bakın, bölgesel farklılıkları tanır, mesela orada yerel özerk grupların kendi dillerinde eğitim hakkını tanıyor İspanya, hiçbir sınırlaması yok. Yani, biz Rumlara bu hakkı veriyoruz.

  • FARUK BAL (Konya) – Onlar azınlık, ayrı, Lozan’da o.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Azınlık, 2 bin tane Rum var Türkiye’de, 60 bin tane Ermeni var, 20 bin Yahudi var ve biz bunlara… Peki, ama o da vatandaş…

  • FARUK BAL (Konya) – Hocam, şimdi biz Anayasa tartışıyoruz, ben sizinle tartışmak için girmiyorum. Bizim işimiz statü işi, değil mi?

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Evet.

  • FARUK BAL (Konya) – Azınlık da bir statüdür, anayasal statüdür, diğer vatandaşlar eşittir, değil mi?

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Bütün vatandaşlar eşittir.

  • FARUK BAL (Konya) – Şimdi, oradan -yani ben tartışma adına değil- ben “Uluslararası bir haktır, insan hakkıdır.” deyince onun bir belgesi var mı, onu öğrenmeye çalıştım.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Şöyle, bunun mutlaka böyle gidip Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde veyahut da İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarında doğrudan buna atıf yapan bir prensip var mıdır şeklinde soruyorsanız, böyle bir prensip yok.

  • FARUK BAL (Konya) – Ben onu öğrenmek istedim.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Yani, her etnik unsur kendi dilini konuşur şeklinde bir prensibi göremeyiz ama bir insanın kendini geliştirme hakkı, eğitim hakkı, bunlar temel insan hakları. Şimdi, bu temel insan haklarının alt unsurları, yani kendini geliştirmek ne demek, nasıl geliştirir bir insan kendini? Kendi dilini geliştirmek istiyorsa eğer, kendi dilinde konuşma hakkına sahip olmak istiyorsa, bu konuda yayın yapmak istiyorsa… Bilim hürriyeti diye bir hürriyetten bahsediyoruz, bilim ve sanat hürriyeti sınırsız bir hürriyet, yani bunun önüne diyelim ki adam Kürtçe üzerine edebî, linguistik araştırmalar yapmak istiyorsa, bunun üniversitelerde departmanları varsa olması gereken bu değil mi, bunu yapabilmeli. Bunlar olmadan sadece işte “Kişisel gelişim hakkı vardır.” diye Anayasa’ya koymanın pratik bir anlamı olmadığı kanaatindeyim. Yani, devletin temel vazifesi aslında insanlara bu altyapıyı sunmak olmalı. Bunun doğurabileceği bir mahzuru ben şahsen görmüyorum, yani etnik unsurlara bu hakları verdiğimiz zaman herkes bölücü, devleti yıkıcı faaliyetlere yönelecek şeklindeki bir yaklaşımın sadece bir varsayım olduğu kanaatindeyim.

  • FARUK BAL (Konya) – Ben öyle bir şey söylemedim, öyle bir şey de düşünmüyorum da…

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Yok yok, ben kendi düşüncemi…

  • FARUK BAL (Konya) – Şunu düşünüyorum: Şimdi, tabii kavramlarda, yani hukuki kavramlarda terminoloji çok önemlidir. Anayasa hukukunu tartışıyoruz biz, bu kavramlar üzerinden yürümemiz lazım. Sizin söyledikleriniz ana dilli öğrenme hakkıdır, o ayrı bir şeydir, ana dilde eğitim ise bambaşka bir şeydir, coğrafyayı, tarihi, yurttaşlık bilgisini, matematiği, geometriyi…

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Hepsini içerir.

  • FARUK BAL (Konya) – …hepsini etnik dilde öğrendiği zaman Türkiye’de de kırk yedi tane etnik dil var denildiğine göre anayasa hukuku açısından bir bakın oraya, kırk yedi ayrı etnisitenin, kırk yedi ayrı dilde konuştuğu bir ülkede kamu hizmeti nasıl sunulacak…

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – O ortak dil.

  • FARUK BAL (Konya) – Bir dakika…

  • …sosyal ilişki nasıl kurulacak, bireysel olarak o kişinin toplum içerisinde yaşaması nasıl sağlanabilecek?

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Bu mümkün, kültürel çoğulculuk dediğimiz budur zaten.

  • FARUK BAL (Konya) – Peki, teşekkür ederim Hocam.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Hayır, bu konuda tabii farklı düşünülebilir ama ben kendi düşüncemi veya bizim kendi düşüncemizi ifade ediyorum. Bu kırk yedi farklı etnik unsur olabilir ama bunların hiçbirinin sizin… Kaçı mesela bugünkü Kürtler kadar öne çıkıyor veya işte üç, beş tanesi ancak olsa olsa gündeme gelebilecek yapıya sahip, yoksa mahallî lehçelerin…

  • FARUK BAL (Konya) – Rize’nin Ardeşen ile Pazar ilçelerinin lisanı farklı Hocam, ikisi de Lazca, ikisi de farklı, ikisi de ana dilde eğitim istiyor.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Valla belli esaslar konulabilir, yani bunların kriterleri geliştirilebilir, hani 10 kişinin talep ettiği bir dili tabii ki Türkiye’de etnik unsur dili olarak kabul etmeniz gerekmeyebilir ama hakikaten bu bir ihtiyaçsa, bunun bir muhatabı varsa ciddi anlamda, bunun göz ardı edilmesini ben sosyal ve hukuk devletiyle, insan haklarına saygılı bir devletle bağdaştıramıyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Macit Hocam, çok teşekkür ederiz. Sizin sanıyorum İstanbul Şehir Üniversitesi olarak bu konudaki yazılı metininiz de bizim Başkanlığımıza ulaştı. Siz muhtemeldir ki bir özet yaptınız bize.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Öyle oldu, biz, yani bütün Anayasa’nın tümünü içeren bir şey değil de, daha çok problemli alanlar ne ise…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz, zahmet ettiniz, buraya kadar geldiniz.

  • İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA MACİT KENANOĞLU – Biz teşekkür ederiz bizi çağırdığınız ve dinlediğiniz için.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Estağfurullah.

  • FARUK BAL (Konya) – Çok teşekkür ederim Hocam, sağ olun.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Selam götürün, başarılar diliyoruz.



  • Kapanma Saati: 16.20













  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin