1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə23/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   39

  • İçeriğe yönelik görüşlerimizde temelde şunu ortaya koymaya çalıştık. Her anayasanın üç temel amacı vardır. Bunlar insan hak ve hürriyetlerini koruyan, tam bir demokratikleşmenin önünü açan ve hukuk devleti idealini bütün unsurlarıyla gerçekleştiren bir yapıda olması gerektiğini. Ana çerçevemiz bu. Yani bu üç temel noktanın anayasanın ruhuna sindirilmesi gerektiği görüşündeyiz.

  • Bu bağlamda da aşağıdaki konularda görüşlerimiz şu şekilde: “Başlangıç”la önce başlayalım. “Başlangıç” kısmı anayasaların olmazsa olmaz unsuru değildir ancak yaygın uygulama, genellikle devletlerin anayasa yaparken bir başlangıç kısmına yer verdiği şeklinde, dünyadaki çoğunluk uygulama bu şekilde. Bizde 61 Anayasası’yla bu gelenek başlamıştır, 82 Anayasası’yla devam ettirilmiştir. Başlangıç kısmı olabilir. Başlangıç kısmında da genellikle anayasaların dayandığı temel felsefe veya ideoloji, hukuki olmaktan çok edebi, duygu yüklü bir üslupla ortaya konulur. Burada, bizim, tabii 82 Anayasası’nın Başlangıç kısmına bir eleştirimiz var çünkü 82 Anayasası’nın Başlangıç kısmında, bu bahsettiğimiz mutabakat metni olma özelliğini ortaya koymaktan çok, yapılmış olan darbenin meşruiyetini ve belli bir resmî ideolojinin ortaya konması şeklinde bir yapısı bulunmaktadır. Bu yüzden, bizim teklifimiz, başlangıç metni kaleme alınırken kısa, özlü, edebi bir üslupla insan onurunu, insan haklarını, hukukun üstünlüğü, adalet, demokrasi gibi evrensel değerlerin, bunların yanında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir arada yaşama arzusu ve isteklerini besleyen, ortak miras, tarih ve ideallerin vurgulanması ve uzlaşmacı ve toplumun her kesimini kucaklayan bir dil kullanılması yönünde bir teklifimiz bulunuyor.

  • Tabii başlangıcın hemen akabinde genel olarak dünya anayasalarında “Genel esaslar” dediğimiz bölümler bulunur. Bu da devlete hâkim olan temel ilkeler burada ortaya konulur. Bunun yanında devletin şekli, nitelikleri, resmî dili, bayrağı gibi unsurlara yer verilir. Bu konulardaki yaklaşımımız şu şekilde: Komisyon üyelerimiz şunu bir şey olarak kabul ediyorlar: Devletin resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti konuları tek bir maddede düzenlenmeli ve esasen değiştirilemeyecek maddelere yer verilmemesi uygun ise de eğer verilecekse bu maddelere değişmezlik niteliğinin verilmesini esas alıyorlar. Bu konuda neden bu değişmezlik niteliği verilmemesi uygundur, verilecekse sadece buna verilmelidir? Bu konuda toplumsal bir mutabakatın olduğu kanaati hâkim olduğu, devletin şekli, bayrağı, millî marşı ve başkenti konularında ve bu konuların da tek bir maddede, yani birkaç madde değil, tek bir maddede düzenlenmesi vurgusu yapıldı.

  • Burada maddede özellikle “Türkiye devleti cumhuriyettir.” ifadesinin aynen muhafaza edilmesi önerildi. Şunun için: Yani 1923’ten beri aynı ifade tüm anayasalarımızda aynı, yani bir gelenekselleşme söz konusu.

  • Bundan başka mevcut Anayasa’mızda “üniter” kelimesi kullanılmıyor. Anayasa’ya “üniter” kelimesinin yerleştirilmesi gerekliliği ortaya konuldu. Peki, nereden çıkartıyoruz üniter olduğunu? “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ifadesinden diye kabul ediliyor ancak biz şunu söylüyoruz: Federal devletin de ülkesi ve milleti bölünmez bütündür. Dolayısıyla sadece buradan üniterlik çıkartılamaz, üniter vurgusu konmalı diyoruz. Bu madde önerimizi geçiyorum.

  • Resmî dil konusunda, mevcut Anayasa’da “devletin dili” ifadesi var. Devletin dili olmaz. Teknik olarak resmî dili olmalıdır diye “resmî” ifadesinin yerleştirilmesini önerdik ancak burada şunu vurgulamak istiyoruz: Vatandaşlar açısından resmî dilin varlığı kendi ana dillerini kullanamayacağı veya öğretemeyeceği veya öğrenemeyeceği anlamına gelmemelidir. Bunu birazdan zaten yeniden ele alacağım.

  • Cumhuriyetin nitelikleri konusuna gelince: Birincisi, cumhuriyetin nitelikleri konusunda değişmezlik hükmüne yer verilmemesi gerektiği kanaatindeyiz çünkü zaman içerisinde uluslararası toplum ve ulusal toplumun nereye varacağı tespit edilemeyeceği için bu ilkelere değişmezlik niteliğinin verilmesi gelecek kuşakları bağlamak ve yeni anayasa krizlerine yol açmak anlamına gelebilir. Örnekle açıklayacak olursak, sosyal devlet mesela, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya anayasalarında yer almış olan bir kavramdır. Belki önümüzdeki yıllarda yeni kavramlar üretilecek, ihtiyaçlar doğacak, bu durumda da buna değişmezlik niteliği vermemiz hâlinde sıkıntılar doğacak ve siyasi ve hukuki tıkanıklıklara yol açacak. Bu yüzden buna değişmez nitelik verilmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Değişmez nitelik verilmemeli, verilecekse 1’inci maddeye, az önce saydığımız cumhuriyet, devletin başkenti, millî marşı gibi unsurlara verilmeli diye ana hatlarıyla özetle bu durum.

  • Devletin temel amaç ve görevleri noktasında öngörümüz şu: Kanaatimizce her devletin temel amaç ve görevi, insan, onun onuru, hakları, refahı ve mutluluğu olmalıdır. Dolayısıyla mevcut Anayasa’da olduğu gibi insandan önce devlet olmamalıdır. Mevcut Anayasa’nın 5’inci maddesine baktığımızda, daha insan ve insanın refahı ve mutluluğundan bahsetmeden doğrudan doğruyu devletin bağımsızlığı, bütünlüğü, bölünmezliği, cumhuriyeti koruma vurgusu ön plana çıkartılmıştır. Muhakkak ki bunlar da önemlidir ama anayasaların temel amacı, insanı ve onun hak ve özgürlüklerini korumaktır. Devleti korumak da insan merkezlidir. Yani devleti korumak da hatta şöyle bir alıntı da yaptık: Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatlerinde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Yani amaç insandır, devlet bir araçtır. Bunun vurgusu yapılmalı. Madde teklifimiz var. Onu burada arz etmiyorum.

  • Şimdi, temel ilkeler noktasında önemli konulardan birisi egemenlik, yasama ve yürütme, yargı organları mevzusu. Egemenlikle alakalı kısaca, modern demokrasinin vazgeçilmez önceliği nedir? Egemenlik halka veya millet dediğimiz ulusal, global topluma aittir. Dolayısıyla demokratik bir siyasal sistemde egemenlik ve bu egemenlikten kaynaklanan yetkiler halka aittir ama pratikte bunu halkın doğrudan kullanması mümkün olmadığı için organlar aracılığıyla kullanmak zorundadır. Bu yüzden modern demokrasilerde bütün yetkilerin kaynağı halktır. Bu nedenle anayasa kurgusunda bütün yetkiyi kullanacak organların doğrudan veya zincirleme bir şekilde halka dayandırılması gerekmektedir; bunun anayasaya yerleştirilmesi. Şimdi, mevcut Anayasa’mızda bu yetki konusunda bur müphemlik söz konusu. Çünkü mevcut Anayasa’da 61 Anayasası’ndan gelen bir anlayışla egemenliğin millete ait olduğu ve milletin de bu egemenliği yetkili organları eliyle kullanacağı ifade edilmiş ancak bu yetkili organların ne olduğu açık ve net bir şekilde ortaya konmamış. Uygulamada bu bazı organların kendilerini yetkili organ sayması ve durumdan vazife çıkartarak demokrasilerde olmayan yetki kullanımlarına yönelmesi sonucu çıkmaktadır. Bu yüzden bizim teklifimiz, yetkili organların yasama, yürütme ve yargı organı olduğu ve ancak bunlar eliyle milletin egemenliğini kullanacağının açık ve net bir şekilde ortaya konulmasını ifade ediyoruz.

  • Burada yasama, yürütme ve yargı organları noktasında mevcut Anayasa’daki sistemi benimsedik. Bir farkla ki yasamayı bir yetki, yürütme ve yargıyı da yetki ve görev şeklinde değerlendirdik. Madde tekliflerimiz metinde bulunmaktadır.

  • Temel ilkelere ilişkin olarak “eşitlik” ilkesi mevcut Anayasa’mızda 10’uncu maddede düzenleniyor. Zaman içerisinde bu madde milletlerarası yükümlülüklerimizi de kapsayacak bir şekilde bugünkü hâlini almıştır. Özellikle Çocuk Hakları ve Kadın Hakları Sözleşmesi’ne paralel bir şekilde. Bugünkü hâliyle eşitlik ilkesini düzenleyen madde yeterlidir. Belki şu yapılabilir diye düşündük: Ayrımcılık yasağı vurgusu maddenin kenar başlığına ve içerisine yerleştirilebilir.

  • Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü diğer bir temel mesele. Şimdi, burada anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü konusunda herhangi bir değişiklik yapmaya gerek olmadığı kanaatindeyiz ancak şu konuda komisyonunuza bir görüş sunmak istiyoruz: Bazı, kamuoyunda dolaşan anayasa tekliflerinde, milletlerarası anlaşmalara kanunların aykırı olamayacağı yönünde görüşler ileri sürülüyor. Biz, bu görüşe katılmıyoruz. İki açıdan katılmıyoruz. Bir, egemenlik noktasında katılmıyoruz. İki, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve Meclisin yetkisi konusunda katılmıyoruz. Bugün dünyadaki Hollanda gibi bir iki istisna hariç devletler egemenliklerine kıskançlıkla sarılıyorlar. Dolayısıyla milletlerarası anlaşmalara kanunların üstünde veya bazı yazarların ileri sürdüğü gibi anayasanın üstünde bir konum atfedilmesi, devletin egemenliği açısından sorun ortaya çıkartabilir. Yasama organı açısından baktığımızda ise, eğer kanunlar anlaşmaya aykırı olamayacak ise birincisi, yasama yetkisinin Meclisin iradesi dışında elinden alınması sonucunu doğurur. Çünkü uygulamada bazı anlaşmalar uygun bulma kanunu gerektirmeksizin yürürlüğe konulabiliyor. İkincisi, Meclisin uygun bulma kanunu gereken anlaşmalarda da Meclisin basit çoğunlukla uygun bulduğu bir anlaşmanın aksine yeni bir anlaşma yapamaması, bir kanun çıkartamaması demektir ki bu da Meclisin kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği yetkisinin haksız olarak elinden kayması anlamı çıkabilir. Ayrıntıları metnimizde var.

  • Şimdi, genel esaslardan sonra anayasaların en öncelikli düzenledikleri konular temel hak ve hürriyetler. Zaten anayasacılık hareketlerinin özünde bu vardır, bireyin hak ve hürriyetlerini korumak. Günümüzde de devletlerin en önemli meşruiyet kaynağı zaten insan hakları, yani temel hak ve hürriyetler olmuştur. Yapılacak bir anayasa değişikliğinde mutlaka bu temel hak ve hürriyetler vurgusunun ön plana çıkartılması gerektiğini, özellikle insan onurunun devletin karşısında dokunulmazlığı ve üstünlüğü ifade edilmeli kanaatindeyiz.

  • 82 Anayasası, tabii yapılan her türlü değişikliğe rağmen -insan hakları konusunda önemli adımlar atılmıştır- insan merkezli olmaktan uzak, devleti üstün konumda tutan, devleti bizatihi kutsal ve yüce bir varlık olarak öne çıkartan bir anlayışa sahip. 82 Anayasası’nın diğer bir temel hak ve özgürlükler konusundaki yaklaşımı, hakların kötüye kullanılması ihtimali. Özellikle de bu hakların kötüye kullanılması hâlinde devletin zafiyete uğrayacağı endişesi taşımaktadır. Belki kısmen dönemin şartlarında haklılık payı olabilir, 70’li yıllardaki sorunlardan dolayı ancak tarihî tecrübeler göstermiştir ki temel hak ve özgürlükler devleti zafiyete uğratmaz, tam tersine onun meşruiyetini güçlendirerek devleti daha güçlü kılar. Bu yüzden 82 Anayasası’nın ruhuna sinmiş olan devlet merkezli, yasakçı, hak ve özgürlükleri devlet açısından tehdit olarak gören bu yaklaşımın tam tersine çevrilerek hak ve özgürlükleri öne çıkartan, özgürlüğün asıl sınırlamanın üstünde olduğu, herkesin insan onurundan kaynaklanan kişiliğine bağlı, dokunulmaz, vazgeçilmez, devredilmez hak ve özgürlüklere sahip olduğu gerçeğinin açık bir şekilde ortaya konması kanaatimizce büyük önem arz etmektedir.

  • Tabii temel hak ve hürriyetler konusunda önemli konu, niteliği ve kötüye kullanılması meselesi. Bizim kanaatimizce, temel hak ve hürriyetlerin niteliği düzenlenirken doğal hukuk anlayışını yansıtan bir şekilde madde kaleme alınmalıdır. Niye bunu şey yapıyoruz? Çünkü doğal hukuk anlayışına göre kişiler sırf insan olmalarından dolayı doğuştan hak ve hürriyetlere sahiptir. Devlet tarafından onlara bu hak ve hürriyetler verilmemiştir. Devlete düşen bu hak ve hürriyetleri korumaktır. Bu yüzden doğal hukukun yansıtılmasını ifade ediyoruz.

  • Bu konuda belirtmek istediğimiz bir konu da ödev konusu. Mevcut Anayasa’da hak ve hürriyetlerin yanında hemen ödevler, kişinin hak ve ödevleri zikredilmektedir. Kanaatimizce, tabii ki kişinin ailesine, topluma, yakınlarına karşı hak ve ödevleri vardır ancak bunları zikretmenin yeri anayasalar değil. Anayasaların yeri hak ve hürriyetleri korumanın aracıdır anayasalar. Dolayısıyla zikredilse de zikredilmese de kişilerin hak ve hürriyetlerinin yanında ailesine, topluma ve diğer kişilere karşı ödevleri vardır ama bunu zikretmenin yeri anayasa değildir. Özellikle bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bu nedenle 82 Anayasası’nın ruhuna sinmiş olan ödev vurgusu yeni anayasaya sirayet ettirilmemeli kanaatindeyiz.

  • Bu konuda önemli noktalardan biri hakların kötüye kullanılmaması, hepimizin bildiği üzere evrensel bir ilkedir. Hukuk, hakkın kötüye kullanılmasını korumaz. Bu anayasada zikredilse de böyledir, zikredilmese de böyledir ancak gerek bazı uluslararası anlaşmalarda gerekse bazı anayasalarda hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. Bizim kanaatimizce verilse de olur, verilmese de ama verilecekse mevcut hâliyle hakkın kötüye kullanılması düzenlenmemelidir.

  • Mevcut Anayasa’nın 14’üncü maddesinin, değişikliklere rağmen, temel hak ve hürriyetler açısından sorunlu bir madde olduğu kanaatindeyiz ve evrensel insan hakları anlayışına uymadığı kanaatindeyiz. Özellikle maddenin “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi, milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı, insan haklarına dayanan demokratik, lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” şeklindeki birinci fıkrasına itiraz ediyoruz çünkü uygulamada yasakçılığın dayanağı olarak kullanılan bir madde olmuştur. Hâlbuki amacı o olmamasına rağmen maddenin, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere uygulamada ideolojik anlamlar yüklenmiş bu maddedeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, laik, demokratik cumhuriyet” gibi soyut kavramlara ve koruma maddesinden çok genel bir sınırlandırma maddesi hâline dönüşmüştür. Bu yüzden özellikle bu birinci fıkranın çıkartılması, ikinci fıkranın mevcut Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle uyum içerisinde olduğu için muhafaza edilmesi gerektiği kanaatindeyiz, eğer yer verilecekse buna. Son olarak onu söyleyeyim. Bu konuda madde teklifimiz var. Onu geçiyorum.

  • Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması: Esasen süreç içerisinde ilgili madde ihtiyaca cevap verebilecek hâle gelmiştir, Anayasa değişiklikleriyle birlikte. Sadece burada belirtmek istediğimiz, mevcut 13’üncü maddedeki, hatta biraz da anlam vermede zorlanılan, niye bu buraya yerleştirildi şeklindeki ifade “laik cumhuriyetin gerekleri.” 13’üncü maddenin temel amacı, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılırken bir sınır koymaktır. Laik cumhuriyet ise uygulamada sınırlandırmanın sınırı olacak bir kavram değil, belki sınırlandırırken ölçüt alınabilecek bir kavram olması sebebiyle bu kavramın çıkartılması gerektiği kanaatindeyiz. Şimdi, 82 Anayasası ilk şekliyle kötü de olsa bir insicamı olan bir anayasaydı, kendi içerisinde tutarlılıkları vardı. Yapılan değişikliklerden sonra özellikle temel hak ve hürriyetler konusunda insicamı kayboldu. En pratikteki sıkıntılı noktalardan birisi genel sınırlandırma sebepleri çıkartıldı, dolayısıyla özel maddedeki sınırlandırma sebeplerine atıf yapıldı. Fakat birçok temel hak ve hürriyetlerde özel sınırlandırma sebepleri sayılmamıştır veya sayılmışsa yeterli değildir veya lüzumsuz sebepler oraya konmuştur. Dolayısıyla burada özellikle millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak, genel sağlık gibi nedenlerin maddelere alakalı, alakasız yerleştirilmemesi, bu konuda özen gösterilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Yani mesela genel sağlıkla alakası olmayan bir maddede genel sağlık sınırlandırma sebebi olarak sayılmıştır. Bunun gibi örnekler.

  • Sınıflandırma konusunda, herhangi bir tercih yapılabilir diyoruz, yani bu konuda mevcut üçlü ayrım yapılabileceği gibi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın sistematiği de kullanılabilir ama hangisi tercih edilirse edilsin “ödev” vurgusu anayasadan çıkartılmalıdır. Bunu şey yapıyoruz.

  • Hak ve hürriyetler konusunda hassas birkaç hak ve hürriyet üzerinde durduk, zamanımızın darlığından dolayı. Bunlardan en önemlilerinden birisi din ve vicdan özgürlüğü. Malumunuz olduğu üzere, Anayasa din ve vicdan özgürlüğü konusunda oldukça ihtiyatlı, tereddütlü bir yaklaşıma sahip. Bunda önemli etken, o dönem itibarıyla anayasal rejimi kurgulayanların dine ve buna bağlı özgürlüklere olan güvensizliğidir. Bu yüzden ibadet hürriyetine ilişkin bazı tedirgin bir tavır sergileyen sınırlandırmalar vardır. Bu sınırlandırmaların kaldırılması gerektiği kanaatindeyiz. Somut örnek verecek olursak Anayasa’nın 24’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre 14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir. Şimdi, buradaki 14’üncü maddeye yapılan atıf, az önce 14’ünü maddeyi, zaten birinci fıkrasını eleştirdik. Orada devletin, milletin bölünmez bütünlüğü, laik demokratik cumhuriyet gibi soyut ve içeriğinin keyfî ve ideolojik olarak doldurulabilecek kavramlar var ve uygulamada da zaten din ve vicdan özgürlüğü noktasında bu atıf vesilesiyledir ki din ve vicdan özgürlüğünün içi boşaltılmıştır.

  • Bir diğer konu, beşinci fıkradaki kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ve dinî ve din duygularını istismar yasağını düzenleyen madde. Burada “kısmen” ne anlama gelecektir? Tamamen içi ideolojik ve keyfî olarak doldurulabilecek ifadeler bunlar. Bundan dolayı bunların çıkartılmasını. “İstismar.” İstismar zaten ahlaki bir konudur, hukuki bir metinde yer almasının… Yani acaba bir kişinin cumaya gitmesi istismar sayılacak mı? Bunlar ideolojik olarak doldurulabilecek kavramlar olduğu için bunun çıkartılması gerektiğini ve Anayasa’da din ve vicdan hürriyetinin sınırının tereddüde mahal vermeyecek bir şekilde muğlak ifadelerden arındırılmış olarak açık ve seçik bir surette yazılması gerektiği kanaatindeyiz.

  • Bu konuda din ve ahlak, din eğitimi -daha doğrusu- konusunda malumunuz mevcut Anayasa’ya göre din ve ahlak öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılmakta ve din kültürü, ahlak öğretimi zorunlu dersler arasında yer almaktadır. Şimdi, “devletin gözetimi” kavramı ibadet hürriyetinin içini boşaltacak bir kavram olduğu için bunu eleştiriyoruz.

  • Şimdi, insanların en temel haklarından bir tanesi, kendi çocuklarını kendi inandıkları değerler doğrultusunda yetiştirmeleridir çünkü insan olarak şu görülmektedir ki bir ana babanın kendi çocuğunun farklı bir dine meyletmesi, ana babada o çocuğun ölümünden daha büyük elem vermektedir. Dolayısıyla, insanların en tabii haklarından birisi, kendi çocuğunu kendi inandığı değerler doğrultusunda yetiştirme hakkıdır. Bu konuda din kültürü ve ahlak bilgisi uygulamada sorunlara yol açmaktadır, ana babaların çocuklarını istemediği dinin gereklerinin öğretilmesi gibi sıkıntılar doğurmaktadır. Zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de aleyhimize bu konuda karar verdi. Bu konudaki görüşümüz bu şekilde kısaca.

  • Vatandaşlık mevzusuna gelince, vatandaşlık, bir şahıs ile bir devlet arasında temelinde toplumsal bağlılık, menfaat ve duygu dayanışması. Bunlar hukuki bir bağı ifade ediyor. Bu açıdan bakıldığında, milletlerarası hukuka göre, vatandaşa ilişkin şartları ilgili devlet tamamen kendisi belirleme yetkisine sahiptir. Ancak son dönemde bu vatandaşlıkla alakalı tanımlar yapılırken mümkün olduğu kadar etnik bir temele dayanmaksızın sadece vatandaşlığı, sadece devletle ile birey arasındaki bağı tespit etmek şeklinde düzenlemelerin yaygınlaştığını görüyoruz.

  • Şimdi, konuya ülkemiz açısından bakıldığında, bulunduğu coğrafya ve Osmanlı Devleti’nin devamı olması sebebiyle birçok etnik, dinî, dinsel grupların oluşturduğu bir nüfus yapısına sahip olduğu görülmektedir. Bu yapı karşısında “Vatandaşlık teknik bir konudur, dolayısıyla anayasada düzenlenmeyebilir.” denilebilir ancak bizim kanaatimizce vatandaşlık sadece teknik bir konu değil, bireyler açısından bir haktır aynı zamanda. Bu nedenle de anayasanın bu hakkı güvence altına alması gerektiği kanaatindeyiz.

  • Şimdi, anayasada “Vatandaşlık” tanımı yapılırken tüm toplumsal kesimleri kapsayacak ve bunlar arasında birliği, bütünlüğü ve bağlılığı güçlendirecek bir vatandaşlık tanımının yapılması gerekmektedir ancak bu genel temenniyi ortaya koyduktan sonra komisyon üyelerimiz arasında bu konuda net bir uzlaşma sağlayamadık, üç alternatif sunduk. Birinci alternatifimizde: “Din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin Türk denir.” Burada sadece “Din, dil, ırk” ifadesini ekledik. Bununla da “Türk” kelimesinin etnik bir amaçla kullanılmadığının vurgusunu ön plana çıkartma şeyi. İkinci alternatif de “Vatandaşlık temel bir haktır. Kanunun öngördüğü esaslara uygun olarak bu statüyü kazanan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” Yani bir etnik şey değil. Üçüncüsü de tam döngüsel bir tanım: “Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” Yani bu konuda topu size attık Sayın Başkanım çünkü uzlaşmak konusunda şeyimiz var.

  • Bu konuda yenilik olarak belki şunu öne koyduk: Vatandaşlıktan çıkarılma. Şimdi, vatandaşlık tabii sadakat de gerektiren bir konu. Tabii devlete sadakat, vatandaşlıktan çıkarma gibi hususlar çoğu zaman da siyasi yönü olan konulardır. Dolayısıyla bazıları açısından sadakate aykırı olan davranış, bir başkaları açısından sadakate uygun kabul edilmektedir. Bu yüzden de vatandaşlıktan çıkarılmayı kişinin rızasına bırakılması gerektiği yönünde görüş ortaya koyduk.

  • Şimdi, vatandaşlıkla yakın alakalı bir konu da vatan hizmeti. Bu yüzden de vatan hizmetinin ayrı bir maddede değil, vatandaşlık maddesinde düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyiz çünkü sadakatle yakından alakalı vatandaşlık olduğu için. Mevcut Anayasa’da ayrı yerde düzenlenmiş.

  • Şimdi, burada ön plana çıkarttığımız nokta şu: Vatandaşlık, evet, bir yükümlülük yönü, vatan hizmeti, askerlik tabii yükümlülük yönü ağır basan bir konu olmakla birlikte bizim ülkemizin insanlarının birçoğu açısından bu aynı zamanda bir hak olarak algılanmaktadır. Bu yüzden her ne kadar ödevi çağrıştırsa da vatan hizmetinin anayasada bir hak olarak öngörülmesinin yerinde olacağını yani mevcut Anayasa’daki durumu muhafaza. Bunu ısrarla şey yapıyoruz. Malumunuz, bizim örfümüzde askerlik yapmayana kız bile vermeme gibi bir yapı var, bir hak olarak algılanıyor. Hatta birçok engelli vatandaşımız açısından belki, böyle bir hak olarak düzenlenmesi, belli şartlar altında askerlik yapmaları gibi bir sonucu doğuracaktır. O hak vurgusunun şey yapılmasını istiyoruz.

  • Diğer bir konu, ana dil eğitimi meselesi. Şimdi, tabii, bu ana dil meselesi ilk olarak 82 Anayasası’yla 42’nci maddede düzenlenerek hukuk dünyamıza girmiştir. Ne Osmanlı 1876 Anayasası ne 24, 61 Anayasalarında böyle bir hüküm yok. 42’nci madde, malumunuz, Türkçeden başka bir dilin eğitim öğretim kurumlarında ana dil olarak okutulamayacağını öngörüyor.

  • Şimdi, bizim kanaatimiz, devletin resmî dilinin olması ve buna paralel olarak bu resmî dili eğitim dili olarak tercih etmesi başka bir şey, devletin vatandaşı olan insanların kendi ana dillerini kullanmaları, öğrenmeleri başka bir şey. Bunu ayırt ediyoruz biz. Günümüz dünyasında insanların kendi ana dillerini öğrenmeleri, öğretmeleri, kültürel, bilimsel, dinî, sanatsal faaliyetlerinde kullanmalarının yasaklanması kabul edilebilecek bir durum değil. Bu bağlamda yapılacak yeni bir anayasada eğitim dili olarak Türkçe tercih edilebilir, edilmeli daha doğrusu. Bu dil dışındaki dillerin eğitim dili olarak kullanılabileceği de kullanılamayacağı da bir tercih sorunudur ancak hangi tercih kullanılırsa kullanılsın vatandaşlara kendi dillerini öğrenme, öğretme ve çeşitli faaliyetlerinde kullanabilme imkânının verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Madde teklifimizde de bunu ortaya koyduk. Herkes ana dilini öğrenme, öğretme ve kültürel, sanatsal, bilimsel ve dinî faaliyetlerinde kullanma hakkına sahiptir. Tabii konu kanunla düzenlenecektir.

  • Anayasa konusunda demokratikleşmeye ilişkin bazı görüşlerimiz var. Demokratikleşme deyince tabii Millî Güvenlik Kurulu ve Silahlı Kuvvetler konusu öncelikli konumuz. Türkiye, gerek tarihî misyonu gerekse coğrafi konumu itibarıyla güçlü bir orduya sahip olması gereken bir ülkedir ancak ordusunun güçlü olması, bunun demokratik yapıdan uzak, tüm kurum ve kuruluşların üzerinde bir vesayet kurumu hâline dönüştürülmesi anlamına da gelmemektedir. Temel kanaatimiz bu. Dolayısıyla ordunun da, özetle, doğrudan ülkeyi yönetme yetkisini egemen olan halktan almış olan seçilmiş sivil iktidarlara tabi olacak bir şekilde yetki haritasının oluşturulması demokrasinin bir gereğidir.

  • Burada, tabii, Millî Güvenlik Kurulu konusunda şunu ortaya koyuyoruz: Her ne kadar 2001 değişikliğiyle birlikte sivil üye sayısı artırılsa da, kararların istişari nitelikte olduğu vurgusu ön plana çıkartılsa da yine demokrasi açısından sorunlu bir kurum olduğu kanaatindeyiz çünkü içindeki asker kişiler bir tarafa, sivil kişiler, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan yardımcıları, Bakanlar Kurulunun en güçlü, önemli bakanlarından oluşuyor. Dolayısıyla böyle bir kurulun almış olduğu kararların istişari karar olduğu temenniden öte bir şey değil yani Başbakanın veya Başbakan yardımcılarının kabul etmiş olduğu bir kararı diğer bakanların kabul etmeme gibi ihtimali bulunmamaktadır. Yani sivil karaktere büründürülse dahi bu yapısı itibarıyla çok güçlü bir kurum. Bu kurumun bu yapısının değiştirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Temel şeyimiz Millî Savunma Bakanı ve Başbakana bağlı istişari bir kurul hâline getirilmesi ve kurulun ülkenin savunmasından sorumlu Bakanlar Kuruluna ihtiyaç hâlinde görüş bildiren asker ve sivil kişilerden oluşması çünkü temel fonksiyonu odur, ülkenin savunmasına ilişkin görüş bildirmek. Bu savunmadan da sorumlu olan parlamenter sistem de Bakanlar Kuruludur. Dolayısıyla ona istişari hizmet verecek bir yapıya büründürülmesi gerekiyor.

    Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin