1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə8/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   39

12.01.2012 Tarihli Toplantı




  • Açılma Saati: 09.30

  • ----------

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Genel Başkan, Demokratik Sol Partinin değerli temsilcileri; Anayasa Uzlaşma Komisyonunun alt komisyon toplantımıza hepiniz hoş geldiniz.

  • Sizin de çok yakinen takip ettiğini düşündüğüm 12 Haziran Seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde Sayın Meclis Başkanımızın da inisiyatifiyle yeni anayasa yapım süreci başladı. Parlamentomuzda grubu bulunan dört siyasi partiden üçer milletvekili arkadaşımızın üyesi bulunduğu Anayasa Uzlaşma Komisyonu bundan birkaç ay önce kuruldu. Kendimize bir yol haritası çizdik. Bu çalışmayı nasıl yapabiliriz? Bu yol haritası üzerinde, çalışma usulleri üzerinde, on beş maddelik bir usuller manzumesinde mutabık kaldık. Şu anda kamuoyunun başta siyasi partilerimiz olmak üzere anayasal kuruluşlar olmak üzere, sivil toplum örgütleri olmak üzere hatta bireysel olarak vatandaşlarımız olmak üzere yeni bir anayasa sürecine önerilerini ve tekliflerini toplama çalışması yapıyoruz şu aşamada. Özellikle son haftalarda bu konuda kamuoyundan oldukça yoğun bir teklif manzumesi Parlamentomuza akmakta, bundan da ayrıca memnuniyet duyuyoruz.

  • Üç alt komisyonumuz var. Şu anda buradaki komisyon 1 numaralı Alt Komisyondur. 1 numaralı Alt Komisyon siyasi partiler ve anayasal kuruluşları ve bunların önerilerini değerlendirmek üzere kurulmuş olan bir komisyondur. Ondan fazla siyasi partimiz komisyonumuza bizzat gelerek yeni anayasa sürecine katkılarını hem yazılı hem de sözlü olarak ifade ettiler.

  • Şimdi Demokratik Sol Partimizin bu konuyla ilgili önerilerini dinlemeye hazırız ama şunu ben çok yakinen biliyorum ki bu konuda en çok kafa yoran, geçmişte hazırlık yapan hatta çalışmalarını kitaplaştıran siyasi partilerimizin başında gelmektedir Demokratik Sol Parti. Biraz önce sohbet anında da ifade ettiğim gibi bundan on on bir yıl kadar önce Parlamentomuzda da böylesine bir uzlaşma komisyonu kurulmuştu. Bu komisyonda ben de o zaman mensubu bulunduğum partiyi temsilen görev yapmıştım. Demokratik Sol Partinin o çalışmalara büyük katkısı olduğunu biliyorum. İnanıyorum ki şu anda yapmakta olduğumuz çalışmalara da yine sizin çok önemli katkılarınız olacaktır.

  • Şimdi görüşlerinizi, önerilerinizi dinlemeye hazırız ancak Genel Başkan Sayın Türker’e söz vermeden önce Komisyon üyesi arkadaşlarımız belki birkaç cümleyle katkıda bulunmak isterler.

  • Atilla Bey, buyurun.

  • ATİLLA KART (Konya) – Bu aşamada bir şey söylemek istemiyorum, arada sorularım olacak tabii.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Faruk Bey, buyurun.

  • FARUK BAL (Konya) – Efendim, hoş geldiniz. Çok değerli dostlarımız, Türkiye bir anayasa yapımı sürecine girmiştir, toplumsal bir mutabakat temin etmek için böyle bir çalışma yapılıyor. Herkesin saygı duyacağı ve sadakatle kendini bağlı hissedeceği bir anayasa çalışması içerisindeyiz fakat şöyle bir durum da söz konusu, o bakımdan Demokratik Sol Partiyi çok önemsiyoruz. En uçtaki fikirler en çok konuşulur hâle geldi. Ortak aklı nasıl bulabileceğiz?

  • Çok teşekkür ediyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Altan Bey, buyurun.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de arkadaşlarımıza bu aşamada hoş geldiniz diyorum. Daha sonraki süreçte söylemem gereken bir şey olursa söylerim.

  • Saygılar sunuyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Genel Başkan, buyurun efendim.

  • DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – Teşekkür ediyoruz.

  • Uzun bir aradan sonra, on yıllık bir aradan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde anayasa değişikliğinin bir uzlaşma komisyonuyla başlatılarak yapılmış olmasını tekrar demokrasiye dönüş olarak kabul ediyoruz çünkü daha önceki bu on yıllık süreç içinde yalnız iktidar partisinin görüşleri çerçevesinde bir anayasa oluşturma olgusuna itilmişti. Bunun birçok nedenleri vardı. İktidar ve muhalefet arasında bir türlü denge kurulmamıştı ve bunun da aslında sağlıklı sonuçlar vermediğini, son yapılan değişikliklerde açıkça görüyoruz.

  • Biz Demokratik Sol Parti olarak anayasa değişiklikleriyle ilgili geçtiğimiz dönemde kapsamlı bir çalışma yaptık ve o tarihte bütün partileri ziyaret ederek önerilerimizi sunmuştuk. Nitekim 12 Eylülde Referandumda sunulan değişiklerin önemli bir kısmında bizim önerilerimiz de yer aldı. O öneriler yer aldığı için şu anda size sunduğumuz anayasa değişikliği önerimizde yer vermedik. Ama bu arada yakın zamanda yapılan değişiklikte bile tek parti anlayışı içinde yapıldığı için, şu anda, bir değişiklik yapılırken o bazı maddelerinin değiştirilmesi gerektiği düşünülüyorsa, bu nedenle, biz daha önce yazılı olarak verdiğimiz metinde görüleceği gibi, yakın zamanda, örneğin değiştirilmiş olan Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısının hiç bekletilmeden hızlı bir şekilde değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz çünkü yapıyı tamamen bozduğu ve Türkiye’de “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini de ihlal edecek bir noktaya bizi götürdüğünü görüyoruz.

  • Anayasa değişikliğiyle ilgili bizim genel yaklaşımımız kamuoyunda yaratılmak istenen havada olduğu gibi tamamen yeni bir anayasa anlayışının zor olduğunu düşünüyoruz çünkü bunu söylemek zaten millet olarak geçmişimize yönelik -uzun süredir söylediğimiz- gibi yüz yıllardır beraber yaşayan, farklı halklarla, farklı etnik yapılardaki insanların bir milleti oluşturma anlayışımızı reddediyoruz demektir. Bu nedenle mevcut olan Anayasa’da geçtiğimiz dönemlerde gerek askerî darbelerle gerek o zamanki anlayışlarla yapılmış olan yanlışları düzeltmek, eksiklikleri tamamlamak ama bunu da yaparken kapsamlı ve bir uzlaşma anlayışı içinde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bu noktadan hareket ettiğimiz zaman biz eğer gerçekten bir anayasa değişikliğini topluma kabul ettirmek ve toplumun benimsediği bir anayasa değişikliğini gerçekleştirmiş olmak istiyorsak, bu çalışmaları inkıtaya uğratma olasılığı olan Anayasa’nın ilk dört maddesinin bu safhada hiç ele alınmaması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bu nedenle resmî önerimiz de, biz bu dört maddenin hiçbir zaman ele alınmaması gerektiğini öneriyoruz ama bu konuda belki –redaksiyon- düzeltmelerin gelecekte yapılacak bir değişiklik için… Sayın Bakanımız biraz sonra anlatırken, resmi olmayan yani bizim partimizin şu aşamada görüşü olmayan, bu düşünceyi de sizle paylaşmak istiyoruz çünkü kalıcılık açısından gelecek açısından o düzeltmelerin de yapılması sağlanabilir. Ama bu aşamada eğer bir uzlaşma ile anayasa değişikliği istiyorsak, dört maddeye dokunulmayacağının topluma bir teminat olarak verilmesinin faydalı olacağını düşünüyoruz.

  • Bu konuda endişeye sevk eden maddeleri, birazdan özetle söyleyeceğim ama daha sonra gerekirse teknik olarak açılımını yapacağımız ileriki safhalarda zaten bu maddelerin düzeltilme olanağı vardır.

  • Anayasa değişikliği yapılırken bizim bir önerimiz olacak. Bu önerimiz şu anda acil olarak ele alınması gereken bir öneridir. Bu değişiklikler bekletilmeden anayasada iki maddenin çok hızlı bir şekilde bu çalışmaların sağlıklı yürümesi açısından hızla değiştirilmesi gerekir.

  • Birinci değişiklik: Seçilmiş olan ve şu anda tutuklu olduğu için Meclis çalışmalarına katılmayan sekiz milletvekilinin çalışmasına imkân verecek anayasal değişikliğin hızla yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

  • İkinci değişiklik de: Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgilidir. Her ne kadar şu anda Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili bir kanun hazırlanıyorsa da Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili düzenlemenin anayasada yapılması gerekiyor ve eğer kamuoyuna yansıdığı gibi olması gereken zaten yedi yılda mutabık kalınmışsa bunun da çok hızlı bir şekilde, bir kanunla değil, bir anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bu iki madde eğer hızlı bir şekilde anayasada şu anda düzeltilirse ve bu uzlaşma Parlamentoya sunulursa sanıyorum Türkiye’de terör meselesi dâhil birçok konunun birden bire askıya alınmasına ve herkes huzur içindeki bir Türkiye’nin bekleyişine girecektir. Bu iki maddeyi özellikle başlangıçta ayırarak anayasa değişikliyle ilgili önerilerimizi söylemek istiyorum.

  • Şimdi anayasa ile yapılması gereken önemli değişikliklerden birisi, özellikle şimdi dünya konjonktürünü dikkate alarak, dünyadaki trendleri dikkate alarak geçmişte yapılan değişiklikle bir üst hukuk kabul edilmiş olan, norm kabul edilmiş olan değişikliklere karşılık ülkemizi koruyan bir değişikliğin yapılmasıdır ve o nedenle biz bu değişikliği ilk başlangıçta hemen verdiğimiz öneride de söylüyoruz. İçinde karar organında bulunmadığımız hiçbir uluslararası hukuk Türkiye’nin bir üst hukuku olmamalıdır yani şu anda biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde üye bulundurduğumuza göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyalım. Kabul. Avrupa Konseyinde üye bulundurduğumuza göre bulunalım ama örneğin Avrupa Birliğinin karar mekanizmasında biz yer almıyorsak, Avrupa Birliğinin dayatacağı, içinde bizim hiç yer almayacağımız, kendi ülkelerinde belki uygulamadıkları düzenlemelerin bizim anayasamızda bir üst norm olarak kabul edilmesi anlayışını doğru bulmuyoruz. Belki akademik olarak tartışılabilir, kamuoyunda bu konuda bir uzlaşı yaratılıp, biz kendi kendimize böyle bir düzenleme yapabiliriz ama anayasada bunu bizim üstümüze koymamız gerekir anlayışı hâkim olursa ve bugünkü anlayış zaman zaman karşımıza çıkarılırsa bizim o zaman millet ve devlet olarak varlığımızı dünya kamuoyunda sürdürmemiz biraz tehlikeye düşer.

  • Bir diğer önemli gördüğümüz ve bu konuda değişiklik yapılması gereken şeylerden bir tanesi: Şu andaki Hükûmetin bazı uygulamalarının aslında demokratik yapıyı geriye götürmeye yönelik olduğunu görüyoruz. Hepimiz biliyoruz ki anayasada en önemli değişikliklerden birisi ve anahtar madde 135’inci maddede kamu niteliğindeki kurumlara, sendikalara verilen ve siyaset yapma hakkı ve serbestîsidir. Ama son zamanlarda elimizde geçen bazı dokümanlarda, hükûmette kurulmuş olan bazı komisyonların ve bu komisyonların içinde bakanların yer aldığı bu komisyonlarda bu 135’inci maddeyi geriye götüren bir yapının, bir anlayışın getirilmek istendiğini görüyoruz ki bu anlayışın bilakis daha da ileriye götürülmesi gerekir ve biz önerimizde de örneğin demokratik kitle örgütlerinin arasına diğer sivil toplum örgütlerinin de yine bir anayasal kuruluş olarak haklarının korunması gerektiği yönünde bir düzenleme yapmasını istiyoruz. Böyle bir önerimizin şu anda hükûmet uygulamasında tamamen tersine bakanlardan oluşan komitelerde, işte yolsuzlukla mücadele ya da başka adlar altında bu düzenlemelerin, 135’inci maddenin geriye götürülmek istendiğini görüyoruz.

  • Anayasa’da bu uzlaşılmadan yapılan bu değişiklerden bir tanesinin olumsuzluğunu da son 12 Eylül Referandumunda oylanan ve sendikal hakları geri götüren madde en tipik örnektir. Örneğin şu an mevcut Anayasa’mıza göre kamuda çalışanların sendikal hakları bir yasal düzenlemeyle hemen kaldırılabilir hâle getirilmiştir. Eskiden anayasada kamuda çalışanlara sendika kurma hakkına imkân veren, güvence veren maddenin kaldırılmış olması bizim açımızdan bu biraz da düşünceye sevk eden bir maddedir.

  • Anayasa’da özellikle siyasi partilerle ilgili düzenlemelerin de çok dikkatle ele alınması gerektiğini söylüyoruz ve 69’uncu maddede Venedik Kriterleri doğrultusunda yapılacak olan değişikliklerde örneğin parti kapatma nedenleri arasında nelerin yer almasının çok açık bir şekilde belirlenmesi gerekir. Bu konuda zaten vaka olarak Demokratik Toplum Partisinin kapatılması anında ortaya getirilmiş olan görüşler var. Burada partilerin sık sık kapatılabilir hâlde bırakılması, ileride Türkiye’nin hakikaten bürokratik bir devlet anlayışının günün birinde daha etkin bir şekilde hâkim olmasına imkân veren bir düzenlemedir. Burada şiddet eylemi dışında siyasi partilerin sık sık kapatılmış olmalarını, bugün Türkiye’de bazı partilerin kendilerini korumak için yedek parti bulundurmak zorunda bırakılmaları gibi bir düşüncenin bile artık yok edilmesi ve sürekliliğin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle siyasi partilere yardım açısından da seçime katılma hakkı elde etmiş olan bütün partilere bu yardımların yapılmış olması ve özellikle yayın organlarından yararlanma hakkının tüm partilere eşit tanınması gerektiği yönündeki bir düzenlemenin demokrasinin teminatı olarak görülmesi gerektiğini ve öteden beri darbelerle sürekli kötü nokta olarak, mihenk olarak, mihrak olarak gösterilmiş olan partilerin tam tersine demokrasinin koruyucusu olduğu anlayışının hâkim kılınması gerektiği noktasında düşünüyoruz.

  • Esas itibariyle bugün Türkiye’de asgarî ücret tartışma konusudur ve hangi partiye mensup olursa olsun hükûmetler kriter olarak bürokrasiden de gelen taleplere uyarak bir ölçüt kullanılır hâle gelmiştir ve asgarî ücret Türkiye’de yavaş yavaş zaman zaman da yoksulluk sınırının altına bile inebilecek boyutlara geliyor. Bu nedenle asgarî ücretin anayasa teminatı altında vergiden muaf tutulduğunu belirtip, hükûmet yönetimlerinde de kriter olarak asgarî ücretin alınmasını engelleyip, insanca yaşamayla ilgili herkesin yararlanma hakkını sınırlandıran bu baskının kaldırılması gerektiğini biz düşünüyoruz.

  • Anayasa’da özellikle yer alan ve ciddi bir şekilde bir ihtilal ürünü olan Devlet Denetleme Kurulunun, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu öncelikle kaldırılması gereken kurullardan bir tanesidir. Cumhurbaşkanlığında Devlet Denetleme Kurulunun bir düşünce oluşturma merkezi olarak kullanılması aslında zaman zaman insanların, siyasilerin anayasayı tebdil, tağyir gibi konularla suçlandığı konuların mihrakı hâline gelmiştir. Örneğin son dönemlerde Devlet Denetleme Kurulunun hazırladığı kamu nitelikli kurumlarla ilgili rapor incelendiği zaman anayasa suçu işlenmiştir. Anayasa’da demokratik olarak hatta ihtilal sonrası gerek 1995 gerek 2001 yılında yapılmış olan değişikliklerin kaldırılması ve geriye dönüşü tavsiye edilmektedir yani böyle tavsiyelerin Cumhurbaşkanlığı nezdinde organ adı altında, Devlet Denetleme Kurulu altında yapılması doğru değildir. Hâlbuki bütün geçmiş dönemdeki hükûmetlerde özellikle ihtilal döneminde görev almış, tabii cumhurbaşkanı olmadıktan sonraki dönemlerde, hangi cumhurbaşkanı olursa olsun ki üç cumhurbaşkanı yaşadık şu anda dördüncüsünü yaşıyoruz, böylesi bir kurumun cumhurbaşkanlarının siyasi davranmalarına da neden olduğu çeşitli örnekleriyle önümüzdedir. Bu konuda Cumhurbaşkanlığını da hakem olma ve farklı görülmesini engelleyen, zaman zaman siyasi davranmasını, bürokrasi aracılığıyla ve bürokratik cumhuriyete götüren bir olgu olduğu için hiç düşünmeden bu Devlet Denetleme Kurulunun kaldırılması gerekir. Böyle bir kurulun da varlığı zaman zaman bürokrasinin bile siyaset üzerinde kullanmayı uygun gördüğü bir mihrak noktası olarak kullanılmaktadır.

  • Bugün Türkiye’de yüksek öğretim önemlidir. Yükseköğretim Kurulunun da artık bir darbe sonrası anlayıştan kurtarılıp, üniversitelerin özerk hâle getirilmesi gerekiyor. Şimdi bu nedenle Yükseköğretim Kurulunun bir eşgüdüm kurul hâline getirilmesi ve akademik özgürlüğü engelleyen, üniversitelerin kendi kendine yetmesine bu konuda önemli bir engel olan yapısına son verilmeli.

  • Yükseköğretim kurulu bir eşgüdüm hâline getirilirken bu arada da Türkiye’de ister istemez vakıf üniversitelerin de bir gerçek olarak geliştiğini görüyoruz. Ama vakıf üniversitelerinin şu andaki gelişme şekli mevcut Yükseköğretim Kurulu kalsa bile Türkiye’nin aleyhinde olabilecek bir vizyonu bir geleceği hazırlamaya yöneliktir çünkü vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin hiçbir özlük hakları yoktur. Örneğin, Danıştay kararlarıyla da tevsik edilmiştir, seçim sürecinde üniversitelerde bütün akademisyenler istifa ederken, vakıf üniversitelerinden istifa eden akademisyenler geri dönmek istedikleri zaman devlet memurluğunda olduğu gibi geri almaları bile Danıştay kararlarıyla mümkün olmadığı tevsik edilmiştir. Bu ve buna benzer birçok olay vardır. Bugün bütün vakıf üniversitelerinde sözleşmeler bir yıllık yapılmakta ve orada akademik niteliği olan kişiler bir yıllık süreyle sınırlandırılmaktadır. Bu nedenle vakıf üniversitelerindeki akademik yaşamın da aynı şekilde devlet üniversitelerinde olduğu gibi anayasa teminatı altına alınması gerekir. Denilebilir ki: “Orası özel bir yer.” İyi ama akademik hayat oluşturulurken özel ya da devlet üniversiteleri ayrımı yapmaksızın oralardan gelen karma akademisyenlerle yapılmaktadır.

  • Bu maddenin üzerinde durmamızın nedeni: Üniversitelerin 12 Eylülden bu yana devletin çalışmasına, toplumun gelişmesine vizyonist yaklaşmasını engelleyen düzenlemelere son verilmesi ve gerçekten kendi kendine yeten bir üniversite anlayışının getirilmesidir.

  • Biz Türkiye’de özellikle üniversite eğitiminin de yeteneklerle belirlenebilmesi için sosyal güvenlik hakkının hem askerlik sırasında hem de üniversite eğitimi sırasında derhal başlatılması gerektiğini bir anayasal hak olarak görüyoruz. Askere gidilirken şu anda eğer yedek subaysanız sizin özlük haklarınız devreye giriyor ama eğer er ve erbaşsanız sizin özlük haklarınız devreye girmiyor, emeklilik haklarından yararlanamıyorsunuz ve bu ciddi bir ayrımcılığa neden oluyor. Bu nedenle, bunun da bir anayasal teminat altına alınması gerektiğidir.

  • Özellikle anayasamızda özel yetkili mahkemelerle ilgili düzenlemenin de belki bu da ikinci bir etap olarak toplu düzenlemeler bekletilmeksizin derhal kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Şu anda dünya kamuoyunda özel yetkili mahkemeleri tartışan bütün akademisyen ve siyasi çevreler Türkiye’deki demokrasiyi Orta Asya demokrasisine benzetiyorlar ve bu mahkemeler aracılığıyla “Kuvvetlerin ayrılığı” ilkesinin dolambaçlı bir yolla ihlal edildiği şeklinde değerlendirilmekte ve parti liderlerinin özel yetkili mahkemeler aracılığıyla bunun ciddi bir şekilde yargıyı ihlal edecek şekilde ortaya konduğunu göstermiştir. Örneğin, son bir siyasi gelişme olarak Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı hakkında fezleke hazırlanmasının özel yetkili mahkemelerde ele alınmasını ve bu konuda da Başbakanının ilgili Adalet Bakanının görüş bildirmesi rey ihsası hâline gelmiştir çünkü fezleke hazırlama sürecinde Hükûmet hâkim ve savcı görünümündedir. Bizim anayasamıza göre bir soruşturma komisyonunda yer alacak milletvekili, eğer o soruşturma olacak bakan ya da her yetkili kimse onun hakkında bir görüş bildirmişse, soruşturma komisyonunda yer alması yasaktır ama Türkiye’de o hâle geldi ki özel mahkemeler kanunsuzluğu ya da kanunla hukuksuzluğu üreten bir şey hakkını siyasal düşünce olarak herhangi bir milletvekilimizin yalnız Ana Muhalefet Partisi Başkanının değil söylediğine bir mahkeme ”Ben fezleke hazırlıyorum.” diye çıkarsa, bu mahkemelerin gelecekte ne kadar kötü olacağını gösteriyor ve bize demokraside öğretilen bir şey var: “Bir gün bu sana da döner.” anlayışı bugünkü düzenlemelerin şu anda mevcut iktidar partisine tıpkı 27 Mayısta olduğu gibi, siyaseti sorgulayan, tıpkı 12 Eylülde, 12 Martta olduğu gibi, siyaseti mahkûm eden bir anlayış imkânı veren bu düzenlemenin çok hızlı bir şekilde -belki toplu düzenlemeler bekletilmedi- öne alınmasında fayda olduğunu düşünüyoruz.

  • Bizim özellikle diğer ayrıcalıklı gelmiş olan Yargıtay dışındaki, Danıştay dışındaki, Askerî Yargıtay, Askerî İdare Mahkemeleri vesair düzenlemelerin yalnız oradaki faaliyetlerle sınırlandırılmasını, örneğin sivillerin hiçbir şekilde gidip orada askerlik hizmetiyle ilgili suçlar dışında ya da takip edilen davalar dışında ele alınmaması gerektiğini, sivilleşme açısından önemli görüyoruz. Diğer birçok konuda örneğin bugün Türkiye’de yaşanan bir kaos var. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının görevleri dolayısıyla Anayasa’da ya da Yüce Divanda yargılanmaları meselesinin biz son günlerde şu anda hiç de geçerli olmadığını yaşamış oluyoruz. Burada yargılanan kişi –(a) ya da (b) diye görmemek gerekir- Türkiye’nin yönetim sistemidir yani anayasada daha yeni koyduğumuz bir düzenlemeye bile biz eğer uymuyorsak bu düzenlemeye uyulmadı diye Parlamentoda bile özel bir oturum açılıp, bu konuda eğer bir davranış gösterilmiyorsa, o zaman bu madde ya buraya yanlışlıkla girmiştir, bunu düzeltelim, eski hâline döndürelim ya da bu maddelerin gereğini yapalım ki bu maddede de bazı yanlışlıklar olduğunu zamanında da biz söylemiştik. Bu konu belki bu Uzlaşma Komisyonu dolayısıyla, bu madde de şu anda toplumda farklı bir dönüşüme neden olabilecek ve bunun Türkiye’nin ekonomisine bile yansımasına neden olan bir iki uygulamadan biri olduğunun altını çizmek istiyorum. Örneğin, son Türkiye’nin uluslararası hiçbir ihalede finans sağlayacak ihaleye teklif verilmemesini, Türkiye’de şu anda en önemli gelir kazanç kapısı olan enerji ihalelerine bile kimsenin talip olmaması aslında insanları şu anda ciddi bir şekilde endişeye sevk etmektedir bile kimsenin talip olmaması aslında insanları şu anda ciddi bir şekilde endişeye sevk etmektedir yani Türkiye’de mevcut olan 700 bin kişilik bir kurumun mensubu hakkında bile hukuksuzluk yapıldığı imajı veriliyorsa, biz istediğimiz kadar “Türkiye’de kadar hukuksuzluk yoktur.” diyelim ama mevcut olan durum bunu, böyle bir imajı veriyorsa Türkiye'nin birçok kazanımını birdenbire geriye götürecektir. Bu tür düzenlemelerin, değişikliklerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu çalışmalara başlanmasını parti olarak çok olumlu karşıladığımızı, birçok siyasi adına, birçok kurum adına, işte ayrı bir Meclis kurulsun, şey yapılsın düşüncesine biz baştan beri karşıydık, Türkiye'nin temel sorunu bir uzlaşma belgesi olan Anayasa’nın Mecliste, Mecliste bulunanların toplumsal baskıyı da yaşayarak oluşturmamış olmalarından kaynakladığını, o nedenle, sizin bu tür çalışmalarınıza normal zamanlarda da her açıdan destek vermeye hazır olduğumuzu söylüyoruz.

  • Ben, partimiz adına yalnız bazı görüşleri özetledim. İzniniz olursa, Değerli Bakanımız, aynı zamanda Demokratik Sol Partinin Parti Meclisi Üyesi ve bu anayasal çalışmalarda da gerçekten önemli katkıları bulunan Bakanımızın da ayrıntıda daha farklı konulardaki düşüncelerini de aktarmasını istiyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Genel Başkan, teşekkür ederiz.

  • Şimdi, Prof. Hikmet Sami Türk Hocamıza sözü veriyorum.

  • Hocam, buyurunuz.

  • PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda 1987’den bu yana 18 kez değişiklik yapılmıştır. Bazen geniş kapsamlı, bazen tek madde ama toplam sayısı 18. Bu arada, Anayasa’nın 112 maddesi değişiklik konusu olmuştur fakat bazı maddeler birden çok değişikliğe konu olmuştur, o nedenle, gerçekte Anayasa’da değiştirilen madde sayısı 87’dir. Ben, tek tek saydım, kontrol ettim, 87 maddede değişiklik yapılmıştır.

  • Şimdi, yeni bir anayasa yapılmasından söz edilmektedir ama bu hukuki bakımdan, Anayasa’nın 175’inci maddesine göre yapılacak bir anayasa değişikliğidir. Dolayısıyla, anayasa değişikliğine ilişkin kurallar, bu arada Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine ilişkin kural da uygulanacaktır.

  • Bu açıdan bakıldığı zaman, şunları söyleyebiliriz:

  • Bir defa, başlangıçtaki ilk üç madde kural olarak değişiklik kapsamı dışındadır ama değiştirilemez maddeleri gösteren 4’üncü maddeye baktığımız zaman, önce “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” maddesinde herhangi bir değişiklik söz konusu olamayacağı anlaşılıyor. Zaten Türkçe bakımından da devrik cümle yapmadıkça bu maddede bir değişiklik söz konusu değildir. Ancak, 2’nci maddede maddenin olduğu gibi değil ama cumhuriyetin niteliklerinin korunması söz konusudur ve 3’üncü maddenin de değiştirilemeyeceği hükme bağlanmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, ben 2’nci maddede bazı ifade değişikliklerinin yapılabileceğini düşünüyorum.

  • 2’nci maddenin başlangıcında bir çerçeve var. Aslında, o bu değiştirilemez ilkeler kapsamında değil ama o ilkelerin siyasal, sosyal ortamını göstermektedir. Dolayısıyla, o ibare aslında yani “Toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde…” ibaresi daha çok başlangıç bölümüne gitmesi gereken bir ibaredir.

  • Yine bu maddede taa 1961 Anayasası’ndan beri gelen bir ibare var başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan. Bu ibarenin nedeni şu: 1961 Anayasası yapılırken önceki anayasa döneminden kalma bir düşünceyle “milliyetçi” sözcüğünün de Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasına konması önerilmiş ama bunun şoven bir ifade olabileceği de o zaman Temsilciler Meclisinde ifade edilmiş. Onun yerine, bu milliyetçilik kavramının başlangıç kısmında ifade edilmesi ve 2’nci maddede ona bir yollama yapılması formülü üzerinde mutabakata varılmış. Gerçekten, 1961 Anayasası’na baktığınız zaman, başlangıcında “Türk milliyetçiliği” ifadesi geçer. Şimdi, bu maddede, aslında 1982 Anayasası Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı anlamında yani vatandaşları arasında hiçbir nedenle, örneğin ırk, din, dil, vesaire nedeniyle, ayrım gözetmeyen milliyetçilik anlayışında “Atatürk milliyetçiliği” ifadesi konmuştur. Sanıyorum, bu ifade girdikten sonra başlangıca yollama yapmaya artık gerek yok çünkü o yollamanın amacı bu Türk milliyetçiliğine yollamaydı, onun gereği kalmadı. Bu düşünceyle, ben 2’nci maddenin şöyle ifade edilebileceğini düşünüyorum: Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

  • 3’üncü maddeye gelince, 3’üncü maddede başlangıçta devletin dili bakımından kenar başlığı ile metin arasında bir çelişki var. Kenar başlığına baktığınız zaman, söz konusu olanın resmî dil olduğu anlaşılmaktadır, 1961 Anayasası’nda da öyleydi. O nedenle, kenar başlığı ile metni uyumlu hâle getirmek için bu 3’üncü maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi şöyle yazılmalıdır: “Resmî dili Türkçedir.” Bu, aslında, kenar başlığı ile metni uyumlu hâle getiriyor.

  • Yine bu maddede bayrakla ilgili olarak “Şekli kanununda belirtilen” ifadesi geçiyor. Aslında bu ibarenin burada geçmesine gerek yok. Daha özlü olarak, bayrağı beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Başka ülkelerin, örneğin Alman, İtalyan Anayasalarının metinlerine baktığınız zaman da bayraktaki renklerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.

  • Şimdi, diğer maddelere geliyorum:

  • Anayasa’nın 6’ncı maddesine eklenecek bir cümleyle Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası kuruluşlara katılması durumunda bu katılmanın diğer milletlerle eşit koşullar altında olacağı hükme bağlanmalıdır. Böylece, Türkiye'nin örneğin Avrupa Birliğine üyelik için imtiyazlı ortak gibi farklı bir statüde değil, ama Avrupa Birliğinin şu andaki 28 üyesi hangi koşullarda üyeyse Türkiye'nin de aynı koşullarda üye olmasını dolaylı bir biçimde ifade eden bir hüküm olacaktır.

  • Anayasa’nın eşitlikle ilgili 10’uncu maddesinde bazı açıklık getiren hükümler konabilir. Şöyle: 10’uncu maddede, ikinci fıkranın ikinci cümlesinden sonra kadın-erkek eşitliğini somutlaştıran bir hükme yer verilmelidir. Bu, şu: Seçim kanunlarında kadın ve erkeklerin Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yerel yönetimler ya da mahallî idareler meclislerinde eşit temsilini kolaylaştıracak düzenlemeler yapılır. Kayda değer ki, bu, kural olarak yüzde 50-50 anlamda temsili öngören hükme benzer bir hüküm 1958 Fransa Anayasası’nda 1999 yılında yapılan bir değişiklikle yer almıştır.

  • Yine aynı maddenin son fıkrasına eklenecek bir cümleyle kamu hizmetlerinin tüm yurttaşlar için eşitlik ilkesine uygun olarak yürütülmesi güvence altına alınmalıdır.

  • Anayasa’nın 22’nci maddesindeki haberleşme özgürlüğü bugünün anlayışıyla daha geniş bir kavram olan “İletişim özgürlüğü” biçiminde yeniden düzenlenmelidir.

  • Anayasa’nın 40’ıncı maddesinin son fıkrasında eğitim ve öğretim dili Türkçe olmakla birlikte halkın günlük yaşamda konuştuğu diğer dillerin seçmeli ders olarak okutulabileceği belirtilmelidir. Eğitim ve öğretim dili Türkçe ama o dillerin de okutulmasına, seçmeli ders olarak okutulmasına olanak tanınmalıdır. Böylece, isteyen öğrenciler, resmî dil Türkçe, herkesin öğrenmesi gereken, okuması gereken dil yanında, Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Lazca gibi dillerin seçmeli ders olarak okunması olanağı sağlanmış olacaktır.

  • FARUK BAL (Konya) – Özür dilerim, anlamak için soruyorum.

  • Bir eğitim, bir öğrenim var. İkisinin ortasında bir şey mi okutulması? Yoksa…

  • PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK – Hayır, resmî dil, eğitim ve öğretim dili Türkçedir ama diğer dillerde, bugün Türkiye’de konuşulan çeşitli diller var, günlük yaşamda konuşuluyor, bunların, vaktiyle, biliyorsunuz, bu formülle yayınlarda kullanılmasına olanak tanınmıştı. Burada okullarda isteyen öğrencilerin, bu halkın günlük yaşamda kullandığı dilleri seçmeli ders olarak öğrenebileceği, okutulabileceği belirtilmelidir. Bundan ibaret.

  • Anayasa’nın 53’üncü maddesinde, bu son değişiklikle memurlar ve kamu görevlilerine toplusözleşme hakkı tanındı ama toplusözleşme hakkı bireysel olarak kullanılabilecek bir hak değil ancak sendikalar eliyle kullanılabilir ama bu değişiklik arasında ne olduğu gerekçede yer almayan bir önemli değişiklik yapıldı, kamu görevlileri sendikalarıyla ilgili hüküm çıkarıldı. Bu bakımdan, bir boşluk doğmuştur. Bu boşluğun Anayasa’nın hâlen boş bulunan bir 52’nci maddesi var, oraya “Kamu görevlileri sendikaları” kenar başlığıyla yeniden konulması ve toplusözleşme hakkının o çerçeve içerisinde belirtilmesi yerinde olacaktır.

  • Anayasa’nın 66’ncı maddesinin birinci fıkrasında, bugün “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür.” hükmü yer alıyor. Bu, bir etnik kimlik çağrışması yarattığı eleştirisine uğramış olan bir maddedir. Onun yerine, şöyle bir hüküm öneriyorum: Bir defa devletin adı Türkiye devleti, Türk devleti değil. Bugün “Dünyada 16 Türk devleti var.” diyoruz, ama Türkiye Cumhuriyeti’nin adı Türkiye devleti. “Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese hiçbir etnik fark gözetmeksizin Türk denir.” ibaresi konmalı. Bu, biraz da 1924 Anayasası’nın 88’inci maddesine paralel bir hükümdür, tamamen bir vatandaşlık kimliği.

  • Anayasa’nın 67’nci maddesinin ikinci fıkrasına yabancı ülkelerdeki vatandaşların oy hakkıyla ilgili bir hüküm konmalı. Şu anda yer alan hükümde “Onu sağlayacak düzenlemeler yapılır.” deniyor ama yurt dışındaki vatandaşlarımız, bugün, bilindiği gibi, gümrüklerde oy kullanıyor, konsolosluklarda oy kullanma olanağı gerçekleşmedi ama kullanılan oylar bugünkü anlayışla yurt genelinde dağılıyor. Dolayısıyla, yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarını, görüşlerini temsil edebilecek bir etki sağlayamıyor. O nedenle, bir yurt dışı seçim çevresi, yani 81 ilden ayrı olarak belki bir 82’nci seçim çevresi kurulması, yurt dışı seçim çevresi kurulması uygun olacaktır. Bu düşünceyle, ben, 67’nci maddenin ikinci fıkrasının sonuna şu hükmün eklenmesini öneriyorum: “Yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının konsolosluklarda, gümrük kapılarında ya da mektupla oy kullanmak suretiyle seçecekleri milletvekilleri için çıkaracağı milletvekili sayısı Yüksek Seçim Kurulunca belirlenecek bir yurt dışı seçim çevresi oluşturulur.” Bu, tabii, Yüksek Seçim Kurulunun yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sayısını dikkate almak suretiyle belirleyeceği bir rakam olur; bu, 5 olur, 6 olur, 7 olur; onu göreceğiz ama böyle bir yurt dışı seçim çevresi olmadıkça yurt dışındaki vatandaşlarımızın kullandığı oylar bir anlamda dağılmakta ve etkisiz kalmaktadır.

  • Bir de burada Anayasa Mahkemesince iptal edilen mektupla oyu da açıkça belirtmek suretiyle güvence altına almak gerekir. Dünyanın her tarafında mektupla oy kullanılan geçerli bir yöntemdir ama Yüksek Seçim Kurulu bunu iptal etti. Bunu da bu şekilde burada güvence altına almak istiyorum.

  • Bazı konuları Sayın Genel Başkanımız belirtti zaten. Bunlar, aslında bazı noktalarda ek katkı niteliği taşıyabilir.

  • Bu siyasi partilerin kapatılması konusunun Venedik Kriterleri doğrultusunda, şiddeti savunma veya amacına ulaşmak için şiddeti kullanma unsurlarıyla birlikte parti kapatma nedenlerinin değerlendirilmesi gerekir. Zaten Anayasa Mahkemesi de bu anlayışa gelmiş, Demokratik Toplum Partisinin kapatılması kararında bu unsura yer vermiştir.

  • Bir de Anayasa’nın kullandığı bir “temelli kapatma” terimi var, bir de “kapatılma” terimi var. Ama ne Anayasa’da ne de Siyasa Partiler Kanunu’nda bu ikisi arasında bir fark yok. Belki düşünülmüş baştan böyle bir fark ama bu gerçekleşmemiş. O nedenle, ben bu “temelli kapatma” teriminin çıkarılması, sadece “kapatılma” sözüyle yetinilmesini öneriyorum.

  • Anayasa’nın 69’uncu maddesinde siyasi partinin kapatılmasına söz ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi veya deneticisi olamayacağı hükme bağlanıyor. Şimdi, yasama dönemi dört yıla indi. Dolayısıyla, bu beş yıllık siyasi yasak fazla bir ceza oluyor, aslında bir dönem siyaset dışında bırakmak, o nedenle, ben bu son dört yıllık yasama dönemine paralel olarak buradaki hükmün de dört yıla hatta üç yıla indirilmesinin uygun olacağını düşünüyorum.

  • Anayasa’nın 78’inci maddesinde yine bu beş yıllık yasama dönemine göre ara seçimlerle ilgili bir hüküm var: “Genel seçimden otuz ay geçmedikçe ara seçime gidilemez.” Yani bu altmış aya göre onun tam ortasında, şimdi artık dört yıl, dolayısıyla yirmi dört ay üzerinden bunu belirtmekte yarar var. Dolayısıyla “Yirmi dört ay geçmedikçe ara seçime gidilemez.” hükmü konulmasında yarar var.

  • Anayasa’nın 76’ncı maddesinde milletvekili seçilmeye engel suçlar sayılmıştır. 83’üncü maddede milletvekillerinin bu suçlardan dolayı dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek olmaksızın tutuksuz yargılanabilecekleri hükme bağlanmalıdır. Bunlar milletvekili seçilmeye engel olduğuna göre, bunlardan dolayı tutuksuz yargılanma olanağı getirilebilmelidir ama yargılama, milletvekillerine bir kolaylık olmak üzere Ankara’da Yargıtayın ilgili ceza dairesinde yapılmalı, temyiz merci için Ceza Genel Kuruluna başvurulmalıdır.

  • Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere, son zamanlarda önem kazanan bir konuyla ilgili hüküm koymakta yarar var, o da şu: Milletvekili seçilen tutuklu ise derhâl serbest bırakılır. Şu kadar ki, seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesi kapsamındaki davalarda yargılama tutuksuz olarak devam eder, dava sonucunda verilecek karara göre işlem yapılır. Böylece, bu 14’üncü madde kapsamındaki suçlar bakımından tutuksuz yargılama olanağı getirilmektedir.

  • Anayasa’nın 88’inci maddesine eklenecek bir hükümle kanunların yapılmasında ilgili, konuyla ilgili kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin görüşlerinden yararlanılacağı belirtilmelidir. Aslında, bu, bugün fiilen yapılıyor, komisyonlara davet ediliyor ama bunun bir Anayasa hükmü hâline getirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum.

  • Anayasa’nın 89’uncu maddesine göre kanunlar Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderilebilir. Şimdi, Meclisin verdiği yetkiyle çıkarılan kanun hükmünde kararnameler bakımından böyle bir hüküm yok. Eğer Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulunun Meclisin verdiği yetkiyle yaptığı kanun hükmünde kararname düzenlemesini imzalamazsa bu çıkarılamıyor. Ben, bu konuda da tıpkı Mecliste olduğu gibi, Bakanlar Kurulunun da ısrar etmesi durumunda Cumhurbaşkanının bu kanun hükmünde kararnameyi yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Tabii, kanun hükmünde kararnameler yayınlandıkları gün Meclise sunulmak durumundadır ve ona karşı, gerektiğinde Anayasa Mahkemesine gitme olanağı var, onlara herhangi bir değişiklik önermiyoruz.

  • Cumhurbaşkanının seçimi konusunda 2007 yılında, o zaman yanlış bir yorumla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantı yeter sayısının üçte 2 çoğunluk olduğu ifade edilmiş, bu Anayasa Mahkemesince de belirtilmiş ve Meclisin bu konudaki ilk toplantısı Anayasa Mahkemesince fiilî İç Tüzük ihdası olarak nitelenerek iptal edilmişti. Onun üzerine de milletvekili seçimleri öne alınmış, 22 Temmuz 2007 Milletvekili Seçimleri yapılmıştır ama bir de Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükme bağlanmıştır. Aslında, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi parlamenter sistemden çok başkanlık sisteminde anlamlı olabilecek bir düzenlemedir ama başkanlık sistemine baktığımız zaman, ya Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi devletin başında tek bir kişi var, o hem devletin başıdır hem de hükûmetin başıdır veya Fransa’da olduğu gibi yarı başkanlık sisteminde güçlü bir başkan var. Türkiye, bu konuda sanıyorum en çok tartışılacak konulardan biri, başkanlık sistemine geçmeyi değil parlamenter sistemi güçlendirmeyi düşünmelidir. Bu konuda, ben Cumhurbaşkanı seçimi konusunda bir ortalama çözüm öneriyorum, benzeri düzenlemeler, Almanya ve İtalya’da da var, o da şu:

  • Cumhurbaşkanını seçecek bir Cumhuriyet Kurultayı öngörülmelidir. Bu kurultay, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 550 üyesi ile illerden her ilin çıkaracağı milletvekili sayısına eşit sayıda il genel meclisinin kendi içinden seçeceği temsilcilerden oluşacak toplam 1.100 üyeli bir Cumhuriyet Kurultayı. Bu, üç turda Cumhurbaşkanı seçimini tamamlamalı. İlk turda üçte 2 çoğunluk, ikinci turda salt çoğunluk, üçüncü turda, bu gerçekleşmezse en çok oy alan iki aday arasından seçim. Bu şekilde, Cumhurbaşkanı seçimi tamamlanmalıdır çünkü şimdiki sistemin henüz uygulaması olmadı ama Cumhurbaşkanı seçilecek olanlar da altmış günlük bir süre içerisinde elbette bir seçim kampanyası yürüteceklerdir ve bu kampanyada seçildikleri takdirde neler yapacaklarını anlatacaklardır yani bir icra organı gibi hareket etmek zorunda kalacaklardır. O bakımdan, ben ortalama bir çözüm olarak parlamenter sisteme daha uygun ve Almanya ve İtalya’da da benzerleri bulunan böyle bir düzenlemeyi öneriyorum.

  • Anayasa’nın yükseköğretim kurumlarıyla ilgili 131’inci maddesinin ilk iki fıkrasında üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğini güçlendirecek şu değişikliklerin yapılması uygun olacak: Birinci fıkrada, Yükseköğretim Kurulunun bir üniversiteler arası koordinasyon organı olduğu belirtilmeli ve buna paralel olarak kurulun amaç ve yetkileri arasında gösterilen “Yönetmek” sözcüğü fıkradan çıkarılmalıdır. Yönetmez, üniversiteleri yönetmez, sadece koordinasyon sağlar.

  • Yine, burada yapılacak yeni bir düzenlemeyle “Yükseköğretim Kurulu üniversitelerin senatoları ve Üniversitelerarası Kurulca seçilen ve nitelikleri, seçilme usulleri kanunla belirtilen adaylar arasından rektörlük, dekanlık ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmetler yapmış profesörlere öncelik verilmek suretiyle, Cumhurbaşkanınca atanan 10 üye ile Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen 5 üyeden kurulur.” hükmü getirilmeli. Kurul başkanını kendi üyeleri arasından kendisi seçer.

  • Anayasa’nın 12 Eylül 2010 günü halkoylamasında kabul edilen değişiklikleri arasında yargı bağımsızlığını olumsuz yönde etkileyebilecek bazı yeni düzenlemeler görüyoruz.

  • Bu çerçevede, bunları düzeltmekte yarar var.

  • Anayasa’nın 144’üncü maddesinde geçen “Adalet Bakanlığı” ibaresi yerine “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” ibaresi eklenmelidir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da bir yargı öz yönetim modeli olarak yeniden yapılandırılmalı, kurula yargıyla ilgisi olmayan kimselerin üye seçilmesine son verilmeli, Yargıtay ve Danıştayca seçilecek üyeler yanında, birinci sınıf hâkim ve savcıların kendi aralarında seçecekleri üyelerin ülke genelinde tek bir listeden değil bölge adliye mahkemelerinin yargı çevrelerinden aday olacak hâkim ve savcıların yer alacağı listelerden seçilmeleri yoluna gidilmelidir. Kurulun toplam 15 asıl 5 yedek üyeli adli ve idari yargı daireleri ile genel kuruldan oluşan bir yapı içinde, yani iki daire hâlinde çalışması sağlanmalı, daire kararlarına karşı genel kurula başvurulmak suretiyle itiraz edilebilmeli, kurulun yalnız şimdi olduğu gibi meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı değil ama genel olarak disiplin cezalarına ilişkin tüm kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır.

  • Anayasa’nın 145’inci maddesinde yapılacak değişiklikle askerî yargının görev alanı asker kişiler ile asker olmayan kişilerin askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili suçlarıyla sınırlandırılmalıdır.

  • Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinde önemli birtakım değişiklikler oldu. Şimdi, ben bunlarda bazı farklı hükümler öneriyorum:

  • Anayasa Mahkemesine Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay ve Yükseköğretim Kurulunca 3 kat aday gösterilip Cumhurbaşkanınca üye seçilmesi yerine doğrudan seçim öngörülmeli, avukatlar arasından Türkiye Barolar Birliğince, üst kademe yöneticiler arasından Cumhurbaşkanınca üye seçilmelidir.

  • Anayasa Mahkemesinin görev alanını gereksiz yere genişleterek Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılanmasına ilişkin düzenleme kaldırılarak, anılan komutanların gerektiğinde uzman mahkeme olarak Genelkurmay Askerî Mahkemesinde yargılanmaları sağlanmalıdır.

  • Temel hak ve özgürlüklerin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla duruma göre adli ve idari yargı mercilerinde dava açılması kolaylaştırılmalı, bu konuda olağan yargı yolları tüketildikten sonra… Aslında Anayasa’nın 152’nci maddesinde zaten Anayasa’ya aykırılık iddiasını öne sürme iddiası var, her vatandaşın görülmekte olan davada bunu öne sürmesi veya mahkemenin resen dikkate alması olanağı var, onun yanında, bir konunun anayasal boyutu olması durumunda bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır, fakat bireysel başvuru hakkının şimdi metinde yazılı olduğu gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlaliyle sınırlanması doğru değil. Bu, gerekçede belirtildiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmenin yolunu olabildiğince kapamak için konmuş bir hüküm. Onun yerine, bireysel başvurunun böyle bir sınırlama olmaksızın Anayasa’da öngörülen tüm hak ve özgürlükler bakımından düzenlenmesi yoluna gidilmelidir.

  • Anayasa’nın 160’ıncı maddesine bir ekleme yapmak gerekir yerel yönetimler bakımından. Türkiye’de yerel yönetimler çok büyük önem kazandı ve çok büyük kaynakları kullanmaktadırlar. O nedenle, bunların denetlenmesi bakımından bir yerel yönetimler sayıştayı kurulması sağlanmalıdır. Bugün, Sayıştay, bir bakıma, hele kamu iktisadi teşebbüsleri de Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu kaldırıldıktan sonra onlar tarafından denetlendiği için çok ağır bir yük altına girmişlerdir. Yerel yönetimler bakımından böyle bir ayrı sayıştay kurulması yoluna gidilmelidir.

  • Anayasa’nın inkılap kanunlarının korunmasıyla ilgili 174’üncü maddesinde bir düzeltme yapmak gerekir. Orada hâlâ bugün yürürlükte olmayan 1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medeniyesi’ne yollama yapılmaktadır. Oysa, bildiğiniz gibi, biz 1 Ocak 2002 günü yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu’nu kabul ettik ama orada var olan esas, medeni nikâh, evlenme töreninin evlendirme memuru önünde kurulması, dolayısıyla o madde -bu sadece bir düzeltme, kanun değişikliğiyle ilgili bir düzeltme- 22 Kasım 2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda kabul edilen evlenme töreninin evlendirme memuru önünde yapılacağına ilişkin medeni nikâh ilkesi ile aynı kanunun 143’üncü maddesi; bu şekilde bir ibare Bu şekilde bir ibare değişikliği.

  • Anayasa’nın 175’inci maddesinin beşinci fıkrası uyarınca, Anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı halkoyuna sunabilir. Ama 7’nci maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliğine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması hâlinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden hangilerinin birlikte, hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar. Şimdi, bu iki fıkra arasında bir çelişki var ve geçmişte de yaşandı bu. O nedenle, bu iki ibarenin birleştirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisince bu Anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri aşağıdaki fıkralara uygun olarak Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir yani Meclisin öngördüğü biçimde Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulması sağlanmalıdır.

  • Evet, benim arzım bu kadar. Daha önce Sayın Genel Başkan parti olarak ifade ettiğimiz görüşleri zaten dile getirmişti.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz. Gayet özet hâlinde, anlaşılır bir ifadeyle sunumunuzu yaptınız. Doğrusu, ben kişisel olarak istifade ettim.

  • Bizim Komisyon olarak şöyle bir prensibimiz var: Herhangi bir tartışma içerisine girmiyoruz çünkü anayasa yazım veya yapım sürecine başladığımızda, biz Komisyon üyeleri olarak bütün bu önerileri orada değerlendireceğiz. Şimdi, herhangi bir karşılıklı, işte doğruydu, yanlıştı, şunu niye söylediniz, bu doğrudur, değildir diye bir tartışma içerisine hiçbir zaman girmedik. Tüm görüşleri saygıyla karşılıyoruz ve dinliyoruz. Bunlardan arkadaşlar olarak, Komisyon üyesi arkadaşlarınız olarak mutlaka yararlanacağız, istifade edeceğiz. Her bir yeni görüş, farklı bir öneri bizim ufkumuzu daha da açmaktadır, dolayısıyla istifade etmekteyiz.

  • Bunun dışında, Sayın Genel Başkan, arkadaşlarınızdan Sayın Tuncer, Sayın Erçelebi’nin katkıları var mı?

  • HİKMET SAMİ TÜRK – Şunu da ekleyeyim: Benim bu görüşlerim Parlamento dergisinin son sayısında yer alıyor.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ayrıca sizin çok yakın bir geçmişte, bir kitap hâlinde de bir anayasa değişikliğiniz olmuştu. Tabii, ona ilave olarak bunları getirdiniz. Masum Bey biraz önce açıklamanızda da dediniz. Yani “Bizim böyle bir çalışmamız var ama bu ona bir ek sunumdur.” ifadesini kullandınız.

  • DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – Bu önemli bir kısmı, sizin kayıtlarınızda şu anda mevcut.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, şimdi arkadaşlarımdan…

  • Atilla Bey, buyurun.

  • ATİLLA KART (Konya) – Ben öncelikle teşekkür ediyorum. Gerçekten ciddi bir çalışma yaptığınız zaten biliniyordu. Bunları bize iletmiş oldunuz. Bunlardan, samimi olarak ifade ediyorum, elbette yararlanacağız, yararlanmamız gerekiyor.

  • Bir hususu paylaşmak istiyorum, o konudaki görüşünüzü almak istiyorum. Şimdi, aslında kısmen de Sayın Genel Başkan ifade ettiler. Anayasa, işte, efendim 87 maddesi değişti. Anayasa’mızda yazmışız, iletişim özgürlüğü demişiz, özel hayatın güvenliği demişiz. Ama Türkiye, bakıyoruz, bu kavramlar üzerinden, bu kavramların ihlali üzerinden şu anda bölünüyor, kutuplaşıyor, gerginlikler yaşıyor. Bunu irdelemek gerekiyor. Yani bu Anayasa çalışmalarının gerçekten verimli ve etkili olabilmesi için, kalıcı olabilmesi için eksik olan bir şeyler var. Bunun en başında da bize göre, ilk günden beri söylüyoruz, bunu yaptığımız işin ciddiyeti gereği, sorumluluk anlayışımız gereği söylemeye de devam edeceğiz. 12 Eylül 1980-6 Aralık 1983, ihtilal hukukunun en ağır olduğu dönem. 105-106 tane temel kanun hâlen varlığını koruyor. Bunların 40-42 tanesi kanun hükmünde kararnameler yoluyla çıkmış. Yani düşünebiliyor musunuz, kanun hükmünde kararnameler yoluyla temel kanunlar çıkarılmış ve bunlar hâlen varlığını koruyor. Şimdi, dolayısıyla, bu anayasa çalışmasıyla paralel olarak, ivedi olarak… Ha, bu 105 kanunun tamamı değişmeyebilir inceleme sonucunda ama belli ki bunların neresinden bakarsanız, yarısından fazlasının mutlaka ivedi olarak değişmesi gerekiyor. Kamuoyu bu noktada olayın bu boyutuyla yeterince farkında değil, günlük tempo içinde, yoğunluk içinde bunu tam sorgulayamıyor. Bu noktadaki görüş ve değerlendirmeniz, bunu özellikle ben takdirlerinize sunuyorum. Bu konuda bir değerlendirme yapmanızı açıkçası arzu ediyorum.

  • DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – İzninizle, ben önce bir değerlendirme yapayım, sonra değerli arkadaşlarımın da katkıları olabilir.

  • Aslında, bu temel kanunların dışında değiştirilmesi söz konusu olan kanunlar da var ve burada yapılacak Anayasa değişikliğinin aslında toplum için ve gelecek için bir mana ifade etmesi bakımından iki kanunun da birlikte değiştirilmesi gerekir, Anayasa’yla birlikte: Birisi Siyasi Partiler Kanunu, diğeri seçim kanunlarıdır.

  • Siyasi Partiler Kanunu’nda, Anayasa’da yer almamasına rağmen hâlâ barajın muhafaza edilmesi, aslında Türkiye’de demokratik özgürlüğün engellenmesidir. Bugün çeşitli nedenlerle istenildiği söylensin, şu anda DTP’nin kuruluşunda bir parti olmadan gelip grubunu oluşturabiliyor ve şu anda da Parlamentoda dördüncü gruba karşı ciddi bir demokratik haksızlık yapılıyor. Nedir demokratik haksızlık? Bu arkadaşlar parti olarak seçilmedikleri için, grubu sonradan oluşturdukları için diğer üç partinin yararlandığı devlet yardımını alamıyorlar. Yani şu anda Parlamento bile kendi içinde, beraber, aynı kafeteryayı kullandığı, aynı kulisi kullandığı arkadaşlarının uğradığı bu haksızlığı giderecek bir çalışmayı hızlı bir şekilde yapması gerekir ve bu çalışma aslında Anayasa’yla değil, Siyasi Partiler Kanunu’yla yapılması gereken bir düzeltmedir. Bu nedenle, baraj meselesi eğer belli bir şekilde, şimdiden hâlledilirse, o zaman ileride Parlamento içindeki transferleri önlemeye yönelik olan, getirilen, sonradan grup kurma hakkını engelleyen o düzenleme manasını ifade eder çünkü kişiler rahatlıkla daha düşük bir barajla kendi gruplarını oluşturabilecekleri için bu engel kalkmış olur.

  • Seçim kanunlarında da ciddi bir değişiklik yapılması gerekir. Bu değişiklik de daha çok ön seçime bütün partileri alarak bir asgari belirlenecek bir marj ya da azami bir marjla yani limitleri belirlenen bir marjla merkez yoklaması ama her partinin de muhakkak ön seçime uyulması mecburiyeti getirilmelidir. Bu 1987 yılında aslında ihlal edildi. Bu bir ihtilal sonucunda gelmiş, darbe sonucu olan bir düzenleme değil, bunun düzenlenmesi gerekiyor.

  • Şimdi, bir önemli şeye işaret ettiniz aslında, belki biz parti olarak da bunu yakın zamanda gündeme taşıyacak bir çalışma da yapabiliriz. Mevcut olan darbeden kalan kanunların da aslında bir devrim anlayışıyla, bir yenilikçilik anlayışıyla ve ulusal bilinci de hiç yitirmeden yani etnik kökeni ne olursa olsun birlikte yaşama hakkımızı ihlal etmeyecek bir anlayışla gözden geçirilmesinde, düzeltilmesinde yarar vardır. Yani bazı kanunlar şu anda tabu gibi değerlendirilmiyor çünkü zaman zaman değiştirildi yani Parlamentoda değişikliği söz konusu oldu. Ama bugün, Türkiye için aslında iktidar partisi mensupları dâhil tehdit eden bir uygulamayla karşı karşıyayız. Hâkimler, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı hakkında bir fezleke hazırlanması yoluna gidiyorlar. Şimdi, bu nedir? O zaman Parlamentonun yarın öbür gün ilerde yargı sistemiyle ilgili daha demokratik bir ortamın oluşması açısından söz söyleme hürriyetinin de ihlalidir. Yani bu konuda bir gözdağı niteliğidir örneğin ve bu konunun, mesela biz beklerdik ki -burada birlikte konuşuyoruz- böyle bir nedenle Parlamentoda gerekirse gizli gerekirse açık çok özel bir görüşme yapılması gerekiyor. Bir taraftan kuvvetlerin ayrılığı ilkesi diyoruz, diğer taraftan yargı bu sefer yasamayı tehdit ediyor yani işte nasıl işte böyle söylersin diye ama yasama organı konuşacak ki kamuoyu oluşturacak, o getirecek... Eğer yargı kesiminin bir görüşü varsa o zaman oradaki yalnız bir mahkemenin, bir savcının görüşü değil, derhâl başvurusunu yapsın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay bir raporla Parlamentoya başvursun. “Bu konu bizim kuvvetler ayrılığımızı ihlal ediyor, gerekli uyarılarınızı yapın, kendi aranızda görüşün.” demesi geriyor. Bunu, mesela biz siyasette yapılmış olan bu tehdidin şu anda görülmemiş olmasını, şu anda yapılan bu Anayasa değişikliği çalışmalarını bile tehdit eden bir yaklaşım olduğunu değerlendiriyoruz yani o şekilde bakılması gerekiyor. Bu bakımdan, sizin altını çizdiğiniz bu kanunların gözden geçirilmesi meselesi ve kanunların da topluma benimsetilmesi olayı fevkalade önemlidir.

  • Mesela, bugünlerde Türkiye’de çok tehlikeli bir gelişme söz konusudur. Aslında, sekiz yıllık eğitim, 1974 yılında, o zaman Millî Selamet Partisinin de iktidarda olduğu dönemde ve Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi koalisyonunun getirdiği bir değişikliktir ve deneme okulları devreye girmiştir. Temel sorun, bir finansman kaynağı bulunmadığı için, okullar açılmadığı için uzamıştı. 1995’ten sonra yani Refah-Yol’un ayrılmasından sonra yapılması gereken, yapılan değişikliğin bakıldığı zaman temel özü, sekiz yıllık okulların inşa edilebilmesi için bir para tahsisi yönüne gitmişler. Ama bu kamuoyuna öyle bir farklı, siyasi bir ideoloji şeklinde yansıtıldı ki sanki sekiz yıllık eğitim yeni getiriliyor ama beraberinde örneğin, bugün birçok köyde geri kalmışlığa, adaletsizliğe neden olabilecek taşıma eğitimi başlatıldı. Mesela, bunu biz ciddi bir şekilde eleştiriyoruz. Bu yapılırken, sekiz yıllık eğitim sanki imam-hatip okullarına karşı yapılmış gibi getirildi. Hâlbuki sekiz yıllık eğitimin oluşmasına karar veren, birlikte, o zaman ciddi bir şekilde Meclis tutanaklarına da bakıldığı zaman görüldüğünde Millî Selamet Partisi de var. Bu eğitimin kalitesinin yükseltilmesiyle ilgili de. Ama bugün görüyoruz ki sanki bir ideolojik eylem vardı o gün, karşı bir eylem şeklinde, dört yıllık eğitimden sonra imam-hatip okulları gündeme getirilip imam-hatip okullarının tartışma konusu yapılması fevkalade yanlıştır ve aslında din olarak İslam dinine de zarar veren bir tartışmadır. Eğer bu iş olacaksa, bu eğitimler olacaksa bir ideolojik duruş şeklinde kamuoyuna sergilenmemesi gerekiyor. Bu ayrılığı çok daha ciddi bir şekilde körükleyen bir olay.

  • Bir diğer mesela konu var, bu yasalarla ilgili: Bir Atatürk milliyetçiliği kavramı var. Bu konuya herkes farklı şeyden bakıyor ama biraz evvel Sayın Bakanımızın altını çizdiği, 66’ncı maddedeki “yanlış biliyorum”un düzeltilmesini sağlayan bir yorumdur aslında. İlk dördüncü maddedeki, dörde kadar, beşe kadar olan Atatürk milliyetçiliği 66’ncı maddede de devam etse, bugün Türkiye’de etnik bir ayrılımı kimse iddia edemez ama bunun da tanımı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti.” denir tabiri 66’ncı maddeye gelince, millet ve devlet kavramı düşüp sanki Türk kavramı bir ırk gibi dayatılmaya çalışılıyor. Hâlbuki bizim bugün toplumumuzda…

  • FARUK BAL (Konya) – Bu iddiadan başka bir şey değil Sayın Genel Başkanım. Bir iddia, kendilerini farklı bir konuma koymak isteyenlerin iddiası. Ne hukuken ne siyaseten…

  • DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – Tabii, onu söylüyorum. Hiç mümkün değil yani mümkün değil. Yani hiç mümkün olmayan bir şey ama birileri çıkıyor, bunu bu şekilde olumsuz yapıyor. O bakımdan…

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – İzniniz olursa, kayıtlara geçtiği için söylüyorum. Ben tam tersi düşüncedeyim yani eğer bu bir iddiaysa ben bu iddiadayım.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Söz vereceğim efendim.

  • Sayın Genel Başkan, bitti mi efendim açıklamanız?

  • DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – Efendim, ben, değerli arkadaşlarımın, Sayın Bakanımın bu soruyla ilgili…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Buyurun Hocam.

  • HİKMET SAMİ TÜRK – Gerek 1961 Anayasası’nda gerek 1982 Anayasası’nda, bu Anayasa’da öngörülen kurum, organlarla ilgili kanunların, işte bir yıllık süre içerisinde eğer kurucu meclis sırasında çıkarılamazsa iki yıllık süre içerisinde çıkarılacağı belirtilmiş ve belli bir ölçüde bu gerçekleşmiş ve onlar hâlen yürürlükte.

  • Şimdi, sanıyorum, bir defa çok kolayca yapılabilecek bazı değişiklikler var. Örneğin, Milletvekili Seçimi Kanunu’ndaki yüzde 10 barajının yüzde 5’e çekilmesi. Hem Seçim Kanunu’ndaki “Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkesini sağlayacak biçimde düzenlenir.” hükmüne uygun olur hem de bu arada demokratik bir adım atılmış olur. Siyasi Partiler Kanunu’nun aslında işte öteden hep parti içi demokrasiyi gerçekleştirmediği yönünde eleştirilir. Bu konuda bir taraftan çalışmalar devam edebilir paralel olarak ama diğer kanunlar, tabii yeni anayasada yeni birtakım kurumlar getirilebilir, yeni düzenlemeler yapılabilir. Dolayısıyla, onlarla ilgili çalışmalar da paralel götürülmelidir ve anayasa çıktıktan, kabul edildikten sonra, işte yine böyle bir yıllık bir süre içerisinde ona uygun metinler hazır olacağı için daha kolayca yürürlüğe girmeleri sağlanmış olacaktır. Benim bu konudaki düşüncem bu. Çalışmalar paralel götürülmeli ama bir de beklenmeden, işte yüzde 5 baraj gibi yapılabilecek olan değişiklikler var.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, çok teşekkür ederim.

  • Demin kısaca birkaç cümleyle ifade etmiştim. Bizim Komisyon üyeleri olarak bu sunumlar esnasında bir karşılıklı soru-cevap, söz düellosu, efendim, o görüşü paylaşıyorum, paylaşmıyorum şeklinde bir değerlendirmemiz prensip olarak olmuyor. Benim de sizin sunumunuzla ilgili söyleyeceğim şeyler olabilir kafamda ama şu anda biz sizin sunumunuzu daha sonraki aşamada, yazım ve değerlendirme aşamasında göz önünde bulunduracağımızı ifade ettim.

  • Sayın Kart bir soru yöneltti, gayet normal bir soruydu, siz de onun açıklamasını yaptınız.

  • Şimdi, Faruk Bey’e de Altan Bey’e de söz vereceğim ancak bir tartışmaya girmemeye özen göstermenizi istirham ediyorum. Şu anda o görevimiz değil.

  • FARUK BAL (Konya) – Sayın Genel Başkan ifade ederken, vatandaşlıkla ilgili Türk tanımının bir ırkı vurguladığı şeklinde bir tabir geçti, bu Sayın Genel Başkanın fikri değil fakat böyle bir algılama var. Okuduğumuz metin Anayasa’nın bir maddesidir. Dolayısıyla, bu bir hukuki bağlılığı ifade etmektedir, asla bir ırka vurgu değildir.

  • Diğer taraftan -bunu tartışmak için söylemiyorum- bu vatandaşları o devletle ilişkilendiren bir bağdır ve hukuki bir bağdır ve daha fazla da tartışmaya gerek olmayacak kadar açıktır.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki.

  • Altan Bey, buyurun.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben, Sayın Mehmet Ali Şahin Bey’in belirttiği çerçevede Komisyonun fikir beyan etmesini doğru bulmuyorum, onun için benim bu konuda söyleyeceğim…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tüm bu görüşlerimizi daha sonra aramızda uzun süre değerlendireceğiz, uzun çalışma periyotları içerisinde.

  • Hocam, buyurun, son bir şey söyleyeceksiniz herhâlde.

  • HİKMET SAMİ TÜRK – Bir şeyi tekrarlamama izin verin: Ben, işte o sakıncaları yani o işte Türk sözcüğü bir etnik kimlik çağrışımı yapıyor eleştirilerini karşılamak için Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese, hiçbir etnik fark gözetmeksizin…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Dikkat çekti o sunumuzda efendim. Zaten zabıtlara da geçti. Biz bunları çalışmalarımız esnasında göz önünde bulunduracağız.

  • Çok teşekkür ederiz. Gerçekten Genel Başkan düzeyinde de katılmış olmanız, bizi Komisyon üyeleri olarak son derece memnun etti, ayaklarınıza sağlık. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

  • Hocama, Erol Beye, Hasan Bey’e çok teşekkür ederiz.

  • DSP GENEL BAŞKANI MASUM TÜRKER – Biz de çok teşekkür ediyoruz, iyi çalışmalar dileriz.



  • Kapanma Saati: 10.49













  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin