1 nolu yazim komisyonu tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 8,47 Mb.
səhifə38/111
tarix18.05.2018
ölçüsü8,47 Mb.
#50715
növüYazi
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   111

Onun dışında dünyada nasıl olmuş, bir de onunla ilgili birkaç şey söyleyeceğim: 1968’den sonra, 1968 hareketlerinin dünya çapında başlattığı bir talep diyebiliriz, belki bu savaş karşıtı, Vietnam Savaşı karşıtı olarak başlayıp daha sonra bir dizi başka şeye dönüşüyor. Amerika’daki siyah hareketten tutun da Avrupa’daki Fransa’da yaşayan Arapların mücadelesine kadar, bunun adı uluslararası literatürde “Eşit yurttaşlık mücadelesi” diye geçer, İngilizcesi “equal citizenship.” Vatandaşlık… Gene dönüp dolaşıp vatandaşlığa geliyoruz. Farklı farklı artiküle edilmiş, mesela Fransa’daki Cezayirliler, Tunuslular, Faslılar kendilerinin “Fransızlık” tanımı içine kapsanmasını isterler -Türkiye’de Kürtlerden farklı bir taleptir bu- derler ki: “Anayasa’daki Fransız tanımı bizi de içine alsın.” Onların talebi budur ama Meksika’daki yerliler, Bolivya’daki yerliler de kendi yerli kimliklerinin anayasal bir güvenceye kavuşturulmasını isterler. Şunu demek istiyorum: Dünyanın farklı yerlerinde farklı tezahürlerle, farklı veçhelerle kendini ortaya koymuş ama bu eşit yurttaşlık talebi, aslında İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle 68 sonrası dünyanın, dediğim gibi, yani siyah hareketlerinden yerli hareketlerine, kadınların taleplerinden farklı farklı toplumsal grupların temel talebi.

Şimdi, son bir şey söyleyeceğim, ondan sonra da bitireceğim. Bu ilginç bir tartışma, bu 1924 Anayasa’sındaki ifade, ilginç bir ifade o, onun ekseninde devam eden tartışma da ilginç bir tartışma. Deniyor ki burada: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur.” Hikâye bu, Türk ıtlak olunur. Şimdi, bununla ilgili bir sürü anayasa hukukçusunun, bir sürü sosyal bilimcinin yazıp çizdiği şeyler var.

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Bir de devamı var. “Türk’tür” vesaire…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Türkiye’de veya hariçte bir Türk babanın… Bu şey yani…

MERAL DANİŞ BEŞTAŞ – Açıklaması.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Yani, şu toprağa mı bağlı, nesebe mi bağlı olarak? O doğuma bağlı olarak tanımlıyor vatandaşlığı. O tam onunla ilgili değil.

Şimdi, bununla ilgili bir sürü böyle yapılan tartışma var, cidden ele alınan bir mesele. Eminim hepiniz tanıyorsunuzdur, İstanbul Şehir Üniversitesinde Profesör Mesut Yeğen, o bu konuyla ilgili çok uzun uzadıya yazmış çizmiş birisi. O ilginç bir şey söyler, aslında bizim anayasa önerimizin arkasındaki sosyal bilimler anlayışını iyi ifade ettiği için onun söylediklerini özetleyip bitireceğim. O dönemde, 24 Anayasası’nda bu konuşulurken aynı zamanda yapılan Meclis tartışmalarının tutanaklarını da ekler makalesinde, der ki: “Aslında 2000’lere kadar devam eden bu özde vatandaşlık-sözde vatandaşlık -eski bir Genelkurmay Başkanı ifade etmişti hatırlarsanız- bu, bu cümleden çıkar.” Neden biliyor musunuz? Çünkü der ki Mesut Hocam: “Bu cümlede bir de gizli bir cümle vardı. Bir bu cümlenin kendi söylediği vardır, bir de bu cümlede ifade edilmeyen gizli bir cümle vardır, o da şudur: Vatandaşların bir bölümü, burada ima edilenler daha çok azınlıklardır, gayrimüslim nüfustur.” Ki biz BDP olarak, bu Anayasa'nın sadece Türkler, Kürtler, farklı etnik gruplar değil, aynı zamanda azınlıklar yani bu ülkenin bütün yurttaşları için yazıldığına inanıyoruz. Der ki: “Burada parantez içinde, söylenmeyen özne azınlıklardır ve buradaki tartışma, Meclis tutanaklarıyla birlikte aslında şunu ima eder: Bir gerçek Türkler vardır, bir de Türk ıtlak olunanlar vardır.” Yani onlar Türk değildir, ne olarak Türk değildir? İşte tam da tartışmanın püf noktası burada yatıyor bence, etnik olarak Türk değildir; onlar Ermenilerdir, Rumlardır, azınlıklardır. O zaman Kürtlerin o grupta olup olmayacağı mesela Ermenilere göre daha belirsizken ama Kürtlerdir de bugün artık çok net zaten. Dolayısıyla, burada bir ıtlak olunanlar var, bir de özde aslında vatandaş olunanlar var yani onlar da etnik olarak Türkler.

Şimdi, bizim vatandaşlık maddesinde önerdiğimiz şey, işte bu ayrımın açıkça ya da örtük biçimde yapılmasına itiraz etmekten kaynaklanan bir ayrım. Zaten aslında -Yavuz Hoca da söyledi- dünyanın bir sürü anayasasında vatandaşlık son derece nötr terimlerle, dinsel, etnik, farklı hiçbir referansa tabi tutulmaksızın genel olarak vatandaşlık terimi diye geçer.

Şimdilik bu kadar söyleyeceklerim.

BAŞKAN – Ben bu konuşmalarla ilgili birkaç şey söyleyebilir miyim katkı bakımından. Andımız’la ilgili olarak -biliyorsunuz belki- 23 Nisan 1933’de Doktor Reşit Galip bu Andımız’ı yazıyor. 23 Nisanda geliyor Çankaya Köşkü’ne, heyecanla gelmiş. Sabahleyin çocuklarla, kızlarıyla bayramlaşırken bir nutuk irat etmek istemiş, yazmış, bu çıkmış ortaya. Onun sonra bütün millî eğitime, okullara yayılmasını düşünmüş. Sonra da böyle bir Talim Terbiye Kurulu genelgesiyle yayınlanıyor. Fakat iki paragraf biliyorsunuz, bu şeye kadar “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”a kadardır bu kısmı. Daha sonra -ben de bilmiyordum mesela, yakın bir tarih bu- 29 Ağustos 1972, ikinci paragraf o zaman ekleniyor. “Ey bugünümüzü sağlayan Ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülkede…” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ifadesi de 1972’de ekleniyor yani çok yakın bir tarih. Bunun bilmiyordum ben mesela 1972 olduğunu, daha eski zannediyordum.

Şimdi orada, tabii şeyle ilgili de bir şey söyleyeyim: O zaman Meclis zabıtlarında, bu 24 Anayasası’yla ilgili tartışmalarda şu var… Buna karşı çıkanlar da var, mesela Refet Paşa buna karşı çıkıyor, diyor ki: “Biz gerçekte Türk olmayana nasıl Türk deriz? Bu yanlış bir şeydir.” Buna uzunca bir itirazı var Refet Belen’in nutkunda, orada, Meclisteki nutkunda. Onu da söyleyeyim ama bu sizin dediğiniz ayrım bence -şahsi görüşümü söylüyorum- biraz zorlama yani orada belki böyle bir düşünce olabilir ama böyle bir ayrım yok yani “Türk ıtlak olunur, herkese Türk denir yani Türk ıtlak olunur, Türk kabul edilir.” diyor, olmayanlar bile kabul edilir, o anlamı içeriyor ama burada bir iki şey olanlar, olmayanlar vardır esasen şeklindeki bir ayrım buradan çıkmaz, onu da söyleyeyim şahsen.

Buyurun Hocam.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Tabii, Nasrettin Hoca’yı anmadan geçemeyeceğim. Nasrettin Hoca’ya sormuşlar, demişler ki: “Dünyanın merkezi neresi?” Hoca’nın cevabı ilginçtir: “Benim oturduğum yerdir.” demiş.

FARUK BAL (Konya) – “Eşeğimin sağ arka ayağının bastığı yerdir.” diyor.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Şimdi, tabii, arkadaşlarımız bir konuyu ele alıyorlar, dünyanın merkezi de orası oluyor. Dünyanın merkezi bizim istediğimiz yer olmaz, dünya kendi merkezini kendisi seçer.

Şimdi, imparatorluklar döneminden sonra insanların hak ve özgürlüklerinin hukuksal güvence altına alınması sürecinde ulus devlet fikri ortaya çıkmış yani bu tabii durup dururken ortaya çıkmış da bir şey değil yani tabii ki bir Fransız ihtilaliyle bu somutlaşıyor ama onun arkasında da işte Jean Jacques Rousseau’lar, bilmem neler falan var. Yani bir tarihsel süreç içerisinde bu meydana geliyor ve buna bir bilimsel sistemleştirme yapılması gerekiyor, biliyorsunuz ona da Ernest Renan -bu Fransız bir sosyologdur- diyor ki: “Biz, millet tanımını herhangi bir şeye dayandırmayalım, böyle bir etnisiteye dayandırmayalım, fiilî duruma dayandıralım. Fiilî durum nedir? İşte bir ülkede insanlar geçmişte beraber olmuşlardır, aynı şeylere sevinip aynı şeylerden üzülmüşlerdir; hâlde de beraberdirler, gelecekte de beraber olmayı murat etmektedirler. Öyleyse bunlara biz bir ‘ulus’ veya ‘millet’ diyelim.” Bu anlamda millet, tabii ki dünya bir değişime gidiyor. Dünyada imparatorlar vardı, işte bizim padişahımız vardı, ötekinin kralı vardı, ötekinin imparatoru vardı. Bu dönüşüm kolay değil. Bu dönüşümün yapılması sürecinde bu “millet” dediğimiz olgu ne bir etnisitedir ne bir tek başına dindir ne bir tek başına dildir, bütün bunlardan farklı bir şeydir. Bunlardan farklı ne olur? İşte bunlardan farklı olan şey aslında yaratılır yani üretilir. İşte dünyada da milletler tabii durup dururken boşlukta da üretilmiyor yani bir maddi gerçekliği var, bir sosyolojik gerçekliği var. Bu ülkede yaşayan insanlar da yani Osmanlı Devleti dağıldığında da önce Osmanlıcılık kurtarılmaya çalışılıyor, kurtarılamayınca “Acaba İslam ümmetinden olmak bir çare olabilir mi?” Yani birliği sağlamak, amacımız bu, o zamanki insanlar açısından söylüyorum. O da tam bir çare olmayınca, işte Lawrence’ler şunlar bunlar çok güzel faaliyetlerde bulununca İslam dünyası içerisinde, hedefi biraz daha küçültüyoruz, Türklük meselesi sistemleştiriliyor ve bunun Türkiye'deki bilimsel anlamdaki sistemleştirmesini de yapan -bildiğimiz gibi- gerçekten kısa süreli ömrüne çok büyük eserleri kazandırmış olan Ziya Gökalp’tir.

Şimdi, böyle bir süreçten geçiyoruz. O 1930’lu yıllardaki heyecan falan boşuna değil yani yeni bir dünya kuruyoruz, bu yeni dünyada tabii ki bir heyecan lazım, tabii Andımız benzeri bir şey lazım. Yani bunlar böyle gelişmelerle ortaya çıkan şeyler ve o heyecan içerisinde dünyanın kayıtlı ekonomiye geçtiği zamandaki en hızlı ekonomik kalkınması yaşanıyor. İnsanlar bir aşk ve şevk içerisinde, bu topraklarda yaşayan insanların mutluluğu için çalışıyorlar.

Şimdi, bir milletin bir adının olması zorunlu, bu ad bir coğrafya adı çok anlamsız olurdu yani böyle bir heyecan, böyle bir şevk meydana getirmezdi. Onun için bu bir isim bulunmuş, en yakın isim de o zamanki şartlarda “Türk milleti.” Türk milleti…

FARUK BAL (Konya) – 30’larda mı bulunmuş Hocam “Türk milleti” tabiri?

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Hayır, devletin kuruluşunda.

Milletin adına “Türk milleti” diyoruz ve oturuluyor, kongrelerde, şurada burada sonuçta “Türklük”, “Türk milleti” kavramı etrafında birleşiyor. Bu kavram hukuki metinlere geçerken asla bir etnisitenin ifadesi olarak düşünülmüyor. Mesela, büyük Atatürk’ün nutuklarında da vardır, sözlerinde de vardır, Anayasa'da da az önce arkadaşımız okudu -24 Anayasası’nda- bu “Türk ıtlak olunur.” sözü tenkit edilecek bir söz değil aslında. Sizin düşündüğünüz, az önceki yorumlardaki manayı hiç taşımıyor yani kimseye Türklük zorla kabul ettirilmez, sadece hukuki anlamda Türk ıtlak olunur. Tabii ki herkesin kendisinin bir etnisitesi falan vardır yani buna kimsenin de diyeceği bir şey olmaz ama bir millet vardır, bu milletin adı “Türk milleti”dir, bu bir hukuki tanımdır ve dolayısıyla “Türk ıtlak olunur.” deniyor. Bu “Türk ıtlak olunur.” sözüyle ilgili Levent Köker’le katıldığımız, benim oturum başkanı olduğum bir panel vardı Gazi Üniversitesinde. “Ya ‘Türk ıtlak olunur’a razıydık.” anlamında bir şey söyledi, “Ama şimdi doğrudan doğruya ‘Türk’tür’ diyorsunuz.” dedi. Ben de “Ya, Hocam, lafı dolandırmayalım, işte ‘Türk’tür’ diyelim.” falan gibi böyle esprili bir şey söyledim. Şimdi, “Türk’tür” dendiği zaman ona karşı çıkılıyor, “Türk ıtlak olunur.” dendiği zaman da bu sefer “Ha, Türk saymıyor, aslında vatandaş olarak da Türk saymıyor, eh işte bunları da Türk sayalım.” falan diyor.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – İkisine de karşı çıkıyoruz.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Şimdi, kusura bakmayalım ama bu öküzün altında buzağı aramak gibi bir şey. Bu bir hukuksal terim. Burada bir ulus devlet kurulmuş, bu devletin adı “Türkiye Cumhuriyeti devleti”dir, milletin adı “Türk milleti”dir, vatandaşlar da bu milletin üyesidirler, eşit üyesidirler yani eşitsizlikle ilgili herhangi bir şey yoktur. Burada bir etnik vurgu söz konusu değildir, tek tipleştirme de yoktur. Tek tipleştirmeye karşı, yine, cumhuriyeti kuran insanın güzel bir sözü var. Öğretmenlere verdiği nutukta diyor ki: “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” derken de bunu söylemiş oluyor.

Şimdi, “özde vatandaş”, “sözde vatandaş”, ben böyle bir tabiri hiç duymadım. Böyle bir terim eski Genelkurmay Başkanı tarafından da kullanılmış mıdır? Sanmıyorum. Ama eski Genelkurmay Başkanının kullandığı terim şuydu…

BAŞKAN – Laiklikle ilgili…

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Laiklikle ilgili olarak “Sözde laik değil, özde laik olmalı Cumhurbaşkanı.” Cumhurbaşkanının sıfatı tanımlanırken, bunu biliyoruz ama hangi konsept içerisinde söyledi? Söylenmiş mi, söylenmemiş mi? Birinci soru bu. İkincisi: Söylenmişse bile hangi konsept içerisinde söylenmiş? Kandil’e çıkıp Türkiye Cumhuriyeti devletinin askerlerine saldıranlar için söylenmişse “Bunlar vatandaştır ama sözde vatandaştır.” demiş olabilir. Konseptine bakmak lazım yani konseptinden koparıp bir şeyi anlam yüklemek doğru olmaz.

Şimdi, sizin dediğiniz şeyleri yapacak olursak Türkiye'de bir defa “ulus” diye bir şey kalmıyor. Bir ulus yok. İşte “Türkiyeli”, “Adanalı”, Adanalılar ne kadar…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – AKP de “vatandaşlık” diyor.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Ya, bana ne AKP’den?

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sizin dediğinizi konuşuyoruz da…

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Ben de AKP’den…

FARUK BAL (Konya) – AKP doğru söylüyor da biz onu kabul mü ediyoruz?

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sizin dediğinizi diyorum da…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Sadece biz değiliz yani.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Hayır, “Siz” dediğim siz değilsiniz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, Türkiye'nin…

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Hayır, hayır, “Siz” dediğim de siz değilsiniz yani genel olarak soyut bir “Siz” kavramından bahsediyorum, hani konuşuruz ya, o manada “Siz”, buradaki “Siz” o “Siz” yani siz değil buradaki “Siz.”

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, biz de öyle diyoruz, rahat olun.



PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Dolayısıyla, kendimiz birtakım şeyleri vehmedip işte bu “özde vatandaş”, “sözde vatandaş” gibi, sonra onun üzerine bir teori kurmak, onun üzerine bir şeyler kurmak, bunlar çok doğru şeyler değil. Eğer bu dediklerimizi yaparsak, işte bunlara da anayasal bir temel koyarsak, zaten uluslararası sözleşmelere de taraf oluyoruz. Uluslararası sözleşmeler bakımından bireysel hak ve özgürlükler zaten tanınıyor ve bu sözleşmeler zaten iç hukukumuzun bir parçasıdır. Burada bireysel hak ve özgürlükler konusunun üzerinde özellikle durmak gerekir çünkü dünya bu noktaya kolay gelmemiştir, büyük acılardan sonra gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan anlaşmalarda bizim payımızın düşeninin adı “Sevr”di o utanç belgesinin. Biz kurtuluş mücadelesiyle o belgeyi yırttık attık. O Sevr tipi anlaşmalar dünyanın diğer milletlerine de kabul ettirildi Almanya başta olmak üzere. Orada kolektif birtakım haklar yani devlet içi devletler ve dolayısıyla, kültürel ve ırki bağlantı olan diğer devletlerin öbür devletin iç işlerine müdahalesine zemin hazırlayan birtakım hukuksal dayanaklar hazırlandı ve bu sistem, Birinci Dünya Savaşı sonrasına kurulan sistem on dokuz yıl sürdü, yirmi yıl süremedi. Ondan sonra diğer bir dünya savaşı başladı. İnsanlık, bu iki dünya savaşında, bütün tarihi boyunca gördüğü, görebileceği en büyük zulümleri yaşadı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bireyi esas aldı ve bireyin üzerine bütün sistemini kurdu. Ondan sonraki süreçte de birey esaslı insan hakları sözleşmeleri ve birey esaslı insan hakları örgütlenmeleri sürdü gitti. Bizim içinde bulunduğumuz gerek Birleşmiş Milletler sözleşmeleri gerekse Avrupa Konseyi bünyesinde kabul edilmiş olan sözleşmeler, isimleri bazen kolektif hakları çağrıştırıyor olsa da tamamı bireysel hak ve özgürlüklerin temeline dayalı sözleşmelerdir. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, diğer medeni ülkelerin yurttaşlarının dünyada istifade ettiği bütün temel hak ve özgürlüklerden istifade etmesi mümkündür ve gereklidir. Zaten yaptığımız sözleşmelerle biz bunun hukuksal altyapısını Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak hazırlıyoruz ama bunun ötesinde birtakım topluluklara âdeta tüzel kişilikler vererekten, onları ayrı devletlerin sosyoloji altyapılarını, hukuksal altyapılarını oluşturacak şekilde örgütlersek, böyle topluluklar yaratırsak, Orta Çağ’ın karanlığına gömülmekte olan Orta Doğu’nun ayrılmaz bir parçası hâlinde Orta Doğu’yla birlikte yerin 7 kat dibine hep birlikte gömülür gideriz. Ülkemizin mutluluğu için, ülkemizde yaşayan insanların mutluluğu için, hangi etnik kültürden olursa olsun bütün yurttaşlarımızın, mevcut yurttaşlarımızın ve gelecekteki onların torunlarının mutluluğu için mevcut durumumuzu, oluşturduğumuz bir hukuksal “Türk milleti” kavramını ve “Türk vatandaşlığı” kavramını korumak en akılcı ve bugün için en yararlı yoldur. Bunun dışındaki her şey küresel güçlerin oluşturmaya çalıştığı küçük devlet benzeri belediye tipi örgütlenmelere yol açacak ve bu küresel güçlerin değirmenine su taşıyacaktır.

Bunları arz etmek istedim efendim.

BAŞKAN – Faruk Bey, buyurun.

FARUK BAL (Konya) – Değerli arkadaşlar, ben görüşmelere biraz geç başladım ama başladığım andan itibaren kendimi bir Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya’ya ithafen söylediği “Öz vatanında garipsin, öz vatanında parya!” dizesinin duygusal bir hissiyatına kapıldım. Diğeri de, Osmanlı çökerken Osmanlı’nın kurucu asli unsuruna karşı bakışı olan “Etrakı biidrak” ruhunu sanki bu Komisyonun üzerine çökmüş gibi hissettim. Hepimiz biliyoruz ki bir küreselleşme vardır. Bu küreselleşme; ekonomik, siyasi, ticari, askerî yönden güçlü olan ülkelerin çıkarları için dünyanın yeniden tanzimi. Onun göbeğinde de Orta Doğu var, o göbeğin ortasında da Türkiye var. Bizim bu anayasayı yaparken buna dikkat etmemiz lazım; bir.

İki: Biz bu anayasayı yaparken zannediyor muyuz ki 12 kişi bir araya geldik, bir devlet kuruyoruz? Yok böyle bir şey, bu devlet kuruldu beyler. Kurulmuş bir devlete biz anayasa yapıyoruz.

Üç: Bu devlet bir Kurtuluş Savaşı’yla kuruldu, o savaşı hep beraber verdik. Hep beraber bu devletin var olabilmesi için işgal edilmiş toprakların üzerinde işgal güçlerine karşı kan dökerek, can vererek bir mücadelenin sonunda bu devlet kuruldu. Elimize kalem alıp da bu devleti eğip büküp kendine göre bir şekil verecek hâlimiz yok. Biz ne yapıyoruz? Biz bir anayasa yapıyoruz. O zaman biz bu anayasayı kime yapıyoruz? Biz bu anayasayı kurulmuş olan, Kurtuluş Savaşı mücadelesiyle kurulmuş olan devlete yapıyoruz, Türkiye devletine yapıyoruz. Biz bu anayasayı o devleti kuran Türk milletine yapıyoruz, biz bu anayasayı Türk vatandaşlarına yapıyoruz. Buradaki “Türk” kelimesi -lafı eğip bükmeye hiç gerek yok, sulandırmaya hiç gerek yok- tam bir hukuki tabirdir, bu tabir de devlet ile vatandaş arasındaki anayasal bağın ifadesidir; etnik bir bağ değildir, etnik bir ifade değildir. Etnik bir ifade olması hukuki olmadığı gibi sosyolojik olarak da değildir. “Türk” etnikse çoğunluk kimdir? Bu kadar cahilce laf söylenebilir mi? “Etnik” kelimesinin anlamı, bir çoğunluğa göre kendisini din, dil, ırk, soy, sop, düşünce bakımından farklı gören az gruptur. Eğer “Türk” etnikse çoğunluk kim? Bu kadar, terminolojiyi, siyasi düşünceleri haklı göstermek için eğip bükmek de yanlıştır.

Gelelim “Türk milleti” tanımına. Ondan önce, ben özellikle farklı etnisitede bulunanları ve özellikle Kürt kardeşlerimizle ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin düşüncelerini Ziya Gökalp’ten beri anlatmak isterim. Milliyetçi Hareket Partisi “Hitler” anlayışıyla, “Mussolini” anlayışıyla, Batılı sosyologların tanımladığı nasyonalist bir anlayışı kesinlikle reddeder, ırkçı bir anlayışı kesinlikle reddeder. Milliyetçi Hareket Partisinin “millî”, “millet” ve “milliyetçilik”ten anladığı, bir kültür ve medeniyete bağlılığı veya aidiyeti ifade eder. Bu kapsam içerisinde -Kürt kardeşlerimiz için ifade ediyorum- gerisini bırakalım, ta Oğuz Kağan’ın kitabelerinde var “Kürt beylerin” diye veya “Kurt beylerin”, nasıl yorumlanırsa öyle yorumlansın. Tarih içerisinde hep beraber olmuşuz, Malazgirt’e geldiğimizde bu topraklara beraber kan dökmüşüz. Bu topraklar minerallikten vatan olmamış, dökülen kanın yoğrulmasıyla vatanlaşmış. Bu topraklara beraber -acıları, kederleri, tasaları yaşamışız- gözyaşı dökmüşüz. Döktüğümüz o gözyaşı bu toprağı vatanlaştırmıştır. Bu topraklara biz terimizi dökmüşüz, imar etmişiz, inşa etmişiz, öyle vatanlaşmıştır. Bin yıl boyunca biz aynı Allah’a inanmışız, aynı peygambere inanmışız, aynı Kâbe’ye beş vakit namaza durmuşuz. Bin yıl boyunca aile hukukumuzu, çoluğumuzu çocuğumuzu, anamızı atamızı sevmeyi saymayı, davranışımızı o akidelerimizden beslemişiz; komşuluk hukukumuzu biz böyle oluşturmuşuz; hemşehrilik hukukumuzu böyle oluşturmuşuz; ilerleyerek geleneklerimizi göreneklerimizi, adabımızı buna göre oluşturmuşuz. Bin yıl boyunca biz kadınlarımızın saç örgüsünden tutun çemberlerindeki, baş örtülerindeki oyaya, dokudukları halıya, kilime kadar renkleri aynı, desenleri aynı, motifleri aynı, hepsi aynı. Dolayısıyla, sosyal hayatta müştereklerimiz artmış. Bin yıl boyunca biz, fakirliği, otuz günde doksan tava pilavı yiyerek paylaşmışız. Pilav da pirinç pilavı değil, bulgur pilavı, çorba yanında. Bin yıl boyunca hazzı, zaferi, kıvancı, sevinci birlikte paylaşmışız. İşte, bu bizde muhteşem bir terkip oluşturmuş. Bu terkibin içerisinde Laz da var, Çerkez de var, Çeçen de var, Abhaza da var, Pomak da var, var. İşte bütün bunların arasında, diğer gruplarda, diğer farklı topluluklarda, milletlerde oluşmayan bir şeyi başarmışız; kız almışız, kız vermişiz bin yıl boyunca. “Etnik” deseniz, “ırk” deseniz ırkı mı kalır bin yıl boyunca? Etnisitesi mi kalır bin yıl boyunca? Dokuz yüz yıl önce kimin kimle evlendiğini kim bilir? Yedi yüz, beş yüz, dört yüz, üç yüz, elli yıl önce kimin neslinin kim olduğunu kim bilir? O zaman, bu, ırk meselesinde değil de bu kültür ve medeniyete aidiyet duygusundadır.

Dolayısıyla, bugün, bizim değil Batılıların yaptığı bir araştırmaya göre 3 Kürt ailesinden 2’si bir Türk’le akraba.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – 3 Kürt’ten mi, 3 Türk’ten mi?

FARUK BAL (Konya) – 3 Kürt’ten 2’si bir Türk’le akraba, 3 Türk’ten de 1’isi bir Kürt’le akraba. Dolayısıyla, bu kadar iç içe girmiş, bu kadar etle tırnak gibi olmuş iki toplumu anayasa hukukunda nasıl ayıracaksınız?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Benim ailemde bir sürü Türk gelin var. “Ayıralım.” demiyoruz biz. Biz “Eşit olalım.” diyoruz.

FARUK BAL (Konya) – Ben ifade ediyorum, eşitliği biz sizden çok savunuyoruz Meral Hanım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz başka bir şey söylüyoruz. “Gelinleri boşayalım.” demiyoruz.

FARUK BAL (Konya) – Şimdi, neyse… Dinleyin beni.

Dolayısıyla, bu muhteşem terkibin adı “Türk milleti”dir. Bu “Türk milleti”nin içerisinde Türk’ü de vardır, Çerkez’i de vardır, Çeçen’i de vardır vesairesi vardır. Bunu, size, imalı baş salladığınız için örnek vermek istiyorum: 93 Harbi oluyor, Osmanlı-Rus Savaşı. Belli belli besbelli Rusya galip, belli belli besbelli Osmanlı mağlup olacak. O mücadelede, Kafkas halkları Kabartay’ı, Karaçay’ı, Azeri’si, Laz’ı, Çerkez’i, Çeçen’i, Oset’i, Abhaz’ı Rusların tarafında durup da “Biz savaşa karışmıyoruz, sizin topraklarınızda yaşayalım, bir daha bize de karışmayın.” deseler bir sorun yok. Hayır, o mücadelenin içerisinde yer alıyor, savaşı kaybedeceğini de bildiği için önden kızı, kızanı, çoluğu çocuğu gönderiyor, gerisinden de sağ kalanlar Osmanlı toprağına geliyor. İşte bu, o kültür ve medeniyete aidiyetin ifadesidir.

Yüzüncü yılını yaşıyoruz, dünyanın en feci soykırımıdır Balkan Savaşı. O zamanın galip devletlerinin adı sanı belli: İngiltere, İtalya, Fransa, yeni oluşan Almanya. Slavlar diğer yandaşlarını buluyorlar, isyan ediyorlar, Ortodokslar isyan ediyor vesaire.

Şimdi, burada, Balkanlarda kendisini Osmanlı’ya ait hisseden gruplar bu aidiyeti hissetmese, örneğin Arnavutlar dese ki… İtalya açmış kollarını, zaten Arnavutluk üzerinde stratejik hedefi var. “Gelin bana, gitmeyin bir yere.” diyor. O zaman bir sorun yok, katliama, göçe zorlanacak bir hâli yok. Hırvat var, Boşnak var, Pomak var, elbette evladı Fatihan var farklı şeylerde, Romanlar var, var oğlu var, Balkanlar ne varlık varsa o varlık var. Osmanlı çöküyor, bütün cephelerde savaşta, her cephe dökülüyor. Anadolu’nun işgal edileceği de belli, Yeşilköy’e kadar gelmiş Bulgarlar Rusların desteğinde. Bu insanlar, en hızlı ulaşım aracı at ve nakil vasıtası da öküzlerin, eşeklerin çektiği kağnılarla kışta kıyamette yola düşüyorlar, 5,5 milyon insan yolundan yuvasından ediliyor. Niye bu insanlar geleceği çökecek, işgal edilecek bir toprağa getiriliyorlar da galip bir devletin yanında kalmıyor? Kalmıyor çünkü kendisinin o kültür ve medeniyete ait olduğunu hissediyor, o kültür ve medeniyet içerisinde huzur bulacağını, refah bulacağını düşünüyor ve onu yaşatmak için buraya geliyoruz. Son zamanlarda -kısa, atlayarak gidiyorum- Saddam Halepçe’de katliam yaptı Kürt kardeşlerimize, niye Ürdün’e gitmedi Kürt kardeşlerimiz?


Yüklə 8,47 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin