1 nolu yazim komisyonu tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 8,47 Mb.
səhifə36/111
tarix18.05.2018
ölçüsü8,47 Mb.
#50715
növüYazi
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   111

Böyle bir dönemin sonucunda biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şu temel ölçüleri ve evrensel ölçüleri esas alıyoruz: Burada, Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi kavramını son derece önemsiyoruz. Biliyorsunuz, Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi’nin 5/1’inci maddesi, aynen okuyorum: “Taraf devletin vatandaşlığa dair kuralları fark gözeten ibarelere yer veremez veya cinsiyet, inanç, ırk, renk ya da ulusal veya etnik köken temelinde ayrımcılığa varan herhangi bir uygulamayı içeremez.” Esas itibarıyla geldiğimiz süreçte demokrasi anlayışının özü itibarıyla bu yaklaşımın esas alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Burada, tabii, bu sözleşme, Türkiye dâhil 18 ülke tarafından imzalanmamış bir durumda. 18 ülke hâlen imzalamamış. İmzalayıp onaylayan ülkelerden ise 10 tanesi sözleşmeye ihtirazi kayıt koymuş. Ancak şudur: Bu Avrupa Sözleşmesi ve bağlı mevzuatın uygulamasında, biliyorsunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin oluşturduğu içtihadi yaklaşımın önemli olduğu kanısındayız. Burada da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında taraf devletin Avrupa Konseyi içinde üretilmiş bir sözleşmeyi ilgili devletin onaylayıp onaylamadığına bakmadığını görüyoruz. Devlet, bir Avrupa Konseyi sözleşmesini onaylamamış olsa bile o sözleşmede ortaya çıkmış olan genel eğilime uygun olarak hareket etme yükümlülüğündedir. Olması gereken anlamında bu tespiti de ifade ediyorum. Bunu tabii olabildiğince yakalamak gibi bir gayretin içindeyiz.

Aslında tabii 1924 Anayasası, devamında Lozan’ın 39/4’üncü fıkrasında da bir şekilde bunlar ifade ediliyor ama tatminkâr olmadığı açık bunların, uygulamayla başka anlam ve amaçlar kazandığı da ortada. Biz, o sebepledir ki madde başlığına fazla saplanmadan şu tespiti yapıyoruz: Burada, vatandaşlıkta eşitlik kavramının ve ayrımcılık yasağı unsurunun son derece önemli olduğuna inanıyoruz.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Peki, Vekilim, bir şey sorabilir miyim. Çok özür diliyorum, bölüyorum ama taslağınızı anlamak açısından.

İki kavramı tırnak içinde kullanmışsınız. Ben gelen maddelerde ilk defa tırnak içinde bir ibareye rastlıyorum. “Türk Vatandaşlığı” ve “Eşitlik.” Onu biraz açıklar mısınız, neden tırnak içinde? Yani onu anlamadım.

ATİLLA KART (Konya) – Biraz daha, tabii, anlatayım.

Şimdi, şu: Burada “Vatandaşlık” kavramında iki temel unsurun içerik olarak yer alması ve tabii, elbette, bunun bir toplumsal bir sürece dönüştürülmesi. Eşitlik ve ayrımcılık yasağı en önemli unsurlardan birisi. Bunun yanında, yani öyle bir vurgu yapmalıyız ki öyle bir tespiti yapmalıyız ki burada kültürel farklılıkların tanınması, yani bu anlamda da hiçbir kültürel anlayışın diğerlerine egemen olmadığı, olamayacağı, bu anlamda hiçbir kültürel kimliğin bir imtiyaza sahip olmadığı. Bu temel vurguların son derece önemli olduğuna inanıyoruz.

Şimdi, bu çerçevede değerlendirme yapıldığında tabii şunu gene ifade edeyim: Bunların kayda geçmesini istiyorum, yeri geldiği için kayda geçmesini istiyorum. Biz, bir kere toplum olarak ve birey olarak şu temel yanlışın içindeyiz: Bakıyoruz, daha konuşmaya başlarken -bunu aydınımızda da görüyorum ve yadırgıyorum- “Ben Türkmen’im, ben Türk’üm, ben Kürt’üm, ben Çerkez’im.” Bu vurgu kişisel anlamda da bir zafiyettir aslında, bu toplumsal anlamda da –maalesef- bir ayrışma sürecinin hız kazanmasıdır. Tamam, yeri geldiği zaman elbette kimliğini söyleyeceksin. Doğal olanı budur, yeri geldiği zaman. Ben yeri geldiği için ifade ediyorum. Ben Kürt’üm, annem Kürt, babam Kürt. Benimle beraber tabii ben eşimi ve çocuklarımı da herhâlde göz önüne alıyorum, alacağım. Eşim Türk, eşimin annesi Çerkez, eşimin babası işte bilmem, Horasan’dan bir yerlerden gelmiş. Yani ne yapacağız biz? Biz beraber yaşayacağız. Beraber yaşamak durumundayız. Tabii, burada hassas olan nokta şu: “Beraber yaşamaya mahkûmuz.” ifadesini ben doğru bulmuyorum, onu demokratik de bulmuyorum. İnsan hakları anlamında söylüyorum. Önemli olan adil bir yönetimle, doğru bir yönetimle gönüllü birlikteliği yaratmak. Bugün, biz bu çalışmayı yapıyoruz. Bugün, aslında yaptığımız çalışmanın özü ve esası budur. Bu gönüllü birlikteliği eşitlik temelinde ve ayrımcılık yasağı temelinde kültürel farklılıkları tanıyarak, birini diğerine ezdirmeyerek, birini diğerinin içinde eritmeyerek nasıl inşa edebiliriz? Biz olaya bu boyutuyla bakıyoruz. Bu çerçevede de tabii yani “Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” Şimdi, bu kavramları gönüllü birliktelik kavramıyla bağdaştıramıyoruz. Yani şimdi, bir teknik anlamda, vatandaşlık hukuku anlamında bir Türk vatandaşı kavramını kullanmak ayrı bir şeydir ama insanları tek bir etnik kökenle tanımlamak, ilişkileri… Bunu demokratik bulmadığımızı önemle ifade ediyorum.

Bu sebepledir ki bu kavramı değerlendirirken olabildiğince bu temel unsurlara atıfta bulunarak bir değerlendirme yapmanın yerinde olacağı kanısındayız. Bu anlayışla, biz önerimizde “Türk vatandaşlığı” kavramından neyin anlaşılması gerektiğini özellikle açmak gereğini duyuyoruz.

24 Anayasası’nda şimdi genellikle tabii şu ifade ediliyor: İşte, efendim “Türk denir”, “Türk sayılır.” Herkes kendini o şekilde saymak zorunda değil. Sorun burada zaten. İçinden geliyorsa ben Türk’üm diyebilir ama birileri “Ben kendimi öyle hissetmiyorum.” diyorsa buna da “Hayır, sen böylesin.” demek, bu kabul edilemez. Yanlış olan bu. Yani bu noktada hâkim olan anlayışın, yönetimde -Türkiye Cumhuriyeti’nde genel anlamda söylüyorum, sadece siyasi iktidar anlamında söylemiyorum- sosyal yapı anlamında, aydınların bir kısmı anlamında hâkim olan anlayışın “Efendim, niye bu kadar bu konuda hassasiyet gösteriliyor? Ne mutlu Türk’üm diyene.” İnsanlar kendilerini öyle saymak istemiyorsa bunu da anlayışla ve saygıyla karşılamak gerekir.

Tabii bütün bu değerlendirmeleri yaparken elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin o sürekliliğini, o devamlılığını yok edecek âdeta yeni bir cumhuriyet inşa ediyormuş gibi bir yaklaşımın içine girmeyi de biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul etmiyoruz. Burada, biz, temel hak ve özgürlükler kapsamında ve gerçekten eşit yurttaş kimliğini esas alarak Türkiye’nin bu anlamda yeni bir düzenlemeye ihtiyacı olduğuna inanıyoruz. Bununla bağlantılı olarak madde başlığı konusunda yeter ki bir yaklaşım görelim, genel anlamda bir yaklaşım görelim ve o aşamada biz o tercihimizi daha da netleştirmeye hazırız. Bu anlamda hiçbir önyargının içinde değiliz. Samimi olarak toplumsal bir uzlaşma ve diyaloğu sağlamanın gayreti içindeyiz.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Oktay Bey, buyurun.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, en azından bu masadaki heyet açısından ancak herkesin kendi düşüncesini söyleyebileceği bir madde. Birbirimizi ikna etmek gibi bir yanlışın içerisine girmeyeceğimizi ifade edeyim. Ben sadece kendimize ait düşünceleri ifade edeceğim. Bunu hiç kimsenin kabullenmesi veya hoş görmesi gibi bir beklentim de yok. Böyle bir düşünceyle de hareket etmiyorum. Öncelikle, bir, Türk Milletinin etnisite olarak değerlendirilmesini kabul etmemiz mümkün değildir. 1876 Anayasası, 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961, 1982 Anayasası, hangisine bakarsanız bakın, kurucu unsurun Türk unsuru olduğu açıkça ortada görülmektedir.

Şimdi birtakım değerlendirmelere baktığımız vakit, işte Doğu Raporu’ndan, şuradan, buradan bahsediyoruz. Doğuda birtakım ihmalkârlıklar olmuş. Sanki Doğu’da o günden bugüne sadece Kürt nüfusu yaşıyormuş da bunlara karşı bir vurdumduymazlık olmuş veya idarenin eşit gözle bakmaması gibi bir hadise söz konusu. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. O günün nüfusuna bakalım, Türkiye’nin nüfusuna bakalım, oradaki kendisini farklı gören nüfusa baktığımız vakit Türkiye’yi yönetenlerin böyle bir saikle hareket ettiğini kabul etmek en azından vebal altına sokar bizi. Eğer bu millet asimile etmek gibi bir karakteri kendisine yakıştırmış olsaydı, bugün Sayın Kart da burada oturamazdı, Sayın Tan da burada oturamazdı ama İnönü’nün Doğu Raporuna baktığımız vakit orada bir şey söylüyor, geldiği vakit diyor ki: “Tedbir alın, Türkler Kürtleşiyor.” Yani bir asimile var ise bugünkü gerçeklerle değerlendirdiğimiz vakit Türk milleti orada asimile olmuş. Siyaset olarak baktığımız vakit bugün de olmak üzere. Sanki Doğu’da, Güneydoğu’da hiç Türk diye bir şey yaşamamış, böyle bir tez üzerine kuruyoruz kendi tezimizi. Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Ben bir defasında örnek vermiştim, gene tekrar etmek istiyorum. 1980 öncesiydi, Nezan Kendal beyanat veriyor. Doğu ve Güneydoğu…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Kim?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hani şu Fransız Madamın sevgilisi vardı ya Nezan Kendal mıdır, nedir…

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kendal Nezan, evet.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Kendal Nezan mı, Nezan Kendal mı? “Doğu ve Güneydoğu’da 10 milyon Kürt var.” diyor. O günkü nüfus sayımına bakıyoruz. Doğu ve Güneydoğu’nun bütün nüfusu 6 milyon. “10 milyon Kürt var.” diyor, bütün nüfus 6 milyon. Yani böyle illa da kendi tezimizi haklı kılmak için birtakım gerçekleri tahrif ederek ortaya koyduğumuz vakit yazık oluyor.

Biz, Türkiye Cumhuriyet devletine ve Türk milletine bir anayasa yapıyoruz. Bir kere bu gerçeği biz aklımızdan çıkarmıyoruz. Azınlıkların anayasasını yapmıyoruz. Osmanlı yıkıldığı vakit Osmanlı topraklarında kurulu olan devletlerin halkları kim, kime mensubiyet duyuyorsa zaten ayrılmış, gitmiş. Yıkımdan, o küllerden yeniden devleti kuran Osmanlı’nın da kurucu asli unsurudur. Şimdi birileri kendisini ifade edecek diye bizim kendimizi inkâr etmek gibi bir yanlışın içerisine düşmemiz mümkün değildir. 1924 Anayasası’yla girmiş ise “Türk vatandaşlığı” demek ki Türk milletinin gönlünden geçen ibareler ilk defa o gün Türk milletini memnun edecek şekilde Anayasa’sına girmiştir. Bu bizim kabulümüzdür. Bunun böyle devam etmesini istiyoruz.

Şimdi, bu noktada çok fazla konuşmak istemiyorum çünkü kimseyi ikna etmek gibi -daha doğrusu böyle bir hâl olmayacağından dolayı- boşuna bir zahmet içerisine de girmek istemiyorum. Biz, 82 Anayasası’nda da var olan bu ibarenin en doğru ibare olduğuna inanıyoruz ve bunun devamı noktasında kararlılığımızı ifade ediyoruz. Bu aşamada söyleyeceklerim bu kadar.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet.

Altan Bey, isterseniz siz konuştuktan sonra da ara mı verelim?

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam, konuşayım, ondan sonra arar veririz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Öğleden sonra kaça kadar devam edeceğiz?

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Onu da bir kararlaştıralım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bizim parti meclisi de var da.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kaçta?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Başlamış, devam ediyor ama mazeret bırakmıyoruz.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Zaruret hâlinde bir sorun yok, ben kalabilirim.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Mazeret bırakmıyoruz, sadece varsa bir öngörünüz…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Biz çalışmaya başlamışız, devam edelim.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yarın çalışacak mıyız?

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yarın da çalışmayız aslında. Öyle değil mi?

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam, peki. Ben o zaman konuşayım, sonra.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, siz konuşun.

Buyurun.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Oktay Öztürk’ün de dediği gibi burada tabii ki aslolan birbirimizi ikna etmektir ama siyasi partilerin çok kalın çizgilerle, yani altını çizerek, ısrarla, belki de varlık sebepleri olarak ortaya koydukları düşüncelerini de bir masada işte yapılacak tartışmalarla değiştirebilme imkânı yoktur. Bunun da bilincindeyiz karşılıklı olarak. Onun için ben de mümkün olduğunca bir özet sunumla bu konuyla ilgili fikirlerimizi arz etmek istiyorum.

Şimdi, bu “vatandaşlık” tanımı niye Türkiye’de bu kadar önemli? Yani niye bu kadar büyük farklılık, dört partinin de neredeyse birbirinden farklı yaklaşımlarıyla bu masaya gelmesini doğuruyor? Şundan dolayı: Türkiye’nin işte yıllardır bir türlü kendi içinde halledemediği bir Kürt meselesi var. Bunun işte sosyokültürel, sosyoekonomik, siyasi, tarihî birçok sebebi var, sebepleri var. Bu konu tartışılırken de yani vatandaşlıkla ilgili olarak iki ana temel üzerinde tartışılıyor. Bunlardan birisi “Türk” kelimesi, bir etnik ifadeyi mi tanımlıyor, anlamı bu mudur, yoksa daha geniş, işte Türkiye’de yaşayan herkesi kapsayan bir genel ifade midir? Bütün milleti, yani Ermeni’si, Yahudi’si, Süryani’si, Ezidi’si, Müslüman’ı, Sünni’si, Alevi’si, Türk’ü, Kürt’ü ve Arap’ıyla.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Onları azınlık olarak telakki ediyoruz Altan Bey.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – İşte, ben kendi fikirlerimi söyleyeceğim.

Neyi ifade ediyor? Birinci tartışma bunun üzerine kurulu. Şimdi, isterseniz bu birinci tartışmadan başlayalım, sonra ikinci tartışmaya geçelim. Anayasa’da vatandaşlığın Türklüğe atıfta bulunmasını ileri sürüp ve şu an bunda da ısrar eden MHP ve CHP’nin ısrarla savundukları şu: “Bu, etnik olarak Türklüğü ifade etmiyor. Daha kültürel bir ifade.” Bizim gibi buna karşı çıkanlar da şunu iddia ediyorlar. Diyorlar ki: “Bu, bir etnik ifadedir. Geçmiş olarak, tarihî olarak ve günümüzdeki uygulamaları ile de Türklerin dışındaki halkları, kavimleri, ulusları -adına ne derseniz deyin, çünkü bunlar da tartışmalı tabilerdir, sosyolojik olarak uzun uzun tartışılabilinir bunların üzerinde, tarihte de tartışıldı- Türk olarak bir etnisiteyi tanımlıyor. Onun için yeni vatandaşlığın bir etnisite üzerine kurulu değil, yeni, yani Türkiye’de yaşayan herkesi kapsayacak, herkesin devletle olan hukuki ilişkisini belirleyecek bir vatandaşlık tanımı üzerinden olması gerekir.” diyorlar diyoruz. Tabii burada ben bir fikrimi de beyan etmek istiyorum. Aslında, ısrarla Anayasa’da Türklüğe vurgu yapanlar da bu vurgunun yapılmamasını isteyenler de bence meseleyi doğru anlıyorlar. Nedir bu doğru anladıkları bu her iki zıt görüşün? İkisi de Türklüğü etnik bir tanım olarak anlıyor. Niye anlıyor? Eğer öyle anlamazsa, yani öyle anlaşılmazsa zaten Türklük üzerinde bu kadar ısrar olmaz. Niye olsun ki? Mesela 1876 Anayasası’na atıfta bulunuldu. 1876 Anayasası’nda -şu an önümde- “Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bilaistisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izah edilir.” Demek ki işte tam da bir etnik anlayışı var ki bunun üzerinde bu kadar ısrarlı olarak duruyor taraflar. Yani illa Anayasa’da Türklüğe bir vurgu olsun. Yoksa eğer böyle bir anlayış ve kabul olmazsa biz başka bir kelime üzerinde çok daha rahat anlaşabiliriz. Hatta AK PARTİ’nin öneri olarak getirdiği, bizim önerimizi de yani “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını” da kabul edebileceğini söylediği tarzı ile vatandaşlığa herhangi bir vurgu yapmadan kanunla belirleme şeklini de belirleyebiliriz. Nötr bir tanımdır bu ve bugün dünyanın birçok ülkesindeki tanımlama da artık modern anayasalarda bu şekliyledir.

Şimdi, buradan hareketle devam etmek istiyorum. İşte bu etnisite üzerinden yapılan tartışma gelip şuraya dayanıyor: Türkiye’ye tarihin bir zaman dilimi içerisinde gelmiş, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşamakta olan Kürtlerin dışındaki, yani Araplar, Lazlar, Gürcüler, Boşnaklar, Arnavutlar gönüllü olarak -buna ister “entegrasyon” deyin ister “asimilasyon” deyin ister “o kimliği kabul etme” deyin- kabul etmişlerdir. Şimdi, gönüllü olarak buna kabul eden kişiye kimsenin diyecek bir şeyi yok. Yani zaten “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” ifadesi de buradan çıkmaktadır. Varlığını bir başka ulusun veya kendini içinde gördüğü ulusun -daha nazik bir ifadeyle kullanalım- o varlığa armağan etmiştir. Bu kendi bileceği bir iştir fakat Kürtler açısından bu durum asla böyle değildir. Israrla, tarih boyunca da savunduğumuz, Türklerin ayrı bir kavim, halk olduğu, Kürtlerin ayrı bir kavim, halk olduğu ama bunların coğrafya beraberliği, din beraberliği, büyük oranda mezhep beraberliği -bunu sadece Sünnilik açısından da söylemiyorum, Türklerin de Sünnileri ve Kürtlerin Sünnileri olduğu gibi Türklerin de Alevileri ve Kürtlerin de Alevileri var- yani her anlamda, bütün bir tarihi ve kültürü paylaştıkları için tarih boyunca bir ortaklıkları var.



Yine bu birçok tarihî gerçek bize şunu gösteriyor. Diyor ki: “Bir halkı diğerinden ayıran sadece etnik köken yahut dil değil.” Yani o ortak birlikte yaşama iradesi sadece kan bağına bağlı veya sadece konuşulan dile bağlı bir şey değil. Tarih içerisinde bunun en önemli unsuru din olmuş, yani inanç olmuş. Mezhebi de bir din ve inanç olarak kabul edebiliriz , yani o da bir inanç şeklidir, neticede yorumudur o inancın. Mesela din ve inancı bir olan, aynı dili konuşan topluluklar bile birçok zaman aynı siyasi birlikteliği sağlayamamışlar. Yani niye buralara giriyorum? Mesela tarihte Azeriler, Türk veya Türkmen asıllı olmalarına rağmen tarih boyunca Osmanlılarla bir siyasi ittifaka veya millî bütünlüğe -tırnak içinde- girmemişlerdir. Bunun engeli mezheptir denilebilinir ama biraz daha geriye gidin, Sünni Akkoyunlularla Sünni Özbekler, yani Timur’un komutasında yine birlikte bir siyasi irade ortaya koyamamışlardır, bir ortak vatan, ortak irade ortaya koyamamışlardır. Bunu Araplarda da görebiliriz. Bugün Mısır’da Şii Fatımi iktidarı varken bu da Arapça konuşmaktadır, Arap’tır, Seyid olduğunu iddia etmektedir ama aynı tarihte Bağdat’taki Sünni Araplar Abbasi halifesine ve onun hinterlandı da yine Abbasi halifesine bağlı yaşamışlardır. Dolayısıyla, yani millet nedir, birlikte ortaya konulan kültürel beraberlik nedir, bu sadece dil midir, sadece din midir, sadece mezhep midir, sadece siyasi çıkarlar mıdır? Bu uzun bir tartışmadır. Benim burada altını vurgulamak istediğim, dini bir, dili bir, mezhebi bir olan topluluklar bile, tıpkı Akkoyunlular, ondan öncesinde Timur ve Araplar örneğinde verdiğim Fatımiler ve Abbasiler gibi, yan yana yaşayamamıştır. Bunun farklı nedenleri vardır. Her birlikte yaşayan topluluk da tek bir etnisite, tek bir ulus değildir. Yani bunun da tarihte birçok örnekleri vardır. Rus İmparatorluğu’nda da bu vardır, İran İmparatorluğu’nda da bu vardır, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu vardır. Çok farklı dinler, mezhepler ve diller konuşan insanlar siyasi iradelerini birleştirmişlerdir. Şimdi, buradan hareketle sonuca gelirsek, yani mevzumuza gelirsek Türkiye’deki, yani bizi ilgilendiren Anayasa, Türklerle, Kürtlerle alakalı olan kısmında bugün Türk milliyetçilerinin duayenlerinden Ziya Gökalp -ki Diyarbakırlıdır kendisi- 1922’de Birinci Büyük Millet Meclisinde milletvekiliyken yazdığı “Türkler ve Kürtler” adlı herkesin bildiği çok meşhur bir makalesi vardır. Bu makalede hiçbir şek ve şüpheye mahal vermeyecek bir şekilde Türkler ve Kürtleri iki ayrı millet olarak yazmıştır kendi cümleleriyle. Çok kısa olarak birkaç paragraf okumak istiyorum: “Misak-ı Milli'nin etnografik hududunun Türkler ve Kürtlerle meskûn yerlerdir.” Ondan sonra devam ediyor. ““Milli Misakımızın Türklerle Kürtlere aynı kıymeti , aynı ehemmiyeti vermesi gösteriyor ki bu iki millet arasındaki vefa bağları, sadakat rabıtaları her türlü tasavvurun fevkinde bir samimiliğe maliktir. Filhakika Meşrutiyetten beri devletimiz Kürtler yüzünden hiçbir rahatsızlığa uğramadı. Balkan harbi gibi, mütareke zamanları gibi en felaketli günlerimizde, bize dostluk elini uzatan, bizimle samimi dert ortaklığı eden bu vefalı millet değil miydi? Bugünkü İstiklal Mücahedesinde bütün heyetiyle iştirak edip Türklerle beraber ‘hep yahut hiç’ diyen bu sadakatli millet değil midir? Türk nasıl olur da bu kadar samimi bir kardeşin, bu kadar hukukperver bir arkadaşın emsalsiz vefakârlıklarını, sayısız fedakârlıklarını unutabilir? Vakıa Kürt bu sadakat yolunda yürümekle aynı zamanda kendi varlığını, kendi kültürünü, kendi istiklalini de muhafaza etmiş oldu. Mübarek yurdu başka ülkeler gibi düşmanların murdar ayakları altında çiğnetmedi.” Ve bu devam ediyor. Uzun bir makaledir.

Şimdi, burada benim altını çizmek istediğim Türkleri ve Kürtleri kaderlerini ortaklaştıran iki ayrı bir millet olarak, yani yaşadıkları coğrafya itibarıyla da kültürleri ve tarihleri itibarıyla da çok açık ve net şekilde birkaç yerde -devam eden yerlerde de var- iki ayrı millet olarak gördüğüdür. Şimdi, biz de bugün aynı kanaatteyiz. Yani biz bugün bunlar ayrılsın, kavga etsin, dövüşsün şeyinde değiliz. Bu iki ayrı millet ama bin yıllık tarihlerini birleştiren bu iki ayrı millet nasıl birlikte yaşayabilir, işte yeni anayasada, bu toplumsal sözleşmede, bugünün şartlarında bu yeni sözleşme nasıl yapılabilir, bunun arayışındayız. Onun için bu birinci faslı bitirdikten sonra, yani ikinci olarak biz bugün vatandaşlık tanımında Lozan’daki ifadelerin ve tanımlamaların da artık bugünkü ihtiyaca cevap vermediği kanısındayız. Modern vatandaşlık hukukunda hiç kimsenin azınlık olamayacağını düşünmekteyiz. Yani bir millette, bir toplulukta çoğunluk var, hâkim unsur var, bir de azınlıklar var. Bize göre bütün vatandaşlar dini, dili, mezhebi, meşrebi, etnisitesi ne olursa olsun birey olarak devlete bağlı olmalıdır, bütün demokratik haklarından yine yararlanmalıdır. Dolayısıyla azınlık ve çoğunluk da bugünkü dünya anlayışında artık anlamını kaybetmiştir. Yani bu anlamıyla bir Yahudi vatandaşla, bir Ermeni vatandaşla, bir Süryani, Ezidi, Keldani, kimse veya Sünni veya Alevi, bunların tamamı devlete vatandaşlıkla bağlı olmalıdır, birey olarak bağlı olmalıdır ve bu bireyin vatandaşlıktan doğan ve evrensel demokratik standartlardan, şartlardan doğan bütün haklarını bu birey kullanabilmelidir. Ne ise bu haklar. İşte zaten bu bireysel hakları, eşitlik ilkesini, demokratik hak ve özgürlükleri tek tek sınırlıyoruz. Din, dil, mezhep vesaire, hepsini. Onun için bugün geldiğimiz noktada yapılması gerekeni, vatandaşlığı, herkesi kapsayacak ve bireysel hukukunu garanti altına alacak bir genel tanımlamayla yapmanın daha doğru olduğuna inanmaktayız. Bunun da yolu, iki şekli vardır bunun -ki AK PARTİ de benzer şeyleri söyledi bu konuda- ya “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” esas alınacak, yani “Türkiye vatandaşlığı” devletin adıyla müsemma, ona hukuken bağlı olmayı ifade edecek bir tanımlamadır veyahut da hiç buna da atıfta bulunmadan yapılabilecek bir nötr vatandaşlık tanımıdır ama bizim tercihimiz, yani şu an için tercihimiz “Türkiye vatandaşlığı”dır. Bunun toplumsal barışı da sağlayacağı kanaatindeyiz. Diğer bütün azınlık, çoğunluk gibi ifadeleri de ortadan kaldıracağını düşünmekteyiz, diğer demokratikleşmeyle ilgili maddelerle ve belirleyeceğimiz hürriyetlerle de her türlü ihtiyacı karşılayacağı kanaatindeyiz.

Bu aşamada benim söylemek istediklerim bunlar.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ara mı veriyoruz? Biz uzun konuşacağız.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani tabii, konuşmaya devam edeceğiz de…

PROF. DR. YAVUZ ATAR – İki,üç dakikalık bir fikirlerimi açıklamak istiyorum.

Şimdi, kişisel düşünceme göre, burada biz birlikte yaşama ya da Türk milleti, etnisiteler konusu, vatandaşlık, anayasa hukuku ve anayasacılık bakımından, modern anayasacılık bakımından artık vatandaş maddesinde bunların ele alınmaması gerektiği kanaatindeyim.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Biz de aynı kanaatteyiz.

PROF. DR. YAVUZ ATAR – Şimdi, bu elbette ki Türk milleti ya da “Türklük” kavramıyla ilgili yapılan değerlendirmelerin kesinlikle yersiz olduğu anlamında değil ama bunların yeri belki neresi olabilir? Yani Batı anayasalarına ya da bizdeki anayasacılığın gelişimine baktığımız zaman belki bunun yeri Anayasanın “Başlangıç”ı olabilir diye düşünüyorum.

Şimdi, elbette ki Osmanlı’da olsun, şimdi olsun, her ne kadar bu coğrafyada çok farklı etnik kökenler yaşamış ve yaşamakta ise de elbette Batılılar bu coğrafyaya tarihî ve sosyolojik olarak “Türk” demektedirler. Bu bir olgu, öyle değil mi? Ama bu coğrafyada Türk dışında etnisitelerin olmadığı anlamına gelmiyor.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Batılılar Kürdistan haritaları da yayınlıyorlar. Buna ne tepki duyuyorsunuz?

PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ama Osmanlı’ya hep “Türk” demişlerdir. Bakın, tarih kitaplarını açın.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Osmanlı’ya demiş. Kürtlere “Türk” demiş mi, Kürdistan’a “Türkiye” demiş mi?

PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ama Kürtler de Osmanlı’nın bir parçası. Şimdi…

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Osmanlı’da hiç Kürdistan yokmuş ki.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Var. Nasıl yok?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – O dediğiniz yerler hep “Türkler olan yerler” diye geçiyor.

ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, var. 1847’de resmî Kürdistan eyaleti var, merkezi Diyarbakır olan.

PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ben başka bir şey anlatmak istiyorum. Şimdi, tarihî ve sosyolojik tespitlerimiz ya da görüşlerimiz, bence vatandaşlık maddesinde bunları ele almamız gerektiğini düşünüyorum, yoksa bu kavramların tartışılacak yerleri vardır, Anayasanın “Başlangıç”ında olması gerektiğini düşünüyorum. İşte, Amerikan Anayasası’nda: “Biz Amerikan halkı ya da milleti.” der. Hani biz böyle bir tartışmaya belki başlangıçta yapabiliriz. Kanaatime göre -bir anayasa hukukçusu olarak- modern anayasacılığın geldiği nokta şudur ki, artık Batılılar, modern anayasalar vatandaşlık maddesinde ya hiç yer vermiyorlar –az önce Mustafa Bey de ifade etti- ya da bunun kazanılmasıyla ilgili çok nötr düzenlemelere yer veriyorlar.


Yüklə 8,47 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin