Şimdi, burada, o bakımdan, kişinin burayla bağı, devletle bağı daha çok coğrafya üzerinden ilişkilendirilerek ifade ediliyor. İngilizler için yani British daha farklı bir şey çünkü toprakla, parçayla ilgili, toprak parçasıyla ilgili değil. Bizdeki ifadenin de çok farklı çağrışımları var, gramatik olarak da, etimolojik köken olarak da konuşulabilir ama meselemiz o değil.
Burada yapmak istediğimiz şey, tekrar ifade ediyorum, vatandaşlıkla ilgili hukuki düzenlemeye temel teşkil edecek bir ifade bulmak. Bunun için de en uygun ifadenin, devletle bağı ifade eden bir ibare olarak bulunması gerekir. Biz, tabii, bizim önerimizde, bir tartışmaya bir zemin teşkil etmesi için, belki üzerinde mutabakat sağlanabilir diye düşündüğümüz bir öneri var. Bizim asıl önerimiz, tabii, “Devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan kişilere, olanlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denir.” şeklinde ifade. Bu, eskiden beri, partinin kuruluşundan beri benimsenmiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı. Çünkü devletin adı Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlık bir hukuki bağdır. Kişiyle devlet arasındaki bağdan bahsediyoruz, bu devlet de Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıyla ilgiliydi bizim önerimiz. Bir mutabakat zemini teşkil ederse bu şu an sunduğumuz öneri, onun üzerinden konuşabiliriz. Olmazsa, artık maddeleri yazmaya başlayalım. Bence dün konuştuklarımızdan çok farklı şeyler söylemiyoruz bugün.
Teşekkür ederim.
ATİLLA KART (Konya) – Arkadaşlar, iki buçuğa kadar bir ara verelim.
Teşekkür ederim.
Kapanma Saati: 12.52
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.50
BAŞKAN : Atilla KART (Konya)
-----0-----
ATİLLA KART (Konya) – Arkadaşlar, tekrar çalışmamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, dünden bu yana vatandaşlık maddesini konuşuyoruz, görüşüyoruz, düşüncelerimizi ifade ediyoruz.
Konuyla ilgili genel anlamda değerlendirme yapmak isteyen var mı? Görüş beyan etmek isteyen var mı? Ben şahsen yeterli olduğu kanısındayım ama ayrıca ifade etmek isteyen varsa…
Buyurun efendim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Bu MHP’nin önerisini yani maddenin geneli üzerinde çok konuştuğumuz için sadece MHP’nin önerisini değerlendirmemiştim, en çok da onlarla karşılıklı böyle bir müzakere, diyalog yaşandı. Dün bir daha baktım. Şimdi, dünden bu yana arkadaşlar şeyi söylüyor yani Türklük bir etnisiteyi işaret etmiyor, tanımlamıyor. Türklük herkesi kapsayan bir kavramdırdan hareketle uzun uzun açıklamalar yaptılar. Dünden bu yana hani şöyle bir tartışma yürüdü -bu sabah bulunamadım başka toplantılarımız sebebiyle ancak biliyorum, arkadaşlar anlattılar- “Yani Türklük kavramı Türk olmak bir etnisite değil, herkesi kapsayan bir kavramdır. Bu, hukuki bir meseledir, devletle yaşayanlar arasındaki bir bağdır.” Bu nedenle buraya “Türk” yazmamız önerildi. Hani, MHP’nin görüşünü söylüyorum. Fakat maddeyi dikkatine sunmak istiyorum Komisyonun, yani biz bunun böyle olmadığını, Türklüğün bir etnik kimliği işaret ettiğini, bir etnisite olduğunu, vatandaşlık tanımının asla ve asla sadece hukuki bir bağ olarak düşünülemeyeceğini… Şüphesiz o boyutu da var ama bunun siyasi, tarihsel, sosyolojik ve benzeri birçok gerekçesini anlattık, oraya girmiyorum ama maddeye dikkatinizi çekmek istiyorum. İlk fıkra: “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Bir kere, vatandaşların hepsini Türk olarak niteleyen bir tanım var. İkinci fıkrada “Türk ananın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” Yani bizim genel olarak vatandaşın ya annesi ya babası…
FARUK BAL (Konya) – Türk vatandaşı olarak…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yo, yo, şimdi ben hani derdimi… Öyle yazmıyor. Ben yani Türk anne ya da Türk baba değilse… “Veya” var neyse ki “ve” olsa o daha da vahim olurdu. Hani, ikisini birden Türklük anlamında aramıyor tanım. Türk ananın veya Türk babanın çocuğu Türk’tür. Yukarıda da “vatandaşlık bağıyla bağlı…” Yani “Türklük” kavramı burada tanımlanmış doğrusu. Sonra kanunla kazanılacağına dair bir düzenleme var. Bir de vatandaşlıktan çıkarılma anlamında düzenleme var. Onlar ayrı, onlar genel ilkeler anlamında.
Yani demem şudur ki: Dün yaptığımız tartışma, bu sabah devam eden tartışma ve bizim hani asla… Şüphesiz siz ideolojik olarak, siyaseten böyle yaklaşıyor olabilirsiniz, o ayrı bir şey fakat buranın hani bir uzlaşma masası olduğunu ve gerçekten burada, bu maddede uzlaşmanın bizim Barış ve Demokrasi Partisi olarak çok önemli olduğunu yani Anayasa yapımında “vatandaşlık” tanımının yapılırken Türkiye’deki, sadece Kürtleri ve Türkleri kastetmiyorum, Ermenileri, Yezidileri, Asurileri, Keldanileri, bir kişi bile olsa onların hepsini kapsayacak bir “vatandaşlık” tanımı olmasını hayati derecede önemsediğimizi ve tartışmaları bu kadar derinleştirmemizin yegâne, en önemli sebebinin de vatandaşlığın Türkiye kamu oyunda çok, çok büyük tartışmaları yarattığını, hâlâ bunun devam ettiğini, büyük araştırmalar olduğunu ve bu konuda ağırlıklı çoğunluğun da vatandaşlıkta nötr bir eğilim gösterdiğini dün ifade ettik, arkadaşlar da ifade ettiler. Yani bizim BDP olarak tek derdimizin sadece Kürtlük olmadığını diğer maddelerde de söyledik yani Türkiye’deki bütün aidiyetlerin, bütün farklılıkların bu anayasanın şemsiyesi altında kendisinin ayrımcılığa uğramadığı hissini yaşaması gerekiyor. Yani, illa, dediğim gibi, biz Kürt’üz diye sadece bunu savunuyor gibi bir yerden bakmıyoruz ama ben, hani, dünden bu yana savunduğunuz tezlerle bu tanımın yüzde yüz… Yani sizin tezleriniz açısından, biz hiçbir zaman kabul etmedik ve bunu hani doğru bulmadık zaten, söyledik. Yani Türklük, soyla, anne ya da babanın Türk olmasıyla ilgili bir şey. Bu durumda da biz Türk değiliz ama bu ülkenin vatandaşıyız, bu ülkede okuyoruz, bu ülkede yaşıyoruz, çocuklarımız var, eğitim görüyorlar, biz iş yapıyoruz. Biz derken geneli söylüyorum yani bizim gibi farklılıkları, Türk olmayanları genel olarak. Bu tanıma göre biz vatandaş değiliz yani Türk olmadığımız için vatandaş da olamayız. Bunu bir kez daha Komisyonun dikkatine sunmak istedim.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun efendim.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkanım, tabii, bu kadar nasıl yanlış anlaşılabiliriz, nasıl bu kadar yanlış algılanabiliriz, ben Meral Hanımı dinlerken hakikaten şaşkınlık içerisindeyim.
ATİLLA KART (Konya) – Ben de aynı şeyi bir şekilde ifade ettim yani demek ki ben de yanlış anlamışım yani.
FARUK BAL (Konya) – Şimdi sondan başlayalım o zaman, siz de yanlış anladığınıza göre Sayın Başkan. Sizin yanlış anlamanızı da düzeltmeye çalışalım.
Birinci olarak, Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki “Türk” tanımı hiçbir şekilde, yüz defa, bin defa, yüz bin defa ifade ediyoruz ki bir etnik tabir değildir. Bu, sadece, vatandaş ile Anayasa arasında kurulan bir hukuki bağdır. Bu hukuki bağ da pek çok ülkenin anayasasında olduğu gibi, o ülkeye ve o devlete verilen adın doğal sonucudur. Örnek: Alman devletinin vatandaşları “Alman” diye tanımlanır, farklı etnisitelere tabi olmasına rağmen. Fransız devletinin vatandaşları “Fransız” olarak tanımlanır, farklı etnisitelere tabi olmasına rağmen. Amerikan devletinin vatandaşı “Amerikan” diye tanımlanır, farklı etnisitelere ait olmasına rağmen. “Bizde niçin etnik bir anlam yükleniyor?” sorusunun tek cevabı vardır, bu da kirli bilgi neticesinde bir ayrışma aracı olarak kullanılmak amacıyla böyle yanlış anımsılıyor.
İkinci olarak: “Türk ananın veya Türk babanın çocuğu Türk’tür.” Bu da etnik bir tabirdir. O zaman ben Türk değilim, devlet beni vatandaş kabul etmiyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ediyor, ediyor da Türk olarak kabul ediyor dolayısıyla.
FARUK BAL (Konya) – Bu kadar yani el işçiliğinin güzel sanatlara dönüştüğü, ağacın çok güzel bir sanat eseri hâline getirildiği mobilya sektöründe bile “kereste üretimi” gibi kaba bir mantıkla böyle tanımlanmasını hiçbir şekilde anlayamadım. Burada anlaşılması gereken, doğru olanı şudur: Buradaki Türk baba Türk vatandaşı babadır, Türk ana da Türk vatandaşı anadır. Evet, burada bir yanlış yazılım vardır ama arzu ederseniz bunu “Türk vatandaşı annenin, Türk vatandaşı babanın çocuğu da Türk vatandaşıdır.” anlamına gelecek şekilde bir düzeltme yapılabilir. Bunu eğer etnik vurgu anlıyorsanız.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Anlamıyoruz, öyle.
FARUK BAL (Konya) – Buradaki tanım, yani anlaşılan odur ki, anlaşılması gereken odur ki buradaki “Türk” tanımı “Türk vatandaşı” olarak yazılmıştır.
Diğer hususlar kanunda da gösterilebilir ama biz tartışma mevzusu, müzakere mevzusu olsun diye anayasa metnini aldık.
Şimdi, geriye dönelim; biz beraberce bu anayasanın insan onuru, insan haysiyeti, insan şerefi üzerine oturtulacağını ifade etmedik mi? O zaman temel kavramımız insan değil mi? Bu anayasayı biz inşa ederken insan onuruna dayalı kişilerin herkes olarak kabul edilip herkesin temel hak ve hürriyetlerden evrensel standartlarda, ölçülerde yararlanması gerektiğini MHP olarak ilan etmedik mi, burada bunları ifade etmedik mi? Ettik. Ayrımcılık yasağına geldiğinde, “Hiç kimse hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulamayacak.” sözünü söylemedik mi? Söyledik. Bu “herkes” ve “hiç kimse”nin anlamı “biz”dir, “biz” demeye çalışıyoruz. “Ben” demeye, “sen” demeye, ayrışmaya, bölüşmeye değil kucaklaştırmaya, kaynaştırmaya çalışıyoruz. Bu da temel ilkedir çünkü temel kanun yapıyoruz, çünkü anayasa yapıyoruz. İşte, bu herkesin içerisinde Kürt kardeşlerimiz de vardır ve sizin ifade ettiğiniz ve bizim de aynen benimsediğimiz gibi gayrimüslimleri de vardır, farklı etnik kökenlerden de vardır, farklı inançlardan da vardır, farklı mezheplerden de vardır. O zaman mesele bu kadar basit ise ve hiçbir zaman bizim sözlerimizin arasında “Türk tabiri bir etnik tabirdir.” anlamına gelebilecek hiçbir söz bulunmadığına göre, aksine buradaki “Türk“ tabirinin bir kültür ve medeniyete mensubiyet veya aidiyet duygusu olduğunu ilan ettiğimize göre, bizim niyetimiz halistir, bunun yanlış anlamak halis bir niyet beslenmediği neticesini doğurmaktadır.
Buradan hareketle, evet, biz, doğrudur, anayasada “Türk” kelimesinin bu anlamlar içerisinde muhafaza edilmesi gerektiğine sonuna kadar sahip çıkacağız. Niçin? Çünkü tarihten biz ders alıyoruz tekerrür etmemesi için. Bu topraklardaki -bunu da Sayın Şentop’un, Sayın Tan’ın yanlış değerlendirmelerini açıklığa kavuşturmak adına söylüyorum- “Türk” diye ifade ettiğimiz, tüm İslami değerleri benimseyen millî ve manevi değerler bütünüdür aynı zamanda. “Türk” dediğimiz kavram, İslam dışı, İslamiyet dışı bir kavram değildir çünkü “Türk” dediğimiz kavram, ihtida ile, kılıç zoruyla değil ihtida ile, benimseyerek, özümseyerek, doğru olduğunu bilerek, kabul ederek, topluca İslamiyet’i kabul etmiş bir kavmi de tanımlamaktadır. Bu kavim, tarihi boyunca o manevi değerlerin bayraktarlığını yapmış. Yücelmesi için, genişlemesi için, efendim, cihan şümul bir hâle gelmesi için de büyük hizmetleri, gayretleri olmuştur. İşte bu hizmet ve gayretin neticesindedir ki yüz yılı bulan bir Haçlı Seferine maruz kalmış, bu Haçlı Seferlerine karşı da birlikte göğüs germişiz. Anayasadan “Türk” kelimesinin çıkarılmasını küresel projeler çerçevesi içerisinde Haçlı Seferine benzetiyoruz. Anayasadan “Türk” kelimesinin çıkartılması talebini, Wilson Prensipleriyle ortaya koyan yüz yıl önceki bir projenin 21’inci yüzyılda tekrarı anlamında görüyoruz. Osmanlı’yı nasıl çözmüşler ise etnik ve inanç bazdaki tahrik ve çatışmalarla, bu millet bütünlüğünü de bozmayı hedeflediklerini düşünüyoruz ve biz bu değere sahip çıkıyoruz. Bu değeri de anayasada bir hukuki değer olarak ifade ediyoruz, etnik bir değer olarak ifade etmiyoruz. Bunu 100.001’nci defa daha tekrarlıyorum. “Türk” kelimesini de hiçbir şekilde etnik bir değer olarak kabul etmiyoruz, aksine bir kültür ve medeniyet değerlerine mensubiyet veya aidiyet duygusu olarak görüyoruz. Bu kültür ve medeniyet değerleri içerisinde elbette ki bin yıllık kardeşliği paylaştığımız, acıyı, kederi, tasayı, kıvancı paylaştığımız Kürt kardeşlerimiz de dâhildir, Çerkez kardeşlerimiz de, Çeçen de vesaire, hepsi dâhildir ve bunlar, bu kültür ve medeniyetin gelişmesi, zenginleşmesi için farklı renk ve kokuları ile muhteşem bir terkip bunu husule getirmiştir; bu muhteşem terkibin adı da “Türk” tür diyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun efendim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şimdi, ben… Yani dün şey yaptığımız için tekrar oluyor. Doğru, yazdık başlangıç ilkelerini; “herkes ve hiç kimse” formülünüze gerçekten olağanüstü bir çaba ve fedakârlıkla ve toleransla yani biz adım attık ve onları belirli maddelerde kabul ettik.
FARUK BAL (Konya) – Yani siz herkesten ve hiç kimseden farklı mı hissediyorsunuz?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, biz dünyanın geldiği aşamanın, uluslararası standartlar açısından, artık “herkes” ve “hiç kimse” kavramının geride kaldığını, etnik kökenin, ırkın, dinin, dilin ayrımcılık maddelerinde düzenlendiğini, cinsel yönelimin, cinsiyet kimliğinin, yeni konseptin ve çağdaş değerlerin bunlar olduğunu defalarca bu masada ifade ettik ve bu yüzden de ayrımcılık maddesinde de bu kadar hem CHP hem biz bunların yazılmasını gerektiğini söyledik. Yani bunu biz kendimiz böyle istediğimiz için değil, yani, farklı uluslararası standartları da esas alarak bunu ifade ettik. Hâlâ o noktadayız ama biz bu masada Uzlaşma Komisyonu olan ve Türkiye’de milyonlarca, bütün vatandaşların beklediği bir çalışmanın sonucuna verdiğimiz, atfettiğimiz değer ve bu ülkede demokratik siyasetin, demokrasinin yerleşmesi ve gerçekten hak ve özgürlüklerin tanınması, aidiyet kavramının güçlenmesi ve -burada zaman almamak için kısalttım- binlerce sebeple “Evet.” dedik çünkü biz bu masada, gerçekten, bu anayasanın çıkmasını arzuluyoruz ama dışlayarak değil, ama ayrımcılığı tekrar kurgulayarak değil, ötekileştirerek değil; onu hani parantez içinde söyleyeyim.
“Onur, şeref, haysiyet” gerçekten subjektif kavramlardır. Ben namus adına işlenen cinayetlerde yüzlerce dosyada müdahil vekilliği yapmış biriyim. “Şeref, namus, onur” dediğimiz kavram, şüphesiz, bizim toplumsal yaşamımızda, geleneklerimizde, kültürümüzde çok büyük değerler atfettiğimiz kavramlar olabilir ama bu kişiden kişiye, suçtan suça, toplumdan topluma farkı değerlerle yüklenebilen kavramlar. Yani kişi “Eşim sokakta bir erkeğe selam verdi.” diye öldürüyor.
FARUK BAL (Konya) – Meral Hanım, oradaki “namus, şeref” tamamıyla evrensel değerlerin kabul ettiği insan şeref ve haysiyetini…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır. Ben başka bir şey söylüyorum.
Tam da bunu söylüyorum yani “onur” dediğiniz… Ben, çocuğu radyo dinledi diye, sinemaya gitti diye cinayet vakaları biliyorum yani bu onur, şeref ve haysiyete bizim yüklediğimiz anlamlar vardır ama toplumdaki karşılıkları farklı olabilir yani böyle bunu en üste koyarsak çok soyut kavramlar olarak… Bu doğru değil yani anayasaya yaklaşımımız ya da kanunlara yaklaşımımızı… Bu doğru bir şey değil, bunu kabul etmiyoruz.
Kültür ve medeniyete ait olmak Türklük. Ya biz kültürde değil diyoruz Türkiye halkları, Türkiye vatandaşları. Tam da bunu söylüyoruz, aynı kültürde değiller. Pomak farklı yaşıyor, Çerkez farklı yaşıyor, Romanlar farklı yaşıyor, Ermeniler farklı yaşıyor, Kürtler farklı yaşıyor yani herkesin kendine ait bir kültürü var, herkesin kendine ait bir dili var, bir yaşayış biçimi var.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Hangi devlette böyle bir ayrışma var Meral Hanım?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bitireyim izninizle.
Biz de diyoruz ki: Gerçekten, bir ülkenin zenginliği farklılıklarıdır, bütün farklılıklarıdır. Gerçekten Kürtlük üzerinden konuşmak istemiyorum bugün yani bunu çok söyledik. Bütün farklılıkları, aidiyetleri, kültürleri, dilleri, dinleri, inançları kapsamakla devlet büyür, bunları dışlayarak değil. Siz hepsini tek pota altında toplayayım derken bunları dağıtıyorsunuz, bölüyorsunuz.
FARUK BAL (Konya) – Meral Hanım, hiç kimseyi dışlamıyoruz, hiç kimseyi bölmüyoruz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Kimsenin… Biz bunu gerçekten nasıl izah edelim bilmiyoruz ama benimTürkiye’de -hani yaşça sizden çok küçük olabilirim ama öyle çok küçük biri de değilim, onu söyleyeyim- yani şöyle bir hayalim var…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani bu şimdi Faruk Bey’e iltifat mı oldu, ne oldu?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Kendime de söyledim ama.
Hani niye yani bu ülkede niye herkes kendi kültürünü bir zenginlik, bir harcın bir kaynağı olarak niye yaşamısın? Niye biz herkese…
FARUK BAL (Konya) – Şimdi, Meral Hanım, bakın, “hars” dediğimiz kavram anlamında kültürü kastediyoruz; hars. Yoksa gelenek, görenek değil.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır. Siz hani konuşmalarınızda hep diyorsunuz ya, kültür ve medeniyeti böyle “Türklük medeniyeti, Türklük kültürü”… Yani şüphesiz ortak değerlerimiz var.
FARUK BAL (Konya) – Hepimiz içine bir şey koymuşuz, adına “bu” demişiz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şüphesiz ortaklaşan… Dün anlattık bunları, biz ne hissediyoruz, ne yaşıyoruz. O ayrı yani biz hâlâ Avrupa’ya gittiğimizde, Amerika’ya gittiğimizde bize “Türk heyeti” diyorlar. Hatta ben bir, iki kere espri yaptım “Bari Türkiye deyin.” Hani, “Türkiye” deyin ki biz de biraz şey olalım. Yani böyle yapıla yapıla bu hissettiriliyor farklılıklara. Yapılmasa, herkes özgürce bunu yaşabilse bugün Türkiye çok daha büyük bir ülke olur.
Sizin tam aksinizi düşünüyorum şahsen de, parti olarak da. “Tarihten ders alıyoruz. Tarihin tekerrür etmemesi için ‘Türklük’ geçmelidir.” Tam tersine inanıyorum. Tarihin tekerrür etmemesi için, farklı boyutlarıyla, “Türklük” kavramı, tek tip, tek ülke, tek millet, bilmem, teklik üzerine kurulu anlayışı Türkiye’nin reddetmesi gerekiyor artık. Biz niye korkalım ya? Bu ülkede 70-80 milyon kardeşçe bir arada yaşayabilir, herkes dilini konuşabilir, herkes ibadetini yapabilir, herkes kendini nasıl istiyorsa öyle tanımlayabilir. Bu korku –tırnak içinde söylüyorum, size atfen değil- gerçekten abartılan…
FARUK BAL (Konya) – Biraz önce söyledikleriniz de bize atfen değildir umarım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır, değil.
Niye bölünsün? Buraya “Türk” yazmamakla ülke niye bölünsün? Ya böyle bir şey olur mu? Niye bölünsün? Tam tersine siz diğerlerini dışlarsanız bölünmeye yol açarsınız. İnsanların aidiyeti zayıflıyor. Biz buna inanıyoruz.
Bir de küresel proje falan yok. Vallahi biz BDP olarak hiçbir küresel projenin içinde değiliz. Bizim tek derdimiz…
FARUK BAL (Konya) – Fark etsiniz zaten farklı düşünürsünüz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır. Öyle bir şey de yok yani. Bu sadece siyaseten hani dışta da çok duyduğumuz bir şey. Biz bu ülkede demokratik bir rejimde hak ve özgürlüklerin gelişmesini, herkesin istediği gibi yaşamasını, istediği gibi kendini ifade etmesini, istediği etnik kimliği rahatlıkla yaşamasını savunan bir partiyiz yani sadece bizim baktığımız yerden… Birçok Türkiye’deki demokratik kamuoyu, sivil toplum örgütü, odalar, birçok kurum da böyle düşünüyor. Bizim öyle yok küresel proje, yok Haçlı Seferleri, yok işte ülkeyi… Öyle bir derdimiz yok. Yani niye bunu böyle algılıyoruz; bilmiyorum.
Son olarak yani şunu söyleyeyim: “Türklük” kelimesini yazalım, yeni bir öneri. “Türk” yazalım ama şimdi İnternet’e bakalım, bu ülkede yaşayan Pomak, Çerkez, Laz, Ermeni, Kürt, hepsini çıkaralım, hepsini bu vatandaşlığın içine yazalım. “Bu ülkede yaşayan Türkler, Kürtler, Çerkezler, Pomaklar, Abazalar, Asuriler, Keldaniler -hepsini sayalım, Türklüğü de sayalım- bu ülkenin eşit derecede yurttaşıdırlar.” diyelim. Biz kabul ederiz, değil mi? Hepsini yazalım o zaman, nötrden vazgeçelim. Bu yeni bir öneri, gerçekten. Hepsini sayacaksak biz sayalım yani bu ülkenin bütün farklı etnik kimliklerini yazalım o zaman. Türklüğü niye reddedelim, o da yazılsın. Yani bu gerçekten ciddi bir öneri. Bütün farklı etnik kimlikleri, aidiyetleri bu anayasada anayasal koruma altına alalım. Buna “Evet.” deriz. Biz hassasiyetler sebebiyle nötr olmasını düşündük, çok tartıştık yani konuştuk ve neticede böyle bir şey getirdik ama illa “Türk” kelimesi geçsin diyorsanız bütün farklılıklar geçsin kabul ederiz.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkanım, şimdi burada karşılıklı konuşmalarla bu işin olacağını, olmayacağını…
ATİLLA KART (Konya) – Tabii.
FARUK BAL (Konya) – Ama yine bizim anlaşılmadığımız noktayı çok teferruatlı anlatmama rağmen Meral Hanım tekrar ettiği için tekrar ben de söz almak durumunda kaldım. Nereden çıktı ben anlamıyorum. “Türkleri dışındakileri dışlamayı kabul etmeyiz.” Böyle bir şey yok. Bizim “Türklerin dışındakileri dışlayalım.” diye bir ifademiz yok. Aksine “Herkes bizim kardeşimizdir, herkes ile birlikte onların varlıklarının renk ve kokuları bu medeniyeti, bu kültürü doğurmuştur.” diyoruz. Kültür de, bizim anladığımız anlamda kültür, gelenek, görenek değil, bunun Arapçası “hars” tır. Hars, tarihî süreç içerisinde bütün manevi değerlerin, o toplumu oluşturan değerlerin süzüle süzüle, imbikten geçe geçe ortaya çıkmış olduğu ortak değerlerdir. Kültür budur. Yoksa “kültür” dediğimiz zaman Meral Hanım’ın müdahil avukatlığı olarak yaptığı münferit olaylarda, efendim, insan şeref ve haysiyetine dokunan kavramdaki yanlışlık gibi bir durum değil. İnsan onur ve haysiyeti evrensel bir değerdir. Bu evrensel değer pek çok yeni anayasa sürecinde kabullenilmiştir, bütün yeni anayasalar bunu böyle öneriyor, biz de bunu böyle öneriyoruz. Buradaki “insan onur ve haysiyeti” dediğimiz, “şeref ve haysiyeti” dediğimiz kavram cinsel saldırı nedeniyle ortaya çıkan bir tahrik duygusu değildir. Yaradan’ın yaratmış olduğu değer itibarıyla onu atfetmeye değerdir.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Affedersiniz, ben sadece cinsel saldırıyı örnekledim yani diğer vakalarda da var bu.
FARUK BAL (Konya) – Eğer izah etmek gerekirse, bunun anlamı: Cenabı Allah önce cansızları yaratmış, madenleri, taşları vesaireleri. Bunların içerisinde bir nizam kurmuş, bir sistem kurmuş. Hayvanatı yaratmış, bunların içerisinde bir sistem kurmuş. Nebatatı yaratmış, bunların içerisinde bir sistem kurmuş. İnsanlığı yaratmış, bunların içinde de bir sistem kurmuş. Biz bu sistemi -insan şeref ve onurunun anlaşılması için anlatıyorum- madenlerin, metallerin içerisindeki elektronların, nötronların, atom çekirdeğinin nasıl bir şaşmaz döngü içerisinde ona renk, şekil, koku verdiğini bir tek şeyle anlayabiliyoruz. Ne o? Akıl. İşte, aklı insanoğluna bahşettiği için insan onurlu ve şereflidir. Hayvanlar birbirlerini öldürüyor, yiyor, vesaire. Orada da bir sistem yaratmış. Kimi çevreci gibi en olmadık yiyecekleri yiyor, çevreyi temizliyor, kimisine hızlı bir koşma yetisi vermiş, kimisine de kaçma yetisi vermiş. Bu düzen içerisinde yapmış. Nebatatı yaratmış. Kimi faydalı, kimi zararlı, kimi zehirli, kimi tatlı; hepsinin bir sebebi var. İşte, bunları da idrak etmek üzere “Ey insanoğlu, bütün bunları size bahşettim.” demiş. İşte, insan onuru bu, insan şerefi de bu. Cenabı Allah böyle yarattığı için, biz, dinine, diline, cinsine, soyuna sopuna bakmadan bütün yaratılanları eşit görüyoruz. Yaratıldıklarından ötürü eşit görüyoruz. Şimdi, böyle geniş derinliğe sahip bir anlayışı nasıl götürüp bir tarafa sıkıştırabiliriz Meral Hanım? Bu ancak gözlük farkı olur. Biz düz bakışıyla bakıyoruz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Tam aksini söylüyorum zaten.
FARUK BAL (Konya) – Ve bir paragraf içerisinde, tarihin tekerrür etmemesi, bu binlerce yılda oluşmuş millet bütünlüğünün bozularak küresel bir tehdit hâline dönüşmüş olan şehir devletlerine dönüşümü, Arap baharı ile ortaya çıkan Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Türkiye üzerinde oynanacak bir oyunun bir parçası olmamak adına bu düşünceleri ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Siz konuşacak mısınız?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Konuşacağım.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani aslında, tabii, çok konuştuk dünden beri. Burada konuşulanlarda, aslında, özü itibarıyla yeni bir şey kalmadı artık söyleyecek. O bakımdan bir an önce bir şekilde yazım aşamasına geçelim.
Fakat burada Faruk Bey’in söylediği birkaç hususla ilgili görüşlerimi açıklamak zarureti var. Birisi tabii, “Türk” kelimesinin Anayasa’dan çıkartılması meselesi önce. Burada tabii şunu karar vermemiz lazım yani Nasreddin Hoca’nın kedi ciğer hikâyesinde olduğu gibi: Yani buradaki “Türk” ifadesi sadece bir hukuki bağı ifade eden bir kelimeyse, kavramsa o zaman bunun çıkmasına kimse “Türklük Anayasa’dan çıkıyor.” diyemez. Vatandaşlık bağıyla ilgili bir tabirin çıkmış olduğunu, bunun adına “X” de diyebiliriz. Ha, yok, hayır, bu bir etnisiteyi, sosyokültürel durumu, bir etnik durumu ifade ediyorsa, bir kimliği ifade ediyorsa o zaman da vatandaşlık nerede yani vatandaşlıkla ilgili ifade nerede? O açıdan burada bence bunu netleştirmemiz lazım. Buradaki ifade, “Türklük” ifadesi, bu maddedeki düzenleme, bir vatandaşlık bağını ifade eden bir hukuki cümle ise bu, bu cümlenin değişmesi hâlinde “Türklük Anayasa’dan çıkıyor.” demek yanlış olur. Yok, eğer biz buradaki ifadenin, “Türk” ifadesinin bir etnik durumu, dediğim gibi, bir kimliği ifade ettiğini düşünüyorsak, o zaman, e, o zaman da bunu bu böyle kalsın, kalmasın ayrıca tartışalım ama ayrı bir vatandaşlık maddesi yazalım, bu o zaman vatandaşlık maddesi değil. Bakın, karar vermemiz lazım. Bir tevriye sanatı içeren bir cümleyi biz burada kullanamayız, yani ikili bir anlam taşıyan bir kelimeyi, bir cümleyi burada kurmamız yanlış olur. Bu bir vatandaşlık maddesi midir, vatandaşlıkla ilgili bir bağı ifade eden bir kavramdan mı bahsediyoruz yoksa dediğim gibi, bir kimlik ifadesinden mi bahsediyoruz? İki aynı anda olamaz. Ya biridir ya ötekidir. Buna karar verelim, onun üzerine konuşalım. Yani çıkan nedir, o zaman, onu hep beraber anlamış oluruz.
Bir başka ifade şuydu: Yani “’Türk’ kelimesinin çıkartılması Haçlı Seferinin ürünüdür.” gibi… Bence biraz maksadı aşan bir ifade bu burada. Bunu, tabii, bu ifadeyi ben baştan reddettim.
FARUK BAL (Konya) – “Ürünüdür” demedim ben. Tarihî süreci izah ederken kelimeleri seçerim, benim ifademde olmayan şeyleri kullanmayalım.
Sayın Şentop, kesmek için değil ama yanlış anlaşılmaması için ifade ediyorum.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii.
FARUK BAL (Konya) – Bu bir mücadeledir. Dünya bu tür mücadelelerden geçmiştir. Bunun, işte, ilk başta ifade ettiğimiz Amerika’daki yerlilerin ortadan kaldırılması, oraya birtakım milletlerin gitmesi, efendim, Avrupa’da pek çok, yüzlerce yıl etnik, inanç, mezhep çatışmalarının olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya yayılma süreci içerisinde buna karşı olan Hristiyan dünyasının Osmanlı’yı, Osmanlı kapsamında İslam’ı -onların ifadesiyle “İslam” dediği zaman Türk anlıyor- bunu Anadolu’dan çıkarabilmek için düzenlemiş oldukları bir mücadeledir. Bunun bugüne, tarihin tekerrüründen, tarihten ders almamız gereken bir anlam olarak Wilson Prensiplerine geldim ve o Wilson Prensipleriyle de örtüştürerek bu anlamı taşıdığını…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam.
Burada, tabii, bu biraz yorumla alakalı yani. Tarihî vakalar üzerinde mutabık kalırsak o vakaların yorumu tabii ayrı, o herkesin kendi bakış açısına, perspektifine, dünya görüşüne göre değişebilir. Yani bu dünden beri konuştuğumuz husus, Osmanlı Devleti şeklinde bir gerileme, bir çözülme içerisinde. Bunu önlemek için önce bir Osmanlı kavramının üzerinde bir birleşme aranmış, kısa bir zaman, çok kısa bir süre, arkasından, bu sefer, İslamizm, panislamizm ortaya çıkmış, İslamcılık siyasi bir düşünce olarak. Bu da Osmanlı Devleti merkezinde, İstanbul’da çıkmıştır. İşte, Mümtaz’er Bey’in doktora çalışması bu. Muhammed Abduh falan değil, Namık Kemal, özellikle bu Panislamizmi ortaya koyan bunlar. Bakacak olursanız, bunu da belirteyim yani dünden beri konuştuğumuz hani birleştiren bağ, ortak üst değer İslam’dır dediğimizde, bu da hani çok sıkı, sağlam bir dindarlık anlamında konuşmuyoruz -aslında Altan Bey’in sabahki oturumda söylediği- daha çok kültürel anlamda bunu kastediyoruz. Yani mesela ismini burada zikretmeyelim, ateist olduğunu açıkça söyleyen bir hocamız var, Türkiye’nin tanıdığı ama kendisinin kültürel anlamda Müslüman olduğunu söylüyor kendisi çünkü “Selâmün aleyküm” diyor kendisi geldiği zaman, ondan sonra, “maşallah” “inşallah” falan, bu tabirler bir İslam kültürü içerisinde bu topraklarda çıkmış tabirler. Gayrimüslimler de bu anlamda bu kültürün içerisinde. Şimdi, kastettiğimiz şey bu anlamda bu. Yani İslamcılık da bu, yoksa Namık Kemal de mesela, hayatına baktığımızda, dinî hassasiyetleri çok önde olan bir kişi değil. Ama bunu bir siyasi bir fikir, bir kompozisyon olarak görüyor o zaman. Daha sonra değişiyor işte siyaset. Bu Pantürkizm şeyi daha çok İttihat Terakkiyle beraber başlayan bir şey. Bunun o zaman için anlaşılabilir sebepleri var. Nedir? İşte, Araplarla ilgili bazı sorunlar yaşanmış, Arap isyanları yaşanmış falan. Ama bir taraftan bir ulusçuluk akımlarının büyük etkisi var Türkiye’deki düşünürler, bürokratlar, siyasetçiler üzerinde. Ama iyi niyetlerle bunun olduğunu ben şahsen düşünüyorum yine de. Yani bu devleti bu çözülmeden nasıl kurtarabiliriz fikri içerisinde buraya gelmişler. Aslında daha sonra, cumhuriyetin başlangıç yıllarından itibaren politikalar da büyük ölçüde, biraz, bu Türkçü akımdan etkilenmiş durumda. İşte, Moiz Kohen Tekinalp’in fikirleri belli bir dönem büyük ölçüde siyasetçiler tarafından da benimsenmiş. Yani o gün bu akımların içerisinde bulunan insanların ben niyet itibarıyla büyük bir çoğununun samimi olduğu kanaatindeyim. Yani insan bazen hayatı yaşarken bazı şeyleri fark edemiyor ama dönüp geriye baktığında mesela birçok şeyi, bazen iyi niyetlerle yaptığı şeylerin yanlış olduğunu da görebiliyor. Bugün baktığımızda, işte, bence bu İttihat Terakkiden sonraki bu politikaların, her ne kadar onlar bunları iyi niyetlerle düşünmüş olsa da bu topraklarda bence ayrıştırıcı rol olduğunu, rol oynadığını, ayrıştırıcı sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki bu topraklar üzerinde insanları bir arada tutan değerler buna “namos” diyebiliriz yani şiraze eski tabirle, kitabı, cildi bir arada tutan şey anlamında diyorum, bu bozulmuştur, tahrip edilmiştir. Tanzimat’tan beri bir süreç var. O dönemi anlayabiliyorum yani insan yaşadığı olaylar içerisinde, işte, ortadan giden devlet, toprak kayıpları, çözülüşler, yıkılışlar içerisinde bazı şeyleri fark edemeyebilir ama biz bugün geriye dönüp yüz yıl sonra tarihe baktığımızda bunu görüyoruz. Bu bakımdan, ben, bu topraklar üzerinde bizi birleştiren değerlere atıf yapmamızın doğru olacağı kanaatindeyim.
Bir başka hususu da burada belirtmek lazım. Ben de şahsen Anayasa’daki vatandaşlıkla ilgili bu ifadenin darbeci, vesayetçi anlayışın ürünü olduğu kanaatindeyim. Hakikaten, tekrar ifade ediyorum, baktığımızda metinlerde de bunu görüyoruz burada. 61 Anayasası’yla beraber gelmiştir bu ifade, 82 Anayasası’nda korunmuştur, başlıkta bir vurgu daha yapılmıştır. 61’debiliyorsunuz başlık “Vatandaşlık”tır, 82’de “Türk Vatandaşlığı” diye yapılmıştır. Sanıyorum, teyit edemedim, bakılabilir, bu Danışma Meclisinde geçen şeklinde de yok, burada Millî Güvenlik Kurulunda başlık “Türk Vatandaşlığı” şekline çevrilmiştir. Emin değilim, onu bir daha belirtiyorum. Bakmak, teyit etmek lazım bu bilgiyi. Fakat Danışma Meclisindeki tartışmalara bakıyoruz, şimdi, orada mesela bir eski general -İhsan Özgen mi, Özken mi, tam emin değilim- az önce okudum, diyor ki mesela orada, değişiklik önergesi vermiş, en azından şunu diyor: “’Türk’tür’ yerine ‘Türk vatandaşıdır’ diyelim.“ diyor. “Bu topraklarda, bu ülkede yaşayan her Türk vatandaştır ama her vatandaş Türk değildir.” diyor. “Onun için burada ‘Türk vatandaşıdır’ diyelim.” diyor. Önerge üzerinde bir konuşması da var burada. Tartışma da var, üzerinde konuşulmuş, oylanmış, önerge reddedilmiş o zaman. Yani burada, bizim, bakıyoruz, cumhuriyetin kuruluşunda bu madde yok, 24 Anayasası’nda bu şekliyle bu madde yok. Bu 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gelmiştir, 82’de de bunu teyit etmiştir.
Bir şeyi daha ifade edeyim, üzerinde uzun konuşulabilecek bir konu belki. Benim tezim şu: Bütün darbeler, böyle, tabii, ufak tefek kabile devletleri için demiyorum ama stabil devletler için bütün askerî darbeler bir uluslararası müdahaledir benim kanaatime göre, özellikle 27 Mayıs darbesinin Türkiye’ye bir uluslararası müdahale olduğu kanaatindeyim.
Yine, bir şey daha söyleyeyim. Bakın, birçok hukuki düzenlemeler, anayasal düzen bağlamında İkinci Dünya Savaşı’nda dünya bir değişiklik yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri mağluplara bir hukuk düzeni, anayasal düzen dayatıyor. Almanya’nın, İtalya’nın, Japonya’nın anayasalarını galipler yazmıştır, hatta Japonya’nınkini çok daha açık bir şekilde MacArthur başkanlığında bir heyet hazırlamıştır. Ben 27 Mayıs darbesiyle beraber Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın mağlupları statüsüne geçtiği kanaatindeyim, geçirildiği kanaatindeyim.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ne statüsü Hocam?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mağlupları, İkinci Dünya Savaşı’nın mağlupları statüsüne geçirildiği kanaatindeyim. Kurulan hukuk düzeni, anayasal düzen aslında bunu ifade ediyor, bu vesayetçi düzen. İşte, ben, bu anlayışın, bu yeni düşüncenin bir ürünü olduğu kanaatindeyim bu maddedeki ifadelerin. O bakımdan, biz burada daha kuşatıcı, daha doğru bir ifadeyi, bir vatandaşlık maddesi düzenlediğimiz için, bir hukuki vatandaşlık maddesi düzenlediğimiz için daha doğru bir ifadeyi kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bizim önerimizin de üzerinde konuşacağız biraz sonra.
Bir şeye daha temas edelim. Bu küresel proje… Değerli arkadaşlar, benim kanaatime göre, tek bir küresel proje yoktur, böyle düşünürsek yanılırız; birçok küresel proje vardır, küresel aktörlerinin her birinin ayrı projesi vardır. Büyük aktörlerin de bir tek projesi olmaz. Hatta bu projeleri yaparken özellikle, Türkiye de biraz bölgesel, küresel aktör olmaya başladığı için bunları düşünmemiz lazım. Tek projeyle girersek netice alamayız, birçok projemiz olmalı, hatta bir projeyi gerçekleştirmek için ona karşıt projeleri de üretmemiz lazım hem karşıtları hem de o projenin paralelinde hareket edenleri birlikte kontrol edebilmek için. O bakımdan, hangi küresel projenin içerisinde kim vardır, bunu bilebilmek mümkün değil. O zaman, bilinmezler üzerinden değil de bilinenlerden hareket edelim, matematikte de biliyorsunuz bilinenlerden hareketle bilinmeyenleri buluyoruz. O bakımdan, bu bilinmezleri bir tarafa bırakalım, bence artık çok konuştuk, maddeyi yazmaya başlayalım. Benim şeyim bu, daha fazla uzatmak istemiyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, proje deyince kendimi tutamadım inşaat mühendisi olduğum için, bir iki şey söyleyeyim.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, tabii, yani bu söylemin üstüne bir şeyler, ben de birkaç cümle ifade edeceğim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yok, çok kısa.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun efendim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şimdi, tabii ki yeni projeler var dünyanın yönetilmesiyle ilgili yani ekonomik olarak da, siyasi olarak da, sosyokültürel olarak da. Önemli olan -denildiği gibi, biraz evvel Mustafa Bey’in de dediği gibi- bizim projemiz ne? Yani biz bu yeni dünya düzeninde nasıl yer alacağız? Biz derken, başta Türkiye Cumhuriyeti hudutlarında yaşayan, sonra da -daha öncesinde de çok tafsilatlı bir şekilde bahsettiğim- bütün taallukatımız eski tabiriyle yani Balkanlardan, Kafkaslardan, Orta Doğu’ya kadar biz nasıl bir proje tasarlıyoruz? Bizim hayat projemiz ne bundan sonrası için? Onun için zaten Türkiye’de de bugün yeni bir anayasa yapma zarureti doğdu, yeni bir millî mutabakat, toplumsal sözleşme.
Şehir devletleri meselesiyle de ilgili bir iki şey söylüyorum. Dünya medeniyeti tarih sahnesine şehir devletleriyle çıktı yani Sümer’de Ur, Uruk, Lagaş, işte bugünkü Yunanistan’da Atina, Isparta, Roma, bunların birçoğu birer şehir devletiydi, şehir medeniyetiydi. Yani şehir devletlerinin olmasını da ben bugünkü dünyada bir felaket ve kötü bir durum olarak görmüyorum. Dünya belli metropollerin ve kültür havzalarının etrafında aynen geldiği yöne doğru gidiyor, başladığı noktaya, şehir devletlerine doğru gidiyor. Fakat, önemli olan, bu şehirlerin baş şehri neresi olacak? Yani biz bu şehirlerin bir cazibe merkezini oluşturabilecek miyiz, bütün şehirlerin anasını oluşturabilecek miyiz, esas önemli olan odur. Yani bunları da yeri gelmişken söyleme ihtiyacı hissettim.
Teşekkür ederim. Fazla uzatmayayım.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, teşekkür ederim arkadaşlar.
Zannediyorum kifayeti müzakere noktasına geldik. Ben üç dört cümleyle, yeni bir tartışmayı falan da açmak istemiyorum ama düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Sorunuza yüzde 100 katılıyorum, bizim projemiz nedir? Olay bu yani, o nedir? Bizim dışımızda emperyal hesaplar hep oldu, hep olacaktır yani bu, o tarihî süreç içinde kaçınılmaz. Sorun, o emperyal projelere karşı biz nasıl bir duruş sergiliyoruz, biz kendi çıkarlarımıza sahip çıkabiliyor muyuz, bu sorumluluğa sahip miyiz, bu duyarlılığa sahip miyiz? Bu çerçevede, bütün darbelerin uluslararası boyutları, bağlantıları olduğuna ben de şahsen inanıyorum, onu da ifade edeyim yeri gelmişken.
Yine bu çerçevede darbeler arasında bir kıyaslama yapmak, bu da ayrı bir bahis, bu da ayrı bir tartışma konusu. Burada, bu anlamda yeni bir tartışmayı da açmaya gerek görmüyorum. 27 Mayıs, 12 Eylül, efendim, hangisi daha iyi darbedir, hangisi daha kötü darbedir, bunların tartışmasına girmiyorum ama bunlar uluslararası boyutları olan, dinamikleri olan konular diye değerlendiriyorum. Bütün bunların ötesinde şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Günümüzde acaba bizler uluslararası birtakım projelere ne ölçüde durabiliyoruz, dayanabiliyoruz, bir tavır koyabiliyoruz? Bunu da yeri gelmişken değerlendirelim. Günümüzde de uluslararası projeler var, işte, Genişletilmiş Orta Doğu Projesi -Büyük Orta Doğu Projesi- bunları, Türkiye’nin bugün yaşadığı bu süreçleri biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 2003’ten bu yana, 1 Mart tezkeresinden bu yana anlatıyoruz ve bunların mücadelesini veriyoruz. Bu projelerde acaba bizler de rol alıyor muyuz doğrudan ya da dolaylı olarak? Bunu da herhâlde ayrıca gözden geçirmek gerekir, ayrıca sorgulamak gerekir. Çok genel ifade ediyorum, üstüne alınan olur olmaz ama Türkiye’nin yakın tarihinden söz ediyorum, günümüzden söz ediyorum. Bunları sağlıklı bir şekilde değerlendirmeden, bu noktadaki sorumluluğumuzu irdelemeden, elli yıl evvel, altmış yıl evvelini bugünkü sorunlarımızın temel kaynağı olarak göstermenin ben çok da gerçekçi bir değerlendirme olmadığı kanısındayım.
Bu değerlendirmelerle, arkadaşlar, geldiğimiz noktada artık madde yazımına başlayalım diye düşünüyorum. Bu çerçevede de birinci fıkrayı arkadaşlar ekrana getirelim, her grubun birinci fıkrasını ekrana getirelim, onun üzerinden tartışmamızı yapalım.
Önce şunu ifade edeyim, parti ismi vermiyorum: Gruplar arasında birinci fıkra üzerinde bir mutabakat sağlamak söz konusu mu? Bunu öncelikle sorayım. Biz kendi görüşümüzde ısrarlıyız arkadaşlar yani bu noktada bir tartışma ya da bir uzlaşma yakalamak noktasında bir irademiz yok bizim.
FARUK BAL (Konya) – Nasıl, anlamadım efendim?
ATİLLA KART (Konya) – Biz ki birinci fıkrada kendi metnimizde ısrarlıyız. Orada, birinci fıkrada, yalnız, şunu hemen ifade edeyim: Eşitlik maddesiyle paralellik sağlamak amacıyla Komisyona sunduğumuz metne şu üç unsuru da ekledik: Siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep. Bu eşitlik maddesindeki o tüketici unsurları buraya aynen taşıdık, önerimizi o şekilde geliştirdik arkadaşlar.
İkinci fıkrayı ayrıca değerlendireceğiz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O zaman biz yazdıralım bu sefer.
FARUK BAL (Konya) – “Bunu tartışmayacağız.” diyorsunuz da ben iki hususu dikkatinize sunmak istiyorum sizin maddede.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, efendim.
FARUK BAL (Konya) – CHP’nin burada vatandaşlık, “Türk vatandaşlığı” madde başlığı. “Vatandaşlık” mı “Türk vatandaşlığı” mı?
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, şu efendim: Burada biz bir harmanlama yapıyoruz, bir sentezi yakalamaya çalışıyoruz belirli kalıpların içine hapsolmadan…
FARUK BAL (Konya) – Yani ikisi birbiriyle çelişen…
ATİLLA KART (Konya) – Şöyle, hemen ifade edeyim. Şimdi, Türk vatandaşlığından ne anlaşılması gerektiğini, içini doldurarak onu ifade ediyoruz. Burada da sizin hep ifade ettiğiniz -aslında- unsurları öne çıkarıyoruz yani “Türk” kavramının etnisiteyi ifade etmediğini samimi bir şekilde ifade ediyoruz vatandaşlık anlamında.
FARUK BAL (Konya) – Şimdi, sizin söylediklerinizin hepsi, maddeye yazdıklarınızın hepsi zaten başka yerlerde de ortaya çıkan bir durum. Gerekçeye yazalım, aynen kabul edelim biz. Gerekçeye yazalım, din, dil, ırk vesaire dediğimiz. Zaten eşitlik maddesinde de olacak bu.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, şu efendim: Yani bunu tabii gerekçeye yazmanın toplumun hassasiyetleri açısından kabul görebileceği kanısında değilim yani bunları biz bir metne dökmek durumundayız, bir metinde ifade etmek durumundayız. Orada “Türk vatandaşlığı” kavramıyla biz aslında “vatandaşlık” kavramının iç içe geçtiğini vurgulamak istiyoruz, oradaki meramımız odur, maksadımız odur.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, o zaman, herkes kendi şeyini yazdırsın.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yazdıracak, öyle kalacak, uzlaşma olmayacak.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bizimkini kopyalayalım, oraya koyalım, ben bir değişiklik yapacağım üzerinde.
ATİLLA KART (Konya) – Özcan Bey, o ilave ettiğim üç temel unsuru da ekleyelim, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep, onları.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çıkartmayla çıkma ayrı bir şey.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İsteyen çıkabilir.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çıkmak ayrı, çıkartılmak ayrı.
Şimdi, Özcan Bey, en başa, (b)’nin önüne gelelim. “Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” Oraya, tekrar “vatandaşlık” gerisini “kanun”a, şeye kadar silelim “temel bir haktır”ı silelim, o noktalı virgülü de silelim, virgül koyalım. Bu ayrı fıkra olmasın, değil mi?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tek olsun.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam, bizim şeyimiz bu.
ATİLLA KART (Konya) – Bizim önerimize şimdi geçelim.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Biz onu uzlaşma adına getirmiştik, şimdi direkt başka…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet, hani burada belki uzlaşabiliriz diye düşündük ama.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, orada şöyle efendim: İkinci fıkrayı da, biz de orada bir mutabakat sağlayabiliriz, onu da biz ifade edelim, kendi ikinci fıkramızı. Şöyle diyoruz: “Vatandaşlığın kazanılması ve kaybedilmesine dair” yazın.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Cümle herhâlde değil mi?
ATİLLA KART (Konya) – Hayır, ikinci fıkra olarak. Onu gene mütalaa etmek için söylüyorum, sonra değerlendirelim gene.
“Vatandaşlığın kazanılması ve kaybedilmesine dair usul ve esaslar kanunla düzenlenir. Vatana bağlılık ile bağdaşmayan eylemlerin mutlak biçimde zorunlu kıldığı haklı nedenler bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkartılamaz.” Bunu hemen biraz açmak istiyorum. Vatandaşlıktan çıkarılmanın, yürütme organının bu noktadaki takdir yetkisinin kısıtlanması gerektiği düşüncesindeyiz çünkü bu çok keyfî bir şekilde kullanılıyor zaman zaman. Bu sebeple, böyle bir vurguyu getirmek gereğini duyduk.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bizim ikinci fıkrayı da o zaman ekleyelim ki birlikte görülsün.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, yani onun için diyorum, onu bir ikinci fıkra hâline getirelim daha…
YASAMA UZMANI ÖZCAN ALTAY – İsterseniz her partinin birinci fıkrasını…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de o kanaatteydim, evet, hepimiz birinci fıkraları yazdıralım, ikinci fıkraları…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Bu sizin ikinci fıkra olacak.
ATİLLA KART (Konya) – İkinci fıkra olacak, evet, tabii, tabii.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İkinci fıkraları ama önce MHP’nin ve BDP’nin önerilerini birinci fıkra olarak yazdıralım.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Birinci fıkraları yazalım.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Sonra ikinci fıkralara geçelim.
ATİLLA KART (Konya) – Hemen geliyorum efendim. Onları yazın da hemen geliyorum.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Zaten hiç uzlaşma olmadığı için ne gerek var ki bir, ikiye? Herkesin maddesi kalsın.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ayrı iki fıkra yapıyoruz ya…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Aynı olan diğer fıkralarda anlaşabiliriz belki.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – …en azından yaptığımız iş şu olsun yani fıkra fıkra olsun.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Esasta anlaşmayınca nasıl şeyde anlaşacağız?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Usulümüz öyle ama birinci fıkraları yazıyoruz sonra… Bu büyük bir iş yani birinci fıkraları bir araya getirdik, getirirken alt alta getirdik.
FARUK BAL (Konya) – Şimdi, bir dakika, ne oldu, bizimkini siz mi yazdınız?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Sizinki duruyor ya, yazıldı mı? Herkesin birinci fıkrası tamamlandı.
FARUK BAL (Konya) – Herkes kendisininkini yazdırsın.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Herkes birinci fıkrasını yazdı.
FARUK BAL (Konya) – CHP bitti mi?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İkinci fıkralar şimdi.
FARUK BAL (Konya) – İkinci fıkra.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – AK PARTİ’ninki “Hiç kimse vatandaşlıktan çıkarılamaz.”
FARUK BAL (Konya) – Ya, onu karıştırmayalım şimdi. Herkes kendi maddesini yazdıracak diye fıkraya, maddeye girmeyin.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İsterseniz, şu birinci fıkrayı bir revize edelim bizim. Şey, AK PARTİ’ye bir çıkabilir misin birinci fıkra?
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Kendi içinde çelişiyor o kavram.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ona gelelim de önce bir. Şey, birinci fıkrayı revize edelim biraz.
Birinci cümlenin bitiminde, evet oraya şunu yazacağız: “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ana veya babanın çocuğu doğumla vatandaşlık kazanır.” Bu, bizim vatandaşlıktaki temel ilkemiz, onu anayasaya koyuyoruz. Devamı da kanunda da diğer hâllerin düzenlenmesini öngörüyor, birinci fıkramız bu şekilde. Tamam.
FARUK BAL (Konya) – CHP’nin bitti mi?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – CHP birinci fıkrasını yazdırdı daha evvel.
ATİLLA KART (Konya) – Birinci fıkrayı yazdırdık. O yalnız “yurttaş”ı “vatandaş” yapalım Özcan Bey, onu da düzeltin. Birinci fıkradaki, sondaki “yurttaş”ı “vatandaş” yapın. Bizim birinci fıkra bu, ikinci fıkrayı ayrıca kıyaslayarak yazalım yani birinci fıkramız tamam.
FARUK BAL (Konya) – Hepsini bitirdi AKP, Hocam.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İkinci fıkra kaldı sadece bizim, o da şu…
FARUK BAL (Konya) – Hepsini yazdırın ki…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Yok, iki kaldı, ikinci fıkramız var bizim. “Hiç kimse vatandaşlıktan çıkarılamaz.” Bizim bu kadar ikinci fıkramız ama ikinci fıkraya, doğru “Hiç kimse vatandaşlıktan çıkarılamaz.”
FARUK BAL (Konya) – Şimdi Hocam, herkes kendininkini fıkra fıkra yazsın…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tamam, yazdık ya işte.
FARUK BAL (Konya) – Hayır, şimdi, diğer partilerin altına yazıyorsunuz çünkü yukarıda birinci fıkranın devamında diğerlerinin…
ATİLLA KART (Konya) – Herkes kendi metnini yazsın o zaman, ondan sonra tartışalım diyorsunuz, peki.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tamam o zaman. Yani önce herkesin birinci fıkrası yazılıyordu da o yüzden.
ATİLLA KART (Konya) – Şöyle, şimdi, Hocam siz kendi metninizi yazdırın, tamamlayın.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – O zaman, eğer her parti madde madde yazdırıyorsa…
ATİLLA KART (Konya) – Yazdırıp ondan sonra…
FARUK BAL (Konya) – Tümünü yazdırın.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tamam, o zaman onu kopyalayın, şeye yapıştırın, yukarı çıkalım, bizim ikinci fıkrayı oradan kesin, kopyalayın. “Hiç kimse vatandaşlıktan çıkarılamaz.” onu alıyoruz, onu kesin işte. Her parti maddenin tümünü yazdırıyor, anlaşılan o şekilde. Alın onu ikiyle birlikte, iki numarasını da alacaksınız. Şimdi, şeye götürün, gidin, evet, şimdi, oraya ikinci… Enter yapın, o bir, iki, iki olacak o.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yaz sen Özcan Bey.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Elle yaz.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – O kadar zor değil ya.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tamam. Aslında bu durumda…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Diğerlerini de fıkra altında yapabiliriz aslında, olmaz mı?
Özcan Bey, bir istirhamım olacak, şunu tam yapalım da. “Türkiye vatandaşıdır.”dan sonra var ya, onu indirelim ikinci fıkra diyelim.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Öbürünü üç yapalım.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İki diyelim…
ATİLLA KART (Konya) – Evet, şimdi bizimkini yazalım o zaman.
Bir şey söyleyecektiniz, buyurun.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Ben, şöyle: Yani aslında, herhâlde önerime gelindi yani bu maddede iki gündür hiçbir şekilde uzlaşma sağlanmadı. O anlamda, herkes kendi maddesini kopyalayacak orada, alt alta görünecek.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, şöyle efendim, yani şunu görüyorum: Mesela, biz de bazı düzenlemeler yaptık. Metinlerimizi geçelim, onun üzerinden tekrar konuşalım bir.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Hayır, yok yani bizim açımızdan bu metinler üzerinde konuşmuyoruz yani bizim maddemiz aynen kalacak, tartışmıyoruz çünkü hiçbir şekilde birbirimize yaklaşmadık yani.
ATİLLA KART (Konya) – Tamam, siz de metninizi ifade edin, tamam efendim.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Biz aynen maddemizin yazılmasını istiyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, Özcan, bizimkini yazıyorsunuz.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Meral Hanım, siz diyorsunuz ki: “Kendi isteği dışında, vatandaşlıktan çıkarılamaz.”
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – “İsteğiyle çıkarılabilir.” diyelim.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ama zaten bizimki onu öngörüyor.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Çıkarmak da değil, çıkma olayı, çıkmak.
ATİLLA KART (Konya) – Biri düzeltelim. Bak, ne yaptık? Bire ilave yaptık. “Türk vatandaşları dil, din, ırk, cinsiyet, etnik köken, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebeplere bağlı olmaksızın herkesin eşitlik temelinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması anlamına gelir.“
Evet, iki “Vatandaşlığın kazanılması usul ve esası, vatana bağlılık ile bağdaşmayan eylemlerin, kimse sebeplere bağlı olmaksızın…” “sebeplere” değil mi yani cümlenin doğrusu o.
Tamam, şimdi MHP’nin metnini yazdıralım, arkadaşlarımız yazdırsınlar.
FARUK BAL (Konya) – Birinci cümle, birinci fıkrayı geçelim, ikinci… “Türk” kelimesi var ya “Türk vatandaşı”, onu fıkra yap.
Yukarıyı bir bitirelim, ondan sonra BDP’ye geç.
Şimdi, birinci cümleden sonraki fıkra değil mi Hocam?
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Evet, o da fıkra olduğu için, tamam, o ikinci fıkra yapılsın.
FARUK BAL (Konya) – Tamam, fıkra yap onu da.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben de onu dedim zaten, öyle bir fıkra olmaz.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Siz ikiyi de oraya birleştirin bari, şey olsun. İkiyle üçü birleştirebilirsiniz isterseniz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Kalsın, eğer üst kurulda uzlaşılırsa birleştiririz.
FARUK BAL (Konya) – Altına “Not” yaz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Özcan Bey, “Not” yazıyoruz oraya.
FARUK BAL (Konya) – “Vatandaşlığı edinme, vatandaşlıktan çıkarılma konusu üst kurulda değerlendirilir ise…”
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hasan Bey, zaten yargı yoluna tüm işlemleri açtık, bir daha buraya niye yazıyorsunuz ki bunu? Yargı yolu, prensip olarak her şeye açık.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yargı yolu otomatik olarak açık zaten. İstisna getirilmezse açık.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – İstisna getirilmesin diye.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Daha önce başka öneriler vardı, hatta bu gerekçelerle siz…
FARUK BAL (Konya) – “Değerlendirilmesi hâlinde…”
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Bütün işlemleri yargı yoluna açacağız. Bir fıkra çıkarın bari yani.
FARUK BAL (Konya) – “Değerlendirilebilir…”
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Yani siz daha evvel itiraz etmiştiniz beşinci fıkra benzeri bir fıkraya, orada kendiniz getiriyorsunuz.
FARUK BAL (Konya) – Feda ederiz Hocam ya…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Uzlaşma için değil mi?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ya, uzlaşmadığımız maddelerin bile yazımı bu kadar sürüyor. Olduğu gibi kes-yapıştır olsa değişiklik var mı fazla?
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Bizim revizeye ihtiyacımız yok ama. Biz baştan beri çok net ve kararlıyız yani.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Biz şey yapıyoruz, sürece bakarak her zaman uzlaşma konusunda olumlu bir yaklaşım içerisindeyiz.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Biz uzlaşmak için, emin olun, bazımız şu anda dünden beridir inanılmaz bir çaba sarf ettik ama olmadı yani.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – İnşallah, her gün böyle devam edersiniz, açlık grevleri dâhil.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim ne hâlde olduğumu görüyorsunuz, Komisyon raporuna girsin de.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Olmadı… Her şeyi söyledik yani.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İzin mi verelim?
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – İzin istemiyorlar zaten.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – İzin istemiyorlar, açlık grevlerinde kimse izin istemez.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Açlık grevi bir sivil itaatsizliktir, onu serbest bırakırsanız bir anlamı olmaz.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Evet.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Aynen öyle. Yasak ya da serbest diye bir şey yok ki zaten.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Geçti yani orada…
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Sivil itaatsizlikte amaç zaten bir şeyleri ihlal etmektir.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Tabii, tabii.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – O yüzden izin istemezler.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Onu serbest hâle getirirseniz anlamı kalmaz yani.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Neyi serbest… Yasak değil ki serbest hâle getiresiniz.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hayır, sivil itaatsizlik…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Aynı şeyi söylüyorsunuz.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – …yasayla yasaklanmış ama bireyin meşru bir hakkının infazı için giriştiği bir erdemdir.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Aynı görüşteyiz, ne tesadüf…
ATİLLA KART (Konya) – Haklı nedenlerden de gerçek kimse vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Evet, arkadaşlar…
FARUK BAL (Konya) – Altına bizim ikinci maddeye bir gir…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hasan Bey, bir bölünme var da bölünmede anlaşamadık. Siz diyorsunuz ki: Bizimki yazılmazsa ülke bölünür. Biz diyoruz: Bizimki yazılmazsa bölünmez.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Yani herhâlde bitiriyoruz değil mi?
ATİLLA KART (Konya) – Yani bitireceğiz tabii, bitireceğiz.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Tamam yani biz…
ATİLLA KART (Konya) – Arkadaşlar, bir dakika efendim, pardon…
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Hayır, yeni bir şey söylemeyeceğim. Biz gerçekten bu maddede hiçbir şekilde yaklaşılmamasını yani birbirimize… Çok talihsiz bulduğumuzu söyleyelim. Madde, korunsun bizimki de.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Aynı talihsizliği biz de dile getiriyoruz.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Biz size diyoruz ki: “Biz Türk değiliz.” Siz, bizi zorla Türk yapmaya çalışıyorsunuz. Hayret bir şey ya!
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Öyle bir şey demiyoruz, öyle bir şey yok.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Öyle diyorsunuz dünden beridir yani ben hakarete uğradığımı bile hissettim yani. Ya, ben Türk olmak istemiyorum belki.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Madde yazımını bitirelim de müzakerelere devam edelim.
MERAL DANIŞ BEKTAŞ – Biz aynen korunmasını ama bu konuda her partinin kendi yetkili organlarında, en azından bunun -gerçekten bu çok hayati bir şey- tartışılması gerektiğinin altını çizerek söylemek istiyoruz çünkü bu çok önemli bir madde.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, arkadaşlar, ben toplantıyı kapatacağım. Bir iki söyleyeceğim konu var. Sizlerin ifade etmek istediğiniz var mı?
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Benim var.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, buyurun.
Arkadaşlar, bir dakika…
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – İki konuda bir şey söylemek istiyorum. Madde yazımıyla ilgili değil, bu maddedeki tartışmalarla ilgili, iki şeyle ilgili, iki terim ve kavram çok konuşuldu, onunla ilgili birkaç not söyleyeceğim, o kadar yani yoksa madde yazımıyla ilgili bir tartışma değil.
Bir tanesi, bu etnisite meselesi, etnik kimlik azınlık değildir. Yani ben arada bayağı bir baktım sosyal bilimler literatüründe “etnisite” terimi nasıl kullanılıyor. Aslında şunda haklısınız: Daha çok “etnik kimlik” terimi, “etnik identity” denilen şey, azınlık sorunlarıyla ilgili konuşuluyor ama “etnisite” kelimesi bir grubun kavimsel, ırksal, bazen bu dinle tarif ediliyor, bazen dille tarif ediliyor, aidiyetiyle ilişkili olarak kullanılıyor. Dolayısıyla, sadece yani azınlıklar için kullanılan bir terim değil oradaki. Çoklukla azınlıklar için kullanılıyor, doğru ama etnisite…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Biz mutlak öyle bir şey demedik ama.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Yok, bizim sabah bir diyaloğumuz olmuştu, onun için söylüyorum.
Etnisite, çoğunluk grubu için de kullanılıyor, azınlık grubu için de kullanılıyor. Bir onu belirtmek istedim.
Bir de iki gündür burada…
FARUK BAL (Konya) – Onu belirtin de bir artı ifade edeyim. Elbette ki bir milletin etnik kökeni vardır ama onu millet yapan etnik değeri değil, hazzıdır.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Yok, yok, Faruk Hocam, onunla ilgili bir şey söylemiyorum ben. Yani milleti millet yapan nedir?
FARUK BAL (Konya) – Onun için etnik değil.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Hayır, hayır, teknik bir şey söylüyorum. Sosyal bilimler literatüründe “etnik” kelimesi, “etnisite” terimi… Bu sizin söylediğiniz bir yorum.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Salt azınlık değil.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – …salt azınlık değil. Onu demek istiyorum. Çoğunluk gruplarının etnik kökeni ama uygulamada azınlıklarla ilgili sorunlar çıktığı için tabii daha çok onlarla…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Genelde o yaklaşım tabii.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Evet, genel olarak öyle ama tanımın kendisi olarak illa azınlık olmak zorunda değil, birincisi o. İkincisi de ya iki gündür burada çok fazla bu kavram kullanıldı: Kültür, medeniyet, hars vesaire. Birbirine de böyle genelde yaklaşan terimlerle kullanıldı. Bunların etrafında tam bir konsensüs olduğundan söz etmek mümkün değil. Yani, kültür neyi kapsar, neyi dışında bırakır? Medeniyet neyi kapsar, neyi dışında bırakır? Mesela, benim çok sevdiğim bir Yahudi yazar -Alman faşizminden kaçamadığı için, Amerika’ya gitmediği için İspanya sınırında zehir içerek intihar ediyor- Walter Benjamin, Frankfurt Okulunun kurucularından biri, der ki: “Hiçbir kültür ürünü yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın.” Dolayısıyla, kültür tanımının ne olduğu, bu kültürün sadece birtakım işte tarihte yapılması zorunlu olan şeyleri içine alan bir şey olup olmadığı epey tartışmalı yani bu kültür aynı zamanda bir şeyin üstünü mü örter, aynı zamanda bir ölümün, bir sömürünün… Yani çok farklı bakışlar var. Burada iki gündür hep hani kültür, büyük bir kültür, her zaman olumlu bir şey olarak atfedilerek konuşuldu. Her zaman öyle değil. Keza ilerleme dönemi… Sadece şerh düşmek istedim.
ATİLLA KART (Konya) – Bunları yeterince konuştuk. Evet, efendim, teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, bugünkü toplantımızı kapatmak üzereyiz. Bir iki konuyu ifade etmek istiyorum: Birincisi, 30 Ekim Salı oluyor. O gün uzmanlar toplansın diye düşünüyorum, değerlendiriyorum. Hangi konuda? Daha evvel Sayın Meclis Başkanının da ifade ettiği konu vardı. Bir taraftan o katalog çalışmasını daha sonlandırmadık.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sonlandırdık Vekilim. Onunla ilgili bir söz alabilir miyim?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim şahsen bilgim yok.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Vekilim, şöyle oldu…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Bize söylediniz mi?
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Hayır, hayır, biz yaptık onu hatta iki kere yaptık, Şevki Hakyemez vardı, Yavuz Hocam değil de.
ATİLLA KART (Konya) – Mutabık kalındı mı efendim?
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Mutabık kalındı. Önerilen maddelerin tamamı, yeni başlıklar dâhil ilgili bölümlere “Şu şurada olsun, bu burada olsun.” diye iki kere toplandık biz bunun için hatta.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ne iki kere? Üç kere de ben toplandım.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL - Kaç kere? Evet yani. Bu çalışma bitti, birincisi bu. İkincisi, Sayın Meclis Başkanımız galiba önermiş “Danışmanlarınınız bir araya gelsin, parantez içlerini çalışsın.” diye.
ATİLLA KART (Konya) - Oraya geleceğim efendim.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL - Ya siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama kalanlar genelde hep siyasi parantezler yani bilemiyorum ne kadar verimli olacaktır?
ATİLLA KART (Konya) - Onu şöyle efendim… O kavramlar…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, o “Bitti.” denilen çalışma nasıl bitti? Nereye… Benim şahsen bilgim yok.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Bitti Vekilim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Bitti bitti, o çoktan bitti.
ATİLLA KART (Konya) – Onu ifade edeyim efendim, şöyle: Tabii, katalog çalışması konusunu açıkçası ben…Tamam, onu gene bir bakalım ama tabii orada nedir? O çalışmanıza göre o daha çok ekonomik ve sosyal haklarla ilgili olarak ikinci komisyonun toplanması gerekiyor, çalışması gerekiyor tabii, birincisi o. İkincisi de Altan Bey’in söylediği o “kamu düzeni, millî güvenlik” gibi kavramlarla ilgili olarak… Onu biz şöyle düşünüyoruz: Temel hak ve özgürlüklerin tamamı bitsin, tamamı bittikten sonra -o çünkü bütününü görerek- ona göre “kamu düzeni, millî güvenlik” gibi kavramlardan belki bir kısmından feragat edeceğiz. Onu bütününü gördükten sonra değerlendirelim diye düşünüyorum.
O zaman çarşamba günü toplanmak üzere…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hangi komisyon?
ATİLLA KART (Konya) - Yani üst komisyon olarak artık toplanalım bence.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Üst komisyonun toplanmasında fayda var yani.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, yani geldiğimiz noktada gene bir üst komisyon toplantısı…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – 15-16 madde var şu an çünkü üst komisyonda.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Durum değerlendirmesi yapalım.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, yapalım. Ona göre de yazım komisyonunda ekonomik sosyal haklar…
FARUK BAL (Konya) – Meclis Başkanının şeyi var mı acaba?
ATİLLA KART (Konya) - Programı uygun olduğu takdirde Çarşamba günü saat 11.00 diyelim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, 31 Ekim Çarşamba 11.00.
ATİLLA KART (Konya) - Evet.
Efendim, hayırlı olsun, geçmiş olsun.
Kapanma Saati:16.04
Dostları ilə paylaş: |