FARUK BAL (Konya) – Yani bundan biz haberdar değiliz, ben ilk defa duyuyorum.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Toplantı anlamında.
FARUK BAL (Konya) – Ha doğru olabilir, yürütmeyi de yapabiliriz. Ama şimdi Ayla Hanım’ın konuşmasından anladığım kadarıyla önümüze, ortaya çok ciddi bir sorun da çıktı. “Bugün MYK toplantısından sonra buradaki tavrımız belli olacak.” dedi. Değil mi?
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet.
FARUK BAL (Konya) – Bunu da cezaevindeki açlık grevlerine, o grevlerin de yoğunlaşmış olmasına bağladı. Biz burada anayasa yapıyoruz Ayla Hanım.
AYLA AKAT (Batman) – Ölüm sınırına gelmiş olmasından dolayı…
FARUK BAL (Konya) – Efendim, anladım da biz burada anayasa yapıyoruz. Bu anayasa gelecek nesillere sari bir anayasa olacak başarabilirsek. Dışarıda ortaya çıkmış münferit ve konjonktürel gelişmelere bağlı olarak buradaki tavır ortaya çıkacak ise o zaman dışarıdaki konjonktürel gelişmelerin ve günlük olayların buranın iradesi hâline gelmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Ben siz ifade ettiğiniz için duyuyorum: Dışarıda bin kişi daha veya bütün siyasi tutuklular açlık grevine başladı…
AYLA AKAT (Batman) – 10 bin kişi.
FARUK BAL (Konya) – “10 bin kişi” diyorsunuz; bu doğru olabilir. Eğer doğru ise… Onların talebi üç tane bildiğim kadarıyla, bu üç talep de anayasal rejimle ilgilidir. O açlık grevlerinin 10 bin değil de 100 bin kişiye çıktığını varsayalım, o takdirde hiç gerek yok burada anayasaya, onların dediklerini yazıverelim gitsin. Şimdi böyle bir durum kabullenilebilir mi? Dolayısıyla komisyon çalışmalarının uzlaşma kültürü içerisinde yürümesi ve buna azami katkı göstermemiz gerekir.
Ben başında söylediğimi tekrar ediyorum: Kamuoyunda, en azından, telefonla “Sizin görüşünüz nedir?” diye soranlara verdiğimiz cevap itibarıyla biliyorum ki, bugün yasama ile ilgili bölümün görüşüleceğini herkes biliyor. Biz görüşmedik dersek, bu takdirde aleyhe olan yorumlar biraz daha katlanarak gidecek. Dün akşam ben izledim bir iki televizyonu; ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz insanlar çıkıyor, “Buradan zaten bir şey olmaz ya!” diyor adam, yani böyle hafife alıyor, gır gır geçiyor, dalga geçiyor.
AYLA AKAT (Batman) – Başbakanın kendisi söyledi, Başbakanın kendisi bu hafta söyledi.
FARUK BAL (Konya) – Yani her kim söylemişse…
Dolayısıyla biz bir şey yaptığımızı ortaya koyalım. En azından basına yansımıştır. Adalet ve Kalkınma Partisinin üç tane önerisi vardır sistem itibarıyla. Bu üç öneri ve bizim de parlamenter demokrasi önerimiz var. Bu parlamenter demokrasinin aksayan, yanlış olarak uygulanan yönleri vardır; bunları tartışalım, en azından “Bunu biz yaptık.” intibaını ve böylece de ikinci bir bölüme geçmiş olma hâlini birlikte yaşayalım.
Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun Süheyl Bey.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Değerli arkadaşlar, ilk başta şöyle bir şeye karar vermiştik: Bir anayasa yapıyoruz, “temel hak ve özgürlükler” bölümünden başlayalım çünkü bir anayasanın -bugün Türkiye’de bir kanaat var, hepimizde de var bu- bireyi ön plana alan, bireyi koruyan, devlet-birey ikileminde bireye öncelik veren bir anayasa olması gerektiği konusunda hepimiz hemfikirdik, o yüzden “temel hak ve özgürlükler”den başlayalım dedik. Ve bir şey söyledik, dedik ki, bir: Burada herkes uzlaşacak, uzlaşana kadar gideceğiz. Şimdi vardığımız nokta şurada: Kırmızılar çoğunlukta, yeşiller azınlıkta. İki: Katalog daha bitmedi. Bize göre, bir anayasa değişikliği yaparken temel hak ve özgürlükler listesini bitirip başka bir listeye geçeceğiz dedik, daha bitmedi. Buna rağmen, biz, iş çabuklaşsın, hızlı gidelim diye başka bir bölüme geçmeyi kabul ettik. Demin Atilla Bey söyledi, “Hızlılaştıralım.” da dedi ama şimdi ben de Ayla Hanım’ın söylediğini -esasında Faruk Bey de aynı şeyi- şöyle haklı görüyorum: Şimdi, açlık grevleri varken ve açlık grevlerine 10 bin kişi başlamışken -haklı görelim görmeyelim- bir boyutu şu: Orada talepler, en azından iki tanesi doğrudan doğruya anayasayı ilgilendiren talepler. Şimdi biz burada oturup hangi maddeyi yazacağız? “Hayattan bağımsız, Türkiye’den bağımsız biz anayasa yazıyoruz 9 kişi, 12 kişi.” dememiz mümkün müdür? Bir. İki: “Şimdi yasamadan başlayalım.” Anayasa yapıyoruz, anayasa yaparken biz duyuyoruz. Net söylüyorum, istediğimiz kadar “hayır” diyelim, “filan” diyelim. Mutlaka… Yani gazetede mi okumuyoruz? Bekir Bozdağ, dün “Parlamentoya başkanlık sistemini içeren 22 maddelik bir şey verdim.” diyor. Söylüyor, kendi açıklıyor. Biz diyoruz ki böyle bir şey yok, şaka. Yasamadan başlayalım gidelim. Bizim en doğal… Yürütmeyi verdin, hepsini vermedin; eksik, yanlış verdik, doğru verdik… Sonuç itibarıyla, samimiyetle burada anayasa yapıyorsak ya biz neyi savunacağız? Yasamanın bir sürü maddesi var doğrudan doğruya hükûmet sistemine bağlı. Şimdi o arada Bekir Bozdağ da diyor ki: “Biz anayasa taslağımızı verdik.” Biz burada “Yok, yok, vermedi. Yasamadan başlayalım şimdi, kuruluş kaç kişiden…” Kavga edelim “550 mi olur, 540 kişi yeterli midir?” diye. Bir siyasal sistem var. Bütün bunlar olurken Sayın Başbakan da diyor ki: “Ya bunlar yapamaz, ben alacağım, gideceğim.” Ben bunu siyasi bir amaçla söylemiyorum, bunu biliyoruz ama bu kadar bilinmezli bir yerde “Biz yasamadan başlayalım, dur şimdi öbür maddeler geçmesin…” Bence de, aynı kanaatteyim. Bugün başlayalım, katalog dışını -bir kere nerede anlaştık bunu- bitirelim çünkü biz bu olmadan temel hak ve özgürlükler yok diyoruz. Yani bize göre, yoksullara korunma hakkı olmadan -bize göre bu böyle- toprak mülkiyeti olmadan, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler korunmadan, anayasada bir hüküm olmadan biz anayasa yapmamış sayarız kendimizi diyoruz. Dolayısıyla bunları yapalım, arkadan, herkes söylesin yani biz Bekir Bozdağ’a mı inanacağız? Sizlere inanıyoruz tabii ki. Diyeceğiz ki, kardeşim, biz şu sistemi savunuyoruz, o yüzden de yürütmeyi vermiyoruz. Biz de bilelim ki yasama organını tartışırken tek meclis mi, iki meclis mi? Sistem bu olacaktır, kafalarındaki de budur, ona göre tartışalım. Şimdi siz ne deseni ben başkanlık sistemine göre tartışacağım; “Tek meclis şu kadar olur.” dediğinizde başkanlık sistemini getirmek istiyorlar, o yüzden biz bunu kabul edelim diyeceğim, bir denge mekanizmasında bunu kuralım diyeceğim. Dolayısıyla hiç bunlar yokmuş gibi ne olur yapmayalım, cumartesi de çalışalım, amma velakin, bir; şu kataloğu bitirelim, kırmızıları bitirmeye çalışalım, o arada istersek beş komisyon daha kuralım yasama, yürütmeyi tartışsın ama kafada bilelim. Yasamanın 1’inci maddesine başlarken bizim hedeflediğimiz, partilerin hedeflediği, tartışmamız gereken başkanlık, yarı başkanlık, parlamenterdir. İki: Eğitimi tartışırken bilelim ki bu, açlık grevlerine doğrudan doğruya bağlıdır.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi ben kısa bir söz alabilir miyim.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Müsaade eder misiniz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii ki ama ben de kısa bir şey söyleyeyim.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Pardon, buyurun.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir saniye… Fazla bir şey değil.
Süheyl Bey, Bekir Bey’in “Bunu verdik.” demesi ayıp bir şey değil herhâlde, değil mi? Bekir Bey de…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ayıp, ayıp…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Niye ayıp?
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Siz buradayken…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Öyle şey olur mu, ne demek…
Bakın, niye “getirmedik” diyor Ayla Hanım; siyasi karar verilecek, partide görüşülecek. Biz de tabii kendi önerimizi partinin yetkili kurullarında görüştük, bir. İkincisi…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Değerli Başkan, ama dikkat edin…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir dakika…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – …önerilerimizi hep biz getiriyoruz, dikkat edin. Hiç Bekir Bozdağ ya da bizim Genel Başkanımız teklif falan vermedi. Net konuşalım.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bekir Bey’in bir şey verdiği, getirdiği yok. Bunu zaten biz verdik, 3’ümüz verdik buraya.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Öyle mi?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii ki. Pazartesi günü verdik bunu.
İkinci husus: Burada “Yok, yok, öyle bir şey vermedik.” diyen oldu mu? Ben demedim. Duymadım, duymadım yani buradaki danışmanlar da demedi. Biz pazartesi günü önerimizi verdik. Çok açık bunu söylüyoruz, Bekir Bey’in de söylediği bundan farklı değil. Biz başkanlık sistemini esas alarak yasamayı yazdık. Şimdi yasamaya bakınca zaten bu anlaşılacak bir şey ve bize göre yasamayla yürütmenin birbirinden ayrı olarak yazılması bu sistemi benimseyenler açısından daha kolay, bunu siz de bilirsiniz, yani parlamenter sistemde iç içelik daha fazla olduğu için belki “ayıramayız” diyebilirsiniz, beraber vermemiz gerekebilir. Başkanlık sisteminde bunlarda tam bir ayrılık söz konusu olduğu için daha kolay ayrı yazılabilir.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ayıramaz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buradaki mesele -tabii, ilişkiler var ayrı- işte tutanaklarda da var, konuşmuşuz, “yasama” yazılacak demişiz. Hatırlarsanız burada Cemil Bey’in toplantısında sıralama vardı; yürütme 3’üncü sıradaydı, yasama 2’nci sıradaydı, orada da onu ayırmışız. Bizim kendi karar verdiğimiz, “Sıra böyle olsun.” dediğimiz bir çalışma o. “Yasama” demişiz… Diyebilirsiniz ki “Biz ayıramadan yazamıyoruz.” veya “Bize göre yazılmaz.” Amenna, kimsenin diyeceği bir şey yok, yazan yazar yani buna da karışamazsınız.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun Sayın Toskay.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi şurada konuştuğum kesinlikle siyasi değil, teknik olarak meseleye yaklaşıyorum. Burada anayasa yapma konusunda müzakere eden bir komisyon var, bu komisyon gökten zembille inmedi buraya. Siyasi partilerin liderlerinin uygun görmesiyle görevlendirilmiş olan kişileriz. Şimdi siyasi partiler, o zaman, bu Komisyonla ilgili konularda komisyonu dikkate alarak davranmak zorundalar; birinci madde bu -teknik olarak söylüyorum, siyasi olarak değil- ikincisi, açlık grevleriyle ilgili. Parantez içinde söylüyorum: Bir tek insanın, vatandaşımızın kılına halel gelmesinden büyük üzüntü duyarız. Bunu da ifade ettikten sonra şunu söyleyeyim: Açlık grevleri… Bir başka parti de bir başka türlü eylem yaparak, anayasada da doğrudan doğruya ilgili konularda birtakım talepleri dile getirerek bir eylem yaparsa biz devamlı olarak bu dışarıdan müdahaleye… Başbakanınki de dışarıdan müdahaledir -teknik olarak söylüyorum, siyasi olarak söylemiyorum- bu da dışarıdan bir müdahaledir. O zaman bu işi burada nasıl götüreceğiz? O zaman demek ki dışarıdan kim güçlü müdahalede bulunursa siyasi veya başka bir şekilde, buradaki bazı konuların netleşmesini sağlamaya çalışacak. Dışarıdan yapılan bu müdahale… Yürütmeyle şu anda bu problemin çözülmesi için müzakere hâlinde. Bunun teknik sonucu şudur: “Sizin Komisyonunuzun dışında biz bir şeylere karar veriyoruz.” demektir. Bu Komisyon bunu kabullenecek mi, kabullenmeyecek mi; buna bir karar verelim hep beraber.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Selin Hanım, buyurun.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Şimdi, tabii, tartışma başka bir mecraya seyrediyor ama ben teknik bir mesele üzerinde konuşmak istiyorum. Anlaşılan, son toplantıdaki yasama ve yürütmenin birlikte değerlendirilmesi meselesini bir Yavuz Bey’le ben konuşmuşuz.
ATİLLA KART (Konya) – Tutanakları ben anlatacağım şimdi, tutanakları okuyacağım.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Herhâlde biz hayal âleminde falan konuşmuşuz bunu, bizden başka anımsayan yok.
Velev ki ben çok iyi hatırlıyorum bu konuda kimsenin itiraz etmediğini, yasama ve yürütmenin katalogla birlikte getirilmesi gerektiğini, birlikte konuşulması gerektiğini çünkü teknik olarak da zaten bunun birlikte yapılması lazım. En basitinden, yasama içerisinde Parlamentonun yetkilerini, Parlamentonun yürütme organını denetim yollarını tartışırken bile yürütmeye geçmemiz lazım, yürütmeyi konuşmamız lazım, bu ikisi birbiriyle bir bütün. Teknik olarak birini ayırıp “Hayır, biz sadece ‘yasama’ dedik, ‘yasama’yı koyacağız, onu konuşacağız. Hadi bir başlayalım yasamanın 1’inci maddesinden.” diye bir tartışmaya girmek teknik açıdan sakıncalar doğuracak kanısındayım. Birinci olarak o. İkincisi: Bizim son alt komisyon toplantısında bu katalog dışı maddelerin müzakeresini ikinci komisyona havale etmemizin nedeni sosyal ve ekonomik hakları baştan itibaren ele alan komisyon ikinci komisyondu. Bu komisyon, söz konusu maddelerde ne tür müzakereler yaptı, ne tür gelişmeler oldu; bilenler onlar, birinci komisyon buna son derece yabancı, dolayısıyla buna başlayan üyeler bu çalışmayı devam ettirsin diye düşünmüştük. Tabii ki birinci komisyon bunu devralabilir, ikinci komisyon yasama ve yürütmeyi yapabilir ama hani işin kolaylığı açısından ikinci komisyonun buna devam etmesi gerektiğini söylemiştik.
Bunun da kayda geçmesini istedim. Teşekkür ederim.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ayla Hanım, buyurun.
AYLA AKAT (Batman) – Başkan, açıkçası, yazma iradesi olduktan sonra -yasama ya da yürütme- bu konuda bir sonuç açığa çıkarma iradesi olduktan sonra bunun şekli, tekniği açısından bir sorun yaşanacağını düşünmüyorum. Önemli olan, o iradenin açığa çıkması ve bu iradeyi sakatlayacak nedenlerin de ortadan kalkması. Ben çok üzülerek ifade ediyorum: Sayın Bal ifade etti, “münferit” ve “konjonktürel” dedi. Evet, konjonktürel olarak karşı karşıya olduğumuz bir gerçek var, açlık grevleri gerçeği. Biz siyasi parti olarak buna sırtımızı dönemiyoruz, böyle bir gerçekliğimiz var. Son bir aydır teyakkuz hâlindeyiz. Bölgede bizim eylemimiz -Tuncay Hocam dedi ki: “Dışarıda eylem yapan…”- söylemimizle paraleldir, bizim eylemimiz ölümler olmasın diyedir ama -bunun kararını- cezaevlerinde bu üç talep ekseni, açlık grevine girme kararı cezaevinin kendi iradesiyle açığa çıkardığı bir eylemdir. Bizim eylemimiz “ölümlere sessiz kalmayacağız” eylemidir. Son bir aydır bayram dâhil bunun çalışması içerisinde olduk ama bu iradede de sakatlandı. Mesela, geçen hafta sonu 3 Kasım itibarıyla Diyarbakır’da yapacağımız miting, “ölümlere sessiz kalmayacağız” mitingi Valiliğin kararıyla yasaklandı. Böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Özellikle son on beş gündür artan gerginlik, açığa çıkan gözaltılar, tutuklamalar; bunlar sonuç itibarıyla belli bir taban içerisinde gerçekleşiyor ve biz buna sırtımızı dönerek, çok rahat bir şekilde, o üç talebin buranın konusu olduğunu bile bile… Ve bu taleplerden ikisi bu ortamda konuşuldu, biz tartıştık, “temel hak ve özgürlükler” kısmında tartıştık. Komisyonun bu konudaki iradesi açığa çıkmıştır. Biz bu konuda da siyaseten çok güçlü değiliz. Gidip cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerle görüşürken “Ana dil konusunda müsterih olun, bu konuda adım atılacak.” diyebilecek gücümüz yoktu. Söyleyemedik ama inandığımız için “Biz bunu sizden devralıyoruz, bunu tartışacağız, bunu yapacağız, bunu başaracağız.” noktasında güç vermeye çalıştık. Ama ortada bir irade var, bunu görmek gerekiyor ve bu olay asla münferit bir olay değil. Eğer bugün Türkiye'nin bütün cezaevlerinde 10 bin tutsak süresiz, dönüşümsüz açlık grevine girmişse bu münferit bir olay değildir. İsterdik münferit olmamasını ama hiç gereği yokken Sayın Başbakan 2002’de, 2003’de söylediği şeyleri unutarak kalkıp idam tartışmalarını gündeme getirince olay bu noktaya gelmiştir, bu noktaya varmıştır. Dışarıdaki siyasetin nasıl dışarıdaki eylem ve etkinlikleri etkilediğini ve özellikle Anayasa Uzlaşma Komisyonun gündemi olan, “temel hak ve özgürlükler” kısmında da bizim ele aldığımız ana dilde eğitim başta olmak üzere, ana dilde savunma hakkı başta olmak üzere birtakım maddelerle de ilişkili bir şekilde nasıl tabanı etkilediğini bizler biliyoruz. Biz de isterdik, bu Komisyona otururken bu Komisyonda Türkiye'nin cumhuriyet tarihi boyunca var olan, beraberinde isyanları, beraberinde katliamları getirmiş gerçekliklerine ayna tutmayı, yüzleşmeyi, yüzleşmeyi sağladıkça da çözüm üretmeyi biz de isterdik ama ne yazık ki bunun bir parçası olamadık. Biz söylemiyoruz, bize her mikrofon uzatıldığında biz bu masanın uzlaşma kültürüyle kurulmuş olmasını çok önemsediğimizi, farklı düşündüğümüzü ama uzlaşma amacıyla bir arada olmanın Parlamentoda grubu bulunan siyasi partiler açısından çok önemli olduğunu söyledik ama Sayın Başbakan geçen hafta diyor ki: “Bir ümidimiz yok, oradan bir şey çıkmaz. Yürürse CHP’yle, MHP’yle, hangisiyle yürürse devam ederiz.” Şimdi böyle bir gerçeklikle -ki yine buradaki iradeden, burada açığa çıkan iradeden kasıtla söylüyorum- burada her siyasi parti şunu koydu: Dışarıda siyasi parti liderleri farklı düşünceler ifade edebilirler, bizim Komisyonumuzun çalışma hukuku, çalışma barışı etkilenmesin. Biz de o çerçevede bu masadayız. Ne kadar zorlandığımızı Komisyonun buradaki teşekkül şeklinden anlarsınız. Biz burada olmadığımızda farklı çalışmalardayız ve gerçekten zorlanıyoruz. Direkt bu çalışmadan beklentisi olan tabanla iç içeyiz, o tabanın sorularına cevap aramaya çalışıyoruz ve biliyoruz ki burada ana dili biz tartıştığımızda tabana nasıl yansıyor, biliyoruz ki burada ana dil noktasında herhangi bir mesafe katedemediğimizde Türkiye’de toplumsal barış nasıl sağlanamamış ama nasıl tehdit altında; bunun farkında olarak bu masada oturuyoruz. O yüzden şu an yürüttüğümüz, teknik olarak birinci komisyon, ikinci komisyon… Buradaki irade eğer bir çözüm iradesi olsaydı değil üç komisyon altı komisyon kurardık, yarım gün, yarım gün çalışırdık, bütün arkadaşlarımız burada olurlardı ama buradan bir şey çıkmıyor ve biz tabanımız karşısında tabii ki zorlanıyoruz. Şunu da hatırlatmak gerekir: Her siyasi partinin bir yeni anayasa talebi vardı. Her siyasi parti yeni anayasa yapma iradesini halkın onayına sundu ve halk da buna onay verdi siyasi partiler açısından. O nedenledir ki burada bir uzlaşma komisyonu kuruldu. Biz -bugün değil, bir yılı aşkın bir zamandır bu Komisyon çalışıyor- her defasında şunu çok net ifade ettik: Ülke yangın yeriyken üzerine çatı kuramıyoruz. O yangının önce bir söndürülmesi gerekir diye de çok net bir şekilde ortaya koyduk. Üç gün cenaze törenlerinde, iki gün burada çalışıyoruz. Üç gün toplumsal eylemlerde açığa çıkan sonuçlarla ikinci gün burada çalışıyoruz. Çok mu normal bir şey Türkiye’de siyasi partilerin genel başkanlarının, siyasi partilerin eş başkanlarının, milletvekillerinin her gün toplumsal olaylarda kötü muamele ve işkenceye maruz kalması? Çok mu güzel bir şey? Böyle bir ortamdayız ama buna rağmen burayı bir çözüm iradesi olarak görüyoruz. Hâlâ buradayız, hâlâ bu noktadayız. O yüzden tartışmalarımızı yürütürken gerçekliğe sırtımızı dönmeyelim. Ortada bir gerçek var, bu gerçeği görmek durumundayız. Bugün içinde bulunduğumuz sürecin nelere evrileceğini de görmek durumundayız. 12 Eylül itibarıyla açlık grevine başlayan arkadaşlarımız, artık, ölüm eşiğinde; bu münferit bir şey değil. Belki son üç gün içerisinde bu sayı 10 bine ulaştı ama 12 Eylül itibarıyla açlık grevinde olanların ölümün sınırında olduğunu unutamıyoruz biz.
Ve yine şu da bir gerçek: Burası Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve tabanın beklentilerine cevap olabilecek bir çalışmayı ortaya koymakla direkt yükümlü. BDP olarak nasıl bir eylem örgütledik? Biz bu ortaya koyacağımız talepleri halkın onayına sunalım, halk bir destekle kendi iradesini ortaya koyarak Anayasa Uzlaşma Komisyonunun önüne koysun istedik, bu da vali kararlarıyla yasaklandı, Hükûmetin iradesiyle, vali kararlarıyla yasaklandı. BDP’nin bu masada tartıştığı şeylerin toplumsal desteğinin açığa çıkmaması için yasaklama kararlarıyla karşılaştık biz. O yasaklama kararlarını Hükûmete bağlı valilikler verdi. Neydi? Bir imza kampanyasıydı. Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalıştığında bu taleplerin arkasındaki halk desteği açığa çıkmasın diye valilikler yasaklama kararı koydu; bizim eylemimiz budur, demokratik olandır ve insan yaşamına herhangi bir şekilde zarar vermeyecek eylemlerdir ama şu an en önemli hak olan yaşam hakkı kişilerin kendi iradeleriyle tehdit altındadır. Biz görüştük, oradaki iradenin de farkındayız. Ne yazık ki bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olarak ben çarşamba, perşembe, cuma günü üç ayrı ilde dört ayrı cezaevi gezdim. Cezaevlerinde açlık grevindeki hiçbir eylemciye “Tabii ki yaşamlarınız bizim için çok önemli. Sizlerin herhangi bir şekilde yaşamlarınıza mal olacak bir sürecin gelişmesine biz izin vermeyeceğiz. Hepiniz bizim için ayrı ayrı çok önemlisiniz.” dedik ama tabii ki onların siyasi beklentilerinin açığa çıkarabileceği olumlu sonuçların farkında olmakla beraber, o beklentilere cevap olabilecek bir pratiğin içerisine bu Komisyonda giremiyoruz. Bunun da farkındayız.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ayla Hanım…
AYLA AKAT (Batman) – O yüzden, Sayın Başkanım -hani affınıza sığınarak söylüyorum- belki “Bu Komisyonun bir görevi değildir.” diyebilirsiniz çünkü bu tür tartışmalardan Komisyonumuz ısrarla kaçtı, “Bizim gündemimiz değil.” dedi ama aslında bu Komisyonun gündemi. Biz ana dili tartıştık. Biz siyasi partilerimizi zorlayabilirdik, o süreçte eş başkanlarımızı ya da diğer siyasi parti liderlerini de bu sürecin içine katabilirdik, tercih etmedik. Belki bu Komisyon “temel hak ve özgürlükler” kısmında ana dil meselesinde bir uzlaşma zemini yakalayabilseydi belki bu eylemler gelişmeyecekti 12 Eylül itibarıyla. O yüzden bizden bağımsız, konjonktürel değerlendirebileceğimiz bir sonuç değildir; cumhuriyet tarihiyle bağlantılı bir sorundur. Bugün gelmiş olduğu nokta bizim açımızdan kabul edilebilir değildir, açlık grevleri. Siyasi parti olarak bunun karşısında çok zorlandığımızı belirtmek istiyoruz ama ortada bir irade vardır, bu irade de kendini bu şekilde ortaya koymuştur. Bu siyasal operasyonları yani son üç buçuk yıl içerisinde partimizin üyelerini, yönetilmişlerini, seçilmişlerini cezaevine koyan irade, siyaseti bu kadar güçsüzleştiren irade herhâlde bu kadar nitelikli kadronun cezaevinde olmasının bu tür eylemleri de beraberinde getireceğini kestirmiştir. Şu an Hükûmet karşı karşıya olmayı kestirmediği, düşünmediği bir gerçeklikle karşı karşıya değildir. Bunların hepsinin belli şekillerde, belli ölçülerde önceden takdir edildiğini ama arkasındaki halk desteği noktasında belki dikkate alınmadığını…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ayla Hanım, bu tartışmayı yapacak mıyız?
AYLA AKAT (Batman) – Yapalım Sayın Başkan.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – “Burada yapalım.” diyorsunuz.
AYLA AKAT (Batman) – Yapalım, evet.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İsterseniz ben tatil edeyim, oturalım, orada tartışalım yani bu Komisyonun gündemi bu değil ki.
AYLA AKAT (Batman) – Yok, yok, Komisyonun… Bakın, siz “Komisyonun gündemi değildir.” dedikçe…
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan, burada tartışma yapacaksak hepsi kayda geçsin.
AYLA AKAT (Batman) – Evet, mutlaka kayda geçmesi gerekiyor.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Gündem bu değil ki. Bizim de tabii ki fikrimiz, görüşümüz var bu konuyla ilgili, değerlendirmemiz var.
AYLA AKAT (Batman) – Tabii ki dinlemek isteriz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hepimizin sizin gibi düşünmediğini siz de takdir ediyorsunuz burada.
AYLA AKAT (Batman) – Bu masanın etrafında oturduğumuzda aynı şekilde düşünmediğinizi biliyorum.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, biz de açıklayalım o zaman, yarım saat, bir saat kendi partimizin görüşlerini açıklayalım konuyla ilgili.
AYLA AKAT (Batman) – Biz burada otururken zaten farklı düşündüğümüzü bilerek oturuyoruz Sayın Başkan.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam ama yani bu konu değil ki bu. Partilerden bahsediyoruz, siyasi partilerden. Siyasi partiler bizi burada siyasetin genel meselelerini tartışmak için görevlendirmemiş, burada bir iş için görevlendirmiş. Bir taraftan diyorsunuz “Sayın Başbakan, işte güvensizlik…” E siz diyorsunuz “Bu Komisyondan bir şey çıkmayacağına inanıyoruz ama ona rağmen geliyoruz.” falan… Az önce ifadelerinizde var bunlar.
AYLA AKAT (Batman) – Bakın, biz bu Komisyonda neyi tartıştığımızı, hangi ölçülerde…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır, sizin dediğinizin de….
AYLA AKAT (Batman) – …sonuca vardığımızı bilerek yine bu Komisyondaki uzlaşma kültürünü önemsiyoruz ve varız dedim.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Anladım, tamam, böyle düşünebilirsiniz.
AYLA AKAT (Batman) – Farklı bir noktaya çekmeyelim.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ama yani bu konuyla ilgili olarak görüşlerimizi hepimiz açıklamaya kalkarsak o zaman burada bu maddeleri, bu katalogları tartışmamamız lazım.
AYLA AKAT (Batman) – Sayın Şentop, bu konu, dediğimiz konu basit bir konu değil. Farkında mısınız, değil misiniz bilmiyorum ama son bir aydır içinde bulunduğumuz süreci bir değerlendirin, siz İçişleri Bakanlığından bir sorun: Kaç tane basın açıklaması, kaç tane yürüyüş, kaç tane miting oldu? Kaç tane gözaltı, kaç tane tutuklama gerçekleşti? Kaç kişi gaz bombasından yaralandı?
Dostları ilə paylaş: |