3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə6/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72

  • Şimdi, değerli arkadaşlarım, nasıl bir anayasa? Kamuoyunda bir kere çok rahat, çok geniş tartışılan bir değişiklik sürecini yaşıyoruz. Dolayısıyla bu konuda söylenecek çok söz var, sadece özetleyerek huzurunuza geldik. Bunların ayrıntıları eminim ki başka kuruluşlardan gelmiştir, gelmeye de devam edecektir.

  • Evvela, Anayasa’mız temel hak ve özgürlükleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri doğrultusunda güçlendirmeli, birinci söyleyeceğim bu.

  • İkincisi, demokratik rejimi, parlamenter sistemi güçlendirmeli. Yani buradan, bugüne kadar su yüzüne çıkmamış bir tartışmayı kastederek söylüyorum: Başkanlık sistemini biz TESAV olarak düşünmedik bile. Sayın İyimaya bilir, bizim Vakfımıza çok katkıları vardır. Birlikte yaptığımız sistem tartışmalarında, panellerde bu görüşümüzü hep dile getirmiş idik, vakıf olarak. Dolayısıyla demokratik rejimi, parlamenter sistem güçlendirmeli yeni anayasamız.

  • Yargı bağımsızlığını güvenceye almalı. Bugün Türkiye’de bir ciddi sorun da yargı bağımsızlığı üzerindeki tartışmalardır ve bu konuda yine hızla toplumda ortaya çıkmış olan kutuplaşmadır. Yargıya güvenmeyip de nereye güveneceğiz? O nedenle, yargı bağımsızlığı konusunu da bu anayasa güvenceye almalı. Anayasanın sahipleri olacak yurttaşlar, bizler, o anayasada yargı bağımsızlığının güvencesini görebilmeliyiz.

  • Üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliğini savunmalı anayasamız. Bizim şimdiki Anayasa’mızda bilimsel özerkliğe işaret edilmiştir ancak idari özerklik yoktur. Biraz sonra söyleyeceğim. İdari özerklik şundan dolayı yok: YÖK’e devredilmiş durumdadır idari yetkiler.

  • Bir başka konu, merkezî ve yerel yönetimlerin uyum içinde çalışmalarını sağlamalıdır Anayasa’mız.

  • Şimdi, bu girişten sonra öneriler bölümüne geleyim. Burada da kısa kısa, meramımızı anlatmaya yeteceğine inandığımız kısalıkta önerilerimizi size sunacağım.

  • Bunlardan birisi, değiştirilemez hükümlerle ilgili görüşümüz. Demin girişte bir nebze söylemeye çalıştım. Anayasa’nın ilk dört maddesi korunmalıdır, toplumda yeni bir tartışmaya yol açmamalıdır. Şunu söyleyeyim: Anayasa’nın ilk dört maddesinde meramı anlatabilmek, düzgün Türkçeye oturtabilmek açısından bazı revizyonlar gereklidir, ancak toplumda bu konuda bir uzlaşmayı sağladıktan sonra. Çünkü virgülüne dokunulduğu takdirde –biraz sonra bir virgül önerimiz olacak bizim de– demin dediğim kuşkuların güçlenmesi gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya olacağız. Çünkü unutmayalım ki bu anayasa kamuoyunun ne kadar geniş kesimi tarafından sahiplenilirse o kadar uzun ömürlü olmaya adaydır.

  • Geçmişten çok verdiğim bir örneği tekrarlamak istiyorum. Bana göre, bizim anayasalarımız içinde en liberal olanı 1961 Anayasa’sıdır. 61 Anayasa’sına sağ partiler çıktığı günden beri karşı olmuştur. Bunların başında da Sayın Demirel gelir. Niçin Sayın Demirel örneğini verdiğimi söyleyeceğim. Sayın Demirel bu Anayasa’ya karşı geldikten sonra, 12 Eylülden sonra yasaklılık dönemimizde –ben de on yıl yasaklıydım- şunu söylemek ihtiyacını duymuştur: “Ya, en iyi anayasamız bu Anayasa’ydı.” Öyleydi de niye karşı çıktınız? Ben onun gerekçesini şöyle buluyorum: Değerli arkadaşlarım, bu Anayasa’nın yapılma sürecine sağ partiler katılmadı. İki büyük partiden biri, Demokrat Parti kapatılmıştı. Mensupları Yassıada’da davalıktı, mahkemeleri yapılıyordu, davaları sürüyordu. Toplumun sağ kesimleri kendilerini dışlanmış hissettiler. Siz, böyle bir sürece katmadığımız zaman sahip çıkmasını da bekleyemiyorsunuz. Katılım benim için çok yürekten inandığım bir süreçtir. Katılımın iki büyük erdeminden birisi, yanlış yapmaktan korumasıdır, yanlışlarınızı asgariye indirmesidir ortak akıllıdan yararlanabildiğiniz ölçüde. İkincisi de kattığınız, sürece kattığınız herkesin ortaya çıkan esere sahip çıkmasıdır. Anayasa çalışmalarında bu hususu bir an bile gözden uzak tutmamak lazımdır.

  • Resmî dille ilgili demin “Bir virgülüne biz de dokunmak istedik.” sözümün şimdi buraya yansımasını söyleyeyim: 3’üncü maddenin birinci fıkrasında “…Dili Türkçedir.” yazıyor. Yani anlatılıyor, devlet dili Türkçedir deniliyor. Şimdi, o maddenin kenar başlığı resmî dil. Onun için, o ifadeye uygun olarak, karışıklıkları da önlemek için “…resmî dili Türkçedir.” diye düzeltilmesini önermekteyiz.

  • Şimdi, egemenlik konusunda, 6’ncı madde egemenliği anlatıyor. Orada bize göre eksik olan bir şey ulus üstü anlaşmalar, Avrupa Birliği gibi. Bu anlaşmalara girdiğimiz takdirde egemenliğin nerede kaldığıdır. Orada da bir önemli şey, egemenliğin ulusal üstü yetkileri bulunan uluslararası kuruluşlara girilmesi hâlinde, egemenlik hakkının uluslararası planda diğer üye devletlerle eşit koşullarda kullanılacağı belirtilmelidir ki örneğin, herhangi bir Hükûmet, peki ben bu imtiyazlı ortaklığa Avrupa Birliğinde razı oldum dese bile Anayasa’nın koyacağı bu engeli aşamamasıdır ve egemenlik, hepimizin egemenlik anlayışına da uygun olduğunu kanısındayım.

  • Şimdi, kadın-erkek eşitliği konusunda kadınlara ayrıcalıklı durum sağlanması konusunda Anayasa’mızda hükümler var. Ancak siyasette kadının eşitlik sağlayabilmesi, birtakım ayrıcalıkların kendilerine tanınmasıyla mümkündür. Şu anda bizim Parlamentomuzda kadın oranı yüzde 10; 9,1. Bu İskandinavya’da yüzde 47-48, İsveç’te oraya kadar çıkıyor. Bir Afrika ülkesinde, Ruanda’da zannediyorum 50’nin üstünde ama onu saymıyorum. Ama demokrasinin gerçekten işlediği yerde durum bu. Öbür devletler, ülkeler arada yer alıyor.

  • Yerel yönetimleri hiç konuşmuyoruz. Yerel yönetimlerde, muhtarlıklarda, köy muhtarlıklarında yüzde 1’in altı, belediye başkanlarında yüzde 1’in altı kadın oranı. Meclislerde, belediye meclislerinde yüzde 3,5. Hafızam beni yanıltmıyorsa, belediye il genel meclislerinde yüzde 1,5 civarında kadın üye. Bu, bir demokrasinin sağlıklı işlemesi açısından çok düşük oranlardır. Siyaset hakikaten zor iştir -içinden geldiğim için çok iyi biliyorum- meşakkatli iştir, kadınlar açısından zor iştir, teşvik edilmeleri gerekir. O nedenle, 10’uncu maddeye “Seçim kanunlarında kadın ve erkeklerin Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yerel yönetim meclislerinde eşit oranda temsilini kolaylaştıracak düzenlemeler yapılır.” -yani bir özendirici madde, seçim kanunları için- ibaresinin, hükmünün konulması gerektiği inancındayız.

  • Gene 10’uncu maddeye, bu eşitlik maddesine eklenecek bir hüküm de kamu hizmetlerinin tüm yurttaşlar için eşitlik ilkesine uygun olarak yapılacağı belirtilmelidir. Bunları koyarken içinde bulunduğum düşünce ortamını da sizlere sunmak isterim.

  • Bu kadar ayrıntılı bir anayasa ancak bizim gibi gelişmekte olan demokrasilerde olur, ileri demokrasilerde bu kadar ayrıntı konulmaz. Bildiğiniz gibi, İngilizlerin anayasaları dahi yoktur ki değişikliği için uğraşsınlar.

  • Efendim, fırsat eşitliğinin önemli bir kavram olduğu, önemli bir kurum olduğu inancındayız. O nedenle eşitlik maddesine fırsat eşitliğini de eklemek gerektiği inancındayız.

  • Şimdi, Anayasa’nın 42’nci maddesi eğitim öğrenim dili. Türkiye’de hâlen bu konuda ciddi tartışmalar var. Bu ciddi tartışmalar, ana dilde eğitim tartışmalarında odaklanıyor. Bizim görüşümüze göre, 42’nci maddenin son fıkrasında, eğitim ve öğrenim dilinin Türkçe olduğu ancak halkın günlük yaşamında kullandığı dillerin seçmeli ders olarak okutulabileceği belirtilmelidir, düşüncemiz bu.

  • Bir başka değişiklik önerimiz, kamu görevlileri sendikaları… Anayasa’nın 53’üncü maddesinde, kamu görevlileri sendikalarına ilişkin olarak 1995 yılında yapılan düzenleme 2010 yılındaki Anayasa değişikliğiyle kaldırılmıştır. Böylece bu sendikaların anayasal temeli ortadan kalkmıştır. 1995’te yapılan düzenleme, “kamu görevlileri sendikaları” kenar başlığıyla yeni bir madde olarak anayasaya konulmalıdır.

  • Üzerinde önemle durulan bir başka husus, Türk vatandaşlığı, bunun nasıl tanımlanacağı. 66’ncı maddenin birinci fıkrasında şöyle bir değişiklik öneriyoruz: “Türkiye Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese, hiçbir etnik fark gözetmeksizin -vurgusunu yapmanın gerekli olduğu inancındayız- Türk denir. Bir daha okuyayım: “Türkiye Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese, hiçbir etnik fark gözetmeksizin Türk denir.” biçiminde düzenlenmelidir. Yani bu “etnik fark gözetmemek” durumunu özellikle vurgulamak gerektiği inancındayız.

  • Şimdi, Anayasa’nın 67’nci maddesinde, yurt dışındaki yurttaşlarımızın oy kullanma hakkı belirlenmiş bulunuyor. Şu anda bu mekanizma biliyorsunuz şöyle işliyor: Vatandaşlarımız orada oylarını kullanıyorlar. Ki hâlâ orada verilen oylar sisteme katılamadı, inşallah önümüzdeki süreçte Yüksek Seçim Kurulunun sözüdür. Yani 2011 seçimleri biter bitmez yayınladıkları, bitmeden önce hatta… “Bu sefer yetiştiremedik ama bir dahaki seçime yetiştireceğiz.” demişlerdi. Şimdi, yalnız yurt dışındaki yurttaşlarımızın oyları kendi adlarına parlamentoya yansımıyor. Türkiye’deki seçimlere, yasada tarif edilen biçimiyle aldıkları oylarla orantılı olarak dağıtılıyor. Yani yurt dışındaki 2,5 milyonu aşkın yurttaşımızın Parlamentoda temsilcisi yok. Bu konuda bazı itirazlar var, biliyorum. “Yurt dışındakiler bizim siyaset sürecimizi ne kadar yakından izleyebilir ki.” diyenler de var ama oy hakkını veriyorsunuz zaten, onu verirken çok da tereddüt etmemişsiniz. Kaldı ki dünya çok küçüldü değerli arkadaşlar. Sabahleyin televizyonlarda dünyanın her tarafında olan her şeyi anında evinize gelmiş olarak görüyorsunuz. O nedenle, dışarıda bir yurt dışı seçim çevresi ihdası ile oralarda hesaplanacak kanundaki hesap yöntemiyle kaç milletvekili çıkaracağını belirlemek gerekiyor.

  • Buradan ifadeyi tekrar okuyorum: 67’nci maddenin ikinci fıkrasına eklenecek bir hükümle, yurt dışı seçim çevresi oluşturulmalı, böylece yabancı ülkelerdeki vatandaşlarımıza kendi temsilcilerini Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderme olanağı verilmelidir. Ayrıca buraya, yurt dışındaki seçmenlerin konsolosluklarda, gümrük kapılarında, elektronik sistemle ya da mektupla oy kullanabilecekleri hükmü eklenmelidir. Başlangıçta bu hüküm vardı, Anayasa Mahkemesi mektup bölümünü iptal etti. Ancak, biz, yine ileride ihtiyaç olabileceği düşüncesiyle bunun yeni anayasa düzenlemesinde yer alması gerektiği inancındayız, öyle öneriyoruz.

  • Siyasi partilerin kapatılmaları… Çok tartışılan bir konu da siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerdir. Genel eğilim, zaman içinde gelişen genel eğilim, bu kapatılma rejiminin biraz daha esnetilmesi, kapatılmanın zorlaştırılması yönünde olageldi. Onun için oradaki önerimiz şu: Kapatılmaya ilişkin hükümler Venedik kriterleri doğrultusunda yeniden düzenlenmeli, kapatma nedenleri belirlenirken şiddeti savunma ya da amaca ulaşmak için şiddet kullanma unsurlarına ağırlık verilmelidir.

  • Yasama dokunulmazlığıyla ilgili olarak da bir başka yani o konuda da şöyle bir önerimiz var: Milletvekilleri Anayasa’nın 76’ncı maddesindeki seçilmeye engel suçlardan birini işlemeleri hâlinde dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek olmaksızın tutuksuz olarak yargılanabilmelidir. Yargılama, Yargıtayın ilgili ceza dairesinde yapılmalı, temyiz için Ceza Genel Kuruluna başvurulmalıdır. Bu husustaki düzenleme, Anayasa’nın 83’üncü maddesinde yer almalıdır.

  • Kamuoyu gündeminde son seçimlerden itibaren yerini almış ve ağırlıklı bir tartışma konusu da tutuklu iken seçilen milletvekillerinin durumundur. Bir önceki seçimde, 2007’de bir olumlu örnekle karşılaştık: Tutuklu iken milletvekili seçilen arkadaşımız tahliye edildi, Parlamentodaki görevine devam etti, davası sürdü sanıyorum. Buna karşılık, bu seçimlerde hâlen 8 milletvekili tutukluluk hâllerinin devamı nedeniyle yemin dahi edemediler, ciddi bir konu. O nedenle, o konuda önerimiz şu, yine 83’üncü maddeye şunun eklenmesini öneriyoruz: Tutuklu iken milletvekili seçilenlerin derhâl serbest bırakılması, seçimden önce soruşturması başlamış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesi kapsamındaki davalarda yargılamanın tutuksuz olarak sürmesi ve dava sonucunda verilecek karara göre işlem yapılması yolunda bir düzenleme önermekteyiz.

  • Efendim, bir ciddi konu, Cumhurbaşkanının seçilme, seçimi ve yetkileri. Evvela giriş bölümünde genel bakışımızda anayasaya, parlamenter düzenin Türkiye için en uygun düzen olduğu konusundaki kanımızı sizlere sunduk. Şimdi, bugünkü Cumhurbaşkanının, bugünkü Anayasa’da cumhurbaşkanlarının sahip oldukları yetkiler, bir parlamenter düzende olması gereken yetkilerin çok ilerisinde yetkiler. Bunun getirilme nedenini biliyoruz. Bunun getirilme nedeni, ihtilalin, askerî darbenin liderinin cumhurbaşkanı olması hâlinde, bir süre daha sistem üzerindeki vesayetinin devamını sağlamak idi. Yani sivil yöneticiler, parlamento yoldan çıkabilir. Bu yetkilerle mümkün mertebe yoluna soksun yoldan çıkan kurumları veya kişileri diye. Şimdi, daha sonra da şöyle bir şey oldu: Hangi kesim, maalesef kutuplaşma, o yüzden doğan çifte standart her kurumumuza, her sürece yansıyor. Kim Cumhurbaşkanını kendine yakın hissetmişse, hangi toplum kesimi bu yetkilerin devamında ısrarlı oldu. Kim o Cumhurbaşkanını kendine uzak saymışsa, bu yetkilerin tıraşlanması gerektiği kanaatine ifade etti, buraya kadar böyle geldik. Dolayısıyla, bu yetkilerin artık bir parlamenter düzende olması gereken sembolik yetkiler hâline, sembolik, seramonik –bir de onu ekleyeyim- yetkiler hâline getirilmesi gerektiği inancındayız.

  • Gelelim seçimine… Zaten, parlamenter düzende bir Finlandiya’yı hatırlıyorum halkın seçtiği, bir de Avusturya mı? Peki. Parlamenter düzende parlamentolar Cumhurbaşkanını genellikle seçer, bir iki istisna hariç. Dolayısıyla seçimi de Cumhurbaşkanın yine parlamento tarafından yapılmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Yargı bağımsızlığıyla ilgili düşüncemiz şu: 12 Eylül 2010 tarihinde onaylanan, halk oylamasıyla onaylanan Anayasa değişikliklerinin bir kısmı yargı bağımsızlığını olumsuz yönde etkilemiştir, aksi iddialara rağmen böyle olmuştur.

  • Şimdi, bu tip tartışmalarda hep söylediğim bir şey var, burada tekrarlamak istiyorum: Böyle değilse de böyle görünmektedir toplum tarafından. Siyasette algı bazen gerçeğin de önündedir. O nedenle, uygulamaların ışığında, uygulamaların yarattığı sonuçları da olumlu olumsuz değerlendirerek yargı bağımsızlığıyla ilgili hükümlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği inancındayız.

  • Efendim, bir önerimiz sivil toplum örgütleriyle ilgilidir. Sivil toplum örgütleri biliyorsunuz, çoğulcu, katılımcı demokrasinin hem işleyişinde hem gelişmesinde önemli rolü olan kurumlar hâline gelmiştir, hatta demokrasinin olmazsa olmaz kurumları olarak ifade edebiliriz bunları. O nedenle, Anayasa’ya “Sivil Toplum Örgütleri” genel başlığı altında iki hüküm eklenmesini öneriyoruz. Bunlardan birisi: Siyasi partiler gibi sivil toplum örgütleri de demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır, bu uzun yıllardır Vakfımız tarafından savunulmakta olan bir görüştür.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – 67’inci madde değil mi?

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – 67’ye mi ekleriz, yoksa bir başka yere mi koyarız bilemiyorum ama bunun girmesi gerektiği inancındayız, yıllardır da bunu savunuyoruz. Bir de kanunların yapılmasında bu yasama bölümüne konulabilir, ilgili sivil toplum örgütleri ve meslek odalarının görüşlerinden de yararlanır.

  • Şimdi, bunu ayrı ayrı niye yazdığımızı da söyleyeyim, sizler biliyorsunuz da ben kayıtlara söylemiş olayım. Sivil toplum örgütleriyle meslek odaları karıştırılmaktadır. Dikkat edin haberlerde, yorumlarda, makalelerde çok kere meslek odaları sivil toplum örgütleri olarak anılmakta, anlatılmaktadır. Meslek odaları kanunla kurulmuş kurumlardır. Bir zorunluluk hükmü vardır oralarda çalışmak için bunların bir kısmı bazı mesleklerin icrası için gereklidir, oysa sivil toplum örgütlerinde gönüllülük esastır. Ancak bu anlatım sadece kavram kargaşasını gidermek içindir, yoksa meslek odalarının gerekliliğinin önemini azaltmaz, her ikisi de kanunlar yapıldığı zaman -ilgili olanları tabii- kanun yapma sürecine katılmalıdır, şimdi anayasa yapım sürecine kattığımız gibi.

  • Efendim, üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliği: Bu üniversitelerle, yükseköğrenim kurumlarıyla ilgili maddeyi okuduğumuzda orada bilimsel özerklikten söz edilmiş, idari özerklik yok, çünkü biraz sonra YÖK var, idari yetkiler YÖK’e verilmiş bulunmaktadır. Onun için biz üniversitelerin bilimsel özerklik yanında idari özerkliğinin de vurgulanması gerektiği inancındayız.

  • Bir sonraki önerimiz şu: YÖK’ün adının da değiştirmesi –Yükseköğretim Kurumunun- “Yükseköğretim Eş Güdüm Kurumu” hâline getirilmesidir. Yani YÖK’te yani eski YÖK, önerimiz kabul edilirse yeni Eş Güdüm Kurumunda eş güdüm görevleri öne çıkarılmalıdır. Yaptığımız incelemelerde şunu gördük: Başından beri YÖK’e karşı çıkan kesimlerin dahi önemli bir bölümü böyle bir eş güdüm kurumuna ihtiyaç olduğu inancındalar, aldığımız izlenim bu, uzmanlarla yaptığımız konuşmaların sonucu bu. Hele hele üniversite sayıları çok arttığı için yani eskisi kadar az üniversite olsaydı belki YÖK olmadan götürülebilirdi ama böyle bir kuruma ihtiyaç var. Dolayısıyla önerimiz şu: Anayasa’nın 131’inci maddesinde yer alan Yükseköğretim Kurumunun ismi “Yükseköğretim Eş Güdüm Kurumu” olarak değiştirilmeli ve bu kurumun görevleri yükseköğrenim alanında gerekli planlama ve üst denetimi yapmak ve yükseköğrenim kurumları arasında eş güdümü sağlamakla sınırlanmalıdır, şimdi idari yetkileri fazla.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yani “Anayasa’daki varlığı korunsun.” diyorsunuz.

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Ama bu hâliyle yani hem isim hem içerik olarak değiştirilmesi kaydıyla.

  • Efendim, son önerimiz teknik düzenlemelerle ilgili. Şimdi, Anayasa’nın bazı maddelerindeki düzenlemeler yasama süresinin beş yıl olduğu döneme göre yapılmış düzenlemeler ve değiştirilmemiş olarak duruyor. Anayasa değişikliklerinde atlanılmış olduğu kanısındayız. Onun için şöyle yapılması: Yasama sürecinin dört yıl olmasına paralel olarak 69’uncu maddenin dokuzuncu fıkrasında siyasi partilerin kapatılmasına sebep olan üyelere getirilen yasakların süresi beş yıl görünmektedir, onun dört yılla değiştirilmesini öneriyoruz, önerimiz bu.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – O düştü zaten, değişti.

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Öyle mi?

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Düştü. Tabii, değiştirdik onu biz. Düşmeyi kaldırdık.

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Ha, düşmeyi kaldırdınız.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, efendim. 84’üncü madde…

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Bir daha bakacağım. Şimdi, 84 değil, 69’a bakalım. 84 milletvekilliğinin düşmesi, Anayasa’nın 69’uncu maddesinin dokuzuncu fıkrası şu: “Bir siyasî partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dâhil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazetede gerekçeli…”

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Parti yasağı…

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Ha, parti yasağı bu, işte beş yıl yerine dört yıl olmasını öneriyoruz.

  • İkinci şey ara seçimlerle ilgili. Ara seçimlerle ilgili olarak otuz ay geçmedikçe yapılamayacağına amir mevcut hüküm, onun yirmi dört aya yani dört yıla kıyasla yirmi dört aya indirilmesini öneriyoruz. Bunlar kolay, teknik düzenlemeler.

  • Bir şey daha var. 69’uncu maddenin beş ila onuncu fıkralarında siyasi partiler için temelli kapatmadan söz edilmektedir. Doğrusu, bu temelli kapatmanın ne anlama geldiğini başından beri ben de anlayabilmiş değilim. Hâlbuki daha ileride 149’uncu maddenin 6’ncı fıkrasında “kapatma” deyimi var sadece, herhâlde bu “temelli” sözcüklerinin Anayasa’dan çıkarılması gerekmektedir.

  • Efendim, olabildiğince özetlemeye çalışarak sundum, onun için takıldım artan zamanı ne yapacaksınız diye.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Başkanım, çok teşekkür ediyoruz, çok sağ olun.

  • Arkadaşlar, soru sormak isteyenler var mı? Altan Bey? Oktay Bey? Atilla Bey? Yok.

  • Başkanım, benim bir sorum var. Bu, tabii, sizin temeliniz, postulatınız mevcut Anayasa’nın korunması, onun üzerine operasyonlar. Siz buna rağmen, 83’üncü madde yani dokunulmazlıklar rejimi düzenlenirken devlete karşı işlenmiş suçlarda soruşturulmasına, kovuşturulmasına başlanılmak üzere dokunulmazlığın yokluğu tezini kabul ediyor musunuz? 14’üncü maddedeki atfı değiştirmeyelim mi, 14’üncü madde hâlen korunsun mu? Çünkü özgürlükçü bir anayasanın…

  • TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – Uyarınıza teşekkür ederim. 14’üncü madde de gözden geçirilsin, herhâlde onu da önerenler olacaktır.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok teşekkür ediyoruz Başkanım katılımınıza, katkınıza. Havuzumuza önemli talepler aktı ve toplum bize güvenmeli, güvensin, o güveni inşallah birlikte oluşturacağız.



  • Kapanma Saati : 14.08



  • BEŞİNCİ OTURUM

  • Tarih: 05/12/2011

  • Açılma Saati: 14.47

  • BAŞKAN: Ahmet İYİMAYA (Ankara)

  • ----- 0 -----

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli arkadaşlar, oturumu açıyorum.

  • Çalışmalarımızın verimli olmasını, geçmesini temenni ediyorum.

  • Şu anda Türkiye Diyanet Vakfının temsilcileri olarak Genel Müdür Süleyman Necati Akçeşme, Profesör Doktor Mehmet Akif Aydın -yine aynı NCO temsilcisi- arkadaşlarımızı dinleyeceğiz.

  • Hocam, Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partisinden Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partisinden Altan Tan, Adalet ve Kalkınma Partisinden Ahmet İyimaya olarak sizleri Anayasa yapımında yapıma esas olan havuza taleplerinizin, düşüncelerinizin ve projelerinizin akmasını sağlamak üzere dinleyeceğiz. Mehmet Akif Bey, benim iki sınıf öncesi okul arkadaşımdır, kendisi hukuk tarihçisidir, dünya literatürüne ve Türk literatürüne bu noktada büyük katkıları var, bilhassa büyük bir ansiklopedinin de aslında başında bulunuyor. Çok teşekkür ediyorum.

  • Buyurun Hocam.

  • PROF. DR. MEHMET AKİF AYDIN – Efendim, önce çalışmalarınızın hayırlı ve semereli geçmesini diliyorum. Gerçekten, Türk demokrasi tarihinde böyle bir sivil anayasanın hazırlanmış olması, hazırlanma aşamasına gelmesi bence bizim katettiğimiz aşamayı göstermesi bakımından önemli. Ben şuna inanıyorum: Demokrasinin bir ülkede yerleşmesi o kadar da kolay olmuyor. Çünkü hiçbir millet başka milleten tecrübe ithal edemiyor, başka şeyler ithal edilebiliyor ama tecrübe ithal edilemiyor. Her millet kendi tecrübesini kendi yaratmak mecburiyetinde. Tabiatıyla özellikle 1960 ihtilalinden sonra Türkiye’de yapılan anayasaların bir askerî vesayet rejimi altında hazırlanmış olması, halkın taleplerinin önemli ölçüde dikkate alınmamış bulunması önemli bir eksiklikti. Fakat tabiatıyla belki de bu yaşanması gereken bir süreçti, bu süreçten alınan dersler var, ben bu dersler ışığında çok büyük bir katılımla oluşmuş olan yeni Türkiye Büyük Millet Meclisinin sivil bir anayasa yapma aşamasına gelmiş olmasını büyük bir memnuniyetle karşılıyorum ve böyle bir aşamada bize de rol verdiğiniz, bizi davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

  • Şunu ifade edeyim ki: Bu yeni anayasamızın yapım aşamasında iki temel özelliğin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi: Tabii, anayasalar aslında temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan belgelerdir, bir tür toplum sözleşmesi metinleridir, bu bakımdan bugün temel hak ve hürriyetler anlamında bütün dünyada katedilen bir mesafe var, bunu görmezden gelmek mümkün değil. Bundan elli yıl önce dünyadaki temel hak ve hürriyetlerin bulunduğu durumla bugün bulunduğu durumu karşılaştırırsak gerçekten bütün dünyada önemli bir aşama katedildiğini memnuniyetle müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla ben ümit ediyorum ki bu anayasa bu gelinen aşamayı metine yansıtacaktır. Birincisi bu, öncelikle belirtmek istediğim nokta.

  • İkincisi de her anayasanın o milletin tarihî tecrübesi üzerine oturması zarureti. Yani biz hukuk fakültelerinde şöyle bir lazımeden bize bahsedilir: Hukuk metinleri uygulandığı toplumun sosyal yapısını aksettirmek durumundadır. Bu sosyal yapıyı aksettirmeyen, sosyal ihtiyaçları karşılamayan hukuk metinleri aslında ölü metinlerdir, uygulanma şansı olmayan veya zayıf bulunan metinlerdir. Bu, bütün yasalar için geçerli olduğu kadar anayasa için de geçerli bir lazımedir, bir gerçekliktir. Türkiye Cumhuriyeti, biz biliyoruz ki iki yüz yılı Selçuklu devletinde, altı yüz yılı Osmanlı devletinde toplam sekiz yüz yıllık bir siyasi tecrübenin üzerinde kurulmuş bir devlettir. Biz yani birdenbire piyangodan bir devlet kurmadık burada, büyük bir tarihî birikimin üzerine bu devleti kurduk. Dolayısıyla bu anayasa metinlerinin hazırlanması sırasında bu tarihî birikimden, tarihî tecrübeden yararlanmak gerekir. Ben, insanlarda olduğu gibi milletlerin de genetik bir yapısı olduğunu düşünüyorum, nasıl biz genlerimizle ecdadımızdan, atalarımızdan birtakım iyi ve kötü hasletleri tevarüs ediyorsak, alıyorsak ben millet olarak da aynı genetik yapıyı veya daha doğru bir ifadeyle siyasi ve idari birikimi aldığımızı düşünüyorum. Dolayısıyla bu yeni yapılacak anayasada teorik gerçekliklerin bizim tarihî tecrübemiz üzerine oturması, örtüşmesi gerekmektedir, aksi hâlde bu tarihî tecrübeden bağımsız bir anayasa metni yine toplumla tam uzlaşmayan, toplumla tam örtüşmeyen bir metin olarak kalacaktır. Bunun ben önemli olduğunu düşünüyorum.

    Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin