O hâlde temel hak ve özgürlüklere baktığımız zaman, yalnızca ilgili maddelerinde belirtilen neden ve amaçların haklı ve zorunlu kıldığı ölçüde, anayasanın ruhuna uygun olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir haklar olarak anayasada bu özellikle vurgulanmalı ve bizce belirtilmelidir. Yani bir başka deyişle anayasada “nedene bağlılık” ilkesi gereğince her özgürlük için belirlenen, gerektiğinden her özgürlük için tek tek sayılan “özel sınırlandırma nedenleri” dışında, kanunla anayasada sayılan sınırlandırma nedenleri dışında başkaca bir sınırlandırma nedeni yaratılamayacağı ilke olarak kabul edilmeli, anayasada yer almalıdır. Bir başka deyişle, çok kısa söylemek gerekirse, anayasada, özgürlüklerin sınırlandırma nedenleri sayıldıktan sonra kanun ile sadece sınırlandırma nedenlerinin somutlaştırılması gerekmektedir. Sınırlandırmalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz, hak ve özgürlüklerin özüne de dokunamaz. Sınırlandırma nedenlerinin yorumunda, temel insan hak ve özgürlüklerinde uluslararası sözleşmelerle kurulmuş olan uluslararası yargı organlarının kararları da dikkate alınarak yorum yapılması gerekmektedir.
Çok kısa söylemek gerekirse, Anayasa’da özgürlüklerin sınırlandırma nedenleri sayılarak saptandıktan sonra kanun ile sadece sayılan sınırlandırma nedenleri somutlaştırılması gerekmektedir. Sınırlandırmalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz, hak ve özgürlüklerin özüne de dokunulamaz. Sınırlandırma nedenlerinin yorumunda temel insan hak ve özgürlüklerinde uluslararası sözleşmelerle kurulmuş olan uluslararası yargı organlarının kararları da dikkate alınarak yapılması gerekmektedir. Tabii, “sosyal haklar” kavramından hareketle baktığımız zaman, Anayasa’daki diğer bu anlamda sayılan yeni hakların tanımlarına baktığımız zaman bizim açımızdan en önemli kavramlardan birisi de koruma mekanizmalarının kurulması ve eşitliğin sağlanmasıdır. O hâlde güvencelerin neler olduğu, hak ihlallerinde koruma mekanizmalarını güçlendirmek zorundayız ve bu koruma mekanizmaları Anayasa’da yer almalıdır ve güvence altına alındığının kesin olarak kamuoyu vicdanında inandırıcı bir biçimde sağlayan mekanizmaların kurulması hedeflenmelidir. Bir başka deyişle herkes soy, renk, cinsiyet, dil, din, mezhep, siyasal düşünce, felsefi inanç ve bazı nedenlerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Peki, biz eşitlik ilkesini fiilî yani bir başka deyişle maddi ve gerçek eşitlik esası alınarak düzenlenmesinden yanayız. Herkesin bildiği gibi, bu, “olumlu ayrımcılık” dediğimiz pozitif ayrımcılık temeli üzerinde fiilî ve maddi gerçeğe dayalı olmalıdır ve “olumlu ayrımcılık” denildiği zaman da belki Anayasa’da bu anlamda bu düzenlemenin temin edilebilmesi için cinsel yönelim, cinsel kimlik, aile sorumlulukları, medenî durum, yaş, engelli olma gibi yeni nedenler ayrımcılık yasakları arasında sayılarak da o anlamdaki bir eşitlik belki sağlanabilir. Bu anlamdaki çıkış noktası için de bunlara dikkat edilmesinde fayda gördüğümüzü de bilgilerinize sunuyoruz. Eşitlik ilkesinin Anayasa’da yeniden düzenlenmesinde "hiçbir gelenek, görenek, din ve ideolojinin, hiç kimsenin aşağılanmamasını ya da fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne zarar veren eylemlerin yapılmasını haklı göstermeyeceği" anlamında bir ibarenin Anayasa’da yer alması mümkün olabilir ve bizim omurga olarak kabul ettiğimiz “yaşam hakkının korunması” kavramına baktığımda, kuşkusuz yaşam hakkı korunmalıdır. Anayasa’da silah kullanma hakkına olanak sağlayan bir düzenleme olmamalıdır, varsa çıkarılmalıdır. Bizim tespitimize göre vardır ve çıkarılmalıdır. Yaşama hakkı beden bütünlüğü, işkence, eziyet, insan onuru, insan onuruna aykırı davranılamayacağı ya da bu anlamda bir muamele gerçekleştirilemeyeceği konusunda kişilerin maddi ve manevi haklarının geliştirilmesi bakımından bu haklarla birlikte düşünülmeli ve düzenlenmelidir. O nedenle de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyumlu yeniden bir düzenleme yapılmasında bizce gerek vardır.
Yaşama hakkını Anayasa’nın 17’nci maddesi düzenliyor ve 17’nci maddesi bazı sınırlı hâllerde silah kullanma yetkisi veriyor. Son fıkrasında sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılması hâli güç kullanmayı meşru kılan bir neden olarak sayılıyor ama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2’nci maddesine baktığımız zaman sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması hâli, güç kullanmayı meşru kılan nedenlerden biri olarak sayılmamış durumda ve sayılmıyor. O hâlde Sözleşme’nin 2’nci maddesinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk hâline gelmesi hâlinde güç kullanmaktan söz edilmiştir. Düzenlemede silah kullanımından bahsedilmemektedir. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sadece silah kullanma için sınırlama getirmediği gibi, aslında bütün güç kullanım türlerini kapsayacak ölçüde ve koşullar ne olursa olsun güç kullanımında orantılılık esasını benimsemiştir. Sözleşme’de sayılan hâller, belki tekrar tekrar söylemeye gerek yok ama yasadışı şiddete karşı kişinin korunması için vardır, başkalarının yaşamlarına yönelik doğrudan tehlike varsa vardır, ayaklanma ve isyan hukukuna uygun olarak bastırmaktan ibaret bir düzenleme yer almıştır. O hâlde bu Sözleşme’de yer alan mutlak olarak zorunlu hâllerde mümkün olduğu kabul edildiğine göre bu düzenlemeden anlaşılması gerekli olan bizce güç kullanım ölçülü ve orantılı olmalıdır. Anayasa’nın 17’nci maddesinin son fıkrasında yer alan kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda silah kullanılmasından söz edildiğine göre, biraz daha yakından baktığımız zaman, bu, bizce bir belirsizlik yaratmaktadır. Bu belirsizlik açıkça zorunluluğun tespiti bakımından kanuna dolayısıyla kanun koyucunun takdirine bırakılmış gibi bir izlenimin doğmasına sebep olmaktadır, bizde böyle bir izlenim yaratmaktadır. O nedenle de “silah” kavramının Anayasa’da bu şekilde ve bu anlayış çerçevesinde yer aldığını düşündüğümüzden dolayı Anayasa’da yer almaması ve çıkarılması gerektiği konusunda Sözleşme’nin 2’nci maddesinin yaşam hakkıyla ilgili olan düzenlemenin esas alınması gerektiği fikrindeyiz. Olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim, seferberlik, savaş durumlarında temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklere uygun olarak ve ancak durumun gerektirdiği ölçüde daraltılabilir veya askıya alınabilir. Bu durumda dahi yargı yolu kapatılamaz. Savaş hukukuna uygun fiiller sonucunda meydana gelen ölümler dışında kişinin yaşam hakkında maddi ve manevi varlığına ve bu anlamdaki birlikte değerlendirilmesine dokunulamayacak bir çekirdek özün bizim Anayasa’mızda yaratılması gerektiğini düşünüyoruz.
Çok yeni bir kavram. Tabii, konu sadece kişi özgürlüğü ve güvenliği ya da sadece bu başlık altında mı değerlendirilmelidir? Bize göre kişi özgürlüğü ve güvenliği “Barış için silahsızlanma hakkı” gibi kavramla birlikte de ayrıca değerlendirilmelidir çünkü “Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği” hakkına sahiptir ama bu kişi ve özgürlüğü ve güvenliğiyle ilgili olmak üzere gözaltına alma, tutuklanmaya maruz kalma, özgürlükten yoksun bırakılma gibi önümüzdeki ölçütler bize göre çok basittir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir ya da bu sözleşmelerle bağlantılı olmak üzere Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’dir. O hâlde özgürlüğünden yoksun bırakılan herkesin insani biçimde ve her insanın doğuştan sahip olduğu onuruna saygı gösterilerek muamelede bulunulması temel bir ilke olarak kabul edilirse sanıyorum yaşadığımız bazı sıkıntıları Anayasa’nın gücüyle mümkün olduğu ölçüde aşmamız da mümkün olacaktır çünkü dünya ölçeğinde baktığımız zaman 875 milyondan fazla ateşli silah vardır ve bunların yüzde 75'i sivillerin elindedir, yüzde 29'una denk düşen 253 milyon adet ateşli silah yolcu ve nakil araçlarında bulunuyor. Bu silahlarla da yılda dünya üzerinde 500 bin insan öldürülüyor. 92 ülkede faal 1.250 imalatçı var ve her yıl 8 milyon adet yeni silah üretiyorlar. Buna ek olarak da 10 ila 15 milyon kadar cephanelik -bunun içerisinde mermi vesaire- üretiliyor. Dünyada her kişinin ortalama birer değil, ikişer mermi sıktığı anlaşılıyor. Her yıl dünyada en az 1 milyon ateşli silah ya kayboluyor ya da çalınıyor. Silahlı şiddetin küresel etkisi tüm devletleri kişi güvenliği için tedbir almaya zorluyor. Biz tedbir almaya zorlanmadan tedbir almak yükümlülüğünde olan bir ülke olduğumuz inancındayız. Onun için Umut Vakfı olarak yapmış olduğumuz çalışmalarda ortaya çıkan kavram, bizim açımızdan artık silahlanma sorununun sivilleşme ve insan hakları sorunu olduğu ve bu anlamda bakılması gerektiği, böyle bakıldığı zaman da kişilerin güvenlik sorunu olduğunu çünkü “barış” dediğimiz zaman refah olduğunu, istikrar olduğunu, kısacası kalkınma sorunu olarak da görülmesi gerektiği düşüncesindeyiz. O hâlde “güvenlik” deyince aslında yaşam hakkı temelinde kişi güvenliği olarak düşünülmelidir ama sosyal hakların gelişimiyle devletin bu hakları korumak, yerine getirmekle görevli olduğu için de bu görevin devlet tarafından kabul edilmesi değil, zorunluluk olarak görülmesi gerekir çünkü uzağa gitmeye gerek yok, mevcut deneyimlerimizden baktığınız zaman 1961 Anayasası’nın 10’uncu maddesi çok açık, fert huzuru dediğinde "Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır” diyor. O hâlde biz Umut Vakfı olarak barış hakkının kurucu bir öğe olarak kabul edilmesi gerektiği inancından hareket ediyoruz. Barış hakkını insan hakkı olarak ele alıyoruz ve içeriğini nasıl doldurmamız gerektiği konusundaki soruyu sorduğumuzda bizce güvenlik hakkı, silahsızlanma hakkı ve savaşa karşı çıkma hakkı olarak üç ayrı öğeden oluştuğu fikrindeyiz. Dolayısıyla silahsızlanma hakkının aslında barış hakkı olarak değerlendirilip Anayasa’da yer aldığı takdirde bireysel silahlanmaya karşı çıkmanın da ne kadar zorunlu olduğu konusunda bir farkındalık yaratabileceğimiz görüşündeyiz.
Bitiriyorum Sayın İyimaya…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok…
UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Aynı şekilde bireysel silahlanmanın dramatik sonuçları var. Bakın, bunları birkaç başlık altında söylemem gerekirse, bu dramatik sonuçlarının önlenebilmesi için devletin silah üretimine sınır ve denetim getirmesi, silah transferlerinin şeffaf bir raporla kayıt altına alınması, silaha erişimin zorlaştırılması, bireysel silahsızlanma eğitim programlarının hayata geçirilmesi ve silahlanma-şiddet kültürü arasındaki kısır döngünün kırılması gerekir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için sürdürülebilir silahsızlanma politikası anayasal bir ilke olarak kabul edilmelidir çünkü 1961 Anayasası’nın 10’uncu maddesi bizce açıkça bunu emretmektedir, bu da devletin görevidir. O hâlde sürdürülebilir silahsızlanma politikası Anayasa’da yer alan bir devlet politikası hâline de değiştirilebilir.
Bütün bunları biz nasıl anlatıyoruz? Bütün bunları biz kamuoyuna halkın bilgi edinme hakkından dolayı aslında düşünce özgürlüğünün ifadesiyle ilgili olan düzenlemelerden hareketle anlatmaya çalışıyoruz. O hâlde Birleşmiş Milletlerle ilgili Medeni ve Siyasi haklar Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesinde yer alan ifade özgürlüğü aslında formül olarak Anayasa’da yer alması gerekli olan düşünce ve ifade özgürlüğü olarak kabul edilebilir. Bu anlamda Anayasa’da yeniden bir düşünce suçu yaratmaya yol açmayacak şekilde düzenlemelerin yapılması da yine bizim tarafımızdan önerilmektedir ama biz Anayasa’da her türlü savaş propagandasının kanunla yasaklanması gerektiği görüşündeyiz ve yer alması gerektiği görüşündeyiz. Devamında, Anayasa’da ayrımcılığı, düşmanlığı yahut şiddeti kışkırtan herhangi bir ulusal, ırksal ya da dinsel nefret savunuculuğunun kanunla yasaklanacağı konusunda da hüküm konulmalıdır.
28’inci madde, basın özgürlüğü muhafaza edilmelidir. “Devletin haber alma, insanların haber alma hakkı ve o anlamdaki basın özgürlüğü hakkını yerine getirmek konusundaki bütün tedbirleri alır.” konusundaki düzenlemeler muhafaza edilmelidir. Peki, o zaman Anayasa’nın 28’inci maddesinde nasıl bir değişiklik yapmamız gerekir? Bizce “Basın özgürdür, bu özgürlük aleyhine kanun yapılamaz.” Büyük bir olasılıkla sorunlarımızı çözecek sihirli değnek olmasa bile en azından böyle bir yaklaşımın kapısını açabilecek nitelikte bir değerlendirme olabilir.
İki basit konu, detaylı olarak yazılı. Bilgi edinme hakkı tek başına bir hak olarak Anayasa’da yer almalıdır. Kişisel verilerin korunması değil, Anayasa’da özel yaşamın korunmasıyla ilgili olan düzenlemede yer alan kişisel verilerin gizliliğinin korunması konusunda bir düzenleme yapılmalıdır. Bizim maruzatımız bundan ibarettir.
Saygıyla sunulur.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.
Bilhassa üçüncü kuşak haklar, tabii o kategori hem çekirdek haklar, üçüncü kuşak haklar, bir de barış… Teşekkür ediyorum. Bunu çoğaltalım arkadaşlar, hem havuza alalım hem de birer tane verelim.
UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Ben verdim, çoğaltıldı ama…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok teşekkür ederim.
Atilla Bey, buyurun, süre doldu ama soralım.
UMUT VAKFI MÜTEVELLİSİ AV. FİKRET İLKİZ – Bir dakika geçmiş durumdayız, özür dilerim.
ATİLLA KART (Konya) – Olabilir efendim.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hiç önemli değil, o normal.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, ben öncelikle davetinize katıldığınız için teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızdan, Umut Vakfının çalışmalarından hem genel anlamdaki anayasal çalışmalar kapsamında hem de özel anlamdaki çalışmalar kapsamında gerçekten yararlanacağımızı bilmenizi istiyorum. Bu çerçevede, tabii, Türkiye’de nefret ve ayrışma söyleminin giderek tırmandığını görüyoruz. Bence Türkiye’nin önündeki en önemli temel sorunlardan biri bu. Böyle bir dönemde bireysel silahlanmanın ama kayıt dışı bireysel silahlanmanın yaratacağı vahim sonuçları anlatmaya gerek yok. Türkiye şu anda bu süreci yaşıyor. Bir taraftan bakıyorsunuz Türkiye’de kayıt dışı bireysel silahlanmayı acil olarak, etkin olarak kontrol altına alma zorunluluğu var. Bunun tabii doğu, güneydoğu boyutunu ayrıca değerlendirmek gerekiyor, ayrıca çalışmak gerekiyor, orada başka unsurların da devreye girdiğini biliyoruz. Bunun yanında bir de, tabii, kayıt içi silahlanmayı da gerçekten sınırlamak ve istisnai hâle getirmek gerekiyor. Son derece sınırlı ve zorunlu birtakım şartlarla birlikte uygulamaya sokmak gerekiyor. Bu çalışmaların, siz tabii çok net olarak, çok sistematik olarak ifade ettiniz, bir taraftan temel hakları koruduğunu biliyoruz, temel haklara katkı sağlayacağını biliyoruz, bir taraftan da kamu güvenliği için, toplumsal barış için bir zorunluluk olduğunu görüyoruz. Bütün bunların devamında da, tabii, bu düzenlemelerin sözde kalmaması için, bu yöndeki çalışmaların sözde kalmaması için yürütme organına, yasama organına burada sorumluluk yüklemek gerekiyor. Zorunlu bir sorumluluğu da düzenlemek gerekiyor. Bu yaklaşımın içinde olacağımızın bilinmesini istiyorum.
UMUT VAKFI KURUCU BAŞKANI NADİRE DEDEMAN – Çok teşekkür ediyoruz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok teşekkür ediyoruz.
İradeleriniz havuza aktı, Komisyonumuz en yetkin şekilde teferruata, ayrıntıya inecek düzeyde yararlanacak. Çok sağ olun arkadaşlar.
Teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, TEMA Vakfı temsilcilerini dinleyeceğiz.
Biz Anayasa Uzlaşma Komisyonunun alt komisyonu üyeleri olarak Anayasa yapım sürecinde birinci süreci gerçekleştirmeye, tamamlamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda sivil toplum örgütlerini, vakıfları, giderek gerçek kişileri, dernekleri dinliyoruz. Yeni Anayasa nasıl olmalıdır, projeleriniz nedir, düşünceleriniz nedir, özellikle Vakfınızın temel konusu ve onun dışında, onunla bağlı olmaksınız?
Sizleri dinleyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart arkadaşım, Milliyetçi Hareket Partisinden Oktay Öztürk arkadaşım, Barış ve Demokrasi Partisinden Altan Tan -ki şu anda bugün iştirak edemedi, Londra’da, yurt dışında- ve Adalet ve Kalkınma Partisinden ben Ahmet İyimaya sizleri dinleyeceğiz, iradeleriniz havuza akacak. Kayıtlar gizlidir ve Anayasa’nın kurulması aşamasında ayrıntıya ininceye kadar tümüyle değerlendirme konusu kılınacak ve büyük katkı sağlayacağınızı umuyorum.
TEMA Vakfı tabii önemli bir NGO. Ben de ayrıca Kurucu Danışma Kurulu üyesiyim TEMA Vakfının. O dönemde 4 kişi galiba Kurucu Danışma Kurulu üyesi.
Mehmet Serdar Sarıgül, Avukat Ömer Aykul ve Prof. Dr. Aynur Aydın Coşkun Hanımefendi.
Kırk dakika toplam.
Buyurunuz.
TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ MEHMET SERDAR SARIGÜL – İsmim Mehmet Serdar Sarıgül, TEMA Vakfı Genel Müdürüyüm. Çok kısaca hemen kendimden de bahsedeyim: 1961 doğumluyum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi biyolojik bilimler mezunuyum. Bilahare İngiltere Richmond Kolejde pazarlama ve halkla ilişkiler okudum. Yirmi sekiz yıllık özel sektör ve STK tecrübem var. Şu anda da Vakfın yöneticisi olarak buradayım, karşınızdayım.
Çalışma arkadaşlarımızı da çok hızlı sizlere tanıtmak istiyorum: Avukat Ömer Aykul Bey, TEMA Vakfı hukuk danışmanıdır kendisi. Yaklaşık on dört yıldır TEMA’da görev yapmaktadır. Ankara Hukuk 1981 mezunudur.
Prof. Dr. Aynur Aydın Coşkun, kendisi 1992 İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi, 1997 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Özellikle ormanlardan yararlanma, irtifak hakları, orman mülkiyeti doktora konusudur ve uzmanlık alanıdır.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yayınlandı mı Hoca’m?
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Evet.
TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ MEHMET SERDAR SARIGÜL – Aynı zamanda TEMA Vakfının Bilim Kurulu üyesidir Hoca’m.
Biz öncelikle Vakfımız adına, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna, başta Meclis Başkanlığı olmak kaydıyla tüm üyelerine teşekkür ederiz bu çağırıyı yaptıkları için çünkü bugün sizlere, biraz evvel de dağıttığım kitaplarda “Dünyanın Durumu 2011” ve “Dün Ya” diye dağıttığımız kitaplarda dünyamızın hakikaten değiştiğini, çok radikal değişikliklere ülkelerin anayasalarında cevap vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu konulara zaten şimdi sunum sırasında da çok değineceğiz.
Ben uzatmadan, kırk dakikayı da verimli kullanmak adına sözü Aynur Hoca’ma veriyorum.
Teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum efendim.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Teşekkür ederim Sayın Genel Müdürüm.
Ben öncelikle teşekkür ediyorum bizi burada dinlediğiniz için ve bu önemli fırsatı verdiğiniz için ama ben son beş, altı yıldır her konuşmama özür dileyerek başlıyorum çünkü bu ses tonumdan dolayı. Ses tonum klimalı bir ortama veya sıcak bir ortama girdiğinde bu hâle dönüşüyor.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Klimaları…
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Hiçbir şey yapamazsınız Başkanım.
Bu kendi kendine dönüşüyor, alerjik bir reaksiyon olduğunu söylediler. Bu, aslında bu hususlarla da alakalı. Çünkü ben bunun için doktora gittim, doktor dedi ki bana: “Değişen dünya koşulları, ekosistem, çevrede de belli bir dönem sonra bağışıklık sistemimizi çökertiyor.” Dedim: “Benim böyle bir alerjim yoktu.” “Oluyor, çevre koşulları değişti, ekosistem değişti, bağışıklık sisteminiz zayıfladı.” vesaire, bana yarım saat kadar Çapa’da bir hocamız anlattı bunları. Dedi ki “Böyle sistem.” O kadar da güzel anlattı ki çok inandım çevre koşulları değişti. Sonra bir de fısıldayarak dedi ki: “Bir de yaş yolun yarısını geçtiği zaman bunlar oluyor!” Ama ben oraya hiç takılmadım! Ekosistemin bozulduğundan, çevrenin bozulduğundan dolayı sesimin böyle olduğunu söyleyerek başlıyorum:
TEMA’nın biz, öncelikle Anayasa metnine geçmeden önce, somut ilke ve kurallarımıza geçmeden önce zaten sanıyorum hepinizin önüne biz ilgili madde ve gerekçelerimizi koyduk. Bugün sadece daha çok TEMA’nın direkt konusunu ilgilendiren konuları, sizi de sıkmadan ve yormadan özetlemeye çalışacağım ben.
Maddelere geçmeden önce TEMA’nın temel ilkeleri üzerinde çok kısaca durmak istiyorum. TEMA dört tane temel ilkeyi, dört cümleyi ilke edinmiş durumda. Bunların ilki yansıda göreceğiniz üzere sürdürülebilir yaşam ve ekosistemin korunması ilkesi. Burada gelirken de, hatta üzerinde de tartıştığımız ilkelerden birisi “sürdürülebilir yaşam” dediğimiz… Biraz farklı, belki “sürdürülebilirlik” kavramı artık yorgun bir kavram, yorulduğumuz bir kavram kullanmaktan ama sürdürülebilir kalkınmanın karşısına koyduğumuz, koşut olarak gördüğümüz farklı bir kavram olarak burada yer almasını istedik ve ekosistemin korunmasını, ilerleyen maddelerde de göreceğimiz üzere çok net olarak TEMA bir ilke olarak ortaya koymuş durumda.
İkinci ilkemiz, kazanılmış hakların korunması ve üçüncü kuşak hakların Anayasa’da yer alması. Çok önemsediğimiz bir ilke. Özellikle “üçüncü kuşak haklar” dediğimiz, birazdan da sistematik içinde göreceğimiz haklar bizim için olmazsa olmaz ilkelerimizin içinde.
Demokratik ve katılımcı bir süreç, olması gerektiği üzere Anayasa’mızda zaten öngörülen ve öngörülmesi geliştirilecek, geliştirilmesini beklediğimiz bir süreç olarak TEMA’nın ilkelerinden biri şeklinde buraya yansıyor.
TEMA’nın ilkelerinden biri şeklinde buraya yansıyor.
Bir diğeri de “Genel Esaslar” bölümünün özellikle değiştirilmez maddelerinin yeni anayasada da korunması, TEMA’nın temel olarak benimsediği dört tane ilkemizdir.
Biz sunumu yaparken, biraz da anlaşılırlık açısından bir sistematik hâlinde sunmak istedik. Bildiğiniz üzere, 82 Anayasası 61 Anayasası’nın sistematiğini almıştır ve bundan sonrasında da aynı sistematikle devam ettirilmesi TEMA’nın önerileri içindedir. Bu sistematiğe baktığımızda, şüphesiz, temel hak ve özgürlükler anlatacağımız, üzerinde duracağımız, öneride bulunacağımız konulardan birisidir. Ancak, özelde çevre, barış ve gelişme hakları üzerinde -yansının sağ tarafında göreceğiniz gibi- daha detaylı olarak stratejik öncelik vereceğimizi söyleyerek, sunumuma daha net bir şekilde, daha somut bir şekilde başlamak istiyorum.
Biz, bu sunumumuzda -sizlere de sunduğumuz için- atladığımız maddeleri önemsediğimiz, hakkında öneride bulunduğumuz, gerekçelerini ifade ettiğimiz ancak burada anlatmayacağımız maddeleri açık renkli olarak beyan etmiş bulunuyoruz. Burada “Toplantı ve gösteri özgürlüğü.” kısmında, Anayasa’mızda, 82 Anayasamızda mevcudiyetini korumakla birlikte, söylemek istediğimiz birkaç cümle var. Burada, herkesin iznini almadan toplantı ve gösteri özgürlüğüne sahip olması konusunda bir bildirim hukukudur aslında bu. Ancak, uygulamada fiilen bir izin hukukuna dönüşmüştür ve bunun, izin hukukundan, fiilî izin hukukundan çıkarılıp yine bildirim hukukuna -kamu düzenini bozmamak kaydıyla- dönüştürülmesi ve bu konuda dikkatli olunması, bunun, sınırlamaların bu özgürlüğü etkisizleştirecek duruma, böyle bir konuma gelmemesi gerektiğini önerilerimizde açıkça beyan etmiş bulunuyoruz.
Bir sonrası “Örgütlenme ve yurttaş girişimi.” Örgütlenme konusunda, dernek ve vakıf kurma özgürlüğü konusunda üzerinde durmayarak, önemsediğimiz ve yeni olduğunu düşündüğümüz yurttaş girişimi konusunda birkaç cümle söylemek istiyorum. Buradaki yurttaş girişimi, anayasada yer almasını öngördüğümüz özel bir düzenleme. Aslında bakarsanız, Dernekler Kanunu’nda var ama Sayın Ömer Aykul’un da ifadesiyle “Mahçup bir düzenleme.” şeklinde var Dernekler Kanunu’nda “Platform” anlamına gelen bir düzenleme. İnsanları resmî kuruluş statüsüne sokmadan bilim ve düşünce üretmesini öngördüğümüz bir düzenleme bizim “Yurttaş girişimi.” dediğimiz. Dolayısıyla, son derece önemsediğimiz, burada düşünce ve bilginin insanı resmî bir statüye sokmadan, bir dernek vasfına sokmadan, herhangi hak ve mükellefiyet ve yükümlülük yüklemeden bilgi üretmeye yönelik bir girişim olduğu için çok önemsiyoruz biz bunu. Dolayısıyla, insanlar bir araya gelirken, düşünce ve bilgi üretirken de belli yükümlülüklerden de sakınmış, bunların dışında nevi şahsına münhasır bir oluşum oluşturmuş olacaklardır diye düşündüğümüz için son derece önemsediğimiz bir maddemizdir bu yurttaş girişimi.
“Bilgi edinme hakkı.” üzerinde durmadım, zaten Anayasa’mızda olan düzenleme ve önemini hepimizin yadsımadığı bir düzenleme, TEMA’nın da özellikle üstünde durduğu bir düzenlemedir.
“Katılım hakkı.” konusunda “Kamusal yaşama ve ülkenin yönetimine doğrudan veya temsilciler aracılığıyla katılma hakkına sahiptir.” şeklinde bir düzenlememiz var. Burada, yine önemsediğimiz “Halk girişimi yöntemi.” var, bunu önemsiyoruz ve yeni olarak ortaya koyuyoruz, TEMA’nın üzerinde durduğu bir yöntem. Burada yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla, vatandaşlardan 500 bin seçmenin talebiyle halk oylamasına gidilmesi, bir yasal düzenlemenin yapılması için öngördüğümüz bir düzenleme. Eğer burada, halk oylaması sonunda “Evet” çıkması hâlinde, bu yasal düzenlemenin altı ay içinde yapılmasını öngördüğümüz farklı bir girişim örneği. Son derecede önemsediğimiz, etkili olacağını düşündüğümüz bir madde düzenlemesidir diye düşünüyoruz.
Devamında “Dilekçe hakkımız.” Var, son derece önemli bir haktır ancak yansıya zaman ayırmamak açısından biraz daha hızlı geçiyorum o kısmı.
Bir öncesinde “Sağlık hakkı.” vardı sanıyorum, altı boş ancak daha önceki 82 Anayasası'nda “Çevre ve sağlık hakkı.” birlikteyken biz burada ayırdık sağlığı bağımsız bir sosyal hak olarak, ayrı olarak düşündük, çevreyi ondan ayrı tuttuk onu da söylemeden geçmek istemedim.
“Konut hakkı.” mevcut Anayasa’mızda var olan hakka, çevre açısından, TEMA’nın stratejik öncelik verdiği konu açısından bir eklememiz var, bir değişimimiz var. Devlet toplumsal konut ihtiyacını desteklerken, kentlerin özelliklerini ve özellikle doğal çevre verilerini esas alan bir planlama yapmak zorundadır diye bunu ekledik. Zaten biraz sonra -sanıyorum yansının son slaytında olacak- planlama konusunda TEMA’nın özel bir hassasiyeti olduğunu da göreceğiz en önemli konulardan birisi olarak. Burada, doğal çevre verilerini son derece önemsediğimiz bir konu.
Ben, bu noktada, biraz da TEMA’nın hem bilim danışmanı hem de sunucu yüzücü olarak bu maddeleri zikrederek geçtikten sonra, üstatlarımız burada, uzmanlarımız, beyinlerimiz burada, onlara da eğer süre dahilinde sizlerin soracağınız şey olursa, o kısmına zaman ayırmak adına da biraz hızlı ilerlemek istiyorum.
Bir sonraki maddemiz, yeni olan ve son derece önemsediğimiz, Anayasa’mızda hüküm bulunmayan bir madde “Yeterli gıda ve temiz suya erişme hakkı.” Belki de insanın, insanoğlunun olmazsa olmazı vazgeçilmezlerinden birisi olacağı için, biz bu maddeyi son derece önemsemekteyiz. Bu madde için de üç tane hak öngörmekteyiz. Bunların bir tanesi “Gıda hakkı.” diğeri “Dengeli beslenme hakkı.” sonuncusu ise “Temiz suya erişim hakkı.” Üç farklı hak öngördüğümüz, Anayasa'da da yeni bir sistematik içine dahil etmeyi istediğimiz bir “Haklar demeti.” diyebiliyoruz. Burada belki tekrar olduğunu düşünebileceğiniz bir şey var; bu haklara sahiplik kavramından bir de yoksun bırakılamama kavramından arka arkaya bahsediyoruz ve bunun bir tekrar olmadığını, aksine hak kavramının bir varlığı, hakka sahipliği ifade ederken, yoksun bırakılamamanın devlete birtakım görevler yüklediğini, devletin yükümlülüğüne gidilip hakkı aktifleştirdiğini düşünüyoruz. O yüzden, burada hem hak hem yetki hem sorumluluğun bulunduğunu düşündüğümüz için, buradaki üç hakkı ve bunun anayasal düzene geçmesini, normal hiyerarşisinin en üst basamağa taşınmasının bir gereklilik, hatta bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz, çünkü en temel insan hakları olarak tanımlayabileceğimiz üç haktan bahsediyoruz. Özellikle iklim değişikliğinin de söz konusu olduğu dönemde, suyun artan öneminin zaten hepimizin farkında olduğu bir şey olduğunun bilinciyle devam etmek istiyorum.
Burada “Çevre hakkı.” var ama çevre hakkı zaten Anayasa’mızda mevcut ve bizim de aynı ilkeleri savunduğumuz bir hak olarak yerini alıyor.
Benim burada son derece önemsediğim, TEMA’nın yeni bir hak olarak ortaya koyduğu, belki bazı çevreler tarafından bilinen ama yeni kabul edebileceğimiz bir hak var “Ekosistem ve ekosistemin korunmasını isteme hakkı.” Bu hakkın Anayasa'ya girmesinin artık insanlığın vazgeçilmezi olduğunu düşünüyoruz ki burada Sayın Ömer Aykul’un da büyük katkılarıyla, hatta tamamen kendisinin de desteğiyle ortaya konan bir haktır. Burada, insanın da dahil olduğu canlılar ve cansızlar arasında etkileşim ve bağın oluşturduğu ekosistemin korunması, yaşamın sürdürülebilmesinin temel şartı olarak başta insan olmak üzere, bütün ekosistemlerin var olma hakkından bahsediyoruz. Ama burada yine biraz önce su ve gıda maddesinde olduğu gibi tek bir haktan bahsetmiyoruz aslında biz. Öncelikle, ekosistemin var olma hakkından bizatihi kendisinin var olma hakkından bahsederken, bir de ekosistemi bir varlık olarak kabul edip onun korunmasını isteme hakkını öngörüyoruz. İki farklı hakkın bir arada olduğu, son derece önemli ve yeni bir madde olarak görüyoruz.
Burada, günümüzdeki yansımasını, aslında halk arasında biz çok yaşıyoruz. Ben köy çocuğuyum ve köyde büyüdüm, dut silkelerdik biz çuhaların üstünde. Dutu silkeledikten sonra dedem hep şey derdi: “Bırak kenardakileri de kuşlar yesin, kuşların hakkıdır.” Ben toplamaya çalışırdım hepsini, bırakmazdım o aklımla ama sonra biraz büyüyünce, kuşlara biraz çürüğü de olsa bırakmaya başladım. Şimdi bırakıyorum, daha çok bırakıyorum ama işte oradaki kuşlara bırakılan hakkın -biraz da belki hikaye anlatımıyla- ekosistem hakkı olduğunu düşünüyoruz. Çünkü orada ekosistemin, insanlar dışında, insanlığın sadece insanlıktan oluşmadığını, yaşamın insanlıktan oluşmadığını, yasaları düzenlerken, toplumsal hayatı düzenlerken, insanlığın daha büyük bir oluşumun parçası olduğunu öngörmemizi isteyen bir hak olduğunu düşünüyoruz ekosistem hakkının. Hatta, son dönemde Bolivya’da kabul edilen bir bildirgeyle “Doğa ana” ismi ifade ediliyor, çok da yakıştırıyorum annelikle doğanın bir araya getirilmesini. Belki kadınsı bir içgüdü ama doğa ve ananın yan yana gelmesi benim çok hoşuma gidiyor toprak ve su birlikteliği açısından diye düşünüyorum.
Burada, ekosistemin korunması ve ekosistem hakkının ufak bir açılımını yaparsak, insanların, ekosistemi, bu dengeyi bir mülk olarak gördüğünü, dolayısıyla mülkü korumak adına da yasalar yaptığını görüyoruz. Bir mülk kavramından, ekosistemi, buradaki doğal dengeyi çıkartmak gerektiğini söyleyen bir hak bu aslında. Burada mülk sahibi biziz. “Mülk sahibinin otoritesini biraz sarsıp, bunu doğaya hak verecek, doğanın eline hak tanıyacak bir hâle getirmemiz mümkün müdür?” sorusunun cevabını veriyor aslında bu ekosistem hakkı.
Bir yandan da artık güncelliğini veya söylemini yitiren koruma, kullanma dengesini farklı bir boyuta getiriyor. Burada tartışılan şey, aslında koruma kullanma dengesinden daha çok, insanlık için neyin iyi olduğuyla ekosistem için neyin iyi olduğunun dengelenmesidir. Biz hep bir dengeden bahsederiz, biraz da subjektif bir dengedir. Koruma, kullanmayı dengeleyeceğiz. Çok subjektiftir, belirsizdir, nasıl dengeleneceği belirlenmez. Somut olarak belirleyene de çok rastlamış değiliz ama burada ekosistemin dengesinin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz biz burada. Artık, ekosistemi, yasalara göre eşit davranılması gereken bir varlık hâline getirmeyi amaçlayan bir maddemizdir. Ekosistem bir varlıktır, yasalara göre korunmayı hak eder, korunmayı istemeyi hak eder, dolayısıyla son derece önemli bir maddedir. Anayasa'da “olmazsa olmaz, olur inşallah” diyebileceğimiz bir maddedir. Biz ekosistem hakkının Anayasa'ya girmesini, TEMA Vakfı olarak ve bu konunun uzmanları olarak da son derece önemsiyoruz. İnşallah, sizin için de öyle bir önem arz etmeyi ortaya koymuş olabiliriz diye düşünüyorum.
Tabii, bu ekosistemin hakkını savunabilmek için de insanlara ve kurumlara yetki vermemiz gerekecek, yoksa kuşlara iki tane incir bırakmayla veya dut bırakmayla ekosistem hakkını savunamayacağız. O yüzden biz burada ekosistemin hakkını da savunmak adına, kuşlar için, börtü için, böcek için -halk arasında böyle söylediğimizde daha da kolay anlaşılıyor- ama büyük ölçüde baktığımız zaman kişilere ve kurumlara da yetki verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ben süremi hızlı kullanacağım için sizlere bu konuda…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam rahat hissedin, dinliyoruz biz. Son konuşmacı olduğunuz için dinliyoruz yani tasarruf etmeyin.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Hukukçuyu bırakırsanız Sayın Vekilim, çok konuşur hukukçu.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok konuşmak değil, özgün çünkü. Şu ana kadar çok özgün ekosistem.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Tamam.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Endişelenmeyin, karşınızda da 3 tane hukukçu var.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Zaten ondan mı endişeleniyorum acaba Sayın Vekilim?
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Konuşmuyoruz biz hocam, dinliyoruz sizi.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Bir yandan da konunun yaratıcısı olan Ömer ağabeyimize de vakit bırakabilmek adına ama gerçekten, bu ekosistem hakkının, çevre hakkından, 56’ncı maddeden daha üst bir hak olduğunu, daha geniş bir hak olduğunu ve koruma hakkının da verilmesi gerektiğini düşünüyoruz, inşallah bu konuda çalışma şansımız da olur.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ömer Bey, buyurun değerli meslektaşım.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Efendim, çok teşekkür ediyorum.
Tabii, çevre hakkı insan merkezli, insan odaklı, doğal tabii böyle olması çünkü çevre hakkının dünyada oluşumu da çok yeni, geçmişi en fazla 1972’ye dayanıyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Her şeyi bitirdikten sonra.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Evet, doğru ama Türkiye’de ben çok umutluyum, hızlı bir gelişme var, bilinçlenmede de var, mevzuatın oluşumunda da var, yargının konuya eğilmesinde de var. Yani, şu ana kadar, TEMA adına yaklaşık 150, biraz da TEMA dışında açtıklarımla birlikte 170 davayı açmış bir avukat olarak ve bu davalarda da -sizler de gurur duyacaksınız, söylemekte fayda var- başarı oranı yüzde 76; çok önemli. Bu, TEMA’nın veya benim şahsımın değil, Türk adaletinin de doğaya ve çevreye verdiği önemi gösteriyor ama artık, insan odaklı mekanizmanın, bu ilk bilinçlenmenin aşılması, gerçek doğruya ulaşmamız lazım; doğrudaki merkez yaşam, yaşamın kendisi. İşte onun için, evet 82 Anayasası’ndaki 56’ncı madde, çevre hakkı bizim ufkumuzu açmıştır, önümüzü açmıştır, bizi bir yere getirmiştir. Geldiğimiz nokta itibarıyla, artık, insan yaşamın odağı değil, belirleyicisi ama odağı değil. Belirleyicisi ise o zaman gerçek odağı yerine koymalı ve temel hukuk normu olan Anayasa'ya da ekosistem hakkı ve yine insanlar için ekosistemi talep etme, onun korunmasını talep etme hakkının da konulması gerektiğini düşünüyorum.
Ben burada hemen kesiyorum, tekrar sözü Aynur kardeşime veriyorum.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Teşekkürler.
Sanıyorum ekosistem hakkı için yeterli sayın vekillerim.
Bir sonrasında, yine çok önemsediğimiz, biraz da ilk kimliğim olan ormancı kimliğimle…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ben şimdi şey yapacağım, şu anda ilk defa… Yüksek izinlerinizle, son katılımcı olduğum için, zengin işi yapacağım. Bunu, bir ekosistem hakkıyla ilgili dünya anayasalarında bir düzenleme var mı?
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Var. Ekvador Anayasası’nda var. Hatta, ilk defa ekosistem hakkının tanındığı, doğaya, ağaçlara dava açma, ağaçların hakkını savunmak amacıyla dava açıldığı ekosistem hakkının Ekvador’da… Hatta, ben dosyamı da getirdim ama sanıyorum çantamda.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bize sunduğunuz metinlerinizde var mı?
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Hayır, onlar gerekçede yoktur.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – O zaman ek raporla bize gönderin onu.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Biz, size, eğer isterseniz rapor hazırlarız.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Ek metin olarak sunabiliriz tabii.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Benim bildiğim Alman Anayasası’nda var 1900… 2000’lerde falan mı? 20’nci madde…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bu ekosistemi bitiren ülkelerin hiçbirinin anayasasında yoktur.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Alman Anayasası’nda var, hayvan hakları var.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Hayvan hakları düzeyinde Sayın Vekilim ama ekosistem hakkı düzeyinde değil.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Peki Ömer Bey, bilhassa ekosistemde hak öznesi kim? Yine insan.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Efendim, ekosistemde hak öncesi yaşamın kendisi.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hak öznesi, hak sahibi kim?
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Yaşam. Evet soyut, her şey. Üstat o kadar güzel bir şey söylediniz ki.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şimdi, hak ehliyeti bakımından eşyaya bir hak ehliyeti tanıyoruz. Bizi ikna edin, yani kamuoyuna çıkacağız ekosistem hakkı falan diye.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Soracaklar kimin hak ehliyeti.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Dolayısıyla, doğrudan insan tutuklanacak. O davayı kim açtı mesela?
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Tabii, kişi ve kurumlar.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Herhâlde bir ağaç öbür ağaca vekalet vererek yargıya taşımadı. Yani, burada felsefi temelde sorunlar var.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Tabii var, zaten onun için müstakil hak olarak koymadık, ekosistemin korunması hakkı olarak da bütünleyici olarak koyduk.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Korunmasını isteme hakkı, evet.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ AV. ÖMER AYKUL – Bir önceki maddeyi tekrar açarsan Aynur, orada “Korunmasını” dedik ama eğer bir hakkın varlığını, bu hakkın gerçek öznesini ama dili olmayan öznesini, kendi hakkını talep etmeyen öznesini Anayasa'da tanımlayıp belirleyemezsek, belirleyemediğimiz bir şeyin korunmasını istemek de özneyiz. Onun için biz ekosistem hakkı üzerinde duruyoruz.
Türkiye’de çok küçük bir uygulaması var. Efendim, nehir tipi hidroelektrik santrallerinde can suyu var, yönetmeliğinde. Bakın, o can suyu, tipik bir ekosistem hakkıdır, çok küçük bir uygulamadır. Türk hukuku uygulaması olarak vereyim, yetersizdir o ayrı mevzu ama varlık itibarıyla, norm olarak küçük bir normda girmiştir, bir ekosistem hakkıdır.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ekosistem hakkını Türkiye’de en özgün şekilde tartışan İsmet Sungurbey’dir.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Hayvan hakları kitabında.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Muhteşem bir kitap.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Muhteşem bir kitap.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Önsözünde bana da atıf vardır, 1 no’lu dipnotta uzunca atıf. Çok büyük hizmet verdi, çok etkileyici. Ben şu ana kadarki hiçbir konuşmada böyle araya girerek şey yapmadım.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Direkt hayatımıza giriyor da onun için.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet. Ben, Türkiye’de orman sorununu iki vecizeye, özgün söyleyişe indirgiyorum, şöyle: “Toprağı ağaçla buluşturmak, vatandaşı ormanla barıştırmak.” Birisi orman hukukuna, öbürü çevre değerlerine. Yine, bu ağaçlandırmayı sağlayan millî seferberlik 1995’tir; o zaman avukattım, oraya bizzat çevre ormanlarının o metni, o bölümü ben yazmıştım. O vesileyle -sanıyorum Hayrettin Karaca TEMA Vakfı Başkanıydı- Dünya Ağaçlandırma Günü’nde konuşmacıyım, oradaki bir şeyi söyleyeyim; çevre değerlerinin hak kökleri, gelecek nesillerin zaman tarlalarına kadar uzanmaktadır. Yani, burada iyi bir çevreciniz var, bayağı etkilendim tebliğinizden.
Özür diliyorum bu girişten dolayı.
Buyurun.
TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ MEHMET SERDAR SARIGÜL – Biz teşekkür ederiz, sağ olun.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Kesinlikle çok mutlu olduk. Bizim de önemsediğimiz bir konuya sizin de böyle yaklaşmanız bizi çok çok mutlu etti. İstediğiniz takdirde, biz bunu detaylandırıp üstünde çalışıp…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu çok önemli yani mukayeseli hukuk verileri önemli.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Evet, kesinlikle.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bizde çevre hakkı 1982’de veya 61’de çıkmış değil. Bizim Anadolu’da müthiş, ilk park, bahçe korumacı Amasya’dadır ve milattan önce meşhur coğrafyacı Strabon döneminde. Hatta orada Strabon tarihinde anlatır: “Aslanlar, kaplanlar armut ağaçlarındaki insanları parçalardı.” diyor ve müthiş bir ekosistem var. Tabiat doğuşta ekosistem; biz herhâlde şeyiz…
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Parçaları.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bir İtalyan çevreci, keçi için diyor ki: “Yeryüzünün usturası.” Aslında insan ustura, çevreyi tahrip ediyor.
Hocam dinleyelim, buyurun.
Ben arkadaşlarımdan da özür diliyorum.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Bize de bir açılım oldu, biz en kısa zamanda bu konuyla ilgili bir çalışma yapıp…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bize bir ilave metin gönderin o zaman.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Kesinlikle. Altı doludur ama zaman anlamında yorgun da olacağınızı düşünerek, biz biraz daha buraya getirmemeyi uygun gördük.
Bir sonrası, yine önemsediğimiz, biraz da benim konum olması dolayısıyla, orman mühendisliği kökenim dolayısıyla da önemsediğimiz bir madde.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam, orman hukuku Türkiye’de çok zayıf. Devlet paradigmalı orman var.
TEMA VAKFI TEMSİLCİSİ PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Güçlendireceğiz inşallah Sayın Vekilim. Bu konuda bizim bir anabilim dalımız var, sizin de takip ediyoruz gönderdiğiniz yazıları.
Biz, burada 169 ve 170’in zaten biraz da karışıklık öngören, yani bu kararlarında sıkıntıya yol açan iki maddenin birleştirilmesi gerektiğini, ikisinin bir araya köylüler ve ormanların korunmasını bir araya getiren bir düzenleme hâline getirdik. Temel ilkeler, devlet orman mülkiyeti, devlet orman işletmeciliği ve yönetimi maddeleri tamamen korunmuştur. Burada, farklılaşma, farklılık getiren şey, öncelikle sürdürebilirlik ve katılımcılık ilkelerinin bu maddelere dahil edilmesidir. Şüphesiz, orman hukukunda veya diğer hukuk dallarımızda katılımı engelleyen hükümler yok ancak katılımın teşviki de yok. Bu anlamda, katılımcılık ilkesini buraya koymayı öngördük.
Bir de devletçe işletilir kısmına bir yönetme kavramı ekledik, çünkü ormanların yönetileceğini, şüphesiz, işletme ormanları olmakla birlikte yönetim kavramının da burada olması gerektiğini söyledik.
Bunun dışında, göreceğiniz ve gündemde de olan bir konu, orman sınırları dışına çıkarmayla ilgili bir düzenlememiz yok. Çünkü, artık bunun Anayasa'da yer almaması gerektiğini, eğer şu anda da bir çözüm arifesindeysek -bir tasarının Mecliste olduğunu biliyoruz, sadece basın kaynaklı bir bilgimiz bu- artık 2B’nin, bilim ve fen bakımından orman niteliğini yitirmiş yerlerle ilgili bir düzenlemenin Anayasa'da olmaması gerektiğini, bunun tarihi olmayan bir milat, geriye dönüşü olmayan, bu kavramın bir daha yaşanmak istenmediği ve sorunların burada çözüldüğü bir milat olarak başlatılması gerektiğini düşündüğümüz için böyle bir maddeyi buraya koymamış bulunuyoruz. Bunun dışında, temel ilkelerimiz 82 Anayasası’yla aynıdır.
Bir sonrası, yine TEMA’nın çok önem verdiği ve özel çalışma alanlarından olan toprakla ilgili konumuz. Türkiye, su varlığında olduğu gibi -belki “Yanlış bilinen doğrularımız.” denir- toprak varlığında da zengin bir konumda değildir. Dolayısıyla, topoğrafya, fiziksel kimyasal etmenlerle arazi üretkenliği de kısıtlıdır. Dolayısıyla, toprak da tıpkı su gibi, su varlığı gibi korunması ve geliştirilmesi gereken varlıklarımızdan birisidir. Burada bizim yaptığımız en temel değiştirme, verimli işletme kavramını kaldırıp, toprağın verimli işletilmesini çıkarıp, toprağın korunmasını ve geliştirilmesini ön plana almaktır. Öncelikli olan korumak ve geliştirmektir. Olmayan bir şeyi korumadığınız ve geliştiremediğiniz bir şeyi işletmeniz, özellikle verimli olarak işletmeniz mümkün değildir. Bu nedenle, koruma kavramı üzerinde çok fazla durarak, buradaki verimli işletme kavramını kaldırdık. Zira, Türkiye’de toprak varlığının kısıtlı ve üretkenliğinin sınırlı olduğunu söylerken, buna bağlı olarak, bir de kötü kullanım, plansız kullanım, amaç dışı yaygın kullanım da olduğu için bu maddeyi son derece önemsiyoruz.
Toprak mülkiyeti ve tarım arazileri, özellikle meraların ve çiftçinin korunması konusu, TEMA’nın yine stratejik önem verdiği maddelerinden birisidir. Çünkü “Toprak üretilmeyen bir kaynaktır ve su gibi yaşamdır.” diyoruz; olmazsa olmazdır, tıpkı ekosistem hakkı gibi, su hakkı gibi. Buradaki varlığın, toprak varlığının şiddetle korunmaya ihtiyacı olduğundan dolayı, biz bu maddeyi çok önemsiyoruz.
Burada değişiklik olan bir madde, hemen ikinci yansıda göstereceğim üzere, tarım arazilerinin mülkiyetinin yabancı gerçek ve tüzel kişilere geçirilmemesi gerekliliğidir. Farklılık yaratan koruma dışında ikinci farklı önerimiz de buradadır. Tarımsal arazilerin mülkiyeti yabancı gerçek ve tüzel kişilere geçirilemez ve bu amaçla arazi satışı yapılamaz. TEMA’nın olmazsa olmazlarındandır ve toprak mülkiyeti üzerinde çok önemsediğimiz bir konudur.
Bir sonrası, yine yeni ve ekosistem hakkı gibi ortaya konulan yepyeni bir haktır veya bir tanımlama getiren maddemizdir, su doğal varlığı, yer üstü ve yer altı suları konusunu içerir. Ülkemizde sular -biraz önce bahsettiğim gibi- toprak gibi sınırlıdır, temiz suya erişim hakkı sınırlıdır, temiz su sınırlıdır ve mevcut olan doğal varlığımız da savurgan kullanılmakta, plansız kullanılmakta, kirlenmekte ve azalmaktadır, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla ve bir de bunun yanında, uluslararası, son dönemde yaygın olarak akademik araştırmalara da konu olan küresel iklim değişikliğini de ortaya koyduğunuzda, sular artık çok ciddi bir tehlikededir ve biz, bunun Anayasa'da bir madde metni olarak yer alması gerektiğini düşünüyoruz.
Burada kullandığımız kavram farklıdır. “Varlık” kavramını kullanıyor TEMA bu kaynaklar için. Daha önce “Kaynak” olarak ifade edilen bu varlıklara “Varlık” kavramını kullanıyor. Çünkü “Varlık” dediğimiz zaman muhafazayı, geliştirmeyi ve sürdürülebilirliği ifade ediyoruz, “Kaynak” dediğimizde biraz daha kısıtlı anlamlar yüklerken, suyu biz bir doğal varlık olarak kabul ediyoruz ve bunun korunmasını devlete bir görev olarak yüklüyoruz. Bununla ilgili en temel konumuz da kanuni düzenlemelerin yapılmasıdır. Şüphesiz, biliyorsunuz suya ilişkin onlarca düzenlememiz var, köy içme sularından başlayıp yer altı sularına kadar uzanan, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda hüküm bulan, askerî garnizonların sularına ilişkin bile düzenleme olunan konuda, henüz Türkiye’nin bir su kanunu yoktur, havzayla ilgili bir kanunu yoktur havza ölçeğinde bunun yönetimini ve korunmasını öngören. Benim bildiğim, 1967’den beri su yasası yapılmaya çalışılmakta, çıkarılmaya çalışılmaktadır, bugün yeni bir taslak meclisin gündemine yaklaşmaktadır. Bunun en iyi bir şekilde, temel, üst, anayasal normları da ortaya koyarak çıkarılması zorunludur ve en kısa sürede çıkarılmalıdır diyoruz ve burada, su doğal varlığının yönetimi ve korunmasını, Anayasa'ya yeni bir madde olarak girmesini talep ediyoruz, tıpkı toprakta yaptığımız değişiklik ve ekosistem hakkında olduğu gibi.
Sonraki maddemiz, aslında Anayasa'nın mevcut 168’inci maddesiyle örtüşmekle birlikte, yine bizim “Doğal varlık.” diye tanımladığımız ormanlar, meralar, sular, sulak alanlar vesair sahipsiz arazileri madenlerden biraz daha ayıran, kaynak ve varlık kavramını aynı maddede kullanan bir ifade tarzıdır. Diğer bölümlerinde, temel olarak mevcut hüküm sadeleştirilerek anlam bakımından aynılığı korunmuştur, temel hükümler aynı bırakılmıştır. Bunu da yine mevcut düzenlememiz önünüzdeki dosyalarda yer almaktadır.
Burada, yeni olabilecek kişilere hem hak hem de görev yükleyecek bir maddeyle karşı karşıya kalıyoruz: “Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve insanlığın ortak mirasına saygı.” ilkesi. Burada, yine Anayasa’mızda, mevcut düzenlemede yer alıyor ancak bizim burada önemsediğimiz “Ancak”la başlayan ve farklılık yaratan bir düzenleme son cümlemizde yer alıyor. “Hiçbir şekilde, bu varlık ve değerlerin, niceliksel olarak azalmalarına ve niteliksel olarak özgün konumlarını yitirecek işlemlere izin verilemez” deniliyor.
Biz, burada doğal varlıkları ve kaynakları, daha çok doğal varlıkları kullanırken, denge bozulduğunda, insanlığın dengesiyle ekosistemin dengesini dengelemeye çalışırken, bir kamu yararı, şu anda TEMA’nın da geliştirdiği üstün kamu yararı kavramını kullanırken somut ilkeleri bulamıyoruz. İşte, burada söylemeye çalıştığımız şey, aslında tam da bir somut ilkedir. Niceliksel bir azalma olmayacak, niteliksel olarak da özgün konumları korunacaktır. Biraz daha, üstün kamu yararı kavramını güçlendiren, altını dolduran bir tanımlamayla karşı karşıya kalıyoruz ki TEMA bunu, bu noktada çok önemsemektedir. Kullanımları sınırlamanın, özel mülkiyete getirilecek sınırlamaların hangi şekilde yapılabileceğini, somut iki karineye, somut iki ölçüye bağlamak istemektedir. O yüzden son derece önemlidir diye düşünüyoruz.
“Barış hakkı”, “Gelişme hakkı.” ve sonuna yaklaştığımızda TEMA’nın çok detaylı olarak düzenlediği bir maddeyle karşı karşıyayız. Bu da 166’ncı madde olarak Anayasa’mızda yer almakta, ancak tamamen, hemen hemen tüm yapısı değiştirilerek mevcudiyeti farklılaştırılan bir madde metniyle karşı karşıyayız.
Biz, burada TEMA’nın ilk ilkesiyle bir bağlantı yapıyoruz. “Sürdürülebilir yaşam”dı ilk slaytımızdaki TEMA’nın ilkesi. Planlama, sürdürülebilir yaşamın temelidir noktasından hareketle, doğal varlıkların ve kaynakların yenilenebilme niteliğini koruyarak, ekosistemi koruyarak ve içinde tüm plan unsurlarını ifade ederek bir planlama olması gerektiğini söylüyoruz. Burada temel madde çok uzun, hatta devamı da var ama maddeyi özetlersem “Planlama sürdürülebilir yaşam için gereklidir.” diyoruz. “Planlama, sadece ulusal ölçekte değil, yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte olmalıdır.” diyerek, planların hiyerarşisini ve planlama sistematiğini söylüyoruz. Devamında, planlamanın içinde katılım olması gerektiğini ifade ediyoruz. Ekosistemin korunması gerektiğini ve pek çok konuda belki göz ardı edilen sektörler arası entegrasyonun, bizim ülkemizde planlama konusunda oldukça başarılı olsak da, sektörler arası entegrasyondaki zayıflığı göz önüne alarak, planlamanın sektörler arası bir entegrasyon getirmesi gerektiğini söyleyerek, biz burada planlamanın amacını tek tek ifade ediyoruz. Belki bir Anayasa'da olması gerekenden daha detaylı bir hüküm olarak addolunabilir ama planlamanın, sürdürülebilir yaşamın bir gerçeği ve “Olmazsa olmazı.” olmasından hareketle, çok önemsediğimiz bir maddedir ve planlamayı çok çok detaylı olarak ele alan bir maddedir. Hatta “Afet risklerini en az düzeye indirecek kadar.” ifadesini kullanmak şartıyla, planlamayı bu düzeyde detaylı olarak düzenlediğimiz bir maddedir diyorum.
Son cümlemiz de TEMA’nın cümlesidir; başta geleceğimiz olmak üzere tüm doğal varlıklarımız
tüm doğal varlıklarımız adına teşekkür ediyoruz bu sunumu yapma imkânı verdiğiniz için ve dinlediğiniz için.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Arkadaşların soruları olacak.
ATİLLA KART (Konya) – Benim bir sorum yok. Ben çalışmanız için gerçekten teşekkür ediyorum.
Çok ciddi çalışmalar yaptığınız görülüyor, emek verdiğiniz görülüyor. Ben öncelikle duyarlılığınız için size teşekkür ediyorum. Böyle bir duyarlılık karşısında bunlardan yararlanmamayı düşünemiyorum. Bu anlayışın içinde olacağız.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Eko sistemden bahsediyorsunuz. Bunu anayasal bir metin çerçevesinde değerlendirdiğimiz vakit, bunun yerine geçebilecek, sırıtmayacak, Türkçeleşmiş bir tabir kullanabilir miyiz? Ne var?
MEHMET SERDAR SARIGÜL – Eko sistemin Türkçesi eko sistem Sayın Vekilim, başka bir Türkçesi yok.
İzninizle birazcık açmak istiyorum. Eko sistem deyince aklımıza ne geliyor? Eko sistem, içerisinde canlı ve cansız bütün etmenleri bulunduran bir sistem. Bunu söylerken şunu ifade etmek istiyoruz: Bir göller sistemi içerisinde oradaki göl, oradaki toprak parçaları, oradaki kayalar, oradaki mikroorganizmalar, oradaki ağaçlar, oradaki bitki örtüsü, oradaki hayvanlar, orada yaşayan, yakınında bulunan belki köylüler, insanlar, hepsi bu sistemin bir parçası. Biz, insanın eko sistemin bir parçası olmasını da söylüyoruz bütün bu söylediklerimizde.
İzninizle, bir noktayı açıklamak isterim:
Bugün, Türkiye’de ağaçlandırma yapıyoruz. Biz de vakıf olarak bu ağaçlandırmaların önderliğini yapıyoruz, devletimizin diğer organlarıyla birlikte çalışmalar yapıyoruz. Ama ağaçlandırma yapmak, örneğin orman yapmak değildir çünkü orman bir eko sistemdir. Ormanın içerisinde her tür ağacı vardır, bio çeşitliliği vardır. Ormanın içerisinde toprağı vardır, değişik toprak çeşitleri vardır. Ormanın içerisinde mikroorganizmaları vardır. Ormanın içerisinde mantarları vardır. Ormanın içerisinde hayvanları vardır. Ormanın içerisinde suları vardır. Özetle, orman bir eko sistemdir, orman eko sistemi diye adlandırırız. Eko sistemin Türkçesi, şu anda literatürümüzde, biz biyologlar olarak da böyle söylüyoruz, eko sistem=eko sistem. Yani bununla ilgili başka bir tanım, başka bir ifade söylememiz mümkün değil.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani bu eko sistem tabiri olmasaydı, biz o ormana hangi gözle bakacaktık, kuşa hangi gözle bakacaktık, suya hangi özle bakacaktık? Yani biz bir ad koyamayacak mıydık? Durup, şimdi bu adamlara müteşekkir mi kalalım? Dua mı edelim ? Ne iyi ki, bir kelime buldunuz da bütün bunları ifade ediyorsunuz. Mutlaka olmalı. Aksi takdirde acziyettir bu yani. Bunu kabullenmemiz mümkün değil.
MEHMET SERDAR SARIGÜL – Yani o zaman bir dil çalışması yapılabilir, yaşam dengesi denebilir, değişik şeyler olabilir bunlar ama…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Kesinlikle var.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Daha mükemmeli de bulunabilir. Çünkü Türk Anayasasına girecek.
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Çalışacağımız raporda bu konuyu da not alıyorum, terminolojinin birliği açısından.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Benim sorum olacak birkaç tane.
Nefis bir çevre ve eko sistem veya dışımızda kalan yaşayan düzenin ilginç ve özgün bir anlatımı oldu. Teşekkür ediyorum, yararlanacağız bu konuda.
Hocam, bilhassa size soruyorum: Çok devletçi bir yaklaşım değil mi? Bireye niye güvenmiyoruz? Bireyin sorumluluklarını artırarak, ceza normlarını artırarak, şu devredilir, bu devredilir gibi hukuk bariyerleri üreterek değil de çevreyi ortak değer kabul edip hepimiz koruyarak, geliştirerek… Bir, bu.
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Peki, yapabilir miyiz Sayın Vekilim?
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bilmiyorum.
Bu çok şey çünkü o da tahrip ediyor, o yaklaşım da tahrip ediyor.
Mesela, tamam eko sistem, çevre değerlerini tanımlayabiliriz ama bir ormanın diyelim ki anayasada yer almamasına nasıl bakarsınız? Birinci sorum bu.
İkinci sorum: Şu andaki Başkanımız Hayrettin bey mi, Nihat Bey mi? Kimdir?
HUKUK DANIŞMANI ÖMER AYKUL – İkisi de onursal kurucu başkanlarımız.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şimdiki Başkan kim?
HUKUK DANIŞMANI ÖMER AYKUL – Şu anda vakıf genel müdürlüğü şeklinde yürüyor. Bir yönetim kurulumuz var, mütevelli heyet var.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Buyurun Hocam.
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Sayın Vekilim, ilk sorunuz çok mantıklı, tabii. Keşke birey olarak bu hakları kendimiz yüklenip yapsak, dağıtmasak, bariyer koymasak diye ama…
ATİLLA KART (Konya) – Türkiye pratiği ortada. Başka bir şey söylemiyorum.
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Fiilî durumla teori…
Sayın Vekilim, bazen hukuk dersini anlatırken ben anlatıyorum, anlatıyorum “Bu olan.” diyorum. Çocuklar “Hocam öyle anlatıyorsunuz ama öyle değil.”
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Küresel yaklaşım bakımından nasıl?
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Ben bu şekilde olması gerektiğini, bunun devletçi bir yaklaşım olmadığını, olması gereken olduğunu düşünüyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bireysel olarak ben on dört tane hatıra ormanı kurdum. Geçen hafta sırf ormanlarda, orman yangınlarında şehit olanlar için hatıra ormanı kurulması için 3.500 tane ağaç bağışladım.
PROF. DR. AYNUR AYDIN COŞKUN – Özel ormanlarla ilgili bir çalışmanız var sizin, değil mi? Bir kitapçığınız var hatta.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok nefis oldu ama Ömer Bey, bu kırk dakikadan dolayı sunamadığınız veri falan varsa, eko sistem hakları konusunda ilave bilgiler ulaştırırsanız, çok önemli.
HUKUK DANIŞMANI ÖMER AYKUL – Sayın vekilim, müsaade ederseniz, ben sizleri fazla şey yapmamak için söylemedim, benim Ekolojik Hukuk adlı bir kitabım var, izninizle onu da size yollayalım.
Biz bu ekolojik hukuk kavramını içselleştirdik ama Oktay Bey’in dediği konu üzerinde…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ama terim çok önemli. Çok özgün.